Emsal Mahkeme Kararı Diyarbakır Asliye Ticaret Mahkemesi 2022/1250 E. 2023/37 K. 11.01.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
T.C.
DİYARBAKIR
ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO :
KARAR NO :

HAKİM :
KATİP :

DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLİ :

DAVA : Alacak (Ticari Nitelikteki Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 24/10/2022
KARAR TARİHİ : 11/01/2023

Mahkememizde görülmekte olan Alacak (Ticari Nitelikteki Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA :Davacı vekili, müvekkili tarafından Diyarbakır-…..-….. Köyü …..ada …..ada ….. parsel, Diyarbakır-…..-….. Köyü ….. ada ….. parsel ve Diyarbakır-…..-….. Köyü …..ada ….. parselde olmak üzere 3 adet ….. kw lisanssız elektrik üretimi yapılması amacıyla güneş enerji santrali kurmak için ….. tarihinde davalıya ilgili mevzuat gereğince başvuru yapıldığını, başvurunun yapıldığı tarihte yürürlükte olan Elektrik Piyasasında Lisanssız Elektrik Üretimine İlişkin Yönetmelik uyarınca davalı şirketin başvuruyu değerlendirmeye almakla yükümlü olmasına rağmen müvekkilin başvurusunun değerlendirilmediğini ve sonuçsuz bırakıldığını, davalının bağlantı anlaşması imzalanması öncesi uyması gereken tüm sorumlulukların ilgili mevzuat hükümlerince ve 02.10.2013 tarih 28783 sayılı Elektrik Piyasasında Lisanssız Elektrik Üretimine İlişkin Yönetmeliğin ilgili maddelerince kesin ve yoruma kapalı olarak belirlendiğini, Yönetmeliğin 8. maddesinde belirtilen adımların hiçbirinin hukuka uygun olarak uygulanmadığını, müvekkilin mevzuata uygun olarak (yönetmelik, tebliğnamede) aranan tüm başvuru koşullarını taşıması, hiçbir bilgi ve belge eksikliği olmamasına rağmen davalı şirketin başvuruları cevapsız bırakarak bağlantı anlaşması öncesi hiçbir sorumluluğunu yerine getirmediğini, aynı maddede belirtildiği üzere “reddedilen başvuru evrakları başvuru sahibine iade edilir” denmekte iken davalı şirket başvuruları değerlendirmediği gibi evrakların müvekkile iade de edilmediğini, Uyuşmazlık Mahkemesi kararı gereğince elektrik dağıtım hizmeti sunan davalının kamu hizmeti olarak kabul edilmiş faaliyetlerinde uyması gereken kural ve kaidelerin mevzuatça belirlenmiş olması ve birbirine sıkı sözleşmesel bağ ile bağlı olan davacı ile davalı dağıtım şirketinin özel kişi olması sebebiyle lisanssız elektrik üreticileriyle dağıtım şirketleri arasında çağrı mektuplarının verilmemesinden kaynaklı uyuşmazlıklarda adli yargının görevli olduğuna karar verildiğini, dağıtım şirketlerinin kanundan kaynaklı olarak sahip oldukları “doğal tekel” nitelikleri nedeniyle yerel seviyede her bir dağıtım bölgesinde tek hakim durumunda bulunduklarını, davalı dağıtım şirketi DEDAŞ’ın, faaliyet gösterdiği bölgede, lisanssız üretim başvurularını alan, değerlendiren ve sürecin sonunda lisanssız üretim tesislerinin fiziksel olarak bağlantı ve sistem kullanım anlaşmaları ile şebeke bağlantısını sağlayan tek yetkili merci olduğunu, dağıtım lisansı sahiplerinin yürüttükleri faaliyetlerin kamu hizmeti olması nedeniyle kullanıcılarına eşit şartlarda hizmet sunması ve ayrımcılık yapmaması zorunluluğu gibi çeşitli yükümlülükleri bulunduğunu ve bunlara dair yönetmelikte de ilgili hükümlerin mevcut olduğunu, Güneş Enerji Santralleri ile ilgili 6446 Sayılı Kanunun 14. maddesi ile 5443 Sayılı Kanunun ilgili hükümlerinin, 02.10.2013 tarih ve 28783 Sayılı Resmi Gazetede ilan edilerek yürürlüğe giren yönetmelik ve bu yönetmeliğin uygulanmasına dair tebliğ hükümlerinin çok açık ve anlaşılır nitelikte olup, yorumlamaya mahal vermediğini, davalı dağıtım şirketinin ilgili mevzuat uyarınca kendisine yüklenmiş olan sözleşme sorumlulukları yerine getirmemek suretiyle hukuka açıkça aykırı ve tamamen keyfi hareket ederek, kanunun kendine tanıdığı yetkileri ihmal ederek veya ayrım yapmak şeklinde uygulayarak kötüye kullandığını, davalının müvekkilin eksiksiz ve mevzuata uygun olarak yapılmış başvurusunu hukuka aykırı olarak değerlendirmeye almayıp sonuçsuz bıraktığını ve müvekkilin yapmayı amaçladığı yatırımı engellediğini, başvuru yapılan trafo merkezlerinde o dönemde müvekkilin başvurusuna esas kapasiteyi karşılayacak kadar boş kapasitenin mevcut olduğunu, nitekim söz konusu trafo merkezine başvuru yapıldıktan sonra güneş enerji santrali kurma izni verildiğini, müvekkilin elde edeceği (yüzde yüz kesin olan) tüm gelirlerden müvekkilin mahrum bırakıldığını, öyle ki aynı dönem aynı trafo merkezinde diğer firmaların başvurularının olumlu sonuçlandığını ve bu izinler ile güneş enerji santralleri faaliyete geçirildiğini ileri sürerek davalı şirketin, müvekkilin güneş enerji santrali kurmak için yapmış olduğu başvuruya ait izin talebinin reddedilmesinin hukuka aykırılığının tespiti ile söz konusu başvurulara esas çağrı mektuplarının verilmesine ve izin talebinin reddedildiği tarihten çağrı mektubunun verildiği tarihe kadar ki sürede mahrum kalınan gelirin ödenmesine, şayet söz konusu izinlerin verilmesi teknik ve hukuki olarak imkansız hale gelmiş dava konusu edilen Güneş Enerji Santrallerini faaliyete geçirilememesinden ötürü mahrum kalınan gelirden fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik her bir santral için …..-USD (Amerika Doları) olmak üzere toplam ….. USD’nin dava tarihinden itibaren işletilecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsilini istemiştir.
CEVAP :Davalı vekili, müvekkil şirketin 14.03.2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununa dayanılarak hazırlanan Elektrik Piyasası Tüketici Hizmetleri Yönetmeliği ve bu yönetmelikteki hükümlere göre düzenlenen Perakende Satış Sözleşmesine göre elektrik dağıtım faaliyetini yürütmekte olduğunu, öncelikle husumet, derdeslik, zamanaşımı, hakdüşürücü süre, görev ve yetki itirazları bulunduğunu, davacı tarafından müvekkil şirkete ….. tarihinde lisanssız elektrik üretimine yönelik başvurular yapıldığını, başvuru tarihi üzerinden yaklaşık yedi yıl geçtiğinden söz konusu davanın zamanaşımı yönünden reddi gerektiğini, davacı taraf her ne kadar sözleşme yapma borcu sorumluluğundan bahsetmek suretiyle işbu davada zamanaşımı süresinin 10 yıl olacağı izlenimini vermeye çalışsa da, davacının bu yöndeki hukuki değerlendirmesinin hatalı olduğunu, nitekim söz konusu davada sözleşme öncesi sorumluluk şartlarının oluşmadığını, dava konusu olayda müvekkil şirketin sözleşme yapma hususunda herhangi bir vaatte bulunmadığı ve iletişim sağlamadığının açık olduğunu, lisanssız elektrik üretimi kapsamında müvekkil şirkete yüzlerce başvuru yapılmakta olduğunu, müvekkil şirketin bu başvurular doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemelerini yapmakta, yapılan başvuruları değerlendirmeye almakta ve şartlara göre de başvuruları olumlu veya olumsuz olarak sonuçlandırmakta olduğunu, hal böyle iken müvekkil şirketin sözleşme öncesi sorumluluk kapsamında herhangi bir sorumluluğunun olmadığının çok açık olduğunu, dava konusu olayında haksız fiil kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, davacı tarafından haksız ve hukuka aykırı olarak dava açıldığını beyan ederek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
DELİLLER : Dava dilekçesi, cevap dilekçesi, EPDK mevzuatı, LUY Yönetmeliği, yerel mahkeme ve bölge idare mahkemesi kararları, yazı cevapları, vs….
GEREKÇE :
Uyuşmazlığın, davacının güneş enerji santrali kurmak amacıyla davalıya yapmış olduğu başvurunun davalı tarafından reddedilmesinin hukuka aykırı olup olmadığının tespiti ile hukuka aykırı olduğunun tespiti halinde uğradığı maddi zararın ödenmesi talebine ilişkin olduğu anlaşılmıştır.
Davalı süresinde vermiş olduğu cevap dilekçesinde zamanaşımı itirazında bulunmuştur.
Uyuşmazlığın çözümüne yönelik olarak, öncelikle borç doğurucu sorumluluk kaynakları üzerinde durulmasında yarar vardır. Bu husus belirlendiği takdirde zamanaşımı itirazının yerinde olup olmadığı aydınlığa kavuşacaktır.
Hukukumuzda; toplumsal hayatın hızla gelişmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik olay ve problemlerin çözümünü, klasik borç doğurucu sorumluluk kaynakları olarak nitelendirilen, haksız fiil, sözleşme ve sebepsiz zenginleşme içerisinde bulabilme ve aynı unsurları bu yeni olay ve problemlere uygulayabilme hemen hemen imkansız hale gelmiştir. Kanunların çözüm öngöremediği bu tip durumlara, 19. yüzyılın sonlarına doğru doktrin kayıtsız kalınamayacağını anlamış, özü ve niteliği farklı yeni hukuki müessese ve sorumluluk türlerini belirleme yoluna gitmiştir. (Süleyman Yalman, Türk-İsviçre Hukukunda Sözleşme Görüşmelerinden Doğan Sorumluluk, Ankara 2006, s. 37). Bu yeni belirlenen sorumluluk türlerinden olan sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğu (culpa in contrahendo) genel bir ifadeyle belirtmek gerekirse, sözleşme görüşmeleri aşamasında taraflardan birinin diğerine veya onun koruması altında bulunan kişilere, aralarında dürüstlük kuralı (MK. m. 2) gereğince ortaya çıkan güven ilişkisinin ihlali sonucu meydana gelen sorumluluktur (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt. III, Ankara 1990, s. 1083.; İlhan Ulusan, Culpa in Contrahendo Üstüne, Prof. Dr. Ümit Yaşar Doğanay Anısına Armağan, İstanbul 1982, s. 287). Başka bir ifadeyle sözleşme görüşmelerinde taraflardan birinin diğerine dürüstlük kuralına aykırı davranma sonucu verdiği zararlarla ilgili sorumluluktur (Süleyman Yalman, a.g.e., s. 38).
Culpa in contrahendo sorumluluğun kaynakları yönünden somut olay değerlendirildiğinde; olaya “sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk” kurallarıyla bakılması gerektiğinde kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Gerçekte de; sözleşme bir süreçtir. Bir anda kurulup meydana gelen hukuki bir işlem değildir. Sözleşme kurulmadan önce taraflar sözleşmenin muhtevası, şartları, içerdiği hak ve yükümlülükler üzerinde görüşmeler yaparlar; bu görüşmeler kısa veya uzun sürebilir. Görüşmelerin başlamasıyla görüşmeciler arasında hukuki bir ilişki kurulur. Bu ilişki sözleşme benzeri bir güven ilişkisidir. Güven ilişkisi MK. m.2/1’de düzenlenmiş bulunan dürüstlük kuralına dayanır. Buna göre, görüşmeler esnasında görüşmecilerin sözleşmenin muhtevası ve şartları hakkında birbirlerini aydınlatması, dürüstlük kuralına uygun davranması, birbirlerinin kişilik ve mal varlığı değerlerine zarar vermemek için gerekli özeni göstermesi, koruma yükümlülüklerine uyması gerekir. Görüşmeciler bu yükümlülüklere kusurlu olarak aykırı davranıp, görüşmelerin başlamasıyla aralarında kurulmuş bulunan güven ilişkisini ihlal ettikleri takdirde bundan doğan zarardan sorumludurlar (Fikret Eren, age., s. 1084, 306 vd.; İlhan Ulusan, age., s.286). O halde, sözleşme görüşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlığın; haksız fiil kurallarına göre değil, sözleşme hukuku çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği kuşkusuzdur( bu yönde karar için bknz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/13-1220 E., 2013/239 K.; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2010/13-519 sayılı kararı).
Sözleşme öncesi görüşmeler, bu görüşmelere başlanılması ile birlikte görüşmeciler arasında hukuki bir ilişkinin kurulması anlamına geldiğinden, bu ilişkinin sözleşme benzeri ve TMK 2. maddesinde anlamını bulan bir güven ve dürüstlük kuralına dayandığına ve görüşmeler esnasında görüşmecilerin sözleşmenin muhtevası ve şartları hakkında birbirlerini aydınlatması, dürüstlük kuralına uygun davranması, birbirlerine kişilik ve mal varlığı değerlerine zarar vermemek için gerekli özeni göstermesi ve koruma yükümlülüklerine uyması gerekmektedir. Her ne kadar sözleşemeye dair yükümlülükler ugulansa da Culpa in Contrahendo sorumluluğunda henüz taraflar arasında bir sözleşme ilişkisinin kurulmamış olması nedeniyle tarafın tam sorumluluğu söz konusu değilidir. Bunu haksız fiil sorumluluğundan ayıran nokta ise, taraflar arasında sözleşme görüşmelerine girişilmekle somutlaşan bir işlem temasının başlamış bulunmasıdır. Bu bakımdan sözleşme öncesi sorumluluk klasik sorumluluk türlerinin dışında kalan bir sorumluluk hali olarak ortaya çıkmakta, söz konusu sorumluluğun kaynağı farklı kurum ve esaslar çerçevesinde araştırılmasını kaçınılmaz kılmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında da somut olay değerlendirildiğinde davacı şirket her ne kadar davalı taraf lisanssız elektrik üretimi hususunda davalı şirkete başvuru yapmış ise de, somutlaşan karşılıklı bir iletişim temasının bulunmadığı, tarafların bir araya gelmek ya da yazışma yolu ile iletişim kurarak görüşme sağlanmadığı dolayısı ile de sözleşme yapma hususunda bir irade ortaya koymadıkları anlaşılmıştır. Sözleşme öncesi sorumluluktan bahsedilebilmesi için zarar gördüğünü iddia eden tarafın; ulaşılmak istenen ortak amaca güvenilerek başlayan, tehlike alanına giren bu süreçte karşısındaki kişiden özel nitelikte bir zarardan uzak tutma yükümünü beklemekte hakkı olmalıdır. Bu kapsamda, dava konusu olayımıza baktığımızda, davalı şirketin sözleşme yapma hususunda herhangi bir vaatte bulunmadığı, karşı taraf ile iletişim sağlamadığı dolayısı ile de davacı nezdinde güven tesisi olgusunun kurulmuş olacağından bahsedilemeyeceği kanaat edilmiştir.
Sonuç olarak da mahkememizce somut olay nezdinde ”sözleşme öncesi” sorumluluk şartlarının somut olay bazında oluşmadığına kanaat edildiğinden, iş bu somut olaya sözleşmeye uygulanan zamanaşımı süresinin değil ancak haksız fiile uygulanan zamanaşımı sürelerinin uygulanabileceği öngörülmüştür. Çünkü haksız fiil sorumluğunda taraflar arasında sözleşmesel bir ilişkiden bahsedilemeyecektir. Haksız fiil Türk Borçlar Kanunu’nun md.49/1 hükmünde ” Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar verenin, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” şeklinde düzenmiş olup, kanun maddesinin devamı hükümlerinde de ayrıntılı kaleme alınmıştır. Somut olay nezdinde de taraflar arasındaki ihtilaf konusunda sözleşmesel bir ilişkiden bahsedilemeyeceğini dolayısı ile de sözleşme öncesi sorumluluk şartlarının oluşmadığı, dolayısı ile de davacının davalı nezdinde yapılan başvurunun reddi hususu ancak “haksız fiil sorumluluğu” nezdinde değerlendirilebilecektir. Davalının zamanaşımı itirazı da bu kapsamda ele alınacak olup; haksız fiillerde zamanaşımı Türk Borçlar Kanunu’nun 72. maddesi hükmüne göre: “Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar” şeklinde düzenlenmiştir. Dosyanın incelemesinde ….. tarihli davacının davalı kuruma başvurusu üzerine, davalı tarafından ….. tarihli TEİAŞ Kapasite Tahsis Tablosuna göre ilgili trafo merkezindeki kapasite yetersizliğinden dolayı reddedildiğinin bildirildiği, davacı tarafa davalı tarafından cevap verilmediğinin kabulü gerektiği, zamanaşımı süresinin bu haliyle de idare hukukunda ön görülen sürelere kıyasen zımni red süresiyle başlayacağı, davanın …..tarihinde mahkememizde açıldığı göz önünde bulundurulduğunda makul sürenin her halükarda geçmiş olduğuna kanaat edinilmiş, dolayısıyla da 2 yıllık zamanaşımı geçtikten sonra işbu dava açılmış olduğundan davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.

HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davanın zaman aşımı nedeniyle REDDİNE,
2-Davacının dava açarken toplamda 557,30 TL harç yatırdığı anlaşıldığından peşin alınması gereken harcın mahsubu ile bakiye kalan 377,40 TL harcın karar kesinleştiğinde davacıya iadesine,
3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı taraf kendisini bir vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT gereğince 9.200 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı tarafa verilmesine,
5-Arabuluculuk aşaması görüşme sonucunda anlaşamama ile sonuçlandığından 6325 Sayılı HUAK’nun 18/A-13 maddesi ve Arabuluculuk Kanunu Yönetmeliği tarife hükümleri uyarınca Adalet Bakanlığı bütçesinden ödenen 1.320,00-TL arabuluculuk ücretinin davalıdan alınarak hazineye gelir kaydedilmesine,
6-Davacı tarafından yatırılan gider avansından kullanılmayan kısmın karar kesinleştiğinde davacıya iadesine,
Dair, davacı vekilinin yüzüne karşı, davalı tarafın yokluğunda, karşı kararın tebliği tarihinden itibaren 2 hafta içinde Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesine istinaf yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.

Katip Hakim