Emsal Mahkeme Kararı Diyarbakır Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/2048 E. 2022/2103 K. 15.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
T.C.
DİYARBAKIR
ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO :
KARAR NO :

HAKİM :
KATİP :

DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLİ :

DAVA : Tazminat (Eser Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 14/12/2021
KARAR TARİHİ : 15/06/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH :

Mahkememizde görülmekte olan Tazminat (Eser Sözleşmesinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA : Davacı vekili Mahkememize sunmuş olduğu dava dilekçesinde özetle; …. ili .. ilçesi … (..) köyü .. mevkiinde bulunan …. ada … nolu parselin … kısmı üzerinde …. Ltd.Şti. adına kayıtlı … abone nolu enerji tüketim tesisiyle ilişkilendirmek üzere Güneş Enerjisinden elektrik üretim tesisi kurmak için … Dağıtım A.Ş. ile sözleşme yapılması ve bu yönlü talebin reddi nedeniyle oluşan maddi zararların tazmini için dava açma zorunluluklarının doğduğunu, Elektrik enerjisine ilişkin faaliyetleri, temel olarak “üretim”, “iletim”, “dağıtım” ve “ticaret” başlıkları altında toplamak mümkün olduğunu, hizmetin kesintiye uğramasının alternatif maliyetleri çok yüksek olduğu için bütün bu faaliyetlerin bir koordinasyon içinde yürütülmesinin şart olduğunu, bu amaçla, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile, 2001 yılında kamu tüzel kişiliğini haiz, İdari ve mali özerkliğe sahip ve bu kanun ile kendisine verilen görevleri yerine getirmek, enerji piyasasını düzenlemek ve denetlemek üzere Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) kurulduğunu, elektrik piyasası faaliyetleri, 4628 sayılı Kanun ve ilgili mevzuatında detaylı olarak düzenlendiğini, 4628 sayılı Kanun’un mülga 2. maddesi, elektrik piyasası faaliyetlerini: “piyasada faaliyet gösterecek tüzel kişilerin üretim, iletim, dağıtım, toptan satış, perakende satış, perakende satış hizmeti, ticaret, ithalat ve ihracat faaliyetleri” olarak sıralandığını, kanunda elektrik enerjisi “iletim” faaliyetinin ancak tekel niteliğinde ve Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi tarafından yürütülebileceği düzenlendiğini, diğer faaliyetlerde ise, kamu tüzel kişilerinin yanında, özel hukuk tüzel kişilerinin de hizmetlerin yürütülmesine katılabileceği öngörüldüğünü, elektrik piyasası faaliyetlerinin yürütülmesinde kamu-özel ayrımı yapılmaksızın, kural olarak, lisans alınması zorunluluğu getiriliğini, belirtilen yaklaşımın, …..2013 tarih ve 28603 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile de sürdürüldüğünü, bu itibarla, elektrik piyasası faaliyetlerinin, arz güvenliğini ve kamu hizmeti gerekliliklerini sağlayacak bir uyum içinde yürütülmesi için düzenleme, denetleme ve kolluk faaliyetlerinde bulunma işlevlerinin kamu gücüyle yerine getirildiği bir kamu hizmeti faaliyeti olduğu sonucuna ulaşıldığını, müvekkilin, ….2016 tarihinde …. ili …. ilçesi … (…) köyü …mevkiinde bulunan … ada … nolu parselin …. kısmı üzerinde 6446 sayılı kanun ve 5346 kanunun hükümleri uyarınca lisansız elektrik üretimi yapmak amacıyla Güneş Enerjisi Santrali (GES) kurmak amacıyla davalı şirkete başvurduğunu, davalı şirketin, ….2016 tarih ve ….. sayılı yazısı ile “….. GES başvurunuz Elektrik Piyasası Lisanssız Elektrik Üretimine İlişkin Yönetmeliğin 8 inci maddesinin 4 üncü fıkrasında belirtilen kriterlere göre sıralamaya konulmuş, teknik değerlendirmeye alınmıştır. Teknik değerlendirme sonunda Lisanssız Elektrik Üretimi Tebliği 6 ıncı maddesinin 1 fıkrası…., Elektrik Piyasası Lisanssız Elektrik Üretimine İlişkin Yönetmeliğin 8/2 ……., aynı yönetmeliğin 6/5 ….. gereğince ve …. web sitesinde …..2016 tarihinde yayımlanan kapasite tahsis tablosuna göre ilgili trafo merkezinde yeterli kapasite bulunmadığından dosyanız reddedilmiştir.” denildiğini, red gerekçesinde Tebliğ’in 6/1 ile Yönetmeliğin 8/4, 8/2 ve 6/5 maddeleri gösterildiğini belirtmiş, bu nedenle davalı tarafın, kamu yararı ve hukuka aykırı olarak kapasite olmasına rağmen müvekkil ile sözleşme kurmasından imtina etmesinin tespitiyle, sözleşme kurulması yönünde karar verilmesine, davalı tarafın haksız ve mevzuata aykırı şekilde sözleşme kurulmamasında dolayı talebin reddi tarihinden itibaren maruz kalınan maddi zarar miktarının tespitiyle fazlaya ilişkin talep ve dava haklarımız saklı kalmak kaydı davanın Kabulüyle şimdilik 1.000 TL maddi tazminatın ticari faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP :
Davalı vekili sunmuş olduğu cevap dilekçesinde özetle; Müvekkili Şirketin …./2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununa dayanılarak hazırlanan Elektrik Piyasası Tüketici Hizmetleri yönetmeliği ve bu yönetmelikteki hükümlere göre düzenlenen perakende satış sözleşmesine göre elektrik dağıtım faaliyetini yürüttüğünü, davacı tarafından müvekkil şirket aleyhine ikame edilen davanın usul ve yasaya aykırı hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, haksız ve hukuki mesnetten yoksun davanın reddi gerektiğini belirtmiştir.
DELİLLER : Dava Dilekçesi, cevap dilekçesi, başvuru dosyası, başvurunun reddine ilişkin karar, tablolar, arabuculuk son tutanağı, vs…..
GEREKÇE :
Uyuşmazlığın, davacı güneş enerji santrali kurmak amacıyla davalıya yapmış olduğu başvurunun davalı tarafından reddedilmesinin hukuka aykırı olup olmadığının tespiti ile hukuka aykırı olduğu takdirde izin talebinin reddedildiği tarihten itibaren uğradığı maddi zararın ödenmesi talebine ilişkin olduğu anlaşılmıştır.
Davalı süresinde vermiş olduğu cevap dilekçesinde zamanaşımı itirazında bulunmuştur.
Uyuşmazlığın çözümüne yönelik olarak, öncelikle borç doğurucu sorumluluk kaynakları üzerinde durulmasında yarar vardır. Bu husus belirlendiği takdirde zamanaşımı itirazının yerinde olup olmadığı aydınlığa kavuşacaktır.
Hukukumuzda; toplumsal hayatın hızla gelişmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik olay ve problemlerin çözümünü, klasik borç doğurucu sorumluluk kaynakları olarak nitelendirilen, haksız fiil, sözleşme ve sebepsiz zenginleşme içerisinde bulabilme ve aynı unsurları bu yeni olay ve problemlere uygulayabilme hemen hemen imkansız hale gelmiştir. Kanunların çözüm öngöremediği bu tip durumlara, 19. yüzyılın sonlarına doğru doktrin kayıtsız kalınamayacağını anlamış, özü ve niteliği farklı yeni hukuki müessese ve sorumluluk türlerini belirleme yoluna gitmiştir. (Süleyman Yalman, Türk-İsviçre Hukukunda Sözleşme Görüşmelerinden Doğan Sorumluluk, Ankara 2006, s. 37). Bu yeni belirlenen sorumluluk türlerinden olan sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğu (culpa in contrahendo) genel bir ifadeyle belirtmek gerekirse, sözleşme görüşmeleri aşamasında taraflardan birinin diğerine veya onun koruması altında bulunan kişilere, aralarında dürüstlük kuralı (MK. m. 2) gereğince ortaya çıkan güven ilişkisinin ihlali sonucu meydana gelen sorumluluktur (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt. III, Ankara 1990, s. 1083.; İlhan Ulusan, Culpa in Contrahendo Üstüne, Prof. Dr. Ümit Yaşar Doğanay Anısına Armağan, İstanbul 1982, s. 287). Başka bir ifadeyle sözleşme görüşmelerinde taraflardan birinin diğerine dürüstlük kuralına aykırı davranma sonucu verdiği zararlarla ilgili sorumluluktur (Süleyman Yalman, a.g.e., s. 38).
Culpa in contrahendo sorumluluğun kaynakları yönünden somut olay değerlendirildiğinde; olaya “sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk” kurallarıyla bakılması gerektiğinde kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Gerçekte de; sözleşme bir süreçtir. Bir anda kurulup meydana gelen hukuki bir işlem değildir. Sözleşme kurulmadan önce taraflar sözleşmenin muhtevası, şartları, içerdiği hak ve yükümlülükler üzerinde görüşmeler yaparlar; bu görüşmeler kısa veya uzun sürebilir. Görüşmelerin başlamasıyla görüşmeciler arasında hukuki bir ilişki kurulur. Bu ilişki sözleşme benzeri bir güven ilişkisidir. Güven ilişkisi MK. m.2/1’de düzenlenmiş bulunan dürüstlük kuralına dayanır. Buna göre, görüşmeler esnasında görüşmecilerin sözleşmenin muhtevası ve şartları hakkında birbirlerini aydınlatması, dürüstlük kuralına uygun davranması, birbirlerinin kişilik ve mal varlığı değerlerine zarar vermemek için gerekli özeni göstermesi, koruma yükümlülüklerine uyması gerekir. Görüşmeciler bu yükümlülüklere kusurlu olarak aykırı davranıp, görüşmelerin başlamasıyla aralarında kurulmuş bulunan güven ilişkisini ihlal ettikleri takdirde bundan doğan zarardan sorumludurlar (Fikret Eren, age., s. 1084, 306 vd.; İlhan Ulusan, age., s.286). O halde, sözleşme görüşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlığın; haksız fiil kurallarına göre değil, sözleşme hukuku çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği kuşkusuzdur( bu yönde karar için bknz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/13-1220 E., 2013/239 K.; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2010/13-519 sayılı kararı).
Sözleşme öncesi görüşmeler, bu görüşmelere başlanılması ile birlikte görüşmeciler arasında hukuki bir ilişkinin kurulması anlamına geldiğinden, bu ilişkinin sözleşme benzeri ve TMK 2. maddesinde anlamını bulan bir güven ve dürüstlük kuralına dayandığına ve görüşmeler esnasında görüşmecilerin sözleşmenin muhtevası ve şartları hakkında birbirlerini aydınlatması, dürüstlük kuralına uygun davranması, birbirlerine kişilik ve mal varlığı değerlerine zarar vermemek için gerekli özeni göstermesi ve koruma yükümlülüklerine uyması gerekmektedir. Her ne kadar sözleşemeye dair yükümlülükler ugulansa da Culpa in Contrahendo sorumluluğunda henüz taraflar arasında bir sözleşme ilişkisinin kurulmamış olması nedeniyle tarafın tam sorumluluğu söz konusu değilidir. Bunu haksız fiil sorumluluğundan ayıran nokta ise, taraflar arasında sözleşme görüşmelerine girişilmekle somutlaşan bir işlem temasının başlamış bulunmasıdır. Bu bakımdan sözleşme öncesi sorumluluk klasik sorumluluk türlerinin dışında kalan bir sorumluluk hali olarak ortaya çıkmakta, söz konusu sorumluluğun kaynağı farklı kurum ve esaslar çerçevesinde araştırılmasını kaçınılmaz kılmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında da somut olay değerlendirildiğinde davacı şirket her ne kadar davalı taraf lisanssız elektrik üretimi hususunda davalı şirkete başvuru yapmış ise de, davacının tek taraflı olarak başvuru belgesi sunması, davalı taraftan gelen bir yazı cevabının bulunmaması göz önüne alındığında somutlaşan karşılıklı bir iletişim temasının bulunmadığı, tarafların bir araya gelmek ya da yazışma yolu ile iletişim kurarak görüşme sağlanmadığı dolayısı ile de sözleşme yapma hususunda bir irade ortaya koymadıkları anlaşılmıştır. Sözleşme öncesi sorumluluktan bahsedilebilmesi için zarar gördüğünü iddia eden tarafın; ulaşılmak istenen ortak amaca güvenilerek başlayan, tehlike alanına giren bu süreçte karşısındaki kişiden özel nitelikte bir zarardan uzak tutma yükümünü beklemekte hakkı olmalıdır. Bu kapsamda, dava konusu olayımıza baktığımızda, davalı şirketin sözleşme yapma hususunda herhangi bir vaatte bulunmadığı, karşı taraf ile iletişim sağlamadığı dolayısı ile de davacı nezdinde güven tesisi olgusunun kurulmuş olacağından bahsedilemeyeceği kanaat edilmiştir.
Sonuç olarak da mahkememizce somut olay nezdinde ”sözleşme öncesi” sorumluluk şartlarının somut olay bazında oluşmadığına kanaat edildiğinden, iş bu somut olaya sözleşmeye uygulanan zamanaşımı süresinin değil ancak haksız fiile uygulanan zamanaşımı sürelerinin uygulanabileceği öngörülmüştür. Çünkü haksız fiil sorumluğunda taraflar arasında sözleşmesel bir ilişkiden bahsedilemeyecektir. Haksız fiil Türk Borçlar Kanunu’nun md.49/1 hükmünde ” Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar verenin, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” şeklinde düzenmiş olup, kanun maddesinin devamı hükümlerinde de ayrıntılı kaleme alınmıştır. Somut olay nezdinde de taraflar arasındaki ihtilaf konusunda sözleşmesel bir ilişkiden bahsedilemeyeceğini dolayısı ile de sözleşme öncesi sorumluluk şartlarının oluşmadığını üst paragrafta ayrıntılı açıklamış idik. Dolayısı ile de davacının davalı nezdinde yapılan başvurunun reddi hususu ancak “haksız fiil sorumluluğu” nezdinde değerlendirilebilecektir. Davalının zamanaşımı itirazı da bu kapsamda ele alınacak olup; haksız fiillerde zamanaşımı Türk Borçlar Kanunu’nun 72. Maddesi hükmüne göre: “Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar” şeklinde düzenlenmiştir. Dosyanın incelemesinde …..2016 tarihli davacının davalı kuruma başvurusu üzerine …..2016 tarihli yazıyla davalı tarafça başvuru reddedilmiş ise de, bu yazının davacıya bildirildiğine dair bir delilin olmadığı, davacı tarafa davalı tarafından cevap verilmediğinin kabulü gerektiği, zamanaşımı süresinin bu haliyle de başvurunun akabinde geçecek makul süre sonrası başlayacağı, davanın …..2021 tarihinde mahkememizde açıldığı göz önünde bulundurulduğunda makul sürenin her halükarda geçmiş olduğuna kanaat edinilmiş dolayısıyla da 2 yıllık zamanaşımı geçtikten sonra işbu dava açılmış olduğundan davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davanın ZAMANAŞIMI NEDENİYLE REDDİNE,
2-Davacının dava açarken toplamda 118,60 TL harç yatırdığı anlaşıldığından başvuru harcının mahsubu ile bakiye kalan 37,90 TL harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
3-Yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı taraf kendisini bir vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlük olan AAÜT gereğince 1.000,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davacı tarafa verilmesine,
5-Arabuluculuk gideri olarak sarf edilen 1.320,00 TL arabuluculuk giderinin davacıdan alınarak Hazineye irad kaydına,
6-Dosyada mevcut gider avansının bakiye kalan kısmının karar kesinleştiğinde davacıya iadesine,
Dair, taraf vekillerinin yüzlerine karşı, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde istinaf yolu açık olmak üzere karar verildi.

Katip Hakim