Emsal Mahkeme Kararı Diyarbakır Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/1169 E. 2022/554 K. 16.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
T.C.
DİYARBAKIR
ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO :
KARAR NO :

HAKİM :
KATİP :

DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLİ :

DAVA : Alacak (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 06/07/2021
KARAR TARİHİ : 16/03/2022

Mahkememizde görülmekte olan Alacak (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkilinin güneş enerji santrali kurmak amacıyla davalıya yapmış olduğu başvurunun davalı tarafından reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunun tespiti ile müvekkilinin dava konusu talep edilen çağrı mektuplarının (izinlerin) verilmesi ve çağrı mektubunun hukuka aykırı olarak verilmediği günden itibaren çağrı mektubu verildiği güne kadar ki mahrum kalınan tüm gelirin ödenmesi; şayet söz konusu izinlerin verilmesi teknik ve hukuki olarak imkansız hale gelmiş ise müvekkilinin davalının sözleşme öncesi kusuru nedeniyle mahrum kaldığı gelire karşılık fazlaya ilişkin hak ve alacakları saklı kalmak kaydıyla, müvekkilinin güneş enerjisi tesisinden elde edeceği tüm gelirin bu tesisisin ekonomik ömrüne göre hesaplanarak şimdilik …000,00-USD’nin (Amerikan Doları) davalının sözleşme öncesi kusur sorumluluğunun doğduğu tarihten itibaren işletilecek ticari faizi ile birlikte …. Bankasının fiili ödeme günündeki efektif kuru üzerinden davalıdan tahsiline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP :
Davalı vekili sunmuş olduğu cevap dilekçesinde özetle; Söz konusu başvuruların bulunduğu bölgenin ülke elektrik sistemi açısından en sorunlu bölgelerden biri olup, bu bölgedeki Enerji Nakil Hattında (ENH) özellikle yaz aylarında kontrolsüz tüketimden ve kayıp kaçak oranından dolayı aşırı gerilim dalgalanmaları oluştuğunu, başvuru tarihinden itibaren ilgili mevzuat hükümlerine aykırı davranılmaması gerektiğini, aykırılığın tespit edilmesi halinde Kanunun 16’ncı maddesinde öngörülen yaptırımların uygulanacağını, belirtilen süreler içerisinde proje onaylarının yapılması ve üretim tesisinin tamamlanması gerektiğini, mücbir sebepler dışında, bu sürelerin sonunda üretim tesisinin tamamlanmaması halinde bağlantı anlaşması ile izin belgelerinin kendiliğinden hükümsüz hale geleceğini, evrak değerlendirmesi ile teknik değerlendirmesi olumlu sonuçlanmasına rağmen birçok başvuru için belirlenen süreler içerisinde gerekli proje onaylarını tamamlanamamış ve üretim santrali faaliyete geçmediğini, ayrıca başvuru aşamasında sunulan tüketim noktası abonesinde yaşanan kopuklukların, kaçak/usulsüz elektrik kullanımı, hisse devri vb. gibi durumlar karşısında da izin belgeleri hükümsüz hale gelebileceğini belirtmiş, bu nedenle açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER : Dava dilekçesi, cevap dilekçesi, başvuru evrakları, internet duyuruları, davacı ile davalı şirket arasındaki yazışmalar, arabuluculuk son tutanağı, vs…
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
Uyuşmazlığın, davacının güneş enerji santrali kurmak amacıyla davalıya yapmış olduğu başvurunun davalı tarafından reddedilmesinin hukuka uygun olup olmadığının tespiti, davacıya dava konusu talep edilen çağrı mektuplarının (izinlerin) verilmesi ve çağrı mektubunun verilmemesi sebebiyle, verilmediği günden itibaren çağrı mektubu verildiği güne kadar ki mahrum kalınan tüm gelirin ödenmesi; sözleşme öncesi kusura dayalı sorumluluğun bulunup bulunmadığı hususuna ilişkin olduğu anlaşılmıştır.
Davalı süresinde vermiş olduğu cevap dilekçesinde zamanaşımı itirazında bulunmuştur.
Uyuşmazlığın çözümüne yönelik olarak, öncelikle borç doğurucu sorumluluk kaynakları üzerinde durulmasında yarar vardır. Bu husus belirlendiği takdirde zamanaşımı itirazının yerinde olup olmadığı aydınlığa kavuşacaktır.
Hukukumuzda; toplumsal hayatın hızla gelişmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik olay ve problemlerin çözümünü, klasik borç doğurucu sorumluluk kaynakları olarak nitelendirilen, haksız fiil, sözleşme ve sebepsiz zenginleşme içerisinde bulabilme ve aynı unsurları bu yeni olay ve problemlere uygulayabilme hemen hemen imkansız hale gelmiştir. Kanunların çözüm öngöremediği bu tip durumlara, 19. yüzyılın sonlarına doğru doktrin kayıtsız kalınamayacağını anlamış, özü ve niteliği farklı yeni hukuki müessese ve sorumluluk türlerini belirleme yoluna gitmiştir. (Süleyman Yalman, Türk-İsviçre Hukukunda Sözleşme Görüşmelerinden Doğan Sorumluluk, Ankara 2006, s. 37). Bu yeni belirlenen sorumluluk türlerinden olan sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğu (culpa in contrahendo) genel bir ifadeyle belirtmek gerekirse, sözleşme görüşmeleri aşamasında taraflardan birinin diğerine veya onun koruması altında bulunan kişilere, aralarında dürüstlük kuralı (MK. m. 2) gereğince ortaya çıkan güven ilişkisinin ihlali sonucu meydana gelen sorumluluktur (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt. III, Ankara 1990, s. 1083.; İlhan Ulusan, Culpa in Contrahendo Üstüne, Prof. Dr. Ümit Yaşar Doğanay Anısına Armağan, İstanbul 1982, s. 287). Başka bir ifadeyle sözleşme görüşmelerinde taraflardan birinin diğerine dürüstlük kuralına aykırı davranma sonucu verdiği zararlarla ilgili sorumluluktur (Süleyman Yalman, a.g.e., s. 38).
Culpa in contrahendo sorumluluğun kaynakları yönünden spesifik olaylar değerlendirildiğinde; olaya “sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk” kurallarıyla bakılması gerektiğinde kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Gerçekte de; sözleşme bir süreçtir. Bir anda kurulup meydana gelen hukuki bir işlem değildir. Sözleşme kurulmadan önce taraflar sözleşmenin muhtevası, şartları, içerdiği hak ve yükümlülükler üzerinde görüşmeler yaparlar; bu görüşmeler kısa veya uzun sürebilir. Görüşmelerin başlamasıyla görüşmeciler arasında hukuki bir ilişki kurulur. Bu ilişki sözleşme benzeri bir güven ilişkisidir. Güven ilişkisi MK. m.2/1’de düzenlenmiş bulunan dürüstlük kuralına dayanır. Buna göre, görüşmeler esnasında görüşmecilerin sözleşmenin muhtevası ve şartları hakkında birbirlerini aydınlatması, dürüstlük kuralına uygun davranması, birbirlerinin kişilik ve mal varlığı değerlerine zarar vermemek için gerekli özeni göstermesi, koruma yükümlülüklerine uyması gerekir. Görüşmeciler bu yükümlülüklere kusurlu olarak aykırı davranıp, görüşmelerin başlamasıyla aralarında kurulmuş bulunan güven ilişkisini ihlal ettikleri takdirde bundan doğan zarardan sorumludurlar (Fikret Eren, age., s. 1084, 306 vd.; İlhan Ulusan, age., s.286). O halde, sözleşme görüşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlığın; haksız fiil kurallarına göre değil, sözleşme hukuku çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği kuşkusuzdur( bu yönde karar için bknz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/13-1220 E., 2013/239 K.; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2010/13-519 sayılı kararı).
Sözleşme öncesi görüşmeler, bu görüşmelere başlanılması ile birlikte görüşmeciler arasında hukuki bir ilişkinin kurulması anlamına geldiğinden, bu ilişkinin sözleşme benzeri ve TMK 2. maddesinde anlamını bulan bir güven ve dürüstlük kuralına dayandığına ve görüşmeler esnasında görüşmecilerin sözleşmenin muhtevası ve şartları hakkında birbirlerini aydınlatması, dürüstlük kuralına uygun davranması, birbirlerine kişilik ve mal varlığı değerlerine zarar vermemek için gerekli özeni göstermesi ve koruma yükümlülüklerine uyması gerekmektedir. Her ne kadar sözleşemeye dair yükümlülükler uygulansa da Culpa in Contrahendo sorumluluğunda henüz taraflar arasında bir sözleşme ilişkisinin kurulmamış olması nedeniyle tarafın tam sorumluluğu söz konusu değilidir. Bunu haksız fiil sorumluluğundan ayıran nokta ise, taraflar arasında sözleşme görüşmelerine girişilmekle somutlaşan bir işlem temasının başlamış bulunmasıdır. Bu bakımdan sözleşme öncesi sorumluluk klasik sorumluluk türlerinin dışında kalan bir sorumluluk hali olarak ortaya çıkmakta, söz konusu sorumluluğun kaynağı farklı kurum ve esaslar çerçevesinde araştırılmasını kaçınılmaz kılmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında da somut olay değerlendirildiğinde; davacı şirket her ne kadar lisanssız elektrik üretimi hususunda davalı şirkete başvuru yapmış ise de, davacının tek taraflı olarak başvuru belgesi sunması, davalı taraftan gelen bir yazı cevabının bulunmaması göz önüne alındığında somutlaşan karşılıklı bir iletişim temasının bulunmadığı, tarafların bir araya gelmek ya da yazışma yolu ile iletişim kurarak görüşme sağlanmadığı dolayısı ile de sözleşme yapma hususunda bir irade ortaya koymadıkları anlaşılmıştır. Sözleşme öncesi sorumluluktan bahsedilebilmesi için zarar gördüğünü iddia eden tarafın; ulaşılmak istenen ortak amaca güvenilerek başlayan, tehlike alanına giren bu süreçte karşısındaki kişiden özel nitelikte bir zarardan uzak tutma yükümünü beklemekte hakkı olmalıdır. Bu kapsamda, dava konusu olayımıza baktığımızda, davalı şirketin sözleşme yapma hususunda herhangi bir vaatte bulunmadığı, karşı taraf ile iletişim sağlamadığı dolayısı ile de davacı nezdinde güven tesisi olgusunun kurulmuş olacağından bahsedilemeyeceği kanaat edilmiştir.
Sonuç olarak da mahkememizce somut olay nezdinde ”sözleşme öncesi” sorumluluk şartlarının oluşmadığına kanaat edildiğinden, işbu somut olaya sözleşmeye uygulanan zamanaşımı süresinin değil ancak haksız fiile uygulanan zamanaşımı sürelerinin uygulanabileceği öngörülmüştür. Çünkü haksız fiil sorumluğunda taraflar arasında sözleşmesel bir ilişkiden bahsedilemeyecektir. Haksız fiil Türk Borçlar Kanunu’nun md.49/1 hükmünde ” Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar verenin, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” şeklinde düzenmiş olup, kanun maddesinin devamı hükümlerinde de ayrıntılı kaleme alınmıştır. Somut olay nezdinde de taraflar arasındaki ihtilaf konusunda sözleşmesel bir ilişkiden bahsedilemeyeceğini dolayısı ile de sözleşme öncesi sorumluluk şartlarının oluşmadığını üst paragrafta ayrıntılı açıklamış idik. Dolayısı ile de davacının davalı nezdinde yapılan başvurunun reddi hususu ancak “haksız fiil sorumluluğu” nezdinde değerlendirilebilecektir. Davalının zamanaşımı itirazı da bu kapsamda ele alınacak olup; haksız fiillerde zamanaşımı Türk Borçlar Kanunu’nun 72. Maddesi hükmüne göre: “Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar” şeklinde düzenlenmiştir. Dosya incelemesinde 31.12.2015 tarihli davacının davalı kuruma ilk başvurusu, başvurusuna davalı tarafından verilen 04/08/2016 tarihli red cevabı bulunmakta olup; zamanaşımı süresinin davalı kurumca verilen red yazı cevabı üzerinden başlayacağına kanaat edilmiş ve bu tarih üzerinden 2 yıl geçtikten sonra iş bu dava açılmış olduğu anlaşılmakla davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Kaldı ki, şu hususu da önemle belirtmek gerekmektedir ki; sözleşme öncesi sorumluluğun genel ve özel şartları bulunmakta olup; genel şartlarını kusur, zarar ve uygun illiyet bağı oluşturmaktadır (OğuzmanN.Kemal/Öz M.Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler,C.1, 13.baskı, İstanbul,2015, sy.38). Özel şart olarak ise söz konusu sorumluluğun sözleşme sonrasına etki eden yükümlülüklerin ihlali neticesini doğurması şartı olarak belirlemek mümkün olacaktır. Zarar şartı açısından somut olayı ele alacak olur isek; sözleşme öncesi sorumluluğun şartı olan ”zarar” yönünden ancak gerçek zararın davaya konu edilebilineceği, mahrum kalınan karın bu zarar kapsamında değerlendirilemeceği yüksek yargı içtihatlarında benimsenmiş bir husustur. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/06/2012 tarihli 2012/19-184 E, 2012/385 K sayılı ilamında özetle: ”….davacı ancak sözleşmenin kurulacağına ilişkin uyandırılan güvene dayalı olarak (kâr kaybı hariç) giderleri sözleşme öncesi sorumluluk ilkesine göre davalıdan isteyebilir…” denilerek; mahrum kalınan karın culpa in contrahendo sorumluluğu kapsamına giremeyeceğini açıklamıştır. Davacının dava dilekçesindeki 6 numaralı talebi incelendiğinde ise ”mahrum kalınan kar”ının olduğunu, somut gerçek zararlarının olduğundan bahsedilmediği anlaşılmıştır. Dolayısı ile de sözleşme öncesi sorumluluk şartlarının ”zarar” şartı bakımından da somut olayda gerçekleşmemiş olduğu anlaşılmıştır. Sonuç itibari ile de haksız fiil sorumluluğu kapsamında değerlendirilen bu uyuşmazlığın zamanaşımı süresi dolmuş olduğu anlaşıldığından aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davanın zamanaşımı nedeniyle REDDİNE,
2-Davacının dava açarken toplamda 207,76 TL harç yatırdığı anlaşıldığından peşin harcın mahsubu ile bakiye kalan 127,06 TL harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
3-Yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı kurum kendisini bir vekil ile temsil ettiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT gereğince 5.100 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Arabulucuya ödenen 1.320 TL arabuluculuk ücretinin davacıdan alınarak Hazineye irad kaydına,
6-Dosyada mevcut gider avansının bakiye kalan kısmının karar kesinleştiğinde davacıya iadesine,
Dair, davacı vekilinin yokluğunda, davalı vekilinin yüzüne karşı, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde istinaf yolu açık olmak üzere karar verildi.

Katip Hakim

İşbu evrak DYS ortamında E-İMZA ile imzalanmıştır