Emsal Mahkeme Kararı Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesi 2016/1244 E. 2020/19 K. 08.01.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. BURSA 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ Esas-Karar No: 2016/1244 Esas – 2020/19
T.C.
BURSA
1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ TÜRK MİLLETİ ADINA
GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2016/1244
KARAR NO : 2020/19

BAŞKAN :
ÜYE :
ÜYE :
KATİP :

ANA DAVADA

DAVACI :
VEKİLİ : Av.

DAVALILAR : 1-
VEKİLİ : Av.
2-

DAVA : T.T.K. M: 630/2 Gereğince Limited Şirket Müdürünün Temsil Yetkisinin Kaldırılması ve 640/3 Gereğince Ortaklıktan Çıkarma
DAVA TARİHİ : 28/09/2016

BİRLEŞTİRİLEN 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
2015/1464 ESAS SAYILI DAVADA

DAVACI-
KARŞI DAVALI :
VEKİLİ : Av.
DAVALI-
KARŞI DAVACI :
VEKİLİ : AV.

DAVALILAR : 1-
2-

DAVA : T.T.K. m: 640/3 Gereğince Limited Şirket Ortaklığından Çıkarma
KARŞI DAVA : T.T.K. m: 640/3 Gereğince Limited Şirket Ortaklığından Çıkarma
DAVA TARİHİ : 23/12/2015

KARAR TARİHİ : 08/01/2020
ANA DAVADA
DAVACININ TALEBİ: Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının davaya konu … CNC KALIP SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ’nin eşit oranda pay sahibi olduğunu, davalıların da şirketin ortağı ve yetkili müdürü olduklarını, davalıların davacı şirketle ilgili bilgi ve belgeye erişim hakkını engellediklerini, davalıların şirketi basiretsiz ve kötü yönetmeleri nedeniyle şirketin zarar etmesine ve itibar kaybına uğramasına sebep olduklarını, sahte fatura düzenleyen firmalar ile çalışarak şirketi büyük zarara uğrattıklarını, yönetim ve temsil yetkisini kötüye kullandıklarını ileri sürerek öncelikle davanın derdest 2015/1464 Esas sayılı dava ile birleştirilmesini ve davanın kabulü ile davalıların şirket müdürlüğünden azline ve şirket ortaklığından çıkarılmalarına karar verilmesini talep etmektedir.
DAVALILARIN CEVABI: Davalı taraf davanın reddini savunmakta, davacının iddialarının gerçek dışı ve hayal ürünü olduğunu, davacının şirket kayıtlarına ulaşma, bilgi ve belge alma hakkının mahkeme kararı ile sağlandığını, şirketin kötü yönetilmediğini, aksine müvekkillerin üstün çabaları ile firmanın gelişmesi ve büyümesinin sağlandığını, davacının tüm iddialarının gerçek dışı olduğunu ileri sürmektedir.

BİRLEŞEN DAVADA
DAVACININ TALEBİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile özetle davacı şirketin kalıp işi ile iştigal ettiğini, Turgay Şenel’in % 34, Ayhan Demirkol’un % 33 ve davalı Selçuk Günay’ın % 33 oranında şirket hissedarı olduklarını, özellikle davalı dışındaki iki ortağın üstün gayretleri ile şirketin uzun yıllar başarı ile faaliyette bulunduğunu, aynı şekilde ortaklardan Turgay Şenel’in çocuklarının da firmada 2007 ile 2012 yıllarından itibaren çalışmaya başladığını, davalının ise fiilen şirket işlerinin başında bulunmadığını, ayda iki veya üç defa şirketi ziyaret ettiğini, şahsi işleri ile iştigal ettiğini, davalının son zamanlarda ağır kusurlu eylemleri ile davalı ve diğer ortaklar arasında huzursuzluk oluşturduğunu ve davalı ile birlikte ortaklığın sağlıklı şekilde devamına imkan kalmadığını, asılsız beyanlarda bulunarak diğer iki ortak arasında fesat çıkarmaya çalıştığını, davalı ortağın diğer ortaklardan Turgay Şenel’in odasına girerek ortağının aynı zamanda şirketin malına zarar vererek hakaret ve tehdit ettiğini, keza bankalar nezdinde şirket aleyhine beyanlarda bulunduğunu, bu sebeple bankaların müvekkili şirketin kredi kullanmasına olanak tanımadığını, çalışanları ve diğer ortakları huzursuz ettiğini, işyeri düzenini bozduğunu ve çalışanlara ve ortaklarına psikolojik baskı uygulayarak tehdit ettiğini, fiilen işlerin başında durmadığını belirterek, müvekkili şirketin kıymet takdiri yapılmasına ve TTK’nun 640/3. Maddesi uyarınca ortaklıktan çıkarılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
DAVALININ CEVABI: Davalı karşı davacı Selçuk Günay vekili davaya cevap dilekçesi ile özetle, davanın yasanın aradığı şartlar yerine getirilmeden açıldığını, ortağın şirketten şirket sözleşmesinde öngörülen sebeplerin gerçekleşmesi halinde genel kurul kararı veya haklı sebeplerin varlığı halinde mahkeme kararı ile çıkarılabileceğini, ancak ana sözleşmede hüküm bulunmasa ve 616/1-h bendinde bir ortağın şirketten çıkarılması için mahkemeden istemde bulunulmasının genel kurulun devredilemez yetkileri arasında sayıldığını, bu yönde alınan bir kararın mevcut olmadığını, davanın öncelikle bu sebepten reddi gerektiğini, müvekkili ile diğer şahısların ortak olduğu tek şirketin davacı şirket olmadığını, her iki şirketin de müvekkilinin katkı ve çabaları ile kurulduğunu, şirketin zamanla yöneticilerin basiretsizliği ve kötü yönetimi sebebi ile zarara ve itibar kaybına uğradığını, genel kurul toplantılarının yapılmadığını ve paylarının zamanında dağıtılmadığını ve genel kurul kararı ile yapılması gereken işlemlerin genel kurulu kararı olmaksızın yapıldığını, şirketin keyfi idare edildiğini, muhasebe hatası sebebi ile Turgay Şenel % 34 Ayhan Demirkol ve Selçuk Günay’ın % 33 oranında hisse dağılımı yapıldığını, daha sonra düzeltileceği beyan edildiğinden imza atıldığını, bu durumun hala düzeltilmediğini, daha fazla kredi çekilmemesi ve şirketin borçlandırılmaması yolunda uyarıda bulunulmuş ise de, ortağın bilgi ve rızası olmadan kredi çekildiğini, şirket mülklerinin ipotek edildiğini, ortaklar arasında bilgilendirme yapılmadan, mutabakatla bir karar alınmadan olağan dışı yatırımlar, makine parkı ve demirbaş alımları yapıldığını belirterek, öncelikle tedbir taleplerinin kabulü ile şirket yöneticilerinin yetkilerinin kaldırılarak şirkete kayyum atanmasına ve konusunda uzman bir bilirkişi marifetiyle müvekkilinin şirket defter ve kayıtlarının incelenmesi için karar yetki ve izin verilmesine, davanın reddine, karşı davalarının kabulüne, şirket yöneticilerinin ortaklıktan çıkarılmalarına, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
DELİLLER ve GEREKÇE: Derdest ana dava, limited şirket müdürlerinin azli ve şirket hissedarının hakkı sebeplerle ortaklıktan çıkarılması davasıdır. Esasen bu iki talebin aynı dava dilekçesi ile ileri sürülmesi tartışılabilir ise de objektif dava yığılması biçiminde talepte bulunulabileceği düşünülerek olumsuz değerlendirme yapılmamıştır. Şunu belirtmekte yarar vardır ki, davacının dava dilekçesinde karşı tarafın açtığı çıkarma davası ile birleştirme talep etmiş olması nazara alınırsa asıl amacın ortaklıktan çıkarma olduğu, müdürlerin temsil yetkilerinin kaldırılması talebinin bir tedbir olarak istendiği düşünülebilir. Ancak mahkememizce dava dilekçesinde açık taleplere itibar edilerek iki talebin birbirinden bağımsız olarak ileri sürüldüğü ve objektif dava yığılması bulunduğu kabul edilerek yargılama yapılmıştır.
Evleviyetle belirtelim ki, daha önce açılmış bulunan ortaklıktan çıkarma talepli 2015/1464 Esas sayılı dava eldeki davaya birleştirilmiştir. Bu işlem tereddütle karşılanabilir. Kural olarak ikinci davanın ilk davaya birleştirilmesi gerekir. Ancak çıkarma davası, ticaret mahkemesi heyeti tarafından bakılması zorunlu davalardan olmadığından mahkemenin hakim üyesi tarafından bakılmaktadır. Buna karşılık limited şirket müdürlerinin temsil yetkisinin kaldırılması davası heyet tarafından görülmesi gereken davalardandır. Esasen birleştirme talebi dava dilekçesinde yer almasına rağmen heyetimizde davaların birleştirilmesine karar verilmemiştir. Fakat süreç içinde üye hakim tarafından ilk davanın ikinci davaya birleştirilmesi kararına karşı çıkılmamış, birleştirme kararından sonra yeni bir tefrik işlemine gerek görülmemiştir. İkinci davanın ilk davaya birleştirilmesi usulü pratik yararlardan kaynaklanır. Amaç, erken açılan davadaki ileri aşamadan istifade edilerek davanın erken bitirilmesidir. Bu durum eldeki davada esasa müessir değildir. İkinci davanın heyetin görevine girdiği de dikkate alınarak üyenin baktığı davanın heyetin baktığı davaya birleştirilmesinde sakınca bulunmamıştır.
Objektif dava yığılması bulunduğunu yukarıda açıklamıştık. Ancak ana davaya ilişkin hükümde yığılan davaların ayrı ayrı zikredilmesine gerek görülmeden, tüm davaları kapsayacak biçimde red kararı verilmiştir. Aşağıda red gerekçeleri ayrı ayrı izah edilecektir.
Davaların ağırlıklı kısmını oluşturan ortaklıktan çıkarma davaları T. T. K. 640/3’üncü maddesine istinaden açılmıştır. Yasal düzenlemenin lafzına ve ruhuna bakıldığında bu davaların bir şekil ve usul şartına bağlandığı görülecektir. İlk kural limited şirket ortaklığından çıkarma davasının ancak şirket tarafından açılabileceği kuralıdır. Zira T. T. K. 640/3 maddesi “şirketin istemi üzerine” ifadesine yer vermiştir. Şirket ortağının çıkarma davası açmak için aktif husumet ehliyeti yoktur. Ana dava yönünden şirketi temsil yetkisi bulunmayan davacı ortağın kendi adına çıkarma davası açması mümkün değildir.
Birleşen 2015/1464 E. sayılı davada ise T. T. K. 621/1-h maddesine uygun biçimde genel kurul kararı alınmamıştır. Bu, özel bir dava şartıdır. Kimi dava şartı eksiklikleri dava açıldıktan sonra da tamamlanabilir. Her ne kadar davalı Selçuk Günay dışında kalan ortakların birlikte hareket ettikleri bilinse ve sayı/nisap yönünden bu kararı almaya yeterli çoğunlukları olsa da, mezkur eksiklik giderilebilir nitelikte bir dava şartı olarak görülmemiştir. Kaldı ki davalı tarafın savunmasına rağmen davacı şirket bu yönde bir girişimde bulunmamıştır. O halde birleşen davanın usulden reddi gerekir. Keza birleşen davadaki karşı davada da karşı davacının taraf sıfatı yoktur. Çıkarma davası ortaklardan biri tarafından değil şirket tarafından açılır. Birleşen davadaki karşı davanın da reddi gerekir.
Ağırlıklı olarak çıkarma davalarının usülden reddi gerekirse de eldeki davada delil toplanmasına ve tahkikata sebep olan konu müdürlerin azli meselesidir. Taraflar arasında çok sayıda dava bulunması ve süreç içinde tarafların anlaşmaya dayalı bir çözüme yaklaşmaları sebebiyle çıkarma davalarının karara bağlanmasında acele edilmemiştir. Zira taraflardan birinin diğerine karşı dava kazanması bir çeşit zafer veya yenilgi gibi algılanırsa müzakereler çıkmaza girer. Aşağıda açıklayacağımız üzere her iki tarafın da, davaları kazanmanın veya kaybetmenin uyuşmazlığın çözümüne hiç bir olumlu katkısı olmayacağını fark etmesi gerekir.
Şunu belirtelim ki, bu davaları kim kazanırsa kazansın, ne şirkete ne de ortağa yarar sağlar. Ne de basit ve uygulanabilir bir çözüm sunar. Varsayalım ki usul eksikliği olmasın ve ana davada Selçuk Günay’ın çıkarma davası kabul edilsin, çıkarılan ortaklara ayrılma akçesi ödenmesi gerekecektir ki, pratik olarak şirketin kendi paylarının üçte ikisinin parasını ödeyerek ortakları çıkarması mümkün değildir. Böyle bir karar olsa olsa tasfiye anlamına gelir. Davacı ortak ayrılma akçelerini ödeyemeyeceğine ve şirketin de kendi paylarının üçte ikisini iktisap edemeyeceğine göre bu dava anlamsız hale gelir. Yani davayı kazanmak ortağa bir şey kazandırmaz. Keza şirketin üçte bir pay sahibi hissedarı olan Selçuk Günay’ın çıkarılmasında da benzer bir risk vardır. Pay nispeti düşük de olsa bir şirketin kendi büyüklüğünün üçte birini satın alacak öz kaynağa sahip olması olağanüstü bir durumdur. Hatta somut olayda şirketin böyle bir mali kaynağa sahip olmadığı açıktır. Burada T. T. K. 642 maddesinin gündeme geleceğini zikretmekte yarar vardır. Öte yandan şirket genel kurulunda alınacak çıkarma veya çıkarma için mahkemeye başvurma kararına karşı açılması muhtemel bir iptal davası, eldeki çıkarma davasını da kilitleyecek, uzun zaman kayıpları içinde şirket zayıflamaya, yerinde saymaya ve yönetilemez hale gelmeye başlayacaktır. Nitekim tedbiren uygulanan kayyum kararları şirketin esnek davranmasını ve hızlı karar almasını olumsuz etkilemektedir. Mahkememizce bu durum ortaklara defalarca hatırlatılmış ve sonuç alınamasa da müzakere masasına oturmaya ikna edilmiştir. Müzakereler sürerken taraflardan birinin dava kazanması süreci baltalayacaktır. Bu sebeple çok sayıdaki davanın son aşamada karara bağlanması tercih edilmiştir.
Tarafların karşılıklı bu davalarından hiç biri kalıcı ve nihai sonuç getirmeye elverişli değildir. Bu ortaklık yapısı itibariyle kim hangi davayı açarsa açsın, kim hangi davayı kazanırsa kazansın sonuç değişmez. En nihayetinde fesih ve tasfiye sonucuna gelip dayanır. Neredeyse otuz küsur yıldır güvene dayalı biçimde ve çoğunlukla kayıt dışı işlemlerle yönetilen bir şirketin gerçek malvarlığı ve ortakların şirketten alacak hakları bilinmediğinden tasfiyenin sorunsuz tamamlanmasını beklemek de isabetli değildir. Keza tasfiye veya çıkarma sonucunda ortaklara düşecek tasfiye payı veya ayrılma akçesinin adalete/hakkaniyete uygun olmasını beklemek de safdillik olur. Halbuki her ortak, az veya çok şirketin mali durumunu, kendi alacak haklarını ve diğer ortakların mali haklarını bilecek durumdadır. Adil ve hakkaniyetli müzakere ile, rızaya dayalı, dostluğu pekiştirecek, kavgaya son verecek, karşılıklı helalleşme sağlayacak bir çözümden daha güzeli yoktur. Basit bir örnek olarak zikretmek gerekirse, birçok şirket ortağı, kendisinin veya ailesinin kullandığı aracı şirket adına satın alarak vergi/amortisman ayrıcalıklarından yararlanmak ister. Aracın bedelinin gerçekte kim tarafından ödendiği de kayıtlarda yer almaz. Bir tasfiye söz konusu olursa şirket adına kayıtlı araçlar da paylaşıma dahil olur. Bu aracın bedeli ortağın şahsi malvarlığından karşılanmışsa diğer ortaklar hak etmedikleri bir pay almış olurlar. Mahkeme gerçeği bilecek durumda değildir ve sadece kaydi duruma veya ispat edilen kısımlara itibar eder. Ortaklar aç gözlü ve tamahkâr davranmazsa, hak ettiğinden fazlasına göz dikmezse ve intikam duyguları ile hareket etmezse, sulh en güzel ve adil çözüm olur. Somut davalara konu olan şirketler için bu durum tartışma götürmez bir zorunluluktur.
Ana davada müdürlükten azil talebi de haksız görülmüş ve reddedilmiştir. Reddin ana gerekçesi davacının isteklerinin T. M. K. 2’nci maddesinde yazılı dürüstlük kuralına aykırı bulunmasıdır. Eldeki davanın çözümü için 2017/918 esas sayılı dava dosyasındaki rapor ve delillerden yararlanılmıştır. Bu sebeple anılan dosyadaki gerekçeler temelde bu dava için de geçerlidir. Bir kısmını aşağıda tekrar edeceğiz.
… Limited Şirketi üç ortaklıdır ve küçük bir fark dışında paylar eşittir. Başlangıçta davacı Selçuk Günay ve davalılardan Turgay Şenel tarafından adi ortaklık biçiminde güvene dayalı olarak kurulan firma daha sonra 1995 yılında şirketleşmiş, davalı Ayhan Demirkol da katılarak üç ortaklı sermaye şirketi haline gelmiştir. 1984 yılından beri otuz yılı aşkın süre güven ilişkisinin devam ettiği bir ortaklık söz konusudur. İlk dönem şirket müdürlüğünü davacı Selçuk Günay davalı Ayhan Demirkol ile birlikte yürütmüş, bu durum 2010 yılına kadar sürmüştür. 2010 yılında davalı Ayhan Demirkol şirketteki hisselerini Selçuk Şenel’e devretmiş, ortaklıktan ve müdürlükten ayrılmışsa da daha sonra paylarını tekrar geri alarak ortaklık ve müdürlük sıfatını geri kazanmıştır. Davalılardan Turgay Şenel’in ise 30.09.2010 tarihinden bu yana müdürlüğü söz konusudur.
Davalılardan Turgay Şenel’in iki oğlu da mühendis olarak babalarının şirketinde çalışmaya başlamışlardır. Bahsi geçen kişiler fazla maaş aldıkları söylenen Alper Şenel ve Selçuk Şenel’dir. Davacının kızı da yetişip büyümüş, yine şirket bünyesinde işe alınmıştır. Ancak daha çok işletme ve muhasebe alanında eğitim görmesi sebebiyle şirketin üretim ve pazarlamaya ilişkin alanlarında yeterli söz ve bilgi sahibi olamadığı anlaşılmaktadır.
Otuz yılı aşkın süre devam eden güvene dayalı sağlam ortaklık yapısı ortakların çocuklarının şirkette işe alınmasıyla bozulmaya başlamıştır. Davalı Turgay Şenel’in çocuğuna ortağı Selçuk’un adını vermesine kadar varan samimi ve içten bir güven ortamı var iken, çocukların şirket kaynaklarından ne kadar yararlanacağı kavgasının başlamasıyla her şey değişmiştir. Şirketin muhasebe bölümünde işe alınan Merve Günay bir süre sonra işten çıkarılmış, bu da kavgayı alevlendirmiştir. Ortaklar profesyonel davranmayı bir tarafa bırakıp duygusal hareket etmeye başlamış, karşılıklı suçlamalar başlamıştır. Ortaklar kabul etmese de şirkette anlaşmazlığa neden olan temel olgu ortakların çocukları üzerinden başlayan kavga ve kişisel kıskançlıklardır. Çalışıp üreten, ürettikçe kazanan, kazandıkça büyüyüp ikinci bir şirket ve büyük bir fabrika sahibi olan ortaklar, artık eldekini paylaşma kavgasıyla küçülmeye ve kendi kendilerine zarar vermeye başlamıştır.
Bu açıklamalardan sonra somut iddia ve olgulara göz atmakta yarar vardır. Yukarıda açıkladığımız üzere bir şirketin uzun veya kısa vadede kar veya zarar etmesi birden çok faktörün bir araya gelmesine bağlıdır. Yöneticiler öz kaynakları ile büyümeyi seçip kredi kullanmayarak bazı fırsatları kaçırabilecekleri gibi, kriz dönemini yara almadan da atlatabilirler. Bunun tersi de mümkündür. Dış finansman fırsatlara kapı açabileceği gibi, kimi zaman da iflasa yol açar. O halde şirketin kredi kullanması tek başına olumlu veya olumsuz değerlendirilemez. Tercihlerin haklılığı da sonuçlarına göre değerlendirilmez. O günkü şartlarda tacirin tercihi makul ise, sonuçta zarar da olsa özen ve bağlılık yükümlülüğüne aykırılıktan söz edilemez. Bir istisna ile ki; kredi kullanmak, bir gerçeği gizlemek veya haksız kazanç elde etmek gibi kötü niyetli bir amaca alet edilmiş olmasın.
Davaya dayanak yapılan bir sebep de şirket kayıtlarında yer alan bir avans hesabıdır. Kayıtlara göre yurt dışında faaliyet gösteren Polyrit isimli bir firmaya 476.593,76.TL avans ödemesi yapılmış, daha sonra bu hesap tahsil edilmiş gibi kapatılmıştır. Davacı bu paranın tahsil edilmediğini ileri sürmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki geçmiş yıllardan beri devam eden bu avans kaydından davacının haberdar olması beklenir. Zira genel kurul toplantılarında şirketin mali kayıtlarının da incelendiği var sayılır. Davacı kaydın gerçek durumunu bile bile dava konusu yaparsa temel dürüstlük kuralına aykırı hareket etmiş olur.
Bir şirketin veya tacirin zaman içinde idari para cezasına veya vergi cezasına mahkum olması tek başına azil davasına gerekçe teşkil etmez. Zira bir vergi usulsüzlüğü varsa bundan yarar gören, daha az vergi ödeyecek olan şirkettir. Eğer usulsüzlük fark edilmezse bu durum şirketin yanına kar kalır. Fark edilirse vergi cezası uygulanır ki bu da bir risk yönetimidir. Bir farkla ki yönetici ortak vergi usulsüzlüğünü kendine veya birlikte hareket ettiği bir gruba çıkar sağlamak için yapmışsa elbette kişisel sorumluluğu doğar. Elbette bunu iddia eden ortağın kendi yönetiminde hiçbir vergi usulsüzlüğü yapmamış olması gerekir ki basit kanuna aykırılıkları bile gündeme getirebilsin.
Diğer hususlara geçmeden önce özellikle Polyrit isimli firmaya verilen avans üzerinde durmak gerekir. Gerek eldeki davada gerekse bağlantılı dava dosyalarında alınan raporların hepsi yurt dışındaki firmaya gerçekte bir avans gönderilmediğini, kasa fazlasını düzeltmek için bir muhasebe hilesi yapıldığını ortaya koymaktadır. Ancak banka yoluyla yapılması mümkün olan bu ödeme gerçekte yapılmamış, fakat yapılmış gibi deftere kayıt işlenmiştir. Daha açık bir ifade ile şirket kasasından bu miktarda para çıkışı olmamıştır. Gerçekte bir para gönderilmediğine göre tahsilat kaydından kasaya para girmesi de beklenmez. Davacının da dediği gibi bu para gerçekte tahsil edilmemiştir. Fakat gerçekte gönderilmemiştir de! O halde kasada olması gereken para nerededir? Öncelikle belirtelim ki kasadan gerçekte çıkmayan ve gerçekte geri girmeyen bir para söz konusudur. Polyrit ve Uyar Döküm kayıtları fiktiftir. Yani hakikate aykırıdır. Tek farkla ki, madem bu para gerçekte şirket kasasından çıkmamışsa nereye gitmiştir? Bilirkişi raporunda fiktif hareketlerle ortadan kaldırıldığı söylenen paranın kaynağı ve gerçek mevcudiyeti konusunda yeterli bilgi yoktur. Bu para banka hesaplarından gönderilmediğine ve fiilen de kasada bulunmadığına göre, nereden gelmiş, nereye gitmiştir? Mesela davacı ortak yönetimi devrederken kasada bu miktarda veya buna yakın bir para bırakmış mıdır? Şirket ne zaman nasıl kar elde etmiş, bunu ortaklarına nasıl dağıtmıştır?
Bunu anlamak için şirkete atanan kayyumdan bir ilave bilgi alınmıştır. 06.01.2020 tarihli kayyum raporuna göre şirket kurulduğundan beri kar payı dağıtmamıştır. Halbuki 2005-2019 tarihleri arasında 3.550.000.TL’yi aşan bir kâr söz konusudur. Bu durum davacının müdür olduğu 2005-2010 döneminde de aynıdır. Neredeyse kırk yıllık bir şirketin ortaklarına hiç ödeme yapmadan bu güne gelmesi mümkün değildir. Ortaklar şirketten gelir elde etmeyecekse neden ortak olurlar? Gerçek, herkesçe bilinen bir sırdır. Ortaklar devlete daha az vergi vermek için kar payı dağıtmazlar. Ancak sürekli kasadan para kullanırlar. Bu para ortaklarca kullanıldığı için fiilen kasadan çıkmıştır. Ancak hakiki sebep kayıtlarda gösterilmediğinden kayden kasadadır. Bu şekilde şişen kasa mevcudunun bir yöntemle eritilmesi gerekir. Somut olayda da güya yurt dışı şirkete avans verilmiş, sonra da dönem dönem çıkan kasa affından yararlanılmıştır. Bu paranın doğrudan davalı ortaklarca kullanılıp davacıya pay verilmediği iddiası açıkça ileri sürülmemiş, malum “para nerede” sorusu sorulmakla yetinilmiştir. Davacı gerçeği çok iyi bildiği halde davalılara resmen cevaplayamayacakları sorular sorarak davayı kazanmaya çalışmaktadır. Para süreç içinde ortaklarca fiilen alınmış ve harcanmıştır. Buna davacı da dahildir. Aksi halde her genel kurulda kasa hesabını sorması, paranın akıbetini araştırması, hesabını alamadığı konularda müdürleri ibra etmemesi gerekir. Madem ortaklar yıllardır şirketten kar payı almamış, huzur hakkı tahsil etmemiş, para da kullanmamışsa şahısları için geçimlerini temin etmeyi, dükkanlar almayı, yeni bir arsa alıp üzerine fabrika kurmayı nasıl başarmışlardır? Hiç yararlanmadığınız bir şirkette kırk yıl ortak kalmak ticari basiret ve ferasete uygun değildir. Zaten gerçek de bu değildir.
Davacı ortağın müdürlük döneminde bile şirket yeterli kar etmemiş, kar payı dağıtmamış, ortaklara yahut yöneticilere başka bir ad altında ödeme yapılmamıştır. Madem şirket kar eden bir şirkettir, davacının yönetiminde iken de öyle olmalıdır. Ama kayıtlar bunu göstermez. Keza defter tutma düzeninde bile değişiklik yoktur. Davacı kendi göstermediği özeni diğer ortaktan bekleyemez.
Dikkat edilirse şirket kayyum denetiminde iken ciddi kar oranlarına ulaşmıştır. Bunun sebebi kayıt dışılığa son verilmiş olmasıdır. Ama ilginç biçimde davacının döneminde dahi böyle karlılık yoktur. Halbuki kayyum denetimindeki şirketin normalden daha hantal işlemesi, pazar kaybetmesi beklenir.
Yine belirtelim ki şirketler kar etmek amacıyla kurulur. Şirket bir hayır veya finans kurumu değildir. Dava konusu şirketten elde edilen paralarla diğer şirketin fabrika binası için gerekli finansmanın bir kısmının sağlandığı ortadadır. Davacı ortak da bu durumu gayet tabii olarak bilmektedir. Zira o dönemde Burfleks’in ne yeterli sermeyesi ne de geliri vardır. Bu finansmanda …’ın zarar etmesi muhtemeldir. Davacının yarı hissesine sahip olduğu başka bir şirketin büyümesi için yapılan bu ve benzeri işlemlerden doğan kayıpları da gözetmesi gerekir. Aksi halde temel dürüstlük kuralının uygulanması gündeme gelecektir.
Bir zamanlar güven ilişkisi sebebiyle büyüyen ve gelişen şirket, ortaklarının çekişmesi yüzünden gerilemeye başlamıştır. Ortaklar kendi elleriyle yaptıklarını yine kendi elleriyle yıkmaya başlamış, birbirlerini şikayet ederek, vergi dairesine ihbar ederek şahsi hesaplar peşine düşmüşlerdir. Halbuki üretim yapan şirketler kamu ekonomisinin de bir parçasıdır. Şirketlerin gerekirse ortaklarından bile korunması gerekir. Bu amaçla taraflar birçok defa anlaşmaya davet edilmiş, görüşme ve pazarlıklarına aracılık edilmişse de başarıya ulaşmak mümkün olmamıştır. Bu dava nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın her iki ortak grubuna da zarar verecektir. Bu dava kazanılsa da kaybedilse de kaybeden şirket olacaktır. Sorunun çözümü ya profesyonel yönetim desteği almak ya da pay devirleri ile ortaklık yapısını değiştirip yeni bir heyecanla işe devam etmektir. Bu çözüm önerisi ortaklara ve vekillerine defalarca hatırlatılmıştır.
Sonuç itibariyle mahkememizde oluşan kanaat odur ki, şirketteki temel sorun “kazanma ve paylaşma” sorunu değildir. Ortakların çocuklarının şirkette çalışmaya başlaması ve her birinin şirketten ne kadar yararlanacağı konusunun perde gerisinden gündeme gelmesi uyumsuzluğun başlangıç noktasıdır. Davalı şirket müdürlerinin şirketi kötü yönetmedikleri, şirketin kazanmaya ve kayıt dışı biçimde paylaşmaya devam ettiği kabul edilmiştir. Bu kadar uzun süre sessiz kalan davacı ortağın bunları bildiği halde bilmiyormuş gibi yapması kabul edilemez. Elbette kayıtdışılık bir usulsüz yönetim biçimidir ve müdürlerin sorumluluğunu gerektirir. Ancak kendi müdürlüğü döneminde bile aynı şekilde davranan ve uzun yıllar süren bu duruma sessiz kalan davacının bu olguları dava sebebi yapması Türk Medeni Kanunun ikinci maddesine aykırıdır. Davanın reddi gerekir.
Son olarak bir hususa daha işaret edelim ki, müdürlükten azil davasını kazanmak davacı ortağa hiç bir şey kazandırmayacaktır. Bu ortaklık yapısı ile yapılacak yeni bir genel kurul toplantısında yine azledilen ortakların çoğunluk oyu etkili olacaktır. Selçuk Günay isimli ortağın şirket yönetiminde etkili olması zor görünmektedir. Dediğimiz gibi, davayı kazanmak sonuç almak değildir. Davacı, kazanmış olmanın verdiği cesaretle, tabir caizse savaşa daha hırslı biçimde devam edecek, diğer ortaklar kaybetmenin acısıyla ve haksızlığa uğramışlık duygusuyla dirençlerini sürdüreceklerdir. Bu da tarafları çözümden bir adım daha uzaklaştıracaktır. Taraflar sulh olmaktaki inanılmaz yararı bir an evvel görmeli, çözüm masasına oturmalı ve kavgaya son vermelidir.

H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
A.
Davanın Ana davanın reddine,
Şirkete yönetici kayyum atanmasına ilişkin tedbir kararının kaldırılmasına, kayyum Savaş ALTAN’ın görevine son verilmesine,
Alınması gereken 54,40-TL harca peşin yatırılan 29,20 TL harcın mahsubu ile 25,20-TL harcın davacıdan tahsiline,
Davalı vekili lehine takdir edilen 3.400-TL ücret-i vekaletin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
Davacı tarafça yapılan muhakeme masrafının kendi üzerinde bırakılmasına,
B.
Eldeki davayla birleşen mahkememizin 2015/1464 E. Sayılı davasında ana davanın reddine,
Birleşen davada karşı davanın reddine,
Alınması gereken 54,40-TL harca peşin yatırılan 29,20 TL harcın mahsubu ile 25,20-TL harcın davacıdan tahsiline,
Davalı vekili lehine takdir edilen 3.400-TL ücret-i vekaletin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
Davacı tarafça yapılan muhakeme masrafının kendi üzerinde bırakılmasına,
Kesinleşme süreci tamamlanana kadar masraf avanslarının kullanılabileceği nazara alınarak kararın kesinleşmesinden sonra yazı işlerince yapılacak hesaba göre artan avansların yatıran tarafa iadesine dair kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize iletilecek bir dilekçe ile istinaf yolu açık olmak üzere verilen karar taraf vekillerinin yüzlerine karşı açıkça okunup anlatıldı. 08/01/2020

İş bu kararın gerekçesi 29/12/2020 tarihinde yazılmıştır.

Başkan 37232
e-imzalıdır
Üye 125321
e-imzalıdır
Üye 215947
e-imzalıdır
Katip 167697
e-imzalıdır