Emsal Mahkeme Kararı Bakırköy 7. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/830 E. 2021/528 K. 20.05.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. BAKIRKÖY 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/830
KARAR NO : 2021/528

DAVA : Ticari Şirket (Kar Ve Zarar Dağıtma Kararına İtiraza İlişkin)
DAVA TARİHİ : 25/11/2020
KARAR TARİHİ : 20/05/2021
KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 06/06/2021
Yukarıda isim ve adresleri yazılı taraflar arasında mahkememizde görülen davanın açık yargılaması ve dosyanın tetkiki sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
TALEP: davacı vekili özetle; müvekkilinin İstanbul Ticaret sicil müdürlüğünün …… sicil numaralı ……. Deri San. Ve Tic. A.Ş.’nin %30,84 oranında azlık hakkına sahip ortağı olduğunu, müvekkilinin ……. firmasını kurduğunu, davalılardan …’a 2018 yılında hisselerinin bir bölümünü sattığını, şirketin kontrolünün tüm ortaklarla eş güdüm içinde yürütmek, gerek borçlanma ve gerekse şirket malvarlığının korunması amacıyla 3 ortağın müşterek imzası ile temsil ve ilzam yetkisinin oluşturulduğunu, davalıların, müvekkiline karşı birlikte hareket içine girerek şirketin tüm faaliyetini kontrolleri altına aldıklarını, müvekkilinin bu durumu aylar sonra fark ettiğini, müvekkiline herhangi bir çağrı yapılmadan, yönetim kurulunun toplandığını, toplantının ve alınan kararların usule aykırı olduğunu, davalıların şirketi zarara uğrattıklarını, müvekkilinin tesadüf eseri eline geçen kalın bir cilt defterde şirketin resmi muhasebesinin dışında elle tutulan 2. Bir muhasebe kayıt düzeninin oluşturulduğunu, bunun davalı …’un yönetiminde olduğunu, yönetim kurulu üyelerinin genel kuruldaki çoğunluktan aldıkları güçle yetkelerini kötüye kullanarak kendilerine özel çıkarlar sağlamalar ortaklığa karşı sorumluluklarına yol açacağını, bu nedenle diğer pay sahipleri tazminat ortaklığa verilmek üzere sorumluluk davası açabileceğini, bu bakımdan genel kurulun kar payı dağıtıp dağıtmamasının önem arz ettiğini beyan ederek şirketin yönetim kurulu üyeleri olan davalıların, son 5 yıllık sürede şirketin gerçek karlarını düşük göstermeleri, saklamaları, hatta zarar göstermeleri sonucu, ortaklık hakları ve paydaşların keza kamunun zararına sebebiyet vermeleri ve sorumlulukları nedeniyle şirketin uğradığı zararın tespiti ile bu tutarların şirkete ödettirilmesine, yargılama giderleri ile ücreti vekaletin davalılara yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA: davalı vekili cevap dilekçesinde özetle: davacı ile müvekkilleri olan … ve …’ın, ……. Sanayi Ve Ticaret Anonim Şirketi’nin hisse ortakları olduğunu, Şirketin kurulduğu tarihten itibaren yıllarca davacı %50 paya sahip hisse ortağı iken daha sonra payının bir kısmını kendi isteği ile devrettiğini, İş bu ortaklıkta şuan …’un 33,335 , …’ın 33,33 ve davacı …’un 30,835 oranında hissesi bulunduğunu, davacı tarafında şirketin hissedarı olduğunu, şirketin bünyesinde alınan kararlarda, yapılan işlemlerde söz hakkı ve sorumluluğu bulunduğunu, müvekkili şirket yetkilileri tarafından davacı …’a yapılacak olan yönetim kurulu toplantısı haber verilmesine karşın davacının yönetim kurulu toplantısına iştirak etmediğini, Bakırköy ….. Noterliği’nden gönderilen 14.05.2019 tarihli ……. yevmiye numaralı ve 30.04.2019 tarihli ……. yevmiye numaralı ihtarnamelerde de davacının yönetim kurulu toplantısından haberdar olduğunu, yönetim kurulu toplantısının usulüne uygun ve hukuka uygun olarak yapılarak karar alındığını, davacının haksız ve kötü niyetli olarak iş bu toplantıda alınan kararları kabul etmediğini hukuki ve somut dayanaktan uzak bir şekilde toplantı tarihinden yaklaşık 8 ay sonra şirkete göndermiş olduğu 25.04.2019 tarihli ve 03.05.2019 tarihli ihtarnameler ile bildirdiğini, İş bu ihtarnamelere müvekkili şirket tarafından 14.05.2019 tarihli ve 30.04.2019 tarihli ihtarnameler ile cevap verildiğini, Davacı tarafın herhangi bir somut delilden yoksun şekilde, tamamen dayanaksız olarak şirketin ciddi kar sağladığının üzerinin örtüldüğünü iddia etmiş ancak bu iddialarının kötü niyetli olduğunu, Davacının Bakırköy …… Asliye Ticaret Mahkemesi ……. E sayılı dosya ile özel denetçi tayin edilmesi talebi ile ikame edilen davasının reddedildiğini, Bakırköy …… Asliye Ticaret Mahkemesi …… E sayılı dosya ile şirketin feshi veya ortaklıktan çıkarma talepli ikame edilen davanın da reddedildiğini, belirtilen dosyalarda ikame edilmiş olan davalar reddedilmesine rağmen davacı yanca yeniden herhangi bir hukuki dayanak bulunmadan ikame edilen bu dava da açıkça kötü niyetin göstergesi olduğunu beyan ederek Huzurdaki davanın, dava şartı yokluğundan usulden reddini, Davacının taleplerine esas teşkil eden iddialarının kabulünün mümkün olmadığını belirterek iş bu davanın esastan reddini, Vekalet ücreti ve yargılama giderlerinin davacı taraf üzerine bırakılmasını savunmuştur.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava, şirket yöneticileri sorumluluğundan kaynaklanan zararın tespiti ile şirkete ödettirilmesi talebinden ibarettir.
Celp edilen ticaret sicil kayıtlarına göre, ……. Sanayi Ve Ticaret Anonim Şirketi’nin 3 ortaklı bir şirket olduğu, davacının şirketin yönetim kurulunda olduğu anlaşılmaktadır.
Davalı şirketin 21/11/2019 tarihinde yapılan 2016, 2017 ve 2018 dönemlerine ilişkin yapılan genel kurul toplantısına davacının da katıldığı ve özel denetçi atanması talebinde bulunduğu, talebinin genel kurul tarafından davalının muhalefetiyle ve oy çokluğu ile ret edildiği anlaşılmaktadır. Davacının şirket ortağı olarak bilgi alma hakkına sahip olduğu, bu hakkın ihlali halinde hak sahibinin hangi hakları kullanabileceğine ilişkin TTK 437. madde hükmü gözetildiğinde davacının bu nedenle bilgi alma hakkının tanıması için yetkili mahkemeden talepte bulunarak bilgi alma hakkını kullanabileceği açıktır.
Davacı, soyut olarak ” yöneticilerin, kanunu veya esas sözleşmeyi ihlal ederek, şirketi zarara uğrattıkları” iddia etmiş ise de bu hususta herhangi bir ikna edici bilgi ve belge sunmuş değildir. Diğer yandan davacının bilgi alma hakkını önceden kullandığı biran kabul edilse bile, özel denetim hakkının kullanılabilmesi için TTK 438. maddesine göre ikinci şartı pay sahipliği haklarının kullanılabilmesi ve belli konuların açıklığa kavuşturulması için özel denetimin gerekli olması gerekir. Özel denetim hakkı şirketin genel gidişatı hakkında bilgi edinme amaçlı olamaz. Oysa davacının talebine konu yaptığı hususlar dikkate alındığında şirketin genel gidişatına yönelik olduğu görülmektedir. Diğer yandan davacının genel kurul toplantı tarihinden önceki yıllarda davalı şirketin yönetim kurulu üyesi olduğu, toplantıdan takriben 4 ay kadar önce istifa ettiği, bilgi alma hakkı kapsamında şirketten talep ettiği bilgilere vakıf olması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Somut olayda davacı, şirket yönetiminin kendisini şirketten uzaklaştırmaya çalıştığını, kendisi davet edilmeksizin yapılan yönetim kurulu toplantısının batıl olduğunu, batıl yönetim kurulu toplantılarına dayanarak son 3 yılın hesap dönemine ait genel kurulun toplandığını, kar payı dağıtılmadığını, şirketi kötü yönetmeleri neticesinde oluşan zararın davalılardan tahsili ile şirkete ödenmesini talep etmiştir.
Limited şirketlere ilişkin TTK. m. 556 hükmünün yollamasıyla, limited şirket müdürlerinin sorumluluğuna, anonim şirket yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna dair hükümler uygulanır. Anonim şirket yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu, esas itibariyle kusura dayalı bir sorumluluktur. Bu nedenle kusursuzluğunu ispat eden üye sorumluluktan kurtulur (TTK. m. 553). Kusur sorumluluğunun esasları zarar, kusur, hukuka aykırılık ve illiyet bağıdır. Yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğunun doğabilmesi için bu unsurların tümünün gerçekleşmesi gerekir. Genel kusur sorumluluğundan farklı olarak TTK. m. 553 hükmü, kusursuzluğun ispatını karşı tarafa (yönetim kurulu üyelerine) yüklemiştir. Ancak bu istisna dışında yönetim kurulu üyelerinin sorumluluk şartları ile genel kusur sorumluluğunun şartları arasında bir fark bulunmamaktadır. Yönetim kurulu üyelerinin kusursuz olduklarını ispat edememeleri durumunda, onların mutlaka sorumlu olmaları gerektiği anlamına gelmez. Bunun için ortada bir zararın, hukuka aykırılığın ve zarar ile hukuka aykırılık arasında illiyet bağının bulunduğunun ayrıca ispatlanması gerekir. Bu unsurlardan birisinin gerçekleşmemesi (kanıtlanamaması) halinde, sorumluluk doğmaz. Bu bilgiler ışığında yapılan işlemler sonucunda bir zararın oluşması halinde, bu zarar nedeniyle yöneticilerin sorumluluğuna gidilebilmesi için işlemi yapan yöneticilerin kusurlu olduklarının da ayrıca kanıtlanması gerekir. Bir başka deyişle, basiretli davranmakla yükümlü olan bir yöneticinin yapmaması gereken işlemlerin davalı tarafından yapılmış olduğunun ve bunun sonucunda da bir zararın meydana geldiğinin kanıtlanmış olması gerekir. Aksi takdirde enflasyon ve kur farkı da dahil olmak üzere şirketin uğramış olduğu her türlü işletme zararının yöneticilerden tahsili imkanı doğmuş olur ki, böyle bir sonuç, yöneticilerin sorumluluğuna ilişkin hükümlerin düzenlenme amacıyla bağdaşmadığı gibi ticari işletmenin kar edebileceği gibi yapmış olduğu faaliyetin taşıdığı ticari riskler nedeniyle zarar etme ihtimalinin de bulunması, özelliğiyle de bağdaşmaz.
İddia veya savunmanın haklılığı, bu olay ve hukuki işlemlerin varlığının ispatlanmasına bağlıdır.
İspat hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde bir temel hak olarak garanti altına alınmıştır. Anayasal dayanağı olan ispat hakkını, usûl hukukunda taraflar, kanunda belirtilen süre ve usûle uygun olarak kullanırlar. Bu hak yalnızca kanunla sınırlanabilir.
İddia ve savunmaya dayanak gösterilen ve mahkemenin karar vermesinde etkili olacak olgulardan hangisinin kim tarafından ispat edileceği hususuna ise ispat yükü denir.
İspat yükü üzerine düşen taraf ispat etmesi gereken hususu ispat edemediği durumda ispatsızlık durumu söz konusu olacaktır. Hâkim bir husus ispatsız kalmış olsa dahi medeni yargılamada karar vermek durumundadır. TMK 6. Maddesinde, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguları ispatla yükümlüdür.”
HMK m.190’da ispat yükü, “ İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” Buna göre, bir vakıayı kimin ileri sürdüğü değil, kimin bundan lehine bir hak çıkardığı önemlidir. Her iki taraf da ispat yükünün kime düştüğünü gözetmeden delil göstermişlerse, bu durumda hâkimin ispat yükünün kime düştüğünü araştırmasına gerek yoktur. İlk olarak hâkim tarafların göstermiş oldukları delilleri incelemekle yükümlüdür. Tarafların göstermiş oldukları delillerle çekişmeli vakıalar ispat edilmişse bu durumda da ispat yükünün hangi tarafta olduğunun araştırılmasına gerek yoktur. Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıa iddialarının doğru olduğu veya karşı taraf iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar verilmesini sağlayabilmek amacıyla çekişmeli vakıalar hakkında deliller sunarak gerçekleştirdikleri usûli bir faaliyettir. Delil ikame etmemenin veya delil ikame faaliyetinin başarısız kalmasının yaptırımı, bu faaliyet için zorlanmak değil, sadece ulaşılmak istenen usuli hedefe ulaşamamak ya da aleyhte sonuçlara katlanmaktır.Bu bakımdan ispat yükü ile delil gösterme yükü, aynı kavramlar değildir. Nitekim ispat yükü, olayın ispat edilmeme riskinin kime ait olduğunu belirlerken; delil gösterme, ispat yükünün yerine getirilmesinin biçimi ve yöntemi ile ilgilidir. Delil ikame yüküyle ilgili kurallar, ispatın biçimini ve yöntemini belirleyen kurallar olduğu için usul hukukuna ilişkindir ve bir vakıanın ispat edilememiş olmasının sonuçlarına yönelikken, delil ikame yükü, bir vakıa hakkında kendi iddiasının doğruluğu veya karşı tarafın iddialarının asılsızlığı hususunda hâkimde kanaat oluşmasını sağlamaya yönelik olup yargılamanın ilerleyişine ve hâkimin takdirine göre, taraf değiştirebilir.
Çoğu kez ispat yükü taşıyan taraf delil gösterme yükünü de taşır fakat bu her zaman böyle değildir. Zira ispat yükünün sabit olmasına rağmen delil ikame yükü, taraf değiştirir. Üzerinde delil ikame yükü bulunmayan taraf, karşı tarafın iddia ve savunmalarının haklılığı bağlamında, delil göstermesini beklemeden, asılsızlığı ortaya koymak maksadıyla delil gösterebilir. Bu halde karşı delilden söz edilir. Karşı delil göstermiş olan taraf, bu davranışı nedeniyle ispat yükünü üzerine almış sayılmayacaktır (HMK m.191,c.2).
TTK’nun 630. Maddesine göz atmak gerekirse; “V-Görevden alma, yönetim ve temsil yetkisinin geri alınması ve sınırlandırılması, MADDE 630- (1) Genel kurul, müdürü veya müdürleri görevden alabilir, yönetim hakkını ve temsil yetkisini sınırlayabilir. (2) Her ortak, haklı sebeplerin varlığında, yöneticilerin yönetim hakkının ve temsil yetkilerinin kaldırılmasını veya sınırlandırılmasını mahkemeden isteyebilir. (3) Yöneticinin, özen ve bağlılık yükümü ile diğer kanunlardan ve şirket sözleşmesinden doğan yükümlülüklerini ağır bir şekilde ihlal etmesi veya şirketin iyi yönetimi için gerekli yeteneği kaybetmesi haklı sebep olarak kabul olunur. (4) Görevden alınan yöneticinin tazminat hakları saklıdır.”şeklinde olup, davacının, 2. fıkraya göre haklı sebebi kanıtlaması gerekmektedir.
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmaları, toplanan tüm bilgi ve belgelere göre, davacının ispat yükü bakımından, Medeni Kanunun, D. İspat kuralları, I. İspat yükü, “Madde 6 -Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” şeklindeki hükmü ve HMK m.190’da, “ İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” hükmüne göre, davacının üzerinde olan ispat yükü çerçevesinde açıklanan şekilde, dosya kapsamından davalıların şirketi zarara uğratmış olduğuna ilişkin herhangi bir delile rastlanmadığı, davacı, soyut olarak ” yöneticilerin, kanunu veya esas sözleşmeyi ihlal ederek, şirketi zarara uğrattıkları” iddia etmiş ise de bu hususta herhangi bir ikna edici bilgi ve belge sunmadıkları, davacının dosyaya sunduğu delillerle davasını kanıtlayamadığı anlaşıldığından ispatlanamayan davanın reddine karar verilmiş aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
Davacı vekili her ne kadar şirketin resmi defterlerinden olmayan “kar ve zararları gösteren defter” şeklinde ifade ettiği belge üzerinde inceleme talebinde bulunulmuş ise de; iddia edilen defterin şirketin ticari defter niteliğinde olmadığı anlaşılmakla mahkememizce somut delil olarak kabul görülmeyerek dava sonuçlandırılmıştır.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davanın REDDİNE,
2-Harçlar Kanunu gereğince alınması gerekli 59,30 TL harçtan peşin alınan 54,40 TL harcın mahsubu ile eksik 4,90 TL harcın davacıdan tahsili ile hazineye irad kaydına,
3-Yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
4-HMK’nun 333. maddesi uyarınca yatırılan avanstan kullanılmayan gider avansının (iş bu kararın tebliğ gideri avanstan karşılanmak ve bu gider mahsup edilmek kaydıyla) kararın kesinleşmesinden sonra resen davacıya iadesine,
5-Davalılar tarafından yapılan yargılama gideri bulunmadığından bu konu hakkında karar verilmesine yer olmadığına,
6-Davalılar kendisini vekille temsil ettirdiğinden Yürürlükteki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca hesap edilen 4.080,00 TL avukatlık ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine,
Dair karar, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 haftalık süre içerisinde HMK’nun 342. Maddesi gereğince dilekçe ile mahkememize veya başka bir yer mahkemesine İstinaf kanun yolu harcı, tebliğ giderleri dahil olmak üzere tüm giderler ödenerek istinaf yolu açık olmak üzere davacı vekili ile davalı vekilinin yüzüne karşı oy birliği ile verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 20/05/2021

Başkan …
¸(e-imzalıdır)
Üye …
¸(e-imzalıdır)
Üye …
¸(e-imzalıdır)
Katip …
¸(e-imzalıdır)