Emsal Mahkeme Kararı Bakırköy 5. Asliye Ticaret Mahkemesi 2022/689 E. 2022/1125 K. 29.11.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. BAKIRKÖY 5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2022/689 Esas
KARAR NO : 2022/1125

DAVA : Alacak (İşçilik Alacaklarından Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 06/07/2018
KARAR TARİHİ : 29/11/2022
KARAR YAZIM TARİHİ : 15/12/2022
Mahkememizde görülmekte olan Alacak (Gemi Ve Yük Alacaklılığından Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin davalı şirket yetkilisi eşi ……’na Bakırköy ….. Aile Mahkemesi nezdinde zina nedeni ile boşanma davası açmasına mütakip davalı şirket yetkilisi ……’nun % 20 hissedarı olduğu ….. Kimya San. Ve tic. Ltd. Şti.’ ndeki yetkilerinden davacıyı azlettiğini, boşanma davasının sonuçlanması ve müvekkilinin zina iddialarının kanıtlanmasın ardından iş sözleşmesinin feshedildiğini, müvekkilinin %20 oranında hissedar olduğu …. şirketinin içinin boşaltılarak yeni şirket üzerinden iş yapılacağından yeni haberdar olduğunu, davalı firma yetkilisi ……’nun % 100 hissesine sahip olduğu yeni şirket kurduğunu, müvekkilinden ve çocuklarından bu durumu sakladığını, davacının 01.01.1993-09.11.2017 tarihleri arasında çalıştığını, nedensiz olarak işten çıkartıldığını, işten çıkarılış nedeninin kendisine tebliğ edilmediğini belirterek, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, hafta tatili ve genel tatil alacağı, prim ve ikramiye alacağı, fazla çalışma ve yıllık izin ücreti alacağının davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının davalı şirkette %20 ortağı olup hiçbir zaman şirkette işçi pozisyonunda görev almadığını, fiili çalışmasının olmadığından işçilik alacaklarına hak kazanmasının söz olmadığını, davacının 09/11/2017 tarihinde emekli olduğunu, emekli olduktan sonra Devlet tarafından kendisine 2500 TL maaş bağlandığını belirterek, davanın reddini talep etmiştir.

DELİLLER VE GEREKÇE:
Dava, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, hafta tatili ve genel tatil alacağı, prim ve ikramiye alacağı, fazla çalışma ve yıllık izin ücreti alacağı istemine ilişkindir.
Asliye ticaret mahkemeleri, 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un (5235 sayılı Kanun) 5/3. maddesinde düzenlenmiştir. Bu kapsamda asliye ticaret mahkemelerinin iş sahası ve hangi davalara bakacağı TTK’nın 5. maddesinde belirtilmiş olup anılan madde “Aksine hüküm olmadıkça, dava olunan şeyin değerine göre, Asliye Hukuk veya Sulh Hukuk Mahkemesi ticari davalara dahi bakmakla görevlidir. Şu kadar ki; bir yerde Ticaret Mahkemesi varsa Asliye Hukuk Mahkemesinin vazifesi içinde bulunan ve bu kanunun 4. ncü maddesi hükmünce ticari sayılan davalarla, hususi hükümler uyarınca Ticaret Mahkemesinde görülecek diğer işlere Ticaret Mahkemesinde bakılır.” hükmünü içermektedir. Buradan hareketle ele alınması gereken ticari dava kavramının çerçevesi TTK’nın 4. maddesinde “(1) Her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın;
a) Bu Kanunda,
b) Türk Medenî Kanununun, rehin karşılığında ödünç verme işi ile uğraşanlar hakkındaki 962 ilâ 969 uncu maddelerinde,
c) 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun malvarlığının veya işletmenin devralınması ile işletmelerin birleşmesi ve şekil değiştirmesi hakkındaki 202 ve 203, rekabet yasağına ilişkin 444 ve 447, yayın sözleşmesine dair 487 ilâ 501, kredi mektubu ve kredi emrini düzenleyen 515 ilâ 519, komisyon sözleşmesine ilişkin 532 ilâ 545, ticari temsilciler, ticari vekiller ve diğer tacir yardımcıları için öngörülmüş bulunan 547 ilâ 554, havale hakkındaki 555 ilâ 560, saklama sözleşmelerini düzenleyen 561 ilâ 580 inci maddelerinde,
d) Fikrî mülkiyet hukukuna dair mevzuatta,
e) Borsa, sergi, panayır ve pazarlar ile antrepo ve ticarete özgü diğer yerlere ilişkin özel hükümlerde,
f) Bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para verme işlerine ilişkin düzenlemelerde, öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılır. Ancak, herhangi bir ticari işletmeyi ilgilendirmeyen havale, vedia ve fikir ve sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan davalar bundan istisnadır.” şeklinde düzenlenmiştir. Maddede sayılan bu tür davalar mutlak ticari dava niteliği haiz olup işaret edilen bu ticari davalar dışında tarafların sıfatına ve uyuşmazlık ticari işletmeye ilişkin bulunmasa bile 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 99, 1147 sayılı Ticari İşletme Rehni Kanunu’nun 22, 3226 sayılı Finansal Kiralama Kanunu’nun 31, 2003 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 154, 182 ve 296. maddelerinden doğan davalar da mutlak ticari dava sayılmaktadır.
Bir davanın ticari nitelikte olup olmadığı, bir diğer ifade ile asliye ticaret mahkemesinde görülüp görülmeyeceğinin belirlenmesi işi de TTK’nın 4. maddesinde gösterilen ilkelere göre yapılmalıdır. Öğretide de benimsenen görüşe göre ticari davalar mutlak ticari davalar ve nispî ticari davalar olarak iki gruba ayrılmakta olup TTK’nın 4/1-a maddesi uyarınca bu Kanun’da düzenlenen hukuk davaları mutlak ticari davalardır. Nispî ticari davalar ise konusu ne olursa olsun, her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları olup (TTK m. 4/1) belirtilen kanunî düzenlemeler uyarınca sadece mutlak ya da nispî ticari davalar asliye ticaret mahkemesinin görev alanı içerisindedirler.
İş mahkemelerinin görevi ise ilk olarak dava tarihinde yürürlükte olan mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile düzenlenmiştir. 5521 sayılı Kanun’un 1. maddesine göre, “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının” çözülmesi görevi iş mahkemelerine aittir. Öte yandan 25.10.2017 tarihinde 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun (7036 sayılı Kanun) yürürlüğe girmesi ile 5521 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmış, 7036 sayılı Kanun ile de göreve ilişkin yeni kurallar ihdas edilmiştir. Bu kapsamda 7036 sayılı Kanun’un görevi düzenleyen 5. maddesi, “(1) İş mahkemeleri;
a) 5953 sayılı Kanuna tabi gazeteciler, 854 sayılı Kanuna tabi gemiadamları, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununa veya 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun İkinci Kısmının Altıncı Bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına,
b) İdari para cezalarına itirazlar ile 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi kapsamındaki uyuşmazlıklar hariç olmak üzere Sosyal Güvenlik Kurumu veya Türkiye İş Kurumunun taraf olduğu iş ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklara,
c) Diğer kanunlarda iş mahkemelerinin görevli olduğu belirtilen uyuşmazlıklara ilişkin dava ve işlere bakar…” hükmünü içermektedir.
İş mahkemelerinin görevli olduğu davaların tespitinde iş/hizmet sözleşmesi, işçi, işveren, işveren vekili ve iş ilişkisi kavramlarının da irdelenmesi önem arz etmektedir. İş Kanunu’nun işçi, işveren ve iş ilişkisi kavramlarına ait tanımlamayı içeren 2/1. maddesinin 1. cümlesi “Bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir.” hükmünü haizdir. Bu kapsamda iş sözleşmesi ise, İş Kanunu’nun 8. maddesinde “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” şeklinde tanımlanmıştır.
Buradan hareketle iş sözleşmesinin, niteliği itibariyle iş görme, ücret ve bağımlılık unsurlarını ihtiva eden bir sözleşme olduğu kabul edilmelidir. Ayrıca 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 393. maddesinde düzenlenen hizmet sözleşmesi kavramının da İş Kanunu’nda düzenlenen iş sözleşmesi kavramından herhangi bir farkı bulunmamaktadır. Bu sebeple TBK’da düzenlenen hizmet sözleşmesi de iş mevzuatına dâhil olan ve iş görme, ücret ve bağımlılık unsurlarını kendi bünyesinde barındıran bir tür sözleşme olup anılan sözleşmeden kaynaklı uyuşmazlıklar da İş mahkemelerinin görev kapsamına dâhildir (Süzek, Sarper: İş Hukuku, 18. Baskı, İstanbul 2019, s. 223; Doğan Yenisey, Kübra: Anonim Şirketlerde Yönetim Kurulu Üyeliği ve İş Sözleşmesi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 74, 2016, s. 318).
İş sözleşmesinin varlığı için ilk olarak işçi tarafından bir iş görme ediminin üstlenilmiş olması gerekmekte olup bu edim karşılığında işveren tarafından ücret ödenmesi, varlığı aranan diğer bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak iş sözleşmesinin varlığının kabulü için gerekli olan ve iş sözleşmesini diğer sözleşmelerden ayıran yegâne unsur bağımlılıktır. Bağımlılık unsuru İş Kanunu’nun 8/1. maddesinde de (TBK m. 393/1) “…bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi,…” şeklindeki ifadeyle vurgulanmıştır. İş sözleşmesindeki bağımlılık unsuru niteliği itibariyle ekonomik veya teknik bir bağımlılıktan ziyade kişisel ve hukukî nitelikte bir bağımlılığı ifade eder. Zira işverenin yönetimi/otoritesi altında ve onun vereceği talimatlarla iş görme edimini ifa eden işçinin bağımlılığı işçinin kişiliğiyle ilgili olup bu anlamda bağımlılık unsuru işçi nezdinde bir tür kişisel nitelik barındırmaktadır. Bu çerçevede iş ilişkisinde işverenin talimat verme hakkı karşısında işçinin verilen emir ve talimatlara uyma borcu bulunmaktadır. Bu emir ve talimatlar, diğer sözleşmelerden farklı olarak işçinin edimini ve bu edimin ifa sürecini organize eder. Bu tür bir bağımlılık, iş sözleşmesi tarafları arasında hukukî bir hiyerarşi oluşturmakta olup bu hiyerarşinin meşruiyeti, işçinin iş sözleşmesiyle bu durumu özgür iradesiyle kabulünden gelmektedir. Bu bağlamda iş sözleşmesindeki bağımlılık unsuru aynı zamanda hukukî nitelikte bir bağımlılığı da içermektedir (Süzek, s. 223-225). Buradan hareketle işin işverene ait işyerinde görülmesi, malzemenin işveren tarafından sağlanması, iş görenin işin görülme tarzı bakımından iş sahibinden talimat alması, işin iş sahibi veya bir yardımcısı tarafından kontrol edilmesi, işçinin bir sermaye koymadan ve kendine ait bir organizasyonu olmadan faaliyet göstermesi, ücretin ödenme şekli, kişisel bağımlılığın tespitinde dikkate alınacak yardımcı olgulardır. Buna karşın kendi adına bağımsız çalışıp kazanç sağlayan kişiler ise işçi statüsünde kabul edilemezler. Bu kişiler arasında, herhangi bir işverene iş sözleşmesi ile bağlı olmayan esnaf ve sanatkârlar, kolektif, komandite ve limited şirket ortakları, anonim şirket kurucu ortakları, yönetim kurulu üyeleri gibi kimseler kural olarak sayılabilirler. Ancak hukuksal olgu belirtilen şekilde olmakla birlikte, iş hayatında ayrık durumların ortaya çıkması mümkündür. Bir kimsenin biçimsel anlamda şirket yöneticisi veya ortağı gözükmesine karşın, iş sözleşmesinin unsurlarını ihtiva eden bir iş ilişkisi içerisinde çalışma yapması durumunda salt ortaklık veya yöneticilik statüsünden hareketle şirket ile arasında iş/hizmet ilişkisinin bulunmadığına dair bir sonuca varılamaz. Bu sebeple hukuksal statüsü belirlenmek istenilen kişinin şirket içerisindeki pozisyonu, gördüğü iş, çalışma koşulları ve aldığı ücret birlikte değerlendirilerek ekonomik yaşamının ne şekilde sürdürüldüğü ortaya konulup taraflar arasındaki hukukî ilişkinin niteliği belirlenmelidir.
Ayrıca belirtilmelidir ki; işçinin, işverenin kapsam ve sınırlarını belirlemiş olduğu iş organizasyonu içerisinde işverene bağımlılığına zarar vermeyecek oranda ve yükümlü olduğu iş görme ediminin ifası uğruna karar alma yetkisiyle işveren yararına iş sözleşmesiyle bağlı olarak çalışması bağımlılık unsurunu ortadan kaldırmamaktadır. Zira genel nitelikte de olsa işveren tarafından çerçevesi çizilen ve organize edilen bir iş görme ediminin ifası, işverenin yönetim ve talimatı altında gerçekleşen bir bağımlılık ilişkisinin varlığını ortaya koymakta olup bu tür bir iş ilişkisinde bağımlılık unsuru görece zayıf olsa da varlığını korur. İşçinin, işverenin belirlediği koşullarda çalışırken kendi üretici gücünü kullanması ve işverenin isteği doğrultusunda işin yapılması için serbest hareket etmesi işverenle arasındaki bağımlılık unsuruna zarar veren bir olgu olarak değerlendirilemez.(YHGK 2017/11-2408 Esas ve 2021/998 Karar sayılı ilamı)
Somut olayda tarafların eş olup haklarında boşanma kararı verildiği, davacının şirkette çalışması nedeniyle SGK kaydı olduğu gibi maaş da aldığı, işbu davada ortaklık nedeniyle değil, İş Kanunundan kaynaklanan alacakların talep edildiği, SGK kaydı, maaş bordrosu ve davacı tanık anlatımlarına göre davacının şirkette sigortalı olarak çalıştığının kabulü gerektiği, davalı tanıklarının aksi yöndeki beyanları dışında bu hususu destekleyen başkaca bir delilin bulunmadığı, davacı şirket ortağı olsa da %20 pay oranının sembolik kabul edilmesi gerektiği, eşinin ise %80 payla münferiden temsile yetkili olduğu, dosyada sigortalı işe giriş bildirgesinin bulunduğu ve işveren olarak davalı şirket imza ve kaşesinin bulunduğu anlaşılmakla davacı taleplerinin işçilik alacaklarına ilişkin olduğu ve İş MAhkemelerinin görevli olduğu kabul edilmiştir.
HÜKÜM:Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-TTK’nun 4/1, 5/1 ve 19/2 maddeleri ile HMK’nun 114/1-c, 115/1-2 maddeleri gereğince mahkememizin GÖREVSİZLİĞİ nedeniyle dava şartı yokluğundan DAVANIN USULDEN REDDİNE,
2-Görevli ve yetkili mahkemenin Bakırköy …… İş Mahkemesi OLDUĞUNA,
3-Mahkememiz ile Bakırköy ….. İş Mahkemesi arasında olumsuz görev uyuşmazlığı oluştuğundan kararın temyiz edilmeksizin kesinleşmesi halinde görev hususunun değerlendirilmesi (MERCİİ TAYİNİ) için dosyanın ilgili İstanbul Bölge Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
4-HMK’nun 331/2.maddesi gereğince yargılama giderlerinin görevli mahkemece DEĞERLENDİRİLMESİNE,
Dair davacı vekili ile davalı vekilinin yüzüne karşı gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde İstinaf yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.29/11/2022

Katip …
¸e-imzalıdır

Hakim …
¸e-imzalıdır