Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C. BAKIRKÖY 5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO : 2019/894 Esas
KARAR NO : 2023/16
DAVA : Ticari Şirket (Pay Defteri Kaydına İlişkin)
DAVA TARİHİ : 21/11/2019
KARAR TARİHİ : 10/01/2023
KARAR YAZIM TARİHİ : 16/01/2023
Mahkememizde görülmekte olan Ticari Şirket (Pay Defteri Kaydına İlişkin) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle;Davalı şirketin 09.06.2011 yılında tescil edilerek 200.000,00 TL sermaye ile kurulduğunu, 16.05.2014 tarih ve … sayı ile onaylı olağan genel kurul kararı ile ana sözleşme tadil metninin 27.05.2014 tarih ve … şayılı …Gazetesi’nde yayınlandığını, ilanın 6. maddesinde sermayenin yeni şekli yayınlanmış olup müvekkilinin 50 paya karşılık 50.000,00 TL değerindeki hisselerinin davalı … ‘e devrettiğini, anılan davalının şirketin%25’ine ortak olup 3 yıl müddetle müşterek imza ile temsil ve ilzam etmesine şeklinde göreve seçildiğini, müvekkilinin şirketin başlatmış olduğu inşaat projesi için 260.000,00 $ ‘ın ödeme yapılan gündeki kur karşılığı 15.12.2014 tarihinde 200.000,00 TL, 15.01.2015, 20.01.2015, 10.02.2015 ye 11.03.2015 tarihlerinde ayrı ayrı 100.000,00 TL olmak üzere toplamda 600.000,00 TL” nin şirketin …. Bankası bünyesindeki hesabına ödünç para olarak yatırıldığını, sonrasında bu paraların iade edilmediğini, şirketin münferit yöneticisi davalı ….’in ödenen parayı iade edeceğini belirterek müvekkilini oyalayıp iyi niyetini suistimal ettiğini, müvekkilinin 50 pay olan hissesini 01.09.2015 tarih ve … sayılı … Gazetesi’nden görüleceği üzere şirketin kurucularından …’e devrettiğini, devir karşılığı 50.000,00 TL bedelin ödenmediğini, yapılan görüşmeler neticesinde herhangi bir ödeme yapılmayacağını beyan etmeleri üzerine Büyükçekmece …. Noterliği 12.07.2019 tarih ve … sayılı ihtarnamenin gönderildiğini, ihtarname ile ödeme yapılmayacağı beyanı üzerine huzurdaki davanın açıldığını iddia ile fazlaya ilişkin haklarının saklı kalması kaydıyla; davalı şirkete ödenen 600.000,00 TL’nin şimdilik 1.000,00 TL’sinin ödeme günü itibariyle reeskont faiziyle tahsiline, usulüne uygun hisse devir sözleşmesi ve ilanı yapılmadığı ve 50.000,00 TL bedelin müvekkiline ödenmemesinden hisse devrinin iptaline, bu istemin kabul edilmemesi halinde hisse devir bedelinin şimdilik 1.000,00 TL’sinin tahsiline, devir tarihi itibariyle reeskont faizine, müvekkilinin şirket ortağı olduğu dönem ve sonrasında yoksun kaldığı payına düşen karın tespiti ile reeskont faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle;Davacının talep ettiği alacak miktarı üzerinden harcı tamamlaması gerektiğini, bu taleplerin aynı dava içerisinde ileri sürülmesinin HMK 57, 58 ve 59, maddelerinde düzenlenen ihtiyari ve mecburi dava arkadaşlığı hükümlerine aykırı olduğunu, müvekkili … ‘den devrettiği hissenin iptalini, olmadığı takdirde almadığını iddia ettiği hisse karşılığı olan 50.000,00 TL’nin ödenmesini talep ettiğini, diğer müvekkili davalı şirketten ise borç olarak verdiğini iddia ettiği toplam 600.000,00 TL’nin ödenmesini talep ettiğini, ancak tarafların ayrı ayrı kişiler olduğunu, bu taleplerin temelini oluşturan olaylar ve hukuki sebeplerin ayrı ve birbiri ile irtibatlı olmadığını, bu sebeplerle davanın her iki davalı yönünden ayrı ayrı açılması gerektiğini, davalı …. yönünden; müvekkiline yapılmış olan pay devrinin usulüne uygun olduğunu, 21.08.2015 tarihli devir sözleşmesinde davacının tüm hak ve alacaklarını nakden aldığını açık bir şekilde beyan ettiğini, devir sözleşmesinin TTK hükümleri kapsamında işleme konularak şirket kayıtlarına geçirilip … Gazetesinde yayınlanarak işlemlerin tamamlandığını, davacının hisse devri ile ilgili olarak müvekkili ….’den hiçbir hak ve alacağı bulunmadığını beyanla müvekkili hakkındaki davanın teddine karar verilmesini, davalı şirket yönünden; davacı tarafın toplamda 600.000,00 TL’yi borç olarak şirkete gönderdiğini iddia ettiğini, oysa ki davacının şirket adına olan meblağları şirket hesabına aktardığını, şirkete borç vermediğini, bilindiği gibi genel kuralın, dekont ve havale ile yapılan ödemelerin bir borcun ifası için olup alacak belgesi hükmünde olmadığını, aksini iddia edenin ispat etmek zorunda olduğunu, dekontlarda başka amaçla havale yapıldığına ilişkin bir açıklama bulunmadığından ispat külfetinin davacıda olduğunu, davacının şirket hesabına havale ettiğini iddia ettiği meblağların 2014, 2015 dönemine ait olduğu beyan edilmiş ancak şirketteki payını 21.08.2015 tarihinde müvekkiline devir ve temlik ettiğini, başka bir deyişle şirkete borç olarak verdiğini iddia ettiği 600.000,00 TL’yi verdiği tarihten yaklaşık 1 yıl sonra bu işlemi yaptığını, dolayısıyla davacının hisselerini müvekkili … ‘e devir ve temlik ettiği tarihte şirketteki geriye dönük tüm hak ve alacaklarını alması gerektiğini, tüm bu sebeplerle davacının gerçekte müvekkili şirkete borç adı altında verdiği bir meblağ olmadığını, davacıya hiçbir borcu bulunmadığını beyanla davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER VE GEREKÇE:
Dava, hisse devir sözleşmesi kapsamında alacağın tahsili istemine ilişkindir.
Davacının ortağı olduğu davalı şirkete ödemiş olduğu paraların borç ödemesi veya sermaye ödemesi olup olmadığı, bu miktarların sermaye ödemesini aşıp aşmadığı, havale sebebi, devir sözleşmesi olduğu ileri sürülen ibraname dikkate alındığında alacağın bulunup bulunmadığı ile miktarının belirlenmesi noktasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Davacının ilk iddiası, davalı … ‘e yapmış olduğu hisse devrinin geçersizliğinin tespiti, devredilen hisselerin kendi adına tescili, bu talebin kabul görmemesi halinde hisse bedellerinin tahsili istemine ilişkindir. Dosya kapsamından dava konusu hisse devir sözleşmesinin yapılarak şirketin pay defterine işlendiği, ayrıca ticaret siciline tescil ve ilan edildiği görülmektedir.
TTK Madde 39- (1) Her tacir, ticari işletmesine ilişkin işlemleri, ticaret unvanıyla yapmak ve işletmesiyle ilgili senetlerle diğer belgeleri bu unvan altında imzalamak zorundadır. (2) (Değişik fıkra: 26/06/2012-6335 S.K./6.md.) Tescil edilen ticaret unvanı, ticari işletmenin görülebilecek bir yerine okunaklı bir şekilde yazılır. Tacirin işletmesiyle ilgili olarak düzenlediği ticari mektuplarda ve ticari defterlere yapılan kayıtların dayandığı belgelerde tacirin sicil numarası, ticaret unvanı, işletmesinin merkezi ile tacir internet sitesi oluşturma yükümlülüğüne tabi ise tescil edilen internet sitesinin adresi de gösterilir. … Madde 40- (1) Her tacir, ticari işletmenin açıldığı günden itibaren onbeş gün içinde, ticari işletmesini ve seçtiği ticaret unvanını, işletme merkezinin bulunduğu yer ticaret siciline tescil ve ilan ettirir. Hükümlerine amirdir.
Anılan hüküm gereği sicile kaydı gereken bir husus kayıt ve ilan edildikten sonra artık üçüncü kişiler bu hususları bilmedikleri iddiasında bulunamazlar. Bir başka anlatımla yasaya uygun olarak tutulan sicil kayıtları bakımından üçüncü kişilerin bu hususu bildiği yönünde kanuni bir karine oluşur. Bu durumda üçüncü kişiler ticaret sicil kayıtlarını veya … Gazetesinde çıkan ilanları bilmediklerini ya da okumadıklarını ileri süremezler. Sicile kaydedilmesi gereken bir husus kaydedildikten sonra kaydın ilgilisi 39/1 gereği bu hüküm üçüncü kişiler hakkında hüküm ifade etmeye başladığı andan itibaren korunur. Artık sicile kaydedilmiş hususun bilinmemesi riskini üçüncü kişi taşır. Böylece üçüncü kişi sicil kayıtlarının içeriğini öğrenmekle yükümlü kılınmış olmaktadır. Söz konusu bilgi edinme yükümlülüğü sadece tacirler için değil tacir olmayan kimseler bakımından da geçerlidir. Sicilin olumlu etkisine ilişkin bu olgu dikkate alındığında, ticaret sicilinde ilan edilen pay devri, davacının iyi niyetini ortadan kaldırmaktadır. Bu bakımdan davacının şekli eksiklikler bulunduğu gerekçesiyle payın devrinin iptalini talep edemeyeceğinin kabulü gerekir.
Payın devrine ilişkin olarak herhangi bir usulsüzlüğe rastlanmamış olmakla birlikte, bir an için pay devrinin usulsüz yapıldığı, gereken şekli şartların yerine getirilmediği kabul edilse dahi, pay devri tescil ve ilan edildiğinden, bir başka deyişle devir yükümlülüğü yerine getirildiğinden, aradan uzun bir süre geçtiğinden artık şekle aykırılığın ileri sürülmesi olanaksızdır.
Gerçekten de bir içtihadı birleştirme genel kurulu kararı olması nedeniyle somut olay açısından da bağlayıcı olan YİBGK’nun E. 1987/2, K. 1988/2 sayı ve 30.09.1988 tarihli kararında, resmi şekil şartının dahi yerine getirilmediği bazı durumlarda sözleşmenin geçerli olabileceği açıkça ifade edilmiştir. Söz konusu kararda şu hususlara yer verilmiştir: “ … Genel olarak şeklin amacı, bazen taraflardan birinin veya her ikisinin, bazen de üçüncü kişilerin veyahut kamunun yararını korumak, hukuki güvenliği sağlamaktır. … sözleşmelerin resmi şekilde yapılmasının tarafları koruyucu amacı şöyle ifade edilmektedir: “- Tarafları dikkate davet etmek, acele ile yanlış kararlara varmamak ve altından kalkılmayacak yüklere girmemek- ” .. şekle uyulmadan yapılan sözleşme sahih olmaz. Başka bir anlatımla Kanun, öngördüğü şekil, bir geçerlik (sıhhat) şartı olarak düzenlemiş bulunmakta ve buna uyulmadan yapılan sözleşmelere, “geçersizlik” müeyyidesini (hukuki sonucunu) bağlamaktadır. … Bu geçersizliğin hukuki mahiyeti doktrinde tartışmalı olup, klasik olarak nitelenen “butlan” görüşüne karşı son yıllarda “kendine özgün geçersizlik görüşü” de savunulmakta ve şekil kurallarının amaçsal yorumundan hareketle (şekil noksanlığının herkes tarafından değil, bundan zarar gören tarafça def ‘i olarak ileri sürülebileceği; şekil noksanlığının hakim tarafından re’sen gözetilemiyeceği… benimsemektedir. Bu itibarla, kanunda öngörülen şekil şartı, emredici niteliktedir ve hakim şekil noksanlığını (taraflar ileri sürmemiş olsalar dahi yargılamanın her safhasında) re’sen göz önüne almak zorundadır. Keza, geçersiz bir sözleşmeyi ifadan kaçınmak, kural olarak, ahlaka aykırılık teşkil etmez; ifa edilmeyen edimlerin ifası istenemez ve karşı tarafın iyi niyeti göz önünde tutulamaz.25.1.1984 gün ve 3/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararında da ifade edildiği üzere, Medeni Kanunun 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hakime özel ve istisnai hallerde adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme imkanını sağlamaktır. Madde hükmünün bu özelliği, İsviçre Federal Kurulunun Medeni Kanun tasarısını Millet Meclisine sevkine ilişkin 1904 tarihli mesajında şöyle açıklanmaktadır: “Bir hakkın kullanılmasının açıkça adaletsizlik teşkil ettiği ve gerçek hakkın tanınması ve ferdin korunması için bütün hukuki yolların kapalı bulunduğu hallerde MK. m.2.f.2 hükmünün amacı, zaruretten doğan ve olağanüstü bir imkan sağlamaktadır”… Medeni Kanunun 2. maddesinin ikinci fiıkrasındaki kuralla, kanunun ve hakkın mutlaklığı ilkesine istisna getirilmiştir. Ancak, bu kuralın taliliği (ikinciliği) de gözetilerek, öncelikle her meseleye ona ilişkin kanun hükümleri tatbik edilmeli; uygulanan kanun hükümlerinin adalete aykırı olabileceği bazı istisnai durumlarda da, 2. Maddedeki kural, haksızlığı tashih edici bir şekilde uygulanabilmelidir. Gerçekten de hukukun her alanında uygulanma niteliğine sahip olan hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının; şekle aykırılığı ileri sürme hakkı için de bir sınır teşkil ettiği, buyurucu niteliği itibariyle hakim tarafından re’sen gözetilmesi gerektiği bugün Türk-İsviçre öğretisi ve uygulamasında tartışmasız olarak kabul edilmektedir. (Yargıtay HGK. nun13.2.1974 gün ve 524/103 sayılı; 2.10.1974 gün ve 2/810-1043 sayılı; 7.12.1983 gün ve 4/224-1276 sayılı … kararları).
Taraflar şekle aykırı bir sözleşmeden doğan edimlerini her türlü yanılgıdan uzak bir şekilde bilerek ve isteyerek tümüyle yerine getirmişlerse (tapuda tescil işlemi yapılmışsa), bunun iadesinin istenmesinin hakkın kötüye kullanılması teşkil ettiği Yargıtay uygulamasıyla kabul edilmektedir (HGK. nun 11.3.1953 gün ve 2/9 sayılı 10.9.1955 gün ve 1/62-63 sayılı Kararları…).
Davacı taraf, hisse devir bedelinin ödenmesini talep etmiştir. Davalı devralan ise hisse bedelinin ödendiğini iddia etmiştir. Sunulan belgedeki tüm hak ve alacakların alındığının belirtildiği ancak davacı tarafın imzaya itiraz ettiği anlaşılmıştır. Bunun üzerine imza incelemesi yapılmış olup imzaların davacı tarafa ait olduğu tespit edilmiştir.
Davacının diğer iddiası, davalı şirkete vermiş olduğu 600.000-TL’lik borcun tahsiline karar verilmesi gerektiği yönündedir. Bilirkişi tarafından mali inceleme bölümünde tespit edildiği üzere, davacı tarafından davalı şirkete toplamda 600.000-TL banka havaleleri yapıldığı havale dekontlarında herhangi bir açıklamaya yer verilmediği görülmektedir. Banka makbuzlarında davalı şirkete borç verildiğine ilişkin bir ibare bulunmadığından, bu makbuzların kural olarak bir borçlandırma belgesi değil ödeme aracı olarak esas alınması gerekir. Gerçekten de Yargıtay 13.11.D’nin 2005/14219 E. 2006/895 K. sayılı ve 31.01.2006 tarihli kararında da ifade edildiği üzere, “…kural olarak ‘havale’ bir ödeme aracı olup, havale olsa dahi havale belgelerinde paranın borç olarak gönderildiğinin belirtilmesi gerekir. Havale makbuzlarında paranın borç olarak gönderildiği belirtilmemiş ise, bu şekildeki bir havale belgesinin “ödünç” ilişkinin kanıtı olabileceği kabul edilemez”.
Buna göre, hisse devrinin geçersizliğinin ileri sürülemeyeceği, davalı tarafın hisse bedelini ödediğinin ispatı gerektiği ve 600.000,00 TLden sorumlu olacağı anlaşılmıştır. Bunun üzerine sunulan hisse devir senedinde 50.000,00 TL bedelle birlikte şirkete olan tüm hak ve alacakları dahil satıp devrettiği, bedeli nakden ve tamamen aldığı belirtilmiş ve taraflarca imza altına alınmıştır. Davacı taraf bu belgedeki imzayı inkar etmişse de alınan güncel imza örneklerinde yapılan gözlemde ve alınan bilirkişi raporunda imzanın davacıya ait olduğu tespit edilmiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacının bir alacağının bulunmadığı anlaşılmakla davanın reddine karar verilmiştir.
HÜKÜM:Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davanın REDDİNE,
2-Harçlar Kanunu’na göre belirlenen 179,90TL ilam harcından peşin alınan 59,79TL harcın mahsubu ile bakiye 120,11TL harcın davacıdan alınarak hazineye gelir kaydedilmesine,
3-6235 sayılı Hukuki Uyuşmazlıklarda Arabuluculuk Kanununun 18/A maddesinin 13. fıkrası uyarınca Adalet Bakanlığı bütçesinden ödenen ve yargılama giderinden sayılan Arabuluculuk ücreti olan 1.320,00 TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydedilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre hesaplanan 1.000,00TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalıya verilmesine,
6-HMK’nın 333. maddesi gereğince hükmün kesinleşmesinden sonra artan avansın taraflara iadesine,
Dair davacı vekili ile davalı vekilinin yüzüne karşı gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde İstinaf yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 10/01/2023
Katip …
¸e-imzalıdır
Hakim ….
¸e-imzalıdır