Emsal Mahkeme Kararı Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi 2022/41 E. 2022/620 K. 13.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. BAKIRKÖY 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2022/41 Esas
KARAR NO : 2022/620

DAVA : Tazminat (Ticari Niteliktekinde Haksız Fiilden Kaynaklanan (2918 S.K.Hariç))
DAVA TARİHİ : 15/10/2021
KARAR TARİHİ : 13/06/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 08/07/2022

Mahkememizde görülmekte olan Tazminat (Ticari Niteliktekinde Haksız Fiilden Kaynaklanan (2918 S.K.Hariç)) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
TALEP;Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davalının www…com internet sitesinde 21/09/2021 tarihinde yayınlanan ve diğer davalı … tarafından kaleme alınan gerçek dışı ve iftira niteliği taşıyan açıklamalar nedeni ile müvekkili şirketin ticari itibarını zedelediğini, basın yolu ile kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu, kamuoyu nezdinde tamamen olumsuz algı yaratarak karalama kampanyası oluşturduklarını belirterek; davanın kabulü ile kişilik hakları ve ticari itibarları zarar gören davacı için 0,03-TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline, hükmün tiraji en büyük iki ulusal gazetede yayınlanmasını ve gerçek dışı iddia, ithamlarla haber yapan davalının internet sitesine yayınlanmasına, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP;Davalılar vekili cevap dilekçesinde özetle;Davalı … yönünden pasif husumet yokluğu ,diğer davalılar tarafından hazırlanan ve yayınlanan haber içeriği ve sunuluş biçimi itibariyle hukuka ve Basın Kanunu’nda sayılan gazetecilik ve habercilik ilke ve prensiplerine tamamen uygun olduğunu, davacı, davalıların hangi eylemlerinin ne şekilde haksız rekabete yol açtığını ortaya koyamadığını, haksız fiilin görünümü olan haksız rekabet bakımından aranan koşullar yerine gelmediğini ve somut olay bakımından hukuki sorumluluk şartları oluşmadığını, davacı dava konusu haber nedeni ile önce İstanbul CBS nezdinde suç duyurusunda bulunmuşsa da, davacı şirket’in şikayeti üzerine açılan soruşturma dosyasında takipsizlik kararı verildiğini belirterek davalılar vekili davanın reddi ile yargılama gideri ve vekalet ücretinin davacı üzerinde bırakılmasını arz ve talep etmiştir.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE;

İş bu dava yayın sureti ile kişilik haklarına saldırı ve haksız rekabet iddiasıyla açılan manevi tazminat davasıdır.
Davacının …. adı altında birden fazla gazete ve tv kanalının sahibi olduğu, davalı … ‘nin yer sağlayıcısı olduğu anlaşılan www…com uzantılı internet sitesinde diğer davalı … tarafından kaleme alınan,
21/09/2021 tarihli …. patronu …., 1.4 milyar dolarlık kredi yapılandırma görüşmelerinde başlıklı haber içeriğinin aşağıdaki gibi olduğu;
” …(….)- Görüşmelere aşina olan üst düzey bir bankacı, Türkiye’nin en büyük medya patronu olan …. Holding’in 2018’de gazete ve TV istasyonları satın almak için kullanılan fonlar da dahil olmak üzere toplamda 1,4 milyar dolara yakın krediyi yeniden yapılandırmak için kreditörlerle görüşmelerde bulunduğunu ifade etti.
İsminin açıklanmaması kaydıyla konuşan bankacı, elinde enerji, gayrimenkul ve diğer varlıkları bulunan …’in … Bankasından bir adet yüksek miktarda, diğer özel ve kamu bankalarından daha düşük miktarlarda alınan kredileri yapılandırmayı hedeflediğini söyledi.
Bankacı, başka bir kaynakla birlikte, …’in 2018 yılında …. gazetesi, … ve … Holding’in diğer varlıkları satın almasından kar elde edemediğini belirtti.
Sözü edilen bankacı Salı günü …’e verdiği demeçte, bu durumun yeniden yapılandırmanın kabul edilmesini zorlaştıracağını söyledi.
Türkiye’nin en büyük bankası …, yorum yapmaktan kaçındı.
… Holdingi sözcüsü, daha önceden …. tarafından haberleştirilmiş olan yeniden yapılandırma görüşmeleri hakkında …’in görüş alma talebine hemen yanıt vermedi.
… Grubu uzun zamandır Türkiye’nin laik düzeninin sacayaklarından biri olarak görülüyordu ve gazeteleri, TV ve radyo istasyonlarını hükümet yanlısı …’e satması Türkiye’nin ana akım medyasını ezici bir çoğunlukla ….’ın tarafına kaydırdı.
Haber: …, ….; Editör: ….

Dava konusu uyuşmazlık 21/09/2011 tarihli …com internet sitesinde yayınlanan haber sebebi ile davacının kişilik haklarının ve ticari itibarının zarar görüp görmediği davalıların eylemlerinin haksız rekabet oluşturup oluşturmadığı, manevi tazminat isteminin yerinde olup olmadığı, davalıların pasif dava ehliyetlerinin olup olmadıkları anılan sitenin yer ve erişim sağlayıcısının kim olduğu noktalarında toplanmakla ;
Davacının 20/05/2022 tarihli dilekçe ile www….com uzantılı internet sitesinin içerik sağlayıcısının … olduğuna dair beyan dilekçesi sunmuştur.Bu hali ile davalının husumet itirazı üzere diğer davalı …’nin dava konusu haberin yer-hizmet sağlayıcısı-sunucusu olmadığı anlaşılmıştır.
Davacı tarafından iş bu dosyaya konu yapılan 21 Eylül tarihli ve 4 Ekim tarihli haber ve yazılardan kaynaklı şüpheli …. hakkında 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanununa Muhalefet (Haksız Rekabet) ve İftira suçundan soruşturma başlatılmış, İstanbul CBS …. soruşturma numarası ile kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği ve kararın kesinleştiği görülmüştür.
Davacı tarafın manevi tazminat talebinin dayanağı TMK’nın 24 ve 25. Maddeleri ve TBK’nun 49. Maddesi uyarınca kişilik haklarına saldırı ile TTK’nun 54 vd. Maddeleri uyarınca haksız rekabet hükümleri oluşturmaktadır. Zira davacılar ile davalının aynı sektör içerisinde faaliyette bulunmaları nedeni ile haksız rekabet hükümlerine de tabi oldukları açıktır.
Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır.
Anayasanın 90. maddesinin son fıkrası ise; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
Hâl böyle olunca, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşme’nin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İfade Özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin birinci fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir.
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın “demokratik toplum” olmaz (Handyside, parag. 49, başvuru no: 5493/72, 07.12.1976). AİHS’nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, başvuru no: 35839/97, 22 Şubat 2005).
İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel
sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
1. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, başvuru no: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, başvuru no: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20 Ekim 2009).
2. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği konusu:
Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “… bu özgürlüklerin kullanılması, demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku yoktur. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin “kişilik hakları”, diğer yanda “ifade özgürlüğü” bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O., Nalbant, A; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
3. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı konusu:
AİHM, ifade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, başvuru no: 13585/88, 26.11.1991).
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.04.2018 tarihli ve 2017/4-1320 E., 2018/986 K.; 30.05.2018 tarihli ve 2017/4-1470 E., 2018/1144 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Basın özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM basın ile ilgili kararlarında ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değinildikten sonra basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtilmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi, kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handyside/Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976, Başvuru No: 5493/72, 49, Centro Europa 7 S.R.L. And Dı Stefano/İtalya, Başvuru No: 38433/09, 131).
Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki, basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için haberin gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayımın haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayımın hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi ancak açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı halinde mümkündür. Yapılan bir yayım bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.06.2015 tarihli ve 2014/4-33 E., 2015/1504 K., 08.05.2013 tarihli ve 2012/4-1162 E., 2013/631 K.sayılı kararları).
Önemle vurgulanmalıdır ki yayımlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan “hukuka aykırılık” gerçekleşmeyeceğinden basının sorumluluğu da söz konusu olamaz.
Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırma, inceleme ve olayları o anda belirlenen biçimi ile değerlendirme, yayma ve yayınlama yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengenin bozulmaması gerekir.
Öte yandan haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı durumlarda, özle biçim arasındaki denge bozulmuş sayılır. Bu da hukuka aykırılığın varlığını kabule imkan sağlar.
Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
Ne var ki, basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi ve gerek Anayasanın Temel Haklar ve Ödevler bölümünde yer alan ve gerekse 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) 24 ve 25. maddelerinde ve yine özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması yasal bir zorunluluk ve hukuki gerekliliktir.
Yine, basının manevi tazminat sorumluluğunun doğması 818 sayılı Borçlar Kanununun 49. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m. 58) maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır. (T.C.İSTANBULBÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ4. HUKUK DAİRESİ( 2019/1268 K: 2021/1280)
Davacı taraf finans kuruluşları ile kredi ilişkisi içinde olmasının olağan olduğu ancak kredi ilişkilerini sorunsuz sürdürdüğünü, yazı içeriğinin gerçek dışı iddialara dayandığı bu haber sebebi ile halka açık şirketlerinin piyasa değerinin düştüğünü, itibarlarının sarsıldığını iddia etmiş,davalı taraf haberin bankacılık kaynaklarından edinildiğini ,2018 yılında davacının kredi kullandığına ilişkin bir kısım haber görüntüleri dosyaya ekleyerek ,haberin yayınlanmasında kamu yararı bulunduğu ,haberin güncel olduğu ,incitici ve abartılı olmadığı ,haksız rekabet şartlarının da oluşmadığını, davacının iddiasının aksine finans durumunun iyiye gittiğine dair grafikler dosyaya sunmuştur.
Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; davalı yazar ve yer sağlayıcısı tarafından yapılan haberin, toplumun bilgi edinme, basının haber verme hakkı kapsamında kaldığı, habere yönelik toplumsal ilginin bulunduğu, özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı, demokratik toplum tarafından meşru sayılabilecek nitelikte, ifade özgürlüğüne getirilmesi gereken bir sınırlamanın gerekli olmadığı, yapılan haberin içeriğinde kişilik haklarına bir saldırı olmaması, haberin görünen gerçekliğe uygun olması ve yukarıda açıklanan çatışan yararlar dengesinin bu tip davalarda davalılar lehine korunması gerektiği anlaşılmakla; Davalı ….Ajansı A.Ş. Ve davalı … aleyhine açılan davanın ispatlanamadığından reddine,Davalı … aleyhine açılan davanın pasif dava ehliyeti noksanlığı sebebi ile reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM;Yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davalı …. Ajansı A.Ş. Ve davalı … aleyhine açılan davanın ispatlanamadığından reddine,
2-Davalı … aleyhine açılan davanın pasif dava ehliyeti noksanlığı sebebi ile reddine,
3-Karar tarihinde yürülükte bulunan haçlar tarifesi gereğince alınması gereken 80,70- TL harcın 59,30 TL peşin harçtan mahsubu ile kalan 21,4‬0 TL bakiye harcın davacıdan alınarak hazineye irad kaydına,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
5-Yürürlükteki AAÜT gereğince hesap edilen 0,03 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendisini vekil ile temsil ettiren davalılara verilmesine,
6-Kullanılmayan gider avansı konusunda HMK 333. maddesi gereğince kararın kesinleşmesinden sonra karar verilmesine,
7-Arabuluculuk masrafı olan 1.600,00-TL’ nin davacıdan alınarak hazineye irad kaydına,
Dair, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 341 vd. maddeleri gereğince (5235 sayılı Kanunun 2. maddesi de dikkate alınarak) davacı vekili ve davalı vekilinin yüzüne karşı, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki hafta içinde mahkememize verilecek veya başka bir mahkeme aracılığıyla gönderilecek dilekçe ile İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi ilgili Hukuk Dairesi nezdinde istinaf kanun yolu açık olmak üzere açıkça okunup usulen anlatıldı. 13/06/2022

Katip …
e-imzalıdır

Hakim …
e-imzalıdır