Emsal Mahkeme Kararı Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/711 E. 2019/1129 K. 18.12.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. BAKIRKÖY 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2018/711
KARAR NO : 2019/1129

DAVA : Tazminat (Rücuen Tazminat)
DAVA TARİHİ : 12/07/2018
KARAR TARİHİ : 18/12/2019
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 03/01/2020

Mahkememizde görülmekte olan Tazminat (Rücuen Tazminat) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili, İstanbul … İş mahkemesinin …. E sayılı dava dosyasında davalılar ile birlikte … ve müvekkili şirket aleyhine açılan alacak davası sonunda müvekkili hakkındaki davanın reddine diğer davalılar hakkındaki davanın kabulüne ilişkin kararın kesinleşmesi ve İstanbul …. İcra müdürlüğünün … E sayılı dava dosyası ile icra kakibinae konu edilmesi üzerine davalı borçlulardan …. tarafından icra dosyasına 325.230,20 TL ödeme yapılmak zorunda kalındığını, 28/03/2013 tarihinde imzalanan hisse devir sözleşmesine kadar …’nin %100 hissesinin müvekkili şirkete ait olduğunu,bilahare ödemeyi yapan …’nin devir sözleşmesinin 7.4. maddesine dayanarak müvekkili şirket aleyhine Ankara …. ATM’nin …. E sayılı dava dosyası ile rücuen alacak davası açtığını mahkemece …. K sayılı karar ile davanın kısmen kabulüne karar verildiğini ve kararın temyizi üzerine kesinleştiğini ve müvekkilinin kesinleşen bu ilam gereğince …’ye 21/07/2016 tarihinde 969.681,00 TL ödeme yaptığını, halbuki rücu davasının temeli olan İstanbul … İş mahkemesinin …. E sayılı dava dosyasında davalılar da davalı olmasına ve müştereken ve müteselsilen sorumlu olmalarına rağmen bunlar aleyhine dava açılmadığoı gibi, bunlarca ödeme de yapılmadığını iler sürerek ödenen 969.681,00 TL ile anılan dosyaya yapılan 39.531,58 TL yargılama gideri toplamı 1.009.212,58 TL’nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle davalılardan müşterek eve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı şirket vekili, dava dilekçesinde sözü edilen iş mahkemesi kararına konu 325.230,20 TLödemenin 03/05/2006 tarihinde o davanın davalılarından … tarafından yapıldığının izahtan vareste bulunduğunu, müvekkiline …. tarafından dava açılmadığı iddiasının doğru olmadığını, zira …. taraıfından müvekkili şirket aleyhine Büyükçekmece …. A. H. mahkemesinin …. E sayılı dava dosyası ile müvekkilinin kusuruna denk gelen 65.049,04 TL için dava açıldığını,mahkemece müvekkilinin yaptığı ödemelerle …. tarafından ibra edildiği gerekçesiyle davanın ret edildiğini, zamanaşımı itirazlarının bulunduğunu,ayrıca müvekkili ile yapılan sözleşme ve ekli şartnamenin 33. maddesine göre iş kazası nedeniyle sorumluluk halinde talepte bulunulamayacağını savunarak davanın reddini dilemiştir.
Davalı …., kendisinin ….’da yardımcı usta olarak çalıştığını, olayın oluşumunda kusurunun bulunmadığını savunarak davanın reddini dilemiş; bilaharede tahkikat aşamasında verdiği dilekçe ile zamanaşamı itirazında bulunmuştur.
Dava, Haksız fiilden kaynaklanan rücuen tazminat isteğine ilişkindir.
Davalı ….ANONİM ŞİRKETİ vekili cevap dilekçesiyle zamanaşımı itirazında bulunmuştur. Diğer davalı ise cevap dilekçesiyle böyle bir itirazda bulunmamış; ne var ki davanın tahkikatı aşamasında verdiği ıslah dilekçesiyle o da zamanaşımı itirazında bulunmuştur. Bu nedenle HMK 142. maddesi gereğince öncelikle bu itirazlar hakkında karar verilmesi gerekir.
Bilindiği üzere özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 146-161 (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 125-140.) maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı, hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup, alacak hakkı alacaklı tarafından, yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle, dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu halde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber artık doğal bir borç haline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def’ide bulunması gerekir. (HGK’nun 05.05.2010 gün ve 2010/8-231 E., 255 K. sayılı kararı)
Zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle maddi hukuktan kaynaklanan bir def’i olup; usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt:2, İstanbul 2001, s.1761 vd; Von Tuhr: Borçlar Hukuku (C.Edege Çevirisi), Ankara 1983, Cilt:1-2, s.688 vd.; Canbolat, F.: Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, Kayseri 2008, s.255 vd.).
Zamanaşımı def’i, davalının aslında var olan bir borcunu özel bir nedenle yerine getirmekten kaçınmasına olanak veren bir haktır. Bu hakkı kullanıp kullanmamak tamamen borçluya kalmıştır. Diğer bir anlatımla davalı tarafından zamanaşımı def’i ileri sürülmedikçe, o hak ve alacak için yasanın öngördüğü zamanaşımı süresi dolmuş olsa bile hakim bunu kendiliğinden göz önüne alamaz.(BK m.140, TBK m.161)
Maddi hukuktan kaynaklanan bir def’i ve savunma aracı olan zamanaşımının yargılamanın hangi aşamasında ileri sürülmesi gerektiği konusunda ise gerek eldeki davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Zamanaşımı, kanunda (HUMK m.187, HMK m.116) sınırlı olarak sayılan ilk itirazlardan olmadığından cevap dilekçesi ile ileri sürülme zorunluluğu bulunmamaktadır. İlk itirazların karşı taraf muvafakat etse bile esasa cevap süresi geçtikten sonra ileri sürülmesi mümkün değildir. Buna karşın esasa cevap süresi geçirilse bile zamanaşımı def’i ileri sürülebilir. Ne var ki bir savunma aracı olan zamanaşımı def’inin, savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağının başladığı ana kadar ileri sürülmesi gerekmektedir. Bu ana kadar ileri sürülmeyen zamanaşımı def’inin sonradan ileri sürülmesi savunmanın genişletilmesi niteliğinde olacağından, mahkemece dikkate alınabilmesi davacının itirazı ile karşılaşmaması koşuluna bağlıdır.
Öğreti ve uygulamada “savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı” olarak adlandırılan bu yasak, davalının savunmasında ileri sürdüğü olgular, istemler ve itirazlarını sonradan genişletmesi ya da değiştirmesinin mümkün olmaması demektir. Kanunda gösterilen istisnalar dışında davacı davasını genişletip değiştiremeyeceği gibi davalı da savunmasını genişletip değiştiremez. Bu yasak, usul hukukunda benimsenen teksif ilkesinin önemli bir sonucu olup bu yasağın hangi anda başladığını belirlemek için yasal düzenlemelere bakmak gerekmektedir.
HUMK’nın yürürlükte olduğu dönemde savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin davalıya tebliği ile başlamaktadır. Davalı taraf cevap dilekçesinde tüm savunmalarını sebepleriyle beraber bildirmek zorundadır. Cevap dilekçesinin davacıya tebliğinden sonra savunma sebepleri genişletilemez ve değiştirilemez; eş söyleyişle, cevap dilekçesinde bildirilmeyen def’iler ileri sürülemez; ayrıca, cevap dilekçesindeki savunmanın dayandırıldığı olgular da genişletilemez ve değiştirilemez. Bu nedenle, HUMK’nın uygulandığı dönemde zamanaşımı savunması davanın başında, süresinde verilecek cevap dilekçesinde (veya sözlü yargılama usulünde ilk oturumda esasa girişilmeden önce) yapılabilmekte idi. Ancak, bu yasağın istisnaları da aynı maddenin 3. fıkrasında gösterilmiş ve ıslah da bu istisnalar arasında sayılarak, ıslahla savunma sebeplerinin genişletileceği veya değiştirilebileceği kabul edilmiştir. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 06.04.2011 gün ve 2010/9-629 E., 2011/70 K. sayılı kararı ile 12.06.2013 gün ve 2012/10-1633 E., 2013/825 K. sayılı kararlarında süresinde davaya cevap vermekle beraber, zamanaşımı savunmasında bulunmayan davalının bu savunmasını ıslah suretiyle sonradan ileri sürebileceği, sonradan ıslahla ileri sürmesinde usule aykırı bir yönün bulunmadığı kabul edilmiştir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda ise iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı 141. maddede hüküm altına alınmış olup, anılan maddede;
” (1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.
  (2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” düzenlemesine yer verilerek yargılamanın aşamalarına göre bir ayrım yapılmıştır.
Bu yeni düzenlemede, yargılamanın ilk kesiti olan dilekçelerin teatisi (verilmesi) aşamasında iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı söz konusu değildir. Tarafların cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi ile iddia ve savunmalarını serbestçe genişletmesi yahut değiştirmesi mümkündür. Savunmayı genişletme veya değiştirme yasağı ikinci cevap dilekçesinin verilmesi ile başlar. Ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile savunma genişletilebilir ya da değiştirilebilir. Şayet davacı ön inceleme duruşmasına mazeretsiz olarak gelmezse davalı yine savunmasını serbestçe(davacının muvafakati aranmaksızın) değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra ise iddia veya savunmanın genişletilmesi yahut değiştirilmesi yasaktır. Bu yasağın istisnaları yine maddenin son fıkrasında açıklanmış ve karşı tarafın açık muvafakati ya da ıslah suretiyle iddia ve savunmanın genişletilip değiştirilebileceği kabul edilmiştir.
Belirtmek gerekir ki 6100 sayılı HMK’nın sistematiği içerisinde tahkikat aşamasına geçilmeden önce tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlık konularının çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılması hedeflenmiştir.
Davaya yasal süresi içerisinde cevap vermemiş olan davalının süresinden sonra vereceği cevap dilekçesi ile zamanaşımı def’inde bulunabilmesi ancak davacının muvafakat etmesi ile mümkündür. Aksi halde savunmanın genişletilmesi itirazı ile karşılaşan zamanaşımı def’ine değer verilemez. HUMK’nın 202. maddesi uyarınca davacının açık ya da zımni muvafakati yeterli iken, 6100 sayılı HMK’nın yürürlüğünden sonra tarafların açık muvafakati olmadığı takdirde iddia ve savunma genişletilemeyeceğinden davacının açık muvafakati olmadığı sürece zamanaşımı savunması dikkate alınamaz.
Eldeki davada; dava dilekçesi davalı yana tebliğ edilmiş, davalılardan davalı şirket tarafından yasal süresiiçinde cevap dilekçesi sunulmuş olup cevap dilekçesinde zamanaşımı savunmasında bulunulmuştur. Davalılardan … ise yasal sürede cevap vermesine rağmen cevap dilekçesinde zamanaşamı savunmasında bulunmamış; bilahare bilirkişi raporu alındıktan sonra verdiği ıslah dilekçesi ile zamanaşımı savunmasında bulunmuştur. Davalı …’in ıslah yolu ile ileri sürdüğü zamanaşımı savunmasının değerlendirilebilmesi için öncelikle “ıslah” ile ilgili kısa bir açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır.
Kavram olarak ıslah taraflardan birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesidir (6100 sayılı HMK. m. 176, mülga 1086 sayılı HUMK. m.83).Islah kurumu, iddia ve müdafaanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkandır. Zira bu suretle, aslında yasal itiraz ile karşılaşılabilecek olan herhangi bir taraf muamelesi, ıslah kurumu yardımı ile artık bu itirazı davet etmeksizin yapabilmektedir (Üstündağ, S.: Medeni Yargılama Hukuku, C.I.II.B.5, İstanbul 1992, s.534). Islah, mahkemeye yöneltilen tek taraflı ve açık bir irade beyanı olduğundan, yasal şartları yerine getirildiği takdirde karşı tarafın ya da mahkemenin kabulüne bağlı olmaksızın yapılabilir. İddia ve savunmayı değiştirme ya da genişletme sayılmayan hallerde veya karşı tarafın genişletme ve değiştirmeye rıza gösterdiği hallerde ıslaha başvurmaya gerek olmadığı açıktır.
Davanın tamamen ıslahı mümkün olduğu gibi kısmen ıslahı da mümkündür. Ancak, ıslahın yapılması zamanı bakımından Kanunda sınırlandırılmış ve HMK’nın “ıslahın zamanı ve şekli” başlıklı 177. maddesinin 1. fıkrasında, tahkikatın sona ermesine kadar ıslahın yapılabileceği düzenlenmiştir. (Mülga 1086 s. HUMK. m. 84) Yine ıslahın sayısı da sınırlandırılmış ve HMK’nın 176. maddesinin 2. fıkrasında aynı davada, tarafların ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilecekleri düzenleme altına alınmıştır.
Islahın konusu tarafların yaptıkları kendi usul işlemleridir. Taraflar ıslahla, dilekçelerinde belirttikleri vakıaları, dava konusunu, talep sonucunu değiştirebilirler. Islahın amacı, yargılama sürecinde şekil ve süreye aykırılık sebebiyle ortaya çıkabilecek maddi hak kayıplarını ortadan kaldırmak olduğundan hak ve alacağı bu sürecin dışında ortadan kaldırmış olan işlemlerin, yani maddi hukuk işlemlerinin ıslah yoluyla düzeltilebilmesi elbette ki mümkün değildir. Bir başka deyişle, maddi hakkı sona erdiren maddi hukuk işlemleri, ıslahla düzeltilemez. Feragat, kabul, sulh gibi işlemler, velev ki dava içinde yapılsın, asıl hakkı ortadan kaldırdıklarından, usul işlemi olduğu kadar (davayı etkilediği için usul işlemidir) maddi hukuk işlemi mahiyetini de taşımaktadır ve bu sebeple bu işlemlerin ıslah yoluyla düzeltilmesi imkansızdır. Çünkü ıslah, yargılama hukukunun şekle ve süreye bağlılığından kaynaklanan zımni hak kayıplarının telafisi için öngörülmüş bir müessesedir. Açık bir irade beyanı ile terk edilen haklar, maddi gerçeğin şekle feda edilmesi gibi bir sonuç doğurmadığı için ıslahın konusu olamaz.
Az yukarıda değinildiği üzere ıslahın konusunu tarafların yaptıkları usul işlemleri oluşturduğundan taraflardan birinin ıslah yoluna başvurabilmesi için daha önce yapmış olduğu bir usul işleminin bulunması gerekir. Gerek mülga 1086 sayılı HUMK’nın 83. maddesinde, gerekse yargılama sırasında yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 176. maddesinde taraflardan her birinin yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu nedenle cevap dilekçesinin ıslahı için öncelikle yapılması gereken usul işlemi davaya cevap vermekten ibarettir. Cevap dilekçesinin hiç verilmemiş olması halinde ortada ıslah edilmesi mümkün bir usul işleminin varlığından söz edilemez. Aksi halde, suskun kalınarak hiç cevap verilmemiş olması halinin bir usul işlemi olarak kabulü gerekir. Bu çerçevede süresi geçtikten sonra yapılan ve karşı çıkılan savunmanın da hiç yapılmamış gibi olduğunu ve aynı hukuki sonucu doğuracağını belirtmek gerekir. Usul işleminin ıslahla düzeltilmesi öncelikle geçerli bir hukuki işlemin varlığını gerektirdiğinden yapılmamış hükmünde sayılan bir usul işleminin ıslahla düzeltilmesi de düşünülemez.
Bu aşamada süresinde cevap dilekçesi verilmemesinin doğuracağı sonuca da değinmek gerekmektedir.
Bilindiği üzere davalı, davaya cevap vermek zorunda değildir. Davanın cevapsız bırakılması ya da süresi içinde cevap dilekçesi verilmemesi halinde davalının, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkar etmiş sayılacağı 6100 sayılı HMK’nın 128. maddesinde düzenleme altına alınmıştır. Bu kural, HUMK’nın yürürlükte olduğu dönemde de öğreti ve yargı kararlar ile kabul edilmiştir. Ancak, süresinde cevap dilekçesi vermemek suretiyle davanın inkarı ileri sürülen vakıaların inkarı niteliğinde olup, bu inkarın zamanaşımı def’ini de kapsadığı söylenemez. Ayrıca, davalının süresinden sonra verdiği cevap dilekçesini ıslah ederek zamanaşımı def’inde bulunabileceğini kabul etmek ıslah ile kaçırılmış olan sürenin geri getirilmesi, daha doğrusu ıslah ile davaya cevap verilmesi sonucunu doğuracaktır. Oysa ki kanun ile belirlenen süreler kesin olup, ıslah kaçırılmış olan süreleri geri getiren bir yol değildir.
Bu açıklamalardan sonra somut olaya bakıldığında davalı şirket tarafından cevap dilekçesiyle zamanaşımı itirazı ileri sürüldüğünden, davalı … tarafından ise tahkikat bitirilmeden önce yolu ile zamanaşımı itirazı ileri sürüldüğünden bu dilekçesinin ıslah dilekçesi olarak ve süresinde yapıldığının kabulü ile her iki davalı tarafından yapılan zamanaşımı itirazının incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Bu açıklamalardan sonra somut davada davalılarca ileri sürülen zamanaşımı itirazının yerinde olup olmadığına gelince;
Taraflardan davacı ile davalı …. şirketi arasında hizmet alım sözleşmesi bulunduğu, davacının tazminat ödemesine neden olan iş kazasında zarara uğrayan dava dışı işci …’ın ve davalı ….’in diğer davalı … şirketinin işçisi olduğu, davacı ile davalı …. arasında doğrudan doğruya bir hizmet akti bulunmadığı, zarar gören işci …’ın davalı Uzay şirketinin işçisi olduğu, kazadan daha sonra 24/07/2007 tarihli İ.H. Devir sözleşmesi ile dağıtım faaliyetinin dava dışı ….’a devredildiği, dava dışı işci ….’a iş kazası nedeniyle ödeme yapmak zorunda kalan ….’ın taraflar arasındaki devir sözleşmesine göre davacıya rücu ederek ödediği tazminatı istediği ve davanın lehine sonuçlandığı, ….’a devir sözleşmesi kapsamında ödeme yapan davacının olayda kusurları olduğu gerekçesiyle davalılara rücu amaçlı iş bu davayı açtıkları anlaşılmaktadır.
Davacı ile davalılardan …. arasında doğrudan doğruya bir hizmet sözlemesi bulunmadığından aralarındaki uyuşmazlık haksız fiil sorumluluğundan, diğer davalı … şirketi yönünden ise hizmet alım sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Rücu davasına konu olay 21/12/2001 tarihinde meydana gelmiştir.
Rücuen tazminat talebine konu olaya uygulanacak olay tarihinde yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 41. maddesinde (dava tarihi itibariyle uygulanması gereken 6098 sayılı TBK’nun 49. md.) haksız fiil tanımlanmış, 60. maddesinde de (TBK’nun değişik 72. md.) haksız fiilden zarar görenin bundan kaynaklanan zararının tazmini istemiyle açacağı davaların zararı ve faili öğrendiği tarihten itibaren 1 yıl ve herhalde haksız fiil tarihinden itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresine (TBK’nun 72. maddesinde 2 ve 10 yıllık) tabi bulunduğu belirtilmiştir.
Somut olayda; dava konusu olay 21/12/2001 tarihinde gerçekleşmiş olup eldeki dava 11/07/2018 tarihinde açılmıştır. Davalı …. yönünden BK 60. maddesinde (TBK 72. maddesinde) öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresi dolmuştur. Keza uzamış ceza zamanaşımı süresi de dolmuştur. Diğer davalı …. yönünden ise 818 sayılı BK’nın 125m. ( 6/98 saylı TBK 147m.) maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresi dolmuştur. Bu nedenle davalılar tarafından ileri sürülen zamanaşımı itirazının kabulüne karar verilmesi gerekmiştir.
Her ne kadar davacı vekili davacının dava dışı ….’a 21/07/2016 tarihinde ödeme yaptığını ve rücu amaçlı davanın süresinde açıldığını bildirmiş ise de az yukarıda açıklanan yasal nedenlerle bu itiraz yerinde bulunmamıştır.
HÜKÜM:Yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davanın Zamanaşımı nedeniyle REDDİNE,
2-Alınması gereken 44,40 TL karar harcının peşin alınan 17.234,83 TL harçtan mahsubu ile bakiyesinin davacıya iadesine,
3-Yürürlükteki AAÜT gereğince hesap edilen 54.226,38 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı Uzay şirketine verilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
5-Kullanılmayan gider avansı konusunda HMK 333. maddesi gereğince kararın kesinleşmesinden sonra karar verilmesine,
Dair, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 341vd. maddeleri gereğince gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki hafta içinde mahkememize verilecek veya başka bir mahkeme aracılığıyla gönderilecek dilekçe ile İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi ilgili Hukuk Dairesi nezdinde istinaf kanun yolu açık olmak üzere hazır taraf vekillerinin yüzünde oybirliği ile verilen karar açıkça okunup anlatıldı.18/12/2019 11:43

Başkan ….

Üye ….

Üye …

Katip ….