Emsal Mahkeme Kararı Bakırköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/814 E. 2023/335 K. 06.04.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. BAKIRKÖY 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2021/814
KARAR NO : 2023/335

DAVA : İflas (Adi Takipten Doğan İtirazın Kaldırılması Ve İflas (İİK 156))
DAVA TARİHİ : 13/12/2020
KARAR TARİHİ : 06/04/2023
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 10/05/2023

Mahkememizde görülmekte olan İflas (Adi Takipten Doğan İtirazın Kaldırılması Ve İflas (İİK 156)) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA:
Davacı İstanbul Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesine vermiş olduğu 13/12/2020 harçlandırma tarihli dava dilekçesinde ; Taraflar arasında 05/07/2018 tarihli uyuşmazlığı konu satış sözleşmesinin imzalandığını, sözleşmeden dolayı müvekkilinin alacaklı olduğunu, bu alacağın talep edilebilir hale geldiğini, icra takibine konu edildiğini, ancak davalının borca ve faize itiraz ettiğini, satış sözleşmesi kurulduktan sonra müvekkili şirketin davalı şirkete değişik tarihlerde, değişik miktarlarda ödemeler yaptığını, davalı şirketin mallarının teslimi noktasında temerrüte düştüğünü, temerrüt çerçevesinde davalı tarafa zararın tahsili için tahsil talebi iletildiğini, verilen süre içerisinde cevap verilmediğini, alacak taleplerinin red olunduğunu, bu çerçevede müvekkilinin alacaklı aleyhine icra takibi yaptığını, haksız olarak itiraz edildiğini, takipte belirtilen ana alacak ve işlemiş faiz tutarında müvekkilinin alacaklı olduğunun tespit edilerek, dayanak icra takibine yönelik itirazın kaldırılmasını ve davalı şirketin iflasını talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA ;
Davalı vekilinin İstanbul … Asliye Ticaret Mahkemesine sunmuş olduğu 16/02/2021 havale tarihli cevap dilekçesini özetle ; İcra mahkemesinin görevli olduğunu, hiçbir zaman davacıya aylık bir malların teslim taahhütü verilmediğini, davacı vekilince dava dosyasına eksik ya da kasti olarak bilgiler verildiğini, öncelikle davanın itirazın kaldırılmasına yönelik açıldığından davanın icra mahkemesinde açılması gerektiğini, iflas talebinin kötüniyetli olduğunu, davacı şirketin ABD tarafından ambargo altına alındığından ödeme güçlüğü içinde bulunduğundan dolayı teminat sunması gerektiğini, davacı tarafın dürüst davranma ve doğruyu söyleme edimini yerine getirmediğini, taraflar arasındaki sözleşmede teslim tarihinin bulunmadığını, esasen sözleşmenin ifası için … Ticaret A.Ş.’ye ait tesislerde üretime başlandığını, ödeme yükümlülüğünün zamanında yerine getirilmediği, alacağın temerrüte düştüğünü, müvekkillerinin hiçbir zaman bedel tahsil edip, üretim yapmayan konumda olmadığını, davacının üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediğinden oluşan zararların ise dava dışı …. Ticaret A.Ş. tarafından müvekkiline yansıtıldığını, davacının ihtarlarının samimiyetsiz ve çelişen iddialar içerdiğini bu nedenle davacının davasının reddine, davacı aleyhine kötüniyet tazminatına hükmolunmasına karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER ve GEREKÇE :
Dava, İİK’nun 156 ve devamı maddelerine dayalı olarak açılmış iflas yoluyla yapılan itirazın kaldırılması ve davalı şirketin iflası istemine ilişkindir.
Bilirkişiler …., Doç. Dr. ….ve … tarafından mahkememize sunulan 18/04/2022 tarihli bilirkişi raporunda özetle ; Tarafların 05.07.2018 tarihinde Satış Sözleşmesi akdedildiği, sözleşmenin 3.(b) maddesinin Türkçe metninde yer alan on beş (15) günlük teslim süresinin İngilizce metinde yer almadığı, ancak “Sözleşmenin Y ü” başlıklı 14. maddesinin gerek Türkçe gerekse de İngilizce metninde birbirine aykırılık teşkil eden metinlerden hangisinin uygulama alanı bulacağının “(…) İhtilaf halinde, bu Sözleşmenin Türkçe metni esas alınarak, ihtilaflar Türk Hukukuna göre çözülür.” denilmek suretiyle hüküm altına alındığı; bunun yanı sıra, 805 sayılı İktisadi Müesseselerde Mecburi Türkçe Kullanılması Hakkında Kanun’un 3. Maddesinde, sözleşmenin birden fazla lisanda düzenlenmesi halinde, Türkçe metnin esas alınacağının düzenlendiği, Sözleşmenin 3.b maddesinde belirtilen %50’lik ödeme koşulunun 23.10.2018 tarihi itibariyle 42.114.733,00-TL tutarı ile sağlanmış olduğu; bu tutarın proforma faturada yer alan bedelin de %50’sini aştığı, dolayısıyla davacının sözleşmede yer alan ifa sırasını gerçekleştirdiği ödemeler ile davalıya yönelttiği, proforma faturada yer alan satım bedelinin %50’sinin ödenmesinden itibaren 15 gün içerisinde davalının ifa için harekete geçmesi ve ürünleri davacıya göndermesi gerektiği; bu tarihin %50’ye ulaşılan 23.10.2018 tarihine tekabül ettiği, davalının, sözleşmede öngörülen 15 gün içerisinde edime uygun ifayı davacıya teklif ettiğini tevsik edici bir belgenin dosyaya sunulmaması halinde, davacının sözleşmeye uygun davrandığı; davalının ise 07.11.2018 tarihi itibariyle temerrüde düştüğü kabul edilebileceği, ihtarnamelerde kur farkından dolayı zarar iddiasında bulunulmuş ise de, işbu dava konusu icra takibinin TL alacaklara ilişkin olduğu; davacının davalıya gönderdiği bedellerin toplam 83.682.112,14 TL olduğu; davalının gönderdiği mal toplamının ise 36.103.161,12 TL olduğu; dolayısıyla davacının 47.578.951,02 TL fazla ödeme yaptığı, taraflardan birinin kusurlu olmasının, kusurlu olan tarafın tazminat yükümlüsü olması sonucunu beraberinde getireceği; buna karşın huzurdaki davanın konusu itibariyle kusur (tazminat) sorumluluğuna ilişkin olmayıp; davacı tarafından ifa edilen 83.682.112,14 TL’nin ödenmesine rağmen gönderilmeyen ürünlerin bedelinin iadesine ilişkin olduğu, davalının gönderdiği mal toplamının 36.103.161,12 TL olduğu hususu nazara alındığında davacının, ödeme yapmasına rağmen teslim almadığı ürünlerin karşılığı olan 47.578.951,02 TL’yi davalıdan talep edebilmesinin mümkün göründüğü; nihai takdirin mahkemede olduğu, Dava dışı …. tarafından davalıya kesilen cezai şart, davalının borcuna aykırı davranması sebebiyle ortaya çıktığından, bu cezai şartın reklamasyon yoluyla davacıya yansıtılamayacağı; şayet Muhterem Mahkemece aksi kanaatte olunması halinde davalının takas def’inin kabulü gerekeceğinden davacıya olan borcunun icra takip tarihinde 24.578.951,08 TL, dava tarihinden sonra ise 10.578.951,02-TL olduğunun kabul edilebileceği, sonradan yetkili mahkemede açılan dava, yetkisiz mahkemede açılmış olan davanın devamı niteliğinde kabul edildiğinden, hak düşürücü sürenin hesabında, yetkisiz mahkemede davanın açıldığı tarihe göre belirleneceği, dolayısıyla huzurdaki davanın İİK’nın 156/f.4 uyarınca bir yıllık hak düşürücü sürede açıldığı yönünde görüş bildirmişlerdir.
Bilirkişiler …., Doç. Dr. …. ve …. tarafından mahkememize sunulan 08/08/2022 tarihli bilirkişi ek raporunda özetle ; Davacı şirketin yazılı sözleşme kurulmadan önce taraflar arasındaki sözlü satış sözleşmesi gereğince davacı şirket tarafından davalı şirkete banka aracılığıyla siparişe mahsuben 1.320.037,28-TL ve 1.538.402,02-TL olmak üzere toplamda 2.858.439,30-TL’lik ödemede bulunduğunu; bu nedenle yapılan ödemenin 83.682.112,14-TL değil, 86.540.551,44-TL olduğunu iddia ettiği; ancak yapılan incelemelerde davacının bahse konu hesaplamalarına taraflar arasında evvelce gerçekleşen ticari ilişkide davalıdan aldığı mal karşılığı gönderdiği ödemeleri de dahil ettiği, bu nedenle 05.07.2018 tarihli sözleşmeye istinaden bu bedelin talep edilemeyeceği; şayet Muhterem Mahkemece aksi kanaatte olunması halinde bu bedelin talebinin mümkün olabileceği, taraflar arasındaki asıl ihtilafın, ifa sırasının hangi yanda olduğunun tespitine ilişkin olduğu; taraflar arasındaki sözleşmenin 3.b. maddesine göre siparişe konu ürünlerin tamamının davacı tarafından satış bedelinin %50’si ödendikten sonra davalı tarafından 15 gün içerisinde gönderileceğinin kararlaştırıldığı, dosyaya mübrez belgelerden davalı şirketin 23.10.2018 tarihinde 06.07.2018 tarihli 73.362.667,20-TL tutarlı proforma faturayı gönderdiğinin tespit edildiği; bu tarihin (23.10.2018) aynı zamanda davacı tarafından 16.07.2018 tarihinde 14.772.733-TL, 13.09.2018 tarihinde 14.000.000-TL ve 23.10.2018 tarihinde 13.342.000-TL gönderilmesi ile birlikte sözleşmede belirtilen %50 koşulunun sağlandığı tarihe tekabül ettiği, kök raporda davacının gerçekleştirdiği bu ödemeler ile ifa yükümlülüğünü yerine getirdiği ve ifada sıranın davalıya geçtiği sonucuna ulaşılmışsa da, sözleşme hükmünün yorumlanması neticesinde şu yönde yorumun da yapılabilmesinin mümkün olduğu; sözleşmenin 3.b maddesinde davacının üstlendiği edimi ne zaman ifa edeceğinin düzenlenmiş olmasına rağmen hangi sürede ifa edileceğinin düzenlenmediği, dolayısıyla davacının edimini sözleşmenin akdedildiği 05.07.2018 tarihinden 3 ay 18 gün sonra ifa ettiği, bu sürenin ticari hayatın oldukça hızlı süregeldiği bu dönemde herhangi bir şirketin ticari faaliyetlerini tamamen değiştirecek nitelikte olduğu hususunun da göz önünde bulundurulması gerektiği; aksi yönde bir düşüncenin davacıya ediminin ifası yönünden sınırsız bir süre tanıma sonucunu doğuracağı, bu durumun gerek hukuk güvenliğini zedelemesi gerekse de ifada keyfiyete sebebiyet verilmesi sonucunu beraberinde getirebileceği, alacaklının edim yükümlülüğünü süresinde veya gereği gibi yerine getirmemesi nedeniyle borçlunun zor durumda bırakılması ve ifa yükümlüğü altında tutulmasının sözleşmelerdeki taraf eşitliğine ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. Maddesi kapsamında nitelendirilen hakkaniyet prensiplerine de aykırılık teşkil edebileceği; dolayısıyla borçlu tarafından ifanın gerçekleştirilmemesinin davalının sorumluluğunu doğurmayacağı, tüm bu açıklamalardan sonuçla, sözleşmenin 3.b maddesinde belirtilen 9650’lik ödeme koşulunun 23.10.2018 tarihi itibariyle 42.114.733,00-TL tutarı ile sağlanmış olduğu; dolayısıyla davacının sözleşmede yer alan ifa sırasını gerçekleştirdiği ödemeler ile davalıya yönelttiği; fakat davalının, sözleşmede öngörülen 15 gün içerisinde edime uygun ifada bulunmadığı sonucuna ulaşılması halinde davalının 07.11.2018 tarihi itibariyle temerrüde düştüğünün kabul edilebileceği, buna karşın davacının edim yükümlülüğünü (%50′ ifa) 3 ay 18 gün sonra yerine getirmesinin ticari hayatın oldukça hızlı süregeldiği bu dönemde herhangi bir şirketin ticari faaliyetlerini tamamen değiştirecek nitelikte olduğu aksi yönde bir düşüncenin davacıya ediminin ifası yönünden sınırsız bir süre tanıma sonucunu doğuracağı; dolayısıyla bu durumun hukuk güvenliğinin ihlali ve ifada keyfiyeti beraberinde getirdiği sonucunu doğurduğu sonucuna ulaşılması halinde ise davacının temerrüde düştüğü bu nedenle davalının temerrüdünün ortadan kalkması sonucunu doğuracağından davalının def’inin kabulünün mümkün olabileceği, davacının edimini ifada temerrüde düşmesi nedeni ile uygulanan cezaları davacıya rücu etmesi ve takas definde bulunmasının mümkün olup olmadığı yönünden ise bir üst maddede vardığımız sonuçtan hareketle Muhterem Mahkemece davacı şirketin gerek 9050’lik bedeli sözleşmenin akdedilmesi tarihinden itibaren 3 ay 18 gün sonra ödemesi gerek dolar kurunun artması sonucunda davalının zor durumda kalması sonucunu doğurması gerekse de ifa yükümlüğü altında tutulmasının sözleşmelerdeki taraf eşitliğine ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesi kapsamında nitelendirilen hakkaniyet prensiplerine aykırılık teşkil etmesi nedeniyle davalının sorumlu – tutulamayacağı kanaatinde olunması halinde davalıya yansıtılan reklamasyon tutarının davacının alacağına mahsup edilebilmesinin mümkün olabileceği; hâl böyle olunca davalının takas/mahsup def’inin kabulü ile davacıya olan borcunun icra takip tarihinde 24.578.951,08 TL, dava tarihinden sonra ise 10.578.951,02-TL olduğunun ifade edilebileceği yönünde görüş bildirmişlerdir.
Bilirkişiler …, Doç. Dr. … ve …. tarafından mahkememize sunulan 22/12/2022 tarihli bilirkişi ek raporunda özetle ; Taraflar arasındaki mailleşmelerden davacı şirketin, davalının temerrüde düşmüş olmasına rağmen TBK m. 212/f.3 kapsamında yine de sözleşmeye konu olan edimlerin ifası arzusunda olduğu; borçlunun ifayı yerine getirmesi ve alacaklının bu ifayı kabul etmesi halinde artık temerrüt hukuki sebebinden bahsetmek mümkün olmayacağı, şayet mahkemece aksi kanaatte olunması halinde ise davalının temerrüde düştüğünden bahsetmenin mümkün olabileceği, temerrüt tarihinden sonraki süreçte davalının üstlendiği edimi ifaya yönelmesi davacının da bu edimi kabul etmesinin tarafların, davalının sözleşmede üstlendiği on beş günlük ifa süresinin tadili yönünde mutabık kaldıklarını ortaya koyduğu hâl böyle olunca somut ihtilaf özelinde davalının temerrüdünden bahsetmenin mümkün olmadığının ifade edilebileceği; şayet mahkemece aksi kanaatte olunması halinde ise tadilden söz edilemeyeceğinden davalının temerrüde düştüğünden bahsetmenin mümkün olabileceği, davalının 07.11.2018 tarihine kadar, davacı adına üreteceği ürünler nedeniyle katlandığı ve davacıya yansıtabileceği gider + masraflar toplamının 6.967.574,76 TL hesaplandığı, davacının 47.578.951,02 TL alacaklı olduğuna kanaat edilmesi halinde, 21.04.2020 tarihinden takip tarihine kadar işlemiş faizin 1.243.570,39 TL hesaplandığı, davacının 24.578.951,08 TL alacaklı olduğuna kanaat edilmesi halinde, 21.04.2020 tarihinden takip tarihine kadar işlemiş faizin 642.419,71 TL hesaplandığı, davacının 10.578.951,02 TL alacaklı olduğuna kanaat edilmesi halinde, 21.04.2020 tarihinden takip tarihine kadar işlemiş faizin 276.501,90 TL hesaplandığı, davacının 40.611.376,26 TL alacaklı olduğuna kanaat edilmesi halinde, 21.04.2020 tarihinden takip tarihine kadar işlemiş faizin 1.061.458,98 TL hesaplandığı yönünde görüş bildirmişlerdir.
Bilirkişi …. tarafından mahkememize sunulan 15/02/2023 tarihli bilirkişi ek raporunda özetle ; Davacının, asıl alacak, takip öncesi işlemiş faiz, işbu rapor tarihi olan 15.02.2023 tarihine kadar hesaplanan faiz, vekalet ücreti, tahsil harcı, ve icra masrafları olmak üzere, 15.02.2023 tarihi itiba depo emrine esas alacak tutarının 53.466.481.97 TL olarak hesaplandığı, 15.02.2023 tarihinde depo kararı verilmemesi halinde, bu tarihten sonra asıl alacağa işleyecek günlük faiz tutarının 10.013,76 TL olacağı yönünde görüş bildirmiştir.
… 05.07.2018 tarihinde Satış Sözleşmesi akdetmiş, sözleşmeye istinaden davalı dava dışı …. firmasına 06.07.2018 tarihinde 73.863.667,20 TL bedelli proforma fatura düzenlemiş, davalının sevkiyata başlaması için davacının sipariş bedelinin%50’sini ödemesi şartı olup, davacı 23.10.2018 tarihinde siparişin %50’lik kısmını ödemiş, davalı davacıya malların tamamının Şubat/2019 sonuna kadar sevk edileceği bilgisini vermiş, davacı da malın kalan bedelinin tamamını 30.11.2018 tarihinde göndermiş, ancak davalı Şubat/2019 tarihinde gönderdiği e-mail ile malların sevkiyatının Haziran/2019 sonuna kadar gerçekleşeceği bilgisi vermiştir.
Davalı şirket, sözleşmenin Türkçe metninde bulunan “bedelinin ödenmesinden itibaren 15 gün içerisinde malların teslim edileceğine ” ilişkin kaydın İngilizce metinde bulunmadığını ileri sürmüştür. Dosyaya mübrez 05.07.2018 tarihli sözleşmenin 3.(b) maddesinin Türkçe metninde yer alan on beş (15) günlük teslim süresi İngilizce metinde yer almamaktadır. Ancak “Sözleşmenin Yürürlüğü” başlıklı 14. maddesinin gerek Türkçe gerekse de İngilizce metninde birbirine aykırılık teşkil eden metinlerden hangisinin uygulama alanı bulacağı “(…) İhtilaf halinde, bu Sözleşmenin Türkçe metni esas alınarak, ihtilaflar Türk Hukukuna göre çözülür.” denilmek suretiyle hüküm altına alınmıştır. Her ne kadar 12.02.2021 tarihli cevap dilekçesinin 10. Sayfasında davalı şirket tarafından “(..) Lakin bu uyumsuzluk sözleşmenin 13.Maddesinde belirtildiği şekilde bir “çelişki” değil, maddenin hatalı kalem alınmasından kaynaklanan bir hatadır (…)” şeklinde bir beyan ileri sürülmüşse de kanaatimizce tarafların tacir olmaları hasebiyle TTK m. 18/f.2 gereği basiretli bir tacir gibi davranıp sözleşme metinlerini dikkatli bir biçimde incelemeleri beklenir.
Öte yandan 805 sayılı İktisadi Müesseselerde Mecburi Türkçe Kullanılması Hakkında Kanun’un 3. maddesinde, sözleşmenin birden fazla lisanda düzenlenmesi halinde, Türkçe metnin esas alınacağı kabul edilmiştir:
“İkinci maddede mezkür şirket ve müesseseler muamelatında Türkçeden başka bir lisanı dahi ilaveten kullanabilirlerse de asıl olan Türkçe olup mesul imzaların Türkçe metin zirine vaz’ı mecburidir. Bu memnuiyete rağmen imza diğer lisanla yazılmış kısım veya nüshanın altına mevzu olsa dahi Türkçesi muteberdir”
Dolayısıyla bahse konu sözleşmenin 3.(b) maddesinin Türkçe metni esas alınarak sözleşmenin yorumlanması ve tarafların hak ve borçları bu metin üzerinden değerlendirilmesi gerekmektedir.
Dosyaya mübrez belgelerden taraflar arasındaki asıl ihtilafın, ifa sırasının hangi tarafta olduğunun – tespitine ilişkin olduğu noktasında toplandığı anlaşılmaktadır. Zira dava dilekçesinde sözleşme metninin 3.b. maddesine göre satış bedelinin %50’si ödendikten sonra 15 gün içerisinde malların tamamının davalı tarafından gönderileceği ileri sürülmüş olup;
16/07/2018 — 14.772.733-TL
13/09/2018 — 14.000.000-TL
23/10/2018 — 13.342.000-TL ödemeler sonucunda, 23.10.2018 tarihi itibariyle satış bedelinin %50’sinin ödendiği ifade edilmiştir. Bu kapsamda ise ifa yükümlülüğünde sıranın davalıya geçtiği beyan edilmiştir.

Buna karşın cevap dilekçesinde ise, “Bir diğer yandan davacı vekilinin sözleşme bedelinin ödendiğinde 15 gün içinde malların teslim edileceği savı da hukuka uygun değildir. Böyle bir vade öncelikle taraflar arasındaki hukuki ilişki kapsamında ürünlerin üretilmesi için hayatın olağan akışına uygun bir vade değildir. (…)” denilmek suretiyle karşı beyanda bulunulmuştur. Hâl böyle olunca öncelikle ihtilafa konu madde hükmünün yorumlanması gerekmektedir. Sözleşme’nin 3.b maddesine göre:
“Teslim koşulları ve proforma fatura alıcı tarafından yazılı olarak kabul edilip, proforma faturada yer alan satım bedelinin 9650 sinin ödenmesinden itibaren satıcı 15 gün içerisinde sipariş edilen malları Çiğli/İzmir’deki fabrika deposundan konteynerler halinde yükleyecek ve … Limanına sevk edecektir. Sözleşmede teslim şekli ….’dur.”
İlgili hükümden de anlaşılacağı üzere, öncelikle (7) proforma fatura alıcı tarafından yazılı olarak kabul edilecek olup; (2) proforma faturada yer alan satım bedelinin %50’sinin ödenmesinden itibaren satıcı 15 gün içerisinde sipariş edilen malları fabrika deposundan konteynerler halinde yükleyecek ve … Limanına sevk edecektir.
Bu kapsamda dosyaya mübrez belgelerden davalı şirketin 23.10.2018 tarihinde 06.07.2018 tarihli 73.362.667,20-TL tutarlı proforma faturayı gönderdiği tespit edilmektedir ki; bu tarih (23.10.2018) aynı zamanda 16.07.2018 tarihinde 14.772.733-TL, 13.09.2018- tarihinde 14.000.000-TL ve 23.10.2018 tarihinde 13.342.000-TL gönderilmesi ile birlikte sözleşmede belirtilen %50 koşulunun sağlandığı tarihe tekabül etmektedir. Bir başka ifade ile sözleşmenin ilgili maddesinde belirtilen *%0’lik ödeme koşulu 23.10.2018 tarihi itibariyle 42.114.733,00- TL tutarı ile sağlanmış olup; proforma faturada yer alan bedelin de %50’sini aşmaktadır. Bu yönü ile davacının sözleşmede yer alan ifa sırasını gerçekleştirdiği ödemeler ile davalıya yönelttiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Devamında ise proforma faturada yer alan satım bedelinin %50’sinin ödenmesinden itibaren satıcı 15 gün içerisinde davalının ifa için harekete geçmesi ve ürünleri davacıya göndermesi gerektiği ifade edilmiştir. Bu tarih yukarıda da ifade edildiği üzere %50’ye ulaşılan 23.10.2018 tarihine tekabül etmektedir.
Karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmenin ifası isteminde bulunan tarafın, sözleşmenin koşullarına ve özelliklerine göre daha sonra ifa etme hakkı olmadıkça, kendi borcunu ifa etmiş ya da ifasını önermiş olması gerekir (TBK m.97). Taraflar arasındaki akdi ilişki irdelendiğinde davalının ifa yükümlülüğünün davacının %50 peşinatı ödeme şartına bağlı kılındığı görülmektedir. Bir başka deyişle davalının ifa yükümlülüğü %50’ye tekabül eden tarihten itibaren başlayacaktır ki; bu tarih 23.10.2018 tarihine denk gelmekte olup davalının edim tarihten itibaren doğacaktır. Bu nedenle davalının, en geç 07.11.2018 tarihine kadar edimin ifasını teklif ettiğini veya edimin ifası için bahse konu ürünlerin en azından gemiye yüklendiğini ispat etmesi gerekmektedir. Ne var ki dosyada bu yönde bir tutanak, konşimento veya teslim/tesellüm tutanağı rastlanılamadığı gibi mailleşmelerden de davalının üstlendiği yükümlülüğü yerine getirmediği anlaşılmaktadır.
Her ne kadar dosyaya mübrez belgelerde davalı şirketin ambargo uygulandığı gerekçesiyle teslimin gerçekleşmediği ileri sürülmüşse de T.C. Ticaret Bakanlığı Gümrükler Genel Müdürlüğün’ne yazılan …. tarihli yazı ile davalı şirketin Ambargo kapsamında olup olmadığı sorulmuş olup; T.C. Ticaret Bakanlığı Uluslararası Anlaşmalar Ve Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü …. Tarihli Yazısı ile davalı şirketin 25.07.2019 tarihinde yaptırım listesine dahil edildiği bilgisi verilmiştir. Hâl böyle olunca bahse konu ambargonun davalı şirketin ifa yükümlülüğünden yaklaşık bir yıl sonra uygulandığı görülmektedir.

Her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi beklenir (TTK m.18/f.2). Bu itibarla somut ihtilafta davalının, en geç teslim tarihinde edimin ifasını teklif etmeli fakat ifa teklifinin kabul edilmediği gerekçesiyle edimin ifa edilemediğini tutanak altına alması gerekirdi. Tüm bu açıklamalar neticesinde, davalının üstlendiği ifa yükümlülüğünü (ürünü gemiye teslim etme) yerine getirmediği anlaşılmaktadır.
Davalı tarafından, sözleşmede öngörülen 15 gün içerisinde edime uygun ifayı davacıya teklif ettiğini tevsik edici bir belgenin dosyaya sunulmadığı, davacının sözleşmeye uygun davrandığı; davalının ise 07.11.2018 tarihi itibariyle temerrüde düştüğü kabul edilmiştir.
Mahkememizce olay bu şekilde kabul edilmekle birlikte bilirkişi kurulu ek raporlarında davacının alacaklının temerrüdünün söz konusu olması halinde borçlu temerrüdünün doğmayabileceği ve davalının temerrütten sonrada ifaya devam etmesi ve davacının bunu kabul etmesinin borçlunun temerrüdünün sona ermesi olarak değerlendirilebileceğine ilişkin tespitlerde bulunmuştur.
Taraflar arasında kurulmuş bulunan bir sözleşmenin taraflarından biri süresinde edimini ifa etmezse borçlunun temerrüdü kavramı karşımıza çıkar.
Geniş anlamda borçlu temerrüdü (borçlunun direnimi) borçlunun sözleşmeye aykırı davranması, borcunu ifa etmemesi demektir. Bu hâlde ifa olanağı bulunmasına rağmen kararlaştırılan zaman geldiği ve uyarıldığı hâlde borçlu borcunu ifa etmemektedir.
Türk Borçlar Kanunu’nun 125. maddesine göre karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde temerrüde düşen borçlu, verilen süre içinde, borcunu ifa etmemişse veya süre verilmesini gerektirmeyen bir durum söz konusu ise alacaklı, her zaman borcun ifasını ve gecikme sebebiyle tazminat isteyebileceği gibi (m. 125/1) borcun ifasından ve gecikme tazminatı isteme hakkından vazgeçtiğini hemen bildirerek, borcun ifa edilmemesinden doğan zararın giderilmesini isteyebilir veya sözleşmeden dönebilir (m. 125/2). Sözleşmeden dönme hâlinde taraflar, karşılıklı olarak ifa yükümlülüğünden kurtulurlar ve daha önce ifa ettikleri edimleri geri isteyebilirler. Bu durumda borçlu, temerrüde düşmekte kusuru olmadığını ispat edemezse alacaklı, sözleşmenin hükümsüz kalması sebebiyle uğradığı zararın giderilmesini de isteyebilir (m.125/3).
Sözleşmeden dönme hâlinde alacaklının sözleşmenin hükümsüz kalması nedeniyle uğradığı zarar menfi zarardır.
Menfi zarar ise, sözleşmenin kurulmamasından yahut geçersiz olmasından doğan zarardır ve bu bağlamda sözleşmenin kurulduğuna veya geçerli olarak kurulmuş bulunduğuna duyulan güvenin boşa çıkmasından doğan bir zarar söz konusudur. Alacaklının malvarlığının hâlihazır durumu ile sözleşme yapılmamış olsaydı arz edeceği durum arasındaki fark, menfi zararı meydana getirir. Menfi zarar da tıpkı müspet zarar gibi fiili zarar ve yoksun kalınan kâr yani kaçırılan fırsattan oluşur. Bu bağlamda yapılan sözleşmenin geçerliliğine güvenerek başka bir sözleşme yapmamak suretiyle kaçırılan fırsatlar da menfi zararın bir türünü oluşturur (Fikret EREN: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2019, s.1186).
Borçlunun temerrüdü ile ilgili olarak yapılan genel açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde,bilirkişi kurulu “sözleşme hükmünün yorumlanması neticesinde şu yönde yorumun da yapılabilmesinin mümkün olduğu; sözleşmenin 3.b maddesinde davacının üstlendiği edimi ne zaman ifa edeceğinin düzenlenmiş olmasına rağmen hangi sürede ifa edileceğinin düzenlenmediği, dolayısıyla davacının edimini sözleşmenin akdedildiği 05.07.2018 tarihinden 3 ay 18 gün sonra ifa ettiği, bu sürenin ticari hayatın oldukça hızlı süregeldiği bu dönemde herhangi bir şirketin ticari faaliyetlerini tamamen değiştirecek nitelikte olduğu hususunun da göz önünde bulundurulması gerektiği ” yönünde görüş bildirmiş ise de,taraflar arasındaki sözleşmenin yorumlanmasında,davacı alacaklının edimini ne zaman ifa edeceğine ilişkin bir zaman sınırlaması olmamakla birlikte ,davacı alacaklı 23/10/2018 tarihine kadar sözleşme uyarınca yüklendiği yükümü yerine getirmiştir.Bu süre 3 ay 18 gün olması ticari işlerin hızlılığı ve değişkenliği gözönüne alınarak uzun kabul edilse dahi davalı buna ses çıkarmayarak kendi edimini ifa etmeye başlamıştır.Davalının,bu süreye ilişkin olarakta sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması amacıyla TBK’nın 138.maddesi uyarınca ifa güçlüğü nedeniyle bir uyarlama talebi de olmamıştır.Kaldıki böyle bir durumda dahi alacaklının edimini yerine getirmeyerek temerrüde düştüğünü söyleyebilmek söz konusu değildir.Yine davalının,davacı edimini yerine getirinceye kadar değişen ticari koşullara ve davacının katlanması gereken yükümlülükler gözönüne alınarak,3 ay 18 günlük sürede davalının,davacıya yansıtabileceği gider kalemleri dikkate alınmıştır.Buna göre,alacaklının temerrüdü koşulları somut olayda uygulanma imkânı bulunmadığından,davalının 07/11/2018 tarihi itibariyle temerrüde düştüğü sonucuna varılmıştır.
Diğer taraftan bilirkişi kurulu,TBK’nın 212.maddesini gerekçe göstererek,davalının ,ifasını arz etmesi ve bu ifanın davacı tarafından kabul edilmesi nedeniyle borçlunun temerrüdünün sona ereceği yönünde görüş bildirmişlerdir.
Borçlu temerrüdü, objektif açıdan edimin usulüne uygun bir şekilde teslim edilmesi ile sona erer. Alacaklı kabulde temerrüde düşerse, sadece onun temerrüde düşmesi sebebiyle değil, bilâkis alacaklı temerrüde düşmeden önce ona teslim edilen edim yüzünden de borçlunun temerrüdü kendiliğinden sona erer.Bu kapsamda somut olay değerlendirildiğinde,davalı,temerrüde düştükten sonra da davacıya sözleşme konusu malların bir kısmını göndermiş ise de,davacının bu malları kabul etmesi,sözleşmeyi ayakta tutmaya çalışması davalının temerrüdünü ortadan kaldırmaz.Davacı sözleşme uyarınca tamamını ödediği malı borçlu temerrüde düşse dahi tabiiki kabul edecektir.Bu durum,borçlunun ifasını zamanında ve tam olarak yapamaması sebebiyle temerrüdünün sona ermesini gerektirmez.Borçlunun temerrüdünün sona ermesi için sözleşme uyarınca gönderilmesi gereken malın davacıya gönderilmesi gerekmektedir.Bu nedenle bilirkişi kurulunun yorumu doğru bulunmamıştır.Zaten davalının yerine getirdiği kısmi ifa kadar borçlu temerrüdü sona ermiş davacı bu mallara ilişkinde herhangi bir zarar talebinde bulunmadığı gibi buna ilişkin bir talebi de yoktur.
Sonuç olarak,davalının sözleşme uyarınca,edimini yerine getirmeyerek 07/11/2018 tarihi itibariyle temerrüde düştüğü ve temerrüdünün sonuçlarına katlanması gerektiği,davacının,sözleşmeden dönerek ifa ettiği edimi geri istemesinin koşullarının oluştuğu, temerrüt tarihine kadar davalının davacıya yansıtabileceği zararların davacı tarafından ödenen bedelden düşülmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
İflâsa tâbi bir borçluya karşı İİK m. 155 vd. maddelerine göre iflâs yollarından herhangi biri ile (genel iflâs yolu, kambiyo senetlerine ait iflâs yolu veya doğrudan doğruya iflâs yolu) takip yapılması mümkündür.Alacaklılar, borçlunun muamele merkezinin bulunduğu yer icra dairesine başvurur (İİK m. 154) ve iflâs isteğini havi takip talebini doldurur. Böylece borçluya iflâs ödeme emri gönderilir (İİK m. 155; 171).
Borçlu, kendisine gönderilen iflâs ödeme emrine (yedi veya beş günlük) süresi içinde itiraz edebilir veya sessiz kalır (İİK m. 155; 171). Borçlunun süresinde itiraz etmeyerek borcunu ödememesi durumunda alacaklı, ödeme emrinin tebliğinden itibaren bir yıl içinde, borçlunun muamele merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinde iflâs davası açar ve borçlunun ödeme emrine itiraz etmediğini bildirerek, sadece iflâsına karar verilmesini ister (İİK m. 154, 3). Borçlu iflâs ödeme emrine süresinde itiraz etmişse takip durur ve alacaklı, ticaret mahkemesinde açacağı iflâs davasında, borçlunun itirazının kaldırılması ile iflâsına karar verilmesini ister (İİK m. 156, 3).
Borçlunun ödeme emrine itiraz etmesi üzerine açılan iflâs davasında asliye ticaret mahkemesi, alacaklının, borçlunun itirazının kaldırılması ve iflâsına karar verilmesi hakkındaki talebini inceler. Ticaret mahkemesi, bu inceleme sırasında borçlunun önceden bildirdiği itirazlarıyla bağlı değildir.Mahkeme, İİK m. 68’de sayılmış olan belgelerle sınırlı olmadan, genel hükümlere göre inceleme yapar144. Borçlunun itirazı haklı ise iflâs istemi reddedilir; itirazı haksız ise bir ara kararıyla kaldırılır. Ticaret mahkemesinin, borçlunun itirazının kesin kaldırılması kararıyla alacaklının iflâs takibi kesinleşir ve ilân edilir (İİK m. 158, 1). Alacaklının iflâs talebinin ilânından itibaren onbeş gün içinde, borçlunun diğer alacaklıları iflâs davasına müdahale ve itiraz edebilirler.
Alacağın varlığını, muaccel olduğunu ve ifa edilmediğini öne süren alacaklı, iflâs davasında ispat yükü altındadır (TMK m. 6; HMK m. 190).İddialarını ispatlayan alacaklıya karşı borçlu da, ödeme emrindeki itirazlarıyla bağlı olmadan, kendi iddialarını ispatlamalıdır. Herhangi bir alacak davasından farkı olmayan bu aşamadan sonra mahkeme, alacağın varlığına kanaat getirirse, borçlunun itirazı kaldırılır ve depo kararı verilmesi aşamasına gelinir (İİK m. 158, 2).
Asliye ticaret mahkemesi depo kararı ile, borçlunun yedi gün içinde asıl alacak, icra masrafları ve temerrüt tarihinden depo kararının verildiği tarihe kadar işlemiş faiz toplamından müteşekkil borcunu alacaklıya ifa veya mahkeme veznesine depo etmesini ister149 (İİK m. 158, 2).
Depo kararı borçluya veya varsa borçlunun vekiline tefhim edilir. Borçlu hazır değilse kendisine, vekil ile temsil ediyorsa vekiline depo kararının tebliği gerekir (Tebl.K. m. 11). Depo kararı bildiriminde, 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine uyulması zorunludur158 (İİK m. 158, 2).
Somut uyuşmazlıkta,davacı vekili, İstanbul … İcra Müdürlüğünün … esas sayılı takip dosyası üzerinden sözleşmeden kaynaklanan alacağının tahsili amacıyla iflas yoluyla takip talebinde bulunmuş, davalının itirazı üzerine,davacı vekili tarafından itirazın kaldırılarak davalı şirketin iflasına karar verilmesi amacıyla huzurdaki davayı açmıştır.
Mahkememizce yukarıda belirtilen esaslar çerçevesinde inceleme yapılarak bilirkişi raporu alınmış, buna göre davalının davacıya borçlu olduğu belirlenerek davalı-borçlunun itirazı ara karar ile kesin olarak kaldırıldıktan sonra depo emri düzenlenerek davalı vekiline tefhim edilmiştir.
Davalı tarafından depo emrine konu borç miktarı Mahkeme veznesine depo edilmiştir.
Tüm bu belirlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde,davacı vekili, davalı-borçlunun itirazının kaldırılarak davalı-borçlunun iflasına karar verilmesini talep etmiş ise de, davalı – borçlunun, depo emrine esas miktarı Mahkeme veznesine depo ettiği anlaşıldığından ödeme nedeniyle iflas davasının reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılarak aşağıdaki gibi hüküm fıkrası oluşturulmuştur.

HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Takipli iflas davasının REDDİNE,
2- Davalı şirket tarafından 22/02/2023 tarihinde yatırılan 53.466.481,97.-TL paranın karar kesinleştiğinde davacıya ödenmek üzere ilgili icra müdürlüğüne GÖNDERİLMESİNE,
3-Alınması gerekli 179,90 TL karar ve ilam harcından peşin alınan 54,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 125,50 TL harcın davalıdan alınarak hazineye İRAT KAYDINA,
4-Davacı tarafından ödenen 54,40 Başvurma Harcı ile 54,40 TL Peşin Harcın davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE,
5-Davacı tarafından yapılan 43 adet posta+tebligat ücreti 423,25 TL, üç bilirkişi inceleme ücreti 17.000,00 TL olmak üzere toplam 17.423,25 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE,
6-Davacı kendisini bir vekil ile temsil ettirdiği anlaşıldığından karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre kabul edilen miktar üzerinden hesap edilen 9.200,00 TL ücreti vekaletin davalıdan tahsili ile davacıya VERİLMESİNE,
7-Davacı tarafından yatırılan iflas avansının karar kesinleştiğinde davacıya İADESİNE,
8-Kararın kesinleşmesine kadar yapılan yargılama giderlerinin davacı tarafça peşin olarak yatırılan 250,00 TL yargılama gider avansından mahsubu ile bakiye kısmın karar kesinleştiğinde davacıya İADESİNE,
5235 sayılı Kanunun geçici 2’nci maddesine göre ,Bölge Adliye Mahkemeleri’nin kurulmasına ve 20 Temmuz 2016 tarihinde göreve başlamalarına dair kararların 07/11/2015 tarih ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği anlaşılmakla;2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun 164/2 nci madde hükmü uyarınca,mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye verilecek dilekçe ile kararın tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde veya istinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf,başvuru hakkı bulunmasa veya başvuru süresini geçirmiş olsa bile, mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye vereceği cevap dilekçesi ile 10 gün içerisinde İSTİNAF yolu açık olmak üzere davacı vekilinin yüzüne karşı,davalının yokluğunda verilen karar açıkça okunup,usulen anlatıldı.06/04/2023

Başkan …
☪e-imzalıdır.☪
Üye …
☪e-imzalıdır.☪
Üye …
☪e-imzalıdır.☪
Katip …
☪e-imzalıdır.☪

“İŞ BU EVRAK 5070 SAYILI ELEKTRONİK İMZA KANUNUNUN 5. MADDE UYARINCA GÜVENLİ ELEKTRONİK İMZA İLE İMZALANMIŞ OLUP, 22. MADDE UYARINCA DA ISLAK İMZA İLE İMZALANMAYACAKTIR.”