Emsal Mahkeme Kararı Bakırköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/696 E. 2022/735 K. 30.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. BAKIRKÖY 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2021/696
KARAR NO : 2022/735

DAVA : İtirazın İptali (Ödünç Verme Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 20/08/2021
KARAR TARİHİ : 30/06/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 04/07/2022

Mahkememizde görülmekte olan İtirazın İptali (Ödünç Verme Sözleşmesinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA:
Davacı vekilinin Bakırköy nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesine vermiş olduğu 20/08/2021 harçlandırma tarihli dava dilekçesinde;“Müvekkili tarafından davalıya 31.05.2016 tarihinde ödünç olarak 5.000.000,00 TL verildiğini, ödünç verilen bedelin tamamının müvekkiline iade edilmediğini, 26.05.2017 tarihinde 1.000.000,00 TL, 12.06.2017 tarihinde 1.000.000,00 TL ve 05.12.2017 tarihinde 1.000.000,00 TL ödeme yapıldığını, 2.000.000,00 TL’nin halen ödenmediği, ödeme yapmaması üzerine yukarıda ayrıntılı yazılı icra takibinin başlatıldığını, davalının haksız itirazı neticesinde takibin durduğunu, davalının kısmi ödeme yaparak ödünç ilişkisini kabul ettiğini beyan ederek, davalının itirazının iptaline, asıl alacağın %9 oranında yasal faizi ile takibin devamına, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı yana yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA:
Davalı vekilinin 27/09/2021 havale tarihli mahkememize sunduğu dilekçesinde özetle; Davacı ile müvekkili arasında pek çok konulardan kaynaklı faaliyetler geçtiğini, davacının bu faaliyetler neticesinde müvekkiline borçlandığını, müvekkiline borç verdiğini iddia ettiği ödemelerle borcunu ödediğini, müvekkiline borç verildiği iddia ediliyor ise bor verdiğini gösterir evraka bu hususta kayıt koyması gerektiğini, bunu ispatlayamayan davacının muhasebe kayıtlarının delil olarak kabul edilemeyeceğini, kabul anlamına gelmemek üzere, verildiği iddia edilen ödüncün iadesi talebinde bulunmaksızın icra takibi başlatan davacının muaccel ve geçerli icra takibinden bahsedilemeyeceğini beyan ederek, davanın reddine, davacı aleyhine %20 kötü niyet tazminatına hükmedilmesine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı yana yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER VE GEREKÇE:
Dava, alacağın tahsili amacı ile başlatılan ilâmsız icra takibine vâki itirazın İİK’nun 67. Maddesi uyarınca iptali ve icra inkâr tazminatının tahsili davası olduğunun tespitine ilişkindir.
Davacı … Inşaat taratından, 03.06.2021 tarıhinde Bakırköy .. lcra Müd.’nün … E. Sayılı dosyası ile davalı … Madencilik aleyhine icra takibi başlatılmış, ödünç verilen paradan kaynaklı 2.000.000,00 TL’nin avans faizi ile tahsili, TBK 100 mad. gereğince kısmı ödemelerin öncelikle işlemiş faiz ve ferilerine mahsubu talep edilmiştir.
Tarafların aktif ve pasif dava ehliyetleri denetlenip uyuşmazlık konuları re’sen belirlenerek taraflarca gösterilen deliller toplanmış ve konunun incelenmesinde uzmanlık gerektiren yönler olduğundan bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle dava sonuç- landırılmıştır.
Bilirkişiler … tarafından 31/01/2021 tarihli mahkememize sunulan bilirkişi raporunda özetle; Davalı tarafından inceleme gününde herhangi bir ticari defter ve belge ibraz edilmemesi ve herhangi bir yerinde inceleme talebi olmaması nedeniyle tek taraflı yapılan incelemelerde, davacı tarafından ibraz edilen ticari defter ve belgeler ile dosya münderecatında bulunan belgeler üzerinde yapılan incelemeler neticesinde; Davacı tarafından ibraz edilen ticari defterlerin usulüne uygun bir şekilde açılış kapanış tasdiklerinin yaptırıldığı, ticari defterlerinin birbirini teyit eder şekilde tutulduğu, ticari defterlerinin davacı lehine delil niteliğinin mahkemenin takdirinde olduğu, Davacı tarafından davalıya 5.000.000,00 TL ödeme yapıldığı, banka havalesi ile yapılan ödemede gönderiliş nedenine ilişkin bir şerh olmadığı, Davalı tarafından davacıya 1.000.000,00 TL çek (çek görüntüsü ve makbuzu ibraz edilmemiştir, ticari defter kayıtlarından görülmüştür) 2.000.000,00 TL banka havalesi ile olmak üzere toplam 3.000.000,00 TL ödeme yapıldığı, banka havalesi ile yapılan ödemelerde gönderiliş nedenine ilişkin bir şerh olmadığı, Davacı ticari defterlerinde işbu para ve çek alışverişi haricinde davalıya ilişkin herhangi bir işleme rastlanmadığı görüş ve kanaatine varılmıştır.
Dava itirazın iptali davasıdır.Bilindiği üzere, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 67.maddesi uyarınca itirazın iptali davası; alacaklının, icra takibine karşı borçlunun yaptığı itirazın iptali ile İİK’nun 66.maddesine göre itiraz üzerine duran takibin devamını sağlayan bir eda davası olup, itirazın tebliğinden itibaren bir yıllık süre içinde açılan davada borçlunun itirazında haksızlığının belirlenmesi ve alacağın likit olması halinde, istem varsa borçlu aleyhine icra inkar tazminatına da hükmedilebilir.(Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku, 2006, s.219,223) Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki bir ticari ilişki ve bu ilişkiden kaynaklı alacağının olduğunu iddia eden taraf bunu usulü dairesinde ispat etmesi gerekir. İspatın konusu , ispat yükünün kimde olduğu ve ispat vasıtalarının neler olduğu 6100 sayılı HMK.nun 187 ,190 ve 200’ncü maddelerinde açıkça belirtilmiştir.
Dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 187/1. maddesi;“İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir” şeklinde düzenlenmiştir.
Vakıa (olgu) ise, 03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; kendisine hukukî sonuç bağlanmış olaylar şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir.
Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini, kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise HMK’nın “İspat yükü” başlıklı 190. maddesinde yer almakta olup; “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.
Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir” şeklinde hüküm altına alınmıştır.
Yukarıda belirtilen maddenin birinci fıkrasında, ispat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kural vurgulanmıştır. Buna göre, bir vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf ispat yükünü üzerinde taşıyacaktır. İkinci fıkrada ise, karinelerin varlığı hâlinde ispat yükünün nasıl belirleneceği düzenlenmiştir.
Bu hüküm, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde yer alan: “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” ifadesine paralel olarak düzenlenmiştir.
Çekişmeli vakıaların ispatı için ise delillere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu noktada kesin deliller arasında sayılan “ikrar” kavramı hakkında açıklama yapılmasında yarar vardır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 188. maddesinde taraflar veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıaların çekişmeli olmaktan çıkacağı ve ispatının gerekmediği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır.
Türk Hukuk Lûgatında ikrar; aleyhine hukukî sonucu yaratabilecek maddi ya da hukukî bir olgunun doğruluğunu belirterek onama, şeklinde tanımlanmıştır. Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukukî sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir (İkrar kavramının tanımı ve aşağıda ikrarın türlerine ilişkin olarak yapılan açıklamalar bakımından ayrıntılı bilgi için bakınız. Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı Cilt: 2, Ankara 2001, s. 2037 ve devamı; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: 1-2, 3. Bası, İstanbul 1984, s. 549 ve devamı; Bilge, Necip: Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3.Baskı, Ankara 1978, s. 510 ve devamı; Tanrıver, Süha: Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, s. 212 ve devamı).
İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi karşı tarafın ileri sürdüğü hukukî sebepler de ikrara konu olamazlar.
Öğretide ve uygulamada ikrar, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır.
Kapsam yönünden, ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, ikincisinde ise kısmi ikrar söz konusudur.
İçeriği itibariyle ikrar ya basit (adi), ya vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkâr da denilmektedir.
Basit (adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.
Vasıflı ikrarda, (ki buna gerekçeli inkâr da denilmektedir) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukukî niteliğinin (vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir. Örneğin; davalı, davacıdan 1.000TL aldığını ikrar eder, fakat bu parayı ödünç olarak değil hibe olarak aldığını bildirmesi hâlinde olduğu gibi, vasıflı ikrar bölünemeyeceğinden, davacı iddiasını, yani parayı ödünç verdiğini kanıtlamalıdır.
Bileşik (mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.
Ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.
Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 05.06.2015 tarihli ve 2013/13-2338 E., 2015/1499 K.; 21.09.2021 tarihli ve 2017/(13)3-3146 E., 2021/1051 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde; davaya konu edilen iki havalenin davalıya borç olarak gönderildiğine dair davacı iddiası davalı tarafça kabul edilmemiş, borç ödemesi olduğu savunulmuştur. Böylece davalı, davaya konu paraların kendisine gönderildiğini (maddi vakıayı) ikrar etmiş, ancak, bunların davacı tarafından ileri sürülen nedenle (borç olarak alınması) değil, başka bir nedenle gönderildiğini savunmak suretiyle, vakıanın hukuksal niteliğinin ileri sürülenden farklı olduğunu bildirmiştir.
Davalının, ikrar ettiği maddi vakıanın hukukî vasfının ileri sürülenden farklı bulunduğunu bildirmesi karşısında, somut olayda, basit (adi) veya bileşik ikrarın söz konusu olamayacağı çok açıktır. Zira, her ikisinin de temel koşulu, ileri sürülen maddi vakıanın ve onun hukukî vasfının birlikte kabul edilmiş olmasıdır.
Vakıa kabul edilmekle birlikte, onun farklı bir hukukî vasıfta olduğunun ileri sürülmesi durumunda, vasıflı ikrardan söz edilmesi gerektiği ve vasıflı ikrarın bölünemeyeceği yukarıda açıklanmıştır.
O hâlde, somut olayda davalının savunması, vasıflı ikrar (gerekçeli inkâr) niteliğindedir ve bu ikrar bölünemez. Buna göre, vasıflı ikrarda kanıtlama yükümlülüğü, ikrar eden tarafa (davalı şirkete) değil, vakıayı ileri süren tarafa (davacıya) aittir.
Bu durumda, davacı, davaya konu paraların borç olarak gönderildiği yolundaki iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür.
Öte yandan, 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 555 ve ardından gelen maddelerinde düzenlenmiş olan havale, hukuksal nitelikçe (tıpkı onun özel biçimlerinden biri niteliğindeki çek gibi), bir ödeme vasıtasıdır. Eş söyleyişle, havalenin, mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine mevcuttur. Bu yasal karinenin tersini (havalenin borcun ödenmesinden başka bir amaçla yapıldığını) ileri süren havaleci (muhil), bu iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür (Havale kavramı hakkında geniş bilgi için bkz: Prof. Dr. Arif. B. Kocaman, Türk Borçlar Hukukunda Havale, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara 2001; Hukuk Genel Kurulunun 12.03.2003 tarihli ve 2003/3-118 E., 2003/158 K. sayılı kararı).
Somut olayda, havaleci durumundaki davacı şirket, değinilen yasal karine karşısında, davalıya yaptığı dava konusu havalenin, bir borcun ödenmesinden başka bir amaca yönelik bulunduğunu kanıtlama yükümü altındadır. Başka bir ifadeyle, havale kavramından hareketle yapılacak değerlendirmeye göre de, somut olayda kanıtlama yükümlülüğü davacıya ait olup davacı yazılı delil ile bu hususu ispat edemediği gibi yemin deliline de dayanmadığını açıkça bildirdiğinden davanın reddine,davalı tarafından,davacının kötüniyetli olduğu ispat edilemediğinden davalı vekilinin kötüniyet tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılarak aşağıdaki gibi hüküm fıkrası oluşturulmuştur.
HÜKÜM/Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davanın REDDİNE,
2-Davalı vekilinin kötüniyet tazminat talebinin koşulları oluşmadığından REDDİNE,
3-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Tarifesi gereğince alınması gereken 80,70 TL peşin harcın davacı tarafından yatırılan 24.155,00-TL harçtan mahsubu ile fazla alınan 24.074,30-TL harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya İADESİNE,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde BIRAKILMASINA,
5-Davalının kendisini bir vekil ile temsil ettirdiği anlaşıldığından karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre hesap edilen 99.825,00-TL ücreti vekaletin davacıdan alınarak davalıya VERİLMESİNE,
6-Kararın kesinleşmesine kadar yapılan yargılama giderlerinin davacı tarafça peşin olarak yatırılan 250,00- TL yargılama gider avansından mahsubu ile bakiye kısmın karar kesinleştiğinde davacıya İADESİNE,
5235 sayılı Kanunun geçici 2’nci maddesine göre ,Bölge Adliye Mahkemeleri’nin kurulmasına ve 20 Temmuz 2016 tarihinde göreve başlamalarına dair kararların 07/11/2015 tarih ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği anlaşılmakla;6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 341 ilâ 360’ncı madde hükümleri uyarınca,mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye verilecek dilekçe ile kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde veya istinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf,başvuru hakkı bulunmasa veya başvuru süresini geçirmiş olsa bile, mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye vereceği cevap dilekçesi ile iki hafta içerisinde İSTİNAF yolu açık olmak üzere davacı vekili ile davalı vekillerinin yüzleri karşı, oybirliği ile verilen karar açıkça okunup,usulen anlatıldı.30/06/2022

Başkan …
☪e-imzalıdır.☪
Üye …
☪e-imzalıdır.☪
Üye …
☪e-imzalıdır.☪
Katip …
☪e-imzalıdır.☪