Emsal Mahkeme Kararı Bakırköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi 2019/644 E. 2022/382 K. 07.04.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. BAKIRKÖY 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2019/644
KARAR NO : 2022/382

DAVA : Ticari Şirket (Fesih İstemli)
DAVA TARİHİ : 03/09/2019
KARAR TARİHİ : 07/04/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 06/05/2022

Mahkememizde görülmekte olan Ticari Şirket (Fesih İstemli), davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA:
Davacı vekilinin mahkememize sunmuş olduğu 03/09/2019 harçlandırma tarihli dava dilekçesinde özetle; Müvekkili ile …’ün 1985 yılında evlendiğini ve davalı şirketin bir aile şirketi olduğunu, müvekkili ile davalının 650 ortak olduğu davalı şirketin faal bir şirket olmayıp, müvekkilinin sahip olduğu tek mal varlığının halen kirada olan Esenyurt’taki gayrimenkul olduğunu, bu gayrimenkul alınırken bedelinin büyük bir kısmı müvekkili tarafından ödenmiş olmasına rağmen şirketteki hissesinin %50 olarak kaldığını, bu gayrimenkul üzerine inşa edilen binanın maliyetinin de büyük bölümünün müvekkili tarafından karşılandığını, davalı şirketin tek faaliyet olarak kira tahsil ettiğini, müvekkili ile davalı arasında boşanma davası açıldığını, bu nedenle şirketin devamının mümkün olmadığını, müvekkilinin kendisinin de şirkette yetkili olduğunu zannederken, kiracıdan alınan çekleri tahsil eden ….’ün şirkette tek yetkili olduğunu öğrendiğini, ….’ün 2001 ve 2012 yılında 10 yıl süre ile şirketi tek başına temsile yetkili kılınarak tescil edildiğini, her ne kadar bu kararların altında müvekkilinin imzasının bulunduğu belirtilse de, müvekkilinin bu kararlarda imzası olmadığı gibi bahsedilen toplantılardan haberdar olmadığını, müvekkili ile diğer hissedar 3 yıldır ayrı yaşadığı için bir araya gelmediklerinden 2018 yılındaki sermaye artırım kararına da müvekkilinin imza atmadığını, muhtemelen davalının kira tahsilatlarını başka başka yerlere harcadığı için açıkta kalen tahsilatları kar payı dağıtımı yerine sermaye artışı olarak kullandığını, kiradan alınan çekleri nerelere harcadığına dair kayıt tutan davalının Ekim/2016-Eylül/2017 dönemine ait kira gelirlerinin üç adedi için …. notunu düştüğünü, beş adedi için ise kendi babası ve müvekkilinin babasının adına yapılan camiye bağışlandığına dair not düştüğünü, 2018/2019 dönemi çeklerinden sadece 2 tanesine için … notu düşerek kendisine göre paylaşım yaptığını, davalının her sene kira gelirlerini çeklerle alıp dağıtım yaptığını, şu an aylık 160.000,00 TL kira getirisi olan gayrimenkulün kiralarını şirket yöneticisi sıfatıyla alıp, nereye harcadığının hesabını vermediğini, davalının gayri faal olan şirket adına, gayrimenkulü ipotek göstererek 3.000.000,00 TL kredi kullandığını, paranın akıbetinin belli olmadığını, davalının usulsüz olarak elde ettiği yetkilerini kötüye kullandığını, Eylül ayı itibariyle yeni dönem kira çeklerini de alıp harcamasının önüne geçmek için tedbiren kayyum atanmasını talep ettiklerini, yıllardır bir araya gelemeyen davalı aile şirketinin kayden mevcut olması dışında ticari faaliyeti olmayıp, gayrifaal olduğunu, bu nedenle fesih ve tasfiyesinin zorunlu hale geldiğini, şirket ortakları arasında güven ilişkisinin kaybolduğunu, izah edilen nedenlerle, davalının imza yetkilerinin kaldırılarak kayyım atanmasına, ….’ün şirket müdürlüğünden azline, şirketin fesih ve tasfiyesine karar verilmesine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı yana yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA;
Davalılar vekili mahkememize sunmuş olduğu 16/10/2019 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle;Davacı ve davalı ….’ün arasında boşanma davası olduğunu, tarafların 3 yıldır ayrı yaşadığının doğru olduğunu, ancak söz konusu ayrı yaşamanın sebebinin davacının müvekkilin evden ayrılmasını istemekten kaynaklandığını, müvekkilinin iradesinden kaynaklanmayan bir sebeple gerçekleşen bu olayın ortaklığın devam etmesinde bir yarar kalmadığı iddiasına dayanak gösterilmesinin mümkün olmadığını, davacının, müvekkili evden ayrıldıktan sonra herhangi bir geri dönme ihtarı göndermediğini, davacının şirketin ekonomik gücünden faydalanmak ve müvekkilinin büyük emekler harcadığı şirketin tasfiyesini sağlayarak, müvekkilini ekonomik ve manevi olarak yıpratmak istediğini ve haklı sebep üretmeye çalıştığını, söz konusu boşanma davası ve ayrı yaşama iddiasının şirketin tasfiyesi için haklı sebep oluşturmadığını, davalı şirketin 20 yıldır faaliyet gösteren başarılı bir şirket olduğunu, şirketin ticari kayıtları incelendiğinde, şirketin maliki olduğu taşınmazın ve üzerine inşa edilen binanın bedelini kredi çekerek ve ortaklardan aldığı kaynaklarla ödediğini, müvekkilinin kira karşılığı aldığı çekleri kendi kafasına göre dağıttığı ve söz konusu çeklerin akıbetinin belli olmadığı iddialarının gerçek dışı olduğunu, müvekkilinin şirket müdürü olarak şirket adına yapılan ödemeleri almasının hukuka uygun olduğunu, söz konusu çek bedellerinin ne şekilde kullanıldığının tüm resmi kayıtlarda açıkça görüldüğünü, şirketin elde ettiği kiraların öncelikle şirketin kredi ve vergi borçlarına ödendiğini, daha sonra şirketin ortakları arasında eşit olarak paylaşıldığını, tahsil edilen çeklerle yapılan cirolara göre davacının müvekkilinden 2 kat fazla çek bedeli tahsil ettiğinin görüleceğini, kira gelirlerinin bir kismının inşası devam eden cami için harcanmasında hukuka aykırı bir durum olmadığını, söz konusu cami i’nşaatının şirketin maliki olduğu arsanın ruhsatında yer alan yeşil alanın Belediye tarafından şirkete terkini karşılığında yapıldığını, buna ilişkin Belediye ile şirket arasında protokol yapıldığını, 2018 yılında gerçekleşen sermaye artırımının şirketin sahip olduğu iç kaynaklar ile yapıldığını, müvekkilinin müdürlük faaliyeti kapsamında gerçekleştirdiği tüm eylemlerin açık ve objektif olduğunu, davacının bilgi alma hakkı her zaman mümkünken bu hakkını kullanmadığını, davacının iddia ettiği söz konusu kararlardaki tüm imzaların davacıya ait olduğunu, mahkeme tarafından yapılacak imza incelenmesinde bu hususun anlaşılacağını, kararların alımında tarafların bir arada olmadığı zamanlarda, şirketin muhasebecisinin kararları davacıya götürerek imzalattırdığını, davacının, müvekkilinin uzlaşma bahanesi ile davacıyı oyaladığı, adli tatil sonrasına kadar beklemesine sebep olduğu, bu süreçte 3.000.000,00 TL kredi çektiği ve akıbetinin bilinmediği iddialarının gerçek dışı olduğunu, müvekkilinin amacının şirketin yaşaması olduğunu, şirketin binasının çatı cephesini yapan mimarlık firmasının davasının kaybı durumunda ve davacının mal bölüşümüyle ilgili mahkemenin bankalara müzekkere yazmasının ardından bankaları davalı şirkete kredi vermeyeceğinin açık olduğunu, bu sebeple kredinin çekiliş zamanını en uygun zaman olduğunu, şirketin malikin olduğu gayrimenkulün kredi için ipotek gösterildiği ve paranın akıbetinin bilinmediği iddialarının doğru olmadığını, kredi için şirketin limiti ve müvekkilinin şahsi kefaletinin sunulduğunu, çekilen paranın bir kısmının cami inşaatı protokolü kapsamında bakiye borç için müteahhit şirkete nakit ve çeklerle ödendiğini, bu cami protokolü sayesinde arsanın 5.900 m2 den 9.000 m2’lere çıkartılarak kira gelirlerinin 2 katına çıkarıldığını, kalan kısmın Bakırköy …. Asliye Ticaret Mahkemesinde … E. Sayılı dosyada görülen davada, haksız çıkılması ihtimaline binaen çekildiğini, davanın kaybedilmesi durumunda icra takibi başlatılmasının önüne geçmek için, paranın şahıs hesabında vadeli hesapta tutulduğunu, müvekkili şirketin sadece gayrimenkul geliri olan bir şirket değil, ülkenin en büyük firmalarına satış yapabilecek bir üretim tesisi bulunduğunu, izah edilen nedenlerle, davanın reddine, davacının kayyım atanması talebinin reddine, mahkeme aksi kanaatte ise TTK .363/3 gözetilerek davacının şirketten çıkartılmasına, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı yana yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER VE GEREKÇE:
Dava,davalı limited şirketin haklı sebeple feshi ve yönetici azli istemine ilişkindir.
Tarafların aktif ve pasif dava ehliyetleri denetlenip uyuşmazlık konuları re’sen belirlenerek taraflarca gösterilen deliller toplanmış ve konunun incelenmesinde uzmanlık gerektiren yönler olduğundan bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle dava sonuçlandırılmıştır.
Bilirkişiler Dr. …., …., Dr. …, … ve … tarafından mahkemimize sunulan 07/09/2020 tarihli bilirkişi raporunda özetle; Dava konusu şirketin iki ortaktan oluşan bir aile tipi şirket niteliğinde olması sonucu kişisel ilişkilerin ve sebeplerin ortaklığın faaliyetlerinin yürütülmesi için önemli bir durum teşkil etmesi, ortakların evli olmalarına rağmen üç yılı aşkın bir süredir ayrı yaşamaları, şirketin gayrifaal olması ve uzun süreden beri herhangi bir kar payı dağıtmaması, tek gelirinin sahip olduğu gayrimenkulden kaynaklanan kira geliri olması, herhangi bir merkezinin tespit edilememiş olmasına ve gayrifaal bulunmasına rağmen özellikle 2019 yılında çok yüksek miktarda yönetim giderinin bulunmasının izah edilememesi, şirket adına yüklü miktarda çekilen kredinin şirket yararına kullanıldığına ilişkin bir veri bulunmaması, şirketin gayrifaal olmasının ve çekilen kredinin davalı şirketin müdürü olan diğer ortağın hesabına yatırılmasının, bu kredinin davalı şirket müdürünün lehine çekilen bir kredi olduğunu göstermesi, bir başka deyişle şirket kaynaklarının ortaklar ve şirket lehine değil şirket müdürü lehine kullanılması, TTK. m. 644 hükmünün yollamısıyla limited şirketler açısından da uygulama alanı bulan TTK. m. 395 hükmünde “Yönetim kurulu üyesi, genel kuruldan izin almadan, şirketle kendisi veya başkası adına herhangi bir işlem yapamaz; aksi hâlde, şirket yapılan işlemin batıl olduğunu ileri sürebilir. … Pay sahibi olmayan yönetim kurulu üyeleri ile yönetim kurulu üyelerinin pay sahibi olmayan 393 üncü maddede sayılan yakınları şirkete nakit borçlanamaz” denilerek ortaklar kurulunun onayı olmadan şirkete borçlanılamayacağı belirtilmiş olduğu halde bu yasağa rağmen davalı şirketin müdürünün yüklü miktarda şirkete borçlanması, şirketin gayri faal olması nedeniyle şirketin elde etmiş olduğu kira gelirlerinin hisseleri oranında ortaklara kar payı olarak ödenmesi gerekirken bunun yapılmaması gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde; haklı nedenle şirketin feshini veya ortaklıktan çıkarılmayı talep etme şartlarının oluştuğu, davalı şirketin iki hissedardan oluşması, kalacak olan hissedarın %50’lik bir pay oranına sahip olması, diğer hissedarın ortaklık ilişkisini sürdürmek ismediğine ilişkin herhangi bir talebinin olmaması ve en önemlisi de fesih kararının son çare olarak düşünülmesinin gerekmesi gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde; davacının ortaklıktan çıkma talebi yerine fesih kararı verilmemesi gerektiği, dolayısıyla davacının tasfiye payının tespit ve tahsiline ilişkin talebinin şirketten çıkma şeklinde değerlendirilmesi gerektiği, davacının ayrılma payının esas sermaye payının gerçek değerine uygun olarak belirlenmesi gerektiği, bu değerin “bilanço değeri”nden az olamayacağı, ayrılma payı belirlenirken ayrıca şirket öz varlığının hüküm tarihine en yakın tarihteki rayiç değeri üzerinden hesaplanması gerektiği, buna göre davacıya verilmesi gereken çıkma payına esas rayiç değerli özkaynakların 31.273.282,31 TL x 50 = 15.636.641,16 TL olarak hesaplanabileceği yönünde görüş bildirmişlerdir.
Bilirkişiler Dr. …, …., Dr. …, … ve … tarafından mahkemimize sunulan 28/12/2020 tarihli bilirkişi ek raporunda özetle; Kök raporda ifade edildiği üzere, dava konusu şirketin iki ortaktan oluşan bir aile tipi şirket niteliğinde olması sonucu kişisel ilişkilerin ve sebeplerin ortaklığın faaliyetlerinin yürütülmesi için önemli bir durum teşkil etmesi, ortakların evli olmalarına rağmen üç yılı aşkın bir süredir ayrı yaşamaları, şirketin gayrifaal olması ve uzun süreden beri herhangi bir kar payı dağıtmaması, tek gelirinin sahip olduğu gayrimenkulden kaynaklanan kira geliri olması, herhangi bir merkezinin tespit edilememiş olmasına ve gayrifaal bulunmasına rağmen özellikle 2019 yılında çok yüksek miktarda yönetim giderinin bulunmasının izah edilememesi, şirketin gayri faal olması nedeniyle şirketin elde etmiş olduğu kira gelirlerinin hisseleri oranında ortaklara kar payı olarak ödenmesi gerekirken bunun yapılmaması gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde; haklı nedenle şirketin feshi veya ortaklıktan çıkarılmayı talep etme şartlarının oluştuğu, aynı gerekçelerle davalı şirketin müdürünün yetkisinin kaldırılmasına ilişkin talebinde yerinde olduğu, davalı şirketin iki hissedardan oluşması, kalacak olan hissedarın %50’lik bir pay oranına sahip olması, diğer hissedarın ortaklık ilişkisini sürdürmek ismediğine ilişkin herhangi bir talebinin olmaması ve en önemlisi de fesih kararının son çare olarak düşünülmesinin gerekmesi gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde; davacının ortaklıktan çıkma talebi yerine fesih kararı verilmemesi gerektiği, dolayısıyla davacının tasfiye payının tespit ve tahsiline ilişkin talebinin şirketten çıkma şeklinde değerlendirilmesi gerektiği, bununla birlikte, özellikle davalı şirketin iki hissedardan oluşması, kalacak olan hissedarın %50’lik bir pay oranına sahip olması, hissedarların karı-koca olmaları ve aralarında açılmış bir boşanma davasının bulunması gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde; davacının hesaplanan ayrılma akçesine karşılık Sayın Mahkemece öngörülecek bir süre içerisinde davalılar tarafından makul bir teminat verilmemesi durumunda; mahkemece şirketin fesih ve tasfiyesine karar verilmesinin daha uygun bir çözüm olabileceği, ayrılma payı belirlenirken ayrıca şirket öz varlığının hüküm tarihine en yakın tarihteki rayiç değeri üzerinden hesaplanması gerektiği, buna göre davacıya verilmesi gereken çıkma payına esas rayiç değerli özkaynaklar 41.659.914,38 TL x %50 = 20.829.957,19 TL olarak hesaplanabileceği, ayrıca davacı vekilinin “Mahkemenin tespit ettiği uyuşmazlık konularının doğru olduğu, fakat karşı taraf ile bu hususların hiç birinde uzlaşma sağlanamadı. Biz karşı tarafa sulh teklifinde bulunduk ancak kabul edilmedi, teklifimizi tekrar ediyoruz şirkete ait iki adet gayrimenkuldeki %50 hissenin tarafımıza devredilmesi halinde şirketteki tirm haklarımızı diğer ortağa devretmeye hazırız ” yönündeki teklifinin de ayrı bir çözüm yolu olarak kabul edilebileceği yönünde görüş bildirmişlerdir.
Bilirkişiler Dr. …, …, Dr. .., …. ve … tarafından mahkemimize sunulan 01/03/2021 tarihli bilirkişi ek raporunda ; Bilirkişi kurulunun ek rapordaki görüş ve kanaatinde herhangi bir değişiklik olmadığı yönünde görüş bildirmişlerdir.
Bilirkişiler Dr. …, …, Dr. .., …. ve … tarafından mahkemimize sunulan 22/02/2022 tarihli bilirkişi ek raporunda ;Davalı şirketin 31/12/2021 tarihi itibariyle rayiç değeri üzerinden hazırlanan bilançosuna göre, rayiç değerli özkaynaklarının 81.176.975,66 TL hesaplandığı, davacının davalı şirkette %50 pay sahibi olduğu, buna göre davacının ayrılma payının 81.176.975,66 TL x 9450 = 40.588.487,83 TL hesaplandığı yönünde görüş bildirmişlerdir.
Davacı vekili,davalılar aleyhine açtığı davada davalı şirketin haklı nedenli fesih ve tasfiyesi ile davalı yöneticinin azli istemi ile dava açmış olup her bir davanın ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.
HAKLI NEDENLE FESİH DAVASI AÇISINDAN YAPILAN DEĞERLENDİRME;
Limited şirketin infisah sebeplerinin nelerden ibaret olduğu TTK.m.636 da sayılmış bulunmaktadır. Bu maddenin birinci bendine göre, ana sözleşme ile şirketin infisah sebeplerini önceden kararlaştırmak mümkündür. Ortaklar, kanunda gösterilen sebepler dışında diğer infisah sebeplerini serbest iradeleriyle tespit edip bunları şirket sözleşmesine dercededebilirler.
Örneğin, ortaklardan birinin ölümü veya iflâsı yahut şirket müddetinin sona ermesi gibi sebepleri infisah sebebi olarak kabul edebilirler.
Bunun yanı sıra TTK.m.636/3 de “Haklı sebeplerin varlığında, her ortak mahkemeden şirketin feshini isteyebilir”hükmü getirilmiştir.
Haklı sebebe sonuç bağlanan hallerden bir tanesi de ortaklık sözleşmelerinde ortaklığın feshi ve yine buna bağlı olarak ortaklıktan çıkma-çıkarma halleridir.TTK’nın 636/3’ncü maddesinde düzenlenen fesih davasının tamel şartı,haklı sebebin olmasıdır. Genel olarak söylenebilir ki, ilgili hükümlerde, haklı sebeple feshin yanında ortaklığın sona erme sebepleri şahsında doğan yahut feshi talep eden ortağın ortaklıktan çıkarılması kabul edildiği gibi (çıkarma), ortağın haklı sebeplerin mevcudiyeti halinde şirketten çıkmasına da (çıkma) müsaade edildiği görülmektedir (Kollektif şirket için TK. 245, 255/1, 257, anonim şirket için TK. 531, limited şirket için TK. 636/3, 638/2, 639/2 b, 640/3; ayrıntılı bilgi için bkz. Nuri ERDEM, Anonim Ortaklığın Haklı Sebeple Feshi, İstanbul 2012, s. 5 vd). TTK.’ da limited ortaklığın, ortaklardan birinin talebi üzerine ve haklı sebeplerden dolayı mahkeme kararıyla sona erebileceği düzenlenmiştir. Keza, haklı sebeplerin varlığı halinde ortak, Mahkeme kararı ile limited ortaklıktan çıkma hakkına sahiptir.
Ancak TTK.m.636 da nelerin haklı sebep sayılacağı gösterilmemiştir. Şahıs şirketlerinde olduğu gibi Limited Şirketlerde de ortakların aynı amacı gerçekleştirmek üzere müşterek gayret ve birbirlerine karşı güven ilişkisi içerisinde bulunmaları şirketin devamı için zorunludur. Şirketlerde olmazsa olmaz bu unsurların zedelenmesi, şirketin devamını ve kuruluş amacının gerçekleşmesini imkânsız hale getirebilir. Ortaklar arasında özünde, aynı amaç için çalışma azminin olmaması şirketlerde güvensizliğe neden olacaktır. Böyle bir durumun varlığına rağmen, ortakları şirket sözleşmesi ile bağlı tutmak doğru değildir. Bu durumda ortağın şirketteki payını başkasına devrederek ayrılması düşünülebilirse de ortağın payını devrederek şirketten ayrılmasının zor veya imkânsız olduğu hallerde, ortağın kendisini, çekilmez bir hal alan ortaklık ilişkisinden, kurtarabilmesi amacıyla, haklı sebeple fesih hükümlerine yer verilmiştir. Haklı nedenin tanımı yasada yapılmamış ancak bazı hükümlerde örnek olarak haklı nedenlere değinilmiştir (TTK md. 245 a-d ). Bu nedenle haklı sebep her olayın özelliğine göre saptanır.
TTK md. 245 metninde dört bent halinde sayılan fesih nedenlerinin sınırlı olmadığı bu hallerin örnek olarak verildiği 4. bendin sonundaki “gibi haller ” deyiminden açıkça anlaşılmaktadır. Haklı sebepler, ya şirket ortakların şahsından ya da ortakların şahıslarıyla hiç ilgisi olmayan nedenlerden doğmuş olabilir. Maddenin a-d bentlerinde sayılan haller ortaklara bağlı (sübjektif) sebeplerdir. Şirketin maksadının elde edilmesini imkânsız kılacak veya güçleştirecek maddi ve hukuki sebepler, (örneğin döviz yokluğu nedeniyle ithalatın uzun süre yapılamayacağının anlaşılması gibi) (objektif) sebeplerdir.
Yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde genel olarak denilebilir ki,ortaklığın devam etmesi,doğruluk ve güven kurallarına göre dava açan ortaktan beklenemiyorsa,haklı sebep gerçekleşmiştir.Elbette bu değerlendirmede davacı ortağın ortaklık ilişkisinin ortadan kaldırılması veya değiştirilmesi hususundaki menfaatiyle ortaklık ilişkisinin aynen devam ettirilmesinde çıkarı olan kimselerin menfaatleri karşılaştırılmalı ve somut olayda hangi menfaat daha üstün geliyorsa ona göre karar verilmelidir.(Ydr.Doç.Dr.Ali Haydar Yıldırım,Limited Ortaklığın Haklı Sebeple Feshi,Bursa 2013,s.126-127)
Nitekim Yüksek Mahkemenin uygulamasında da pek çok çeşitli ve hatta kişisel sayılabilecek olgunun limited ortaklığın feshinde haklı sebep olarak yorumlandığı görülecektir. Örnek olarak, şirket mükellefiyetlerinin yerine getirilmemesi, rekabet yasağının ihlali, sadakat borcuna aykırı hareketler, şirket defterlerinin düzgün tutulmaması gibi ortaklığa ilişkin sebepler yanında diğer ortaklar ve yakınlarına rencide edici sözler söylemek, haksız fiilde bulunmak (Yüksek Yargıtay 11’nci Hukuk Dairesi’nin, E. 1997/9084; K. 1997/8442, T. 21/11/1997 ) tutuklanma gibi sebeplerle ortaklık işlerinden uzak kalma ve boşanma (Yüksek Yargıtay 11’nci Hukuk Dairesi’nin E. 2003/3080, K. 2003/9839, T. 27/10/2003 ) gibi kişisel sebeplerin de uygulamada haklı sebep olarak nitelendirildiği görülmüştür.

Haklı sebeple şirketin feshinin temelinde, dürüstlük kuralı ve kişilik haklarının korunması ilkeleri bulunduğundan, haklı sebebin mevcut olup olmadığı tespit edilirken dürüstlük kuralına ve kişilik haklarına aykırı bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekmektedir (Zeynep Mineliler, Yeni Türk Ticaret Kanunu’na GöreLimited Şirketterin Haklı Sebeple Feshi, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C: XVI, Y. 2012, S. 3, s. 109). Haklı sebeplerin şirketin feshini gerektirebilmesi için, artık bu sebeplere dayanılmasının davacı ortak veya ortaklar açısından açık bir şekilde imkânsız hale gelmesi ve şirketin devamını sağlayan unsurların ortadan kalkmış olması gerekmektedir.(Mineliler, s. 109).
Haklı sebep olduğu iddia edilen olayın, şirketin feshine neden olacak nitelikte olup olmadığı değerlendirirken, şirketin yapısı, ortak sayısı, ortaklar arasındaki ilişkileri dikkate alınmalıdır. Örneğin, iki ortak arasındaki ciddi bir anlaşmazlık, iki kişilik bir şirkette, şirketin çalışamaz duruma gelmesine neden olabilirken, daha fazla ortak sayısına sahip bir şirkette aynı anlaşmazlık şirketin faaliyetlerinin devamını etkilemeyebilir.
Bunun yanı sıra talep edilen sonucun kabulünün menfaatler dengesine uygun olup olmadığı da değerlendirilmelidir. Feshi talep eden ortağın çıkması veya çıkarılması taraf menfaatlerine daha uygun ise feshe karar verilmemelidir. Taraf menfaatlerinin dışında fesih talebinin son çare olup olmadığı hususu da değerlendirilmelidir.
TTK.’nun 636/3’ncü maddesi uyarınca her ortak, muhik sebeplere dayanmak şartıyla şirketin feshini mahkemeden talep edebilir. Bu hükmün devamında getirilen düzenleme mülga TTK da bulunmayıp, Mahkemeye, istem yerine, davacı ortağa payının gerçek değerinin ödenmesine ve davacı ortağın şirketten çıkarılmasına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme hükmetme yetkisi vermektedir.
Kanunda anılan çözümler, davacı ortağa payının gerçek değerinin ödenmesine ve davacı ortağın şirketten çıkarılması ile sınırlı olmayıp Hakime geniş bir hareket alanı bırakmaktadır. Uygun düşen kabul edilebilir çözüm konusunda Kanunda bir açıklık bulunmamakla beraber İsviçre doktrininde anonim şirketler bakımından örneğin hakim uyuşmazlık konusu olayda örneğin kâr payı dağıtılmasına, yeni bir müdür atanmasına, azlık pay sahibine tazminat ödenmesine, kısmi tasfiye gibi çözümlere başvurabileceği belirtilmektedir.
Bu genel açıklamalardan sonra somut olayda haklı sebebin gerçekleşip gerçekleşmediğini değerlendirmek gerekecektir.
Huzurdaki davada davalı şirket iki ortaklı olup, bu ortaklar davacı ve davalı ….’dür.
Dava konusu şirketin iki ortaktan oluşan bir aile tipi şirket niteliğinde olması sonucu kişisel ilişkilerin ve sebeplerin ortaklığın faaliyetlerinin yürütülmesi için önemli bir durum teşkil etmesi, ortakların evli olmalarına rağmen üç yılı aşkın bir süredir ayrı yaşamaları, şirketin gayrifaal olması ve uzun süreden beri herhangi bir kar payı dağıtmaması, tek gelirinin sahip olduğu gayrimenkulden kaynaklanan kira geliri olması, herhangi bir merkezinin tespit edilememiş olmasına ve gayrifaal bulunmasına rağmen özellikle 2019 yılında çok yüksek miktarda yönetim giderinin bulunmasının izah edilememesi, şirket adına yüklü miktarda çekilen kredinin şirket yararına kullanıldığına ilişkin bir veri bulunmaması, şirketin gayrifaal olmasının ve çekilen kredinin davalı şirketin müdürü olan diğer ortağın hesabına yatırılmasının,bu kredinin davalı şirket müdürünün lehine çekilen bir kredi olduğunu göstermesi, bir başka deyişle şirket kaynaklarının ortaklar ve şirket lehine değil şirket müdürü lehine kullanılması,TTK. m. 644 hükmünün yollamısıyla limited şirketler açısından da uygulama alanı bulan TIK.m. 395 hükmünde “Yönetim kurulu üyesi, genel kuruldan izin almadan, şirketle kendisi veya başkası adına herhangi bir işlem yapamaz; aksi hâlde, şirket yapılan işlemin batıl olduğunu ileri sürebilir. … Pay sahibi olmayan yönetim kurulu üyeleri ile yönetim kurulu üyelerinin pay sahibi olmayan 393 üncü maddede sayılan yakınları şirkete nakit borçlanamaz” denilerek ortaklar kurulunun onayı olmadan şirkete borçlanılamayacağı belirtilmiş olduğu halde bu yasağa rağmen davalı şirketin müdürünün yüklü miktarda şirkete borçlanması, şirketin gayri faal olması nedeniyle şirketin elde etmiş olduğu kira gelirlerinin hisseleri oranında ortaklara kar payı olarak ödenmesi gerekirken bunun yapılmaması gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde haklı nedenle şirketin feshini veya ortaklıktan çıkarılmayı talep etme şartlarının oluştuğu sonucuna varılmaktadır.
Davalı şirketin haklı nedenlerle feshi koşulları oluştuğu belirlenmekle birlikte işletmenin devamı menfaatler dengesine daha uygun görülmektedir. Bununla birlikte, taraflar arasında kişisel anlaşmazlıklar baş gösterdiği, bu hususun şirketin ilerlemesini engellediği, dosyaya yansıyan karşılıklı suçlamalar olduğu, tarafların az ortaklı limited şirkette bir arada faaliyet göstermesindeki zorluklar kabul edilmesi gereken vakıalardır. Bu gibi durumlarda ortaklar arasındaki anlaşmazlıkları gidermek üzere şirketin feshedilmeksizin çözüm yolları getirmek üzere konuyu düzenleyen 6102 sayılı TTK. 636/3′ te 6762 sayılı kanundan farklı olmak üzere ilave çözüm yollarına hükmedilmiştir. Hükmün ikinci cümlesinde mahkemeye ilave bir imkân getirilerek “Mahkeme, istem yerine, davacı ortağa payının gerçek değerinin ödenmesine ve davacı ortağın şirketten çıkarılmasına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme hükmedebilir” şeklinde bir kural konulmuştur. Hüküm anonim ortaklığın haklı sebeple feshini düzenleyen TTK. 531′ e paralel olduğundan bu hükümle ilgili kabul edilen esaslar limited ortaklıklar bakımından da tatbik edilebilir mahiyettedir.
Esasen hüküm ilave bir imkâna yer verdiği gibi, davaya bakan mahkemeye son çare niteliğinde fesih kararı vermezden evvel uygun çözüm yollarını inceleme mükellefiyeti de getirmektedir. Şöyle ki, fesih kararı verilmeden önce diğer çözümlerin, söz gelimi çıkmanın sonuç sağlayıp sağlamayacağı tartışılmalıdır. Zira bu yapılmadan feshe karar verilmesi bir bozma gerekçesidir (ERDEM, s. 223). Bir hukuki ilişkinin haklı sebeple sona erdirilmesi, son çare olarak uygulanması gereken ve eğer taraflar arasındaki hukuki uyuşmazlığın çözümü başka bir yolla sağlanabiliyor ise ancak ondan sonra başvurulması gereken tali bir çözüm tarzıdır. Kaynak İsviçre Hukukunda da, ortaklığın haklı sebeple feshi davasının tali bir yol olduğu kabul edilir. Her ne kadar gerek TTK 531′ in gerekse TTK. 636/3′ ün lafzı öncelikle fesih yöntemini dile getiriyor ise de bu yanıltıcıdır. Zira fesih, tali ve son çare “ultimo ratio” bir çözüm tarzıdır. Taliliğin genel olarak iki şekilde anlaşıldığı görülür. Bunlardan ilki, öncelikle diğer çözüm yollarına başvurulmuş olması gerektiği, diğeri ise, haklı sebeple fesih sebeplerinin diğer fesih sebepleri yoksa başvurulması gereken bir sebep olduğudur. Ayrıca, bilimsel öğretide yeni kabul gören bir fikre göre, diğer tedbirlerin uygulanması ile olası bir aykırılık giderilebilecek ise haklı sebeple fesih talebinin kabul edilmesi doğru olmayacağı gibi verilecek hüküm yönünden de orantılılık ilkesi göz önünde bulundurularak uygun ve kabul edilebilir bir çözüme hükmedilebilecektir.
Somut uyuşmazlık kapsamında yapılan incelemeler ve mali verilerden davacının haklı neden olarak ileri sürmüş olduğu hususlar değerlendirildiğinde, yukarıda ifade edildiği üzere şirkette esas sorun kişisel husumetin ön plana çıkarak karşılıklı suçlamalar ve açılması muhtemel davalar dolayısı ile şirketin çalışamaz hâle gelme tehlikesidir. Bu hâlde öne çıkan ve menfaatler dengesi açısından uygun olan, davacının ortaklıktan payının gerçek değeri karşılığı çıkarılması şeklindeki çözüm yöntemidir. Menfaatler dengesi açısından da değerlendirildiğinde ortaklıktan çıkmaya müsaade edilmesi doğru olacaktır. Zira kanunda da ifade edilen çözümün öne çıkan yanı bir yandan ortağın devam etmek istemediği, sona ermesi hususunda mahkemeye başvurduğu şirketten ayrılarak kendi açısından kısmi tasfiye yapılması ve diğer taraftan da ortaklığın devamının sağlamasıdır. Menfaatler dengesi uyarınca davalı limited şirketlerin bir kurum olduğu, çalışanların olduğu, ekonomiye katkı sağladığı, kârlı şirketler oldukları yadsınamaz. Bu bakımdan somut olayda ortaklığın feshi değil davacının ortaklıktan çıkarılmasının çok daha uygun olduğu anlaşılmaktadır.
6102 sayılı TTK’nın 641’nci maddesinde “Ortağın şirketten ayrıldığı takdirde, esas sermaye payının gerçek değerine uyan ayrılma akçesini istem hakkını haizdir.” hükmü gereği şirketten ayrılan ortağın ayrılma akçesini talep hakkı olduğu düzenlenmiştir.
6102 sayılı TTK’da limited ortaklıklar bakımından ayrılma akçesi başlığı altında tazminatın ne şekilde hesaplanacağını 641-642. maddelerde düzenlenmektedir. Ayrılma payının esas sermaye payının gerçek değerine göre hesap edileceği fakat sözleşmede başka bir hesap tarzının kararlaştırılabileceği açıkça düzenlenmektedir.
Özetle limited şirkette ortaklıktan ayrılan yani çıkan yahut çıkarılan ortağın payının değerinin hesap edilerek kendisine ödenmesi gerekir. Tazminatın hesaplanmasında benimsenecek metod ise “payının gerçek değeri” nin hesaplanmasıdır. Gerçek değer kavramına atıf yapılmakla birlikte, payın gerçek değerinin ne şekilde tespit edileceği kanunda açıklığa kavuşturulmuş değildir.
Payın gerçek değeri; payın, ortaklığın öz varlıkları, kârlılık durumu, dağıtılan kâr payları ve sermaye yapısı gibi çeşitli unsurların dikkate alınarak hesaplandığı değerdir. Bir diğer tanıma göre gerçek değer; aktiflerin muhtemel satış değerleri esas alınarak belirlenen bilanço değeridir.
Gerçek değer, good will ve gizli yedek akçeler de dâhil olmak üzere ortaklığın tüm aktif ve pasifleri birlikte değerlendirilerek hesaplanır.
Kanunda sözü edilen, ortaklıktan çıkarılan pay sahibine ödenecek miktarın payın hesaplanacak gerçek değere göre hesap edilerek ödenmesi, esasen payın değerinin hesap edilmesinde geçerli olan ilkelerden bir tanesidir. İfade ettiğimiz üzere İsviçre Hukukunda da kollektif ve limited ortaklıklar bakımından kanunun kabul ettiği sistem olan payın gerçek değerine göre hesaplama yapılması, yine öğretide ittifakla kabul edildiği üzere ortaklığın aktif ve pasiflerinin bilanço ve defter üzerindeki değerinden tamamen farklıdır. Gerçek değer yanında, defter üzerindeki değer (defter değeri), payın borsa değeri, işleyen teşebbüs değeri yahut tasfiye değerine göre hesaplama gibi farklı yöntemler de mevcuttur.
Gerçek değer, aslen, bir işletme için ticari hayatta üçüncü bir kişinin ödemeyi göze alabileceği değerdir. Gerçek değer, diğer kıstaslara göre pay sahibinin lehinedir. Şöyle ki; gerçek değerin belirlenmesinde; tasfiye payından farklı olarak ortaklığın davacı pay sahibi ayrıldıktan sonra da faaliyetlerine devam edeceği dikkate alınmalıdır. Bu şekilde yapılacak bir hesaplama, tasfiye bakiyesinden daha yüksek bir rakama karşılık gelmelidir.
Payın gerçek değerinin hesaplanması bakımından, eğer pay senetleri borsada işlem görüyor ise gerçek değerin payların borsadaki değerine eşdeğer olduğu kabul edilir.
Ancak borsada işlem görmeyen paylar bakımından, gerçek değerin hesaplanması gerekir. Payın gerçek değerinin hesaplanması bakımından da farklı yöntemler mevcuttur. Alman ve İsviçre Hukukunda gerçek değerin tespiti yönünden kullanılan başlıca yöntemler, payın gerçek değerinin net aktif değer (Subztanzwerthmethode) ve kârlılık değeri (Ertragswerthmethode) üzerinden hesaplanmasıdır. Ayrıca, her iki değerlendirme metoduna göre hesaplanan değerin ortalamasının alınması şeklinde ifade edilebilecek karma yöntem (Mischwertmethode) de uygulanmaktadır. Net aktif değer, ortaklığın borç ve yükümlülükleri çıktıktan sonra net aktiflere göre hesap edilen öz varlık miktarının hisse sayısına bölünmesi sonucu elde edilen değerdir. Kârlılık değeri faaliyetlerine devam eden bir işletmenin varsayımsal satışında ödenecek bedel esas alınmak suretiyle hesaplanan değerdir. Ancak net aktif değer, aslen gerçek değer kapsamında olması gereken good-will, işletmenin başarısı, kârlılık potansiyel gibi değerleri göz ardı ettiği ve kapsamadığı için işletmenin gerçek değerini eksik yansıtmaktadır. Esasen ortaklığın aktifleri, gerçek değerin ancak bir bölümünü oluşturur. Bu bakımdan,payın gerçek değerinin kârlılık değeri üzerinden hesaplanması gerekir. Payın gerçek değerinin kârlılık değerine göre hesaplanması, yukarıda ifade edilen gerçek değerin işletme için ticari hayatta üçüncü bir kişinin ödemeyi göze alabileceği değer olarak tanımlanması ile de paralellik arz etmektedir. (ERDEM, s. 274-276).
Bu esaslar çerçevesinde somut olayda oluşturulan uzman bilirkişi kurulundan davalı şirketten davacının ayrılması hâlinde ödenmesi gereken ayrılma akçesi hesap ettirilmiş,bu hesaba göre belirlenen 40.588.487,83.-TL çıkma payının karar tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalı şirketten tahsili ile davacıya ödenmesine , karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
YÖNETİCİ AZLİ DAVASI AÇISINDAN YAPILAN DEĞERLENDİRME;
Huzurdaki davanın konusu davavalı şirketi’nin müdürü davalının TTK md. 630 (2)’ye istinaden haklı sebeple mahkemece temsil yetkisinin kaldırılarak görevden azlidir, Ortaklara ait yönetme hakkı ve temsil yetkisinin kaldınlmasına ilişkin olarak 6102 s. TTK mülga TTK dan farklı bir düzenleme getirmiştir, Limited şirketlerde müdürlerin görevden alınması, yönetim ve temsil yetkisinin geri alınması ve sınırlandırılmasını düzenleyen TTK md, 630- (1) e göre “Genel kurul müdürü veya müdürleri görevden alabilir, yönetim hakkım ve temsil yetkisini sınırlayabilir”
Görüldüğü üzere TTK md. 630’da müdürlüğün azille sona ermesi bakımından ne ortak olan müdürle ortak olmayan müdür ayrımına gidilmiş ne dc müdürlük sıfatının şirket sözleşmesi ya da genel kurul kararıyla kazanılması durumları için farklı hükümler öngörmüştür. Böylece 6102 s. TTK ortak olup olmamasına, veya sözleşmeyle veya genel kurul kararıyla atanıp atanmadığına bakmaksızın genel kurul kararıyla müdür veya müdürleri görevden alma ya da yönetim hak ve temsil yetkisinin sınırlanmasına, imkân sağlamıştır.
Genel kurulda çoğunluğun sağlanamaması halinde TTK md, 630 (2) ye istinaden her ortak, haklı sebeplerin varlığında, yöneticilerin yönetim hakkının ve temsil yetkilerinin kaldırılmasını veya sınırlandırılmasını mahkemeden isteyebilir. Şirketin pay dağılımı dikkate alındığında davalının genel kurulda azlinin veya yetkilerinin sınırlandırılmasının mümkün olmadığı görülmekledir. O halde TTK md. 630 (2) ye istinaden her bir ortak tarafından mahkemeden haklı sebeplerin varlığına istinaden müdürün azli talep edilebilir, Bununla birlikte limited şirket müdürünün azli veya temsil yetkisinin sınırlandırılmasını isteyen ortağın haklı nedenlerin varlığını ispat etmesi gerekir. Haklı sebeplerin neler olabileceği TTK md, 630 (3)’de örnekseme yoluyla sayılmıştır. Buna göre, yöneticinin, özen ve bağlılık yükümü ile diğer kanunlardan ve şirket sözleşmesinden doğan yükümlülüklerini ağır bir şekilde ihlâl etmesi veya şirketin iyi yönetimi için gerekli yeteneği kaybetmesi haklı sebep olarak kabul olunur.Haklı sebep, her olayın özelliğine göre değerlendirilmelidir.Genel kurulun birçok kez kanuna aykırı şekilde toplantıya çağrılması, azlık hakları ile bireysel hakların devamlı ihlâli, özellikle bilgi alma ve inceleme haklarının engellenmesi, şirketin sürekli zarar etmesi, dağıtılan kâr payının sürekli azalması, ortaklar arasmdaki şiddetli geçimsizlik, şirketin devamlı olarak kâr getirmemesi, şirket amacının gerçekleşmesinde ekonomik ve hukuki imkânsızlık, kanun esas sözleşme ve genel kurul kararlarının yerine getirilmemesi veya sürekli şekilde ihlali, uzun yıllar ciddi bir faaliyetin olmaması gibi hususlar haklı sebep olarak kabul edilebilir.
Nitekim Yüksek Mahkemenin uygulamasında da pek çok çeşitli ve hatta kişisel sayılabilecek olgunun ortaklığın feshinde haklı sebep olarak yorumlandığı görülmektedir. Örnek olarak, şirket mükellefiyetlerinin yerine getirilmemesi, rekabet yasağının ihlâli, sadakat borcuna aykırı hareketler, şirket defterlerinin düzgün tutulmaması gibi ortaklığa ilişkin sebepler yanında diğer ortaklar ve yakınlarına rencide edici sözler söylemek, haksız fiilde bulunmak, tutuklanma gibi sebeplerle ortaklık işlerinden uzak kalma ve boşanma gibi kişisel sebeplerin de uygulamada haklı sebep olarak nitelendirildiği görülmüştür.
Kişisel sebepler, pay sahiplerinin maddi haklarının ihlâl edilmesinden bağımsız olarak müdürlerin haklı sebeple azline gerekçe teşkil edecek ise, bu sebeplerin, ortaklığın devamına ve pay sahiplerinin bundan sonra birlikte çalışmasına engel teşkil edecek ağırlıkta olmalarını aramak gerekir. Bu da ancak pay sahiplerinin kişiliklerinin önemli olduğu şahıs şirketi benzeri aile şirketlerinde yahut az ortaklı küçük anonim ortaklıklarda söz konusu olabilir (Nuri Erdem, Anonim Ortaklığın Haklı Sebeple Feshi, İstanbul 2012, s. 154-155).
TTK. m. 608 hükmüne göre her ortağın kar payı alma hakkı bulunmaktadır. Şirket maksadının gerçekleşmesi veya gerçekleşmesinin imkansız hale gelmesi durumunda da şirketin feshine karar verilmesi gerekir. YTD, 26.03.1963 tarih ve E. 3438, K. 1963/4856 sayılı kararında, “…TTK. 434/2’de geçen “şirket maksadının husulünün imkansızlaşması’ şeklindeki ifade, sadece işletme konusu işin bünyesinden doğan imkansızlıklara taalluk etmektedir. İdarecilerin kötü idaresi hakkında ayrıca hükümler sevkedilmiştir. Kar elde edememe halinin, maksat ve mevzuun husulünü imkansız hale getirdiğini kabul, ancak uzun müddet kazanç sağlanamaması ve kazanç ihtimalinin tamamen ortadan kalkması halinde mümkün olur” görüşüne yer vererek, uzun süre kazanç sağlamama ve kazanç ihtimalinin ortadan kalkması durumunda maksadın imkansızlaştığının kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Nihayet, TTK. m. 636/2 hükmüne göre “uzun süreden beri şirketin kanunen gerekli organlarından biri mevcut değilse veya genel kurul toplanamıyorsa,ortaklardan veya şirket alacaklılarından birinin şirketin feshini istemesi üzerine şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesi, müdürleri dinleyerek şirketin, durumunu Kanuna uygun hâle getirmesi için bir süre belirler, buna rağmen durum düzeltilmezse, şirketin feshine karar verir”.
İspat kuralına ilişkin TMK. m. 6 hükmüne göre: “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür”. HMK. m. 190/1 hükmüne göre: “İspat Yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vahaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir”. Bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran/iddia eden taraf o vakıayı ispat etmeye mecburdur. Anılan ispat kuralları gereği, davacının,davalının müdürlükten azli için haklı nedenlerin varlığını geçerli delillerle ispat etmesi gerektiği açıktır.
Limited şirketlerin yönetim ve temsiline ilişkin TTK. m. 623/3 hükmüne göre: “Müdürler, kanunla veya şirket sözleşmesi ile genel kurula bırakılmamış bulunan yönetime ilişkin tüm konularda karar almaya ve bu kararları yürütmeye yetkilidirler”. Müdürlerin yetki ve görevlerini düzenleyen TIK. m. 625 hükmü uyarınca, “şirketin yönetimi için gerekli olduğu takdirde, muhasebenin, finansal denetimin ve finansal planlamanın oluşturulması… şirket finansal tablolarının, yıllık faaliyet raporunun ve gerekli olduğu takdirde topluluk finansal tablolarının ve yıllık faaliyet raporunun düzenlenmesi” hususları da müdürlerin devredilmez yetki ve görevleri arasındadır.
Söz konusu hükümler birlikte dikkate alındığında, dava konusu şirketin temsil ve idare edilmesinin, şirket adına bütün iştemlerin basiretli bir tacir gibi yürütülmesinin, ticari defterlerin muhasebe ilkelerine uygun olarak tutulmasının davalı şirket müdürünün sorumluluğunda olduğu açıktır.
Somut olayda;şirketin gayrifaal olması ve uzun süreden beri herhangi bir kar payı dağıtmaması, tek gelirinin sahip olduğu gayrimenkulden kaynaklanan kira geliri olması, herhangi bir merkezinin tespit edilememiş olmasına ve gayrifaal bulunmasına rağmen özellikle 2019 yılında çok yüksek miktarda yönetim giderinin bulunmasının izah edilememesi, şirket adına yüklü miktarda çekilen kredinin şirket yararına kullanıldığına ilişkin bir veri bulunmaması, şirketin gayrifaal olmasının ve çekilen kredinin davalı şirketin müdürü olan diğer ortağın hesabına yatırılmasının,bu kredinin davalı şirket müdürünün lehine çekilen bir kredi olduğunu göstermesi, bir başka deyişle şirket kaynaklarının ortaklar ve şirket lehine değil şirket müdürü lehine kullanılmasıı gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde; davalının dava konusu şirketi basiretsiz yönettiği bu bakımdan özen ve bağlılık yükümü ile diğer kanunlardan ve şirket sözleşmesinden doğan yükümlülüklerini ağır bir şekilde ihlal ettiği,sonucuna varıldığı bu nedenle azli koşulları oluşmakla birlikte hüküm tarihi itibariyle davalı şirket müdürünün görev süresinin dolduğu ve şirketin genel kurulu toplanarak yeni müdürün seçilmediği buna göre davacı vekilinin açtığı yönetici azli davası yönünden davanın konusu kalmadığı anlaşıldığından bu davanın esası hakkında karra verilmesine yer olmadığına,konusuz kalan davada davalı şirket müdürünün azil koşullarının oluştuğu kanaatine varılması nedeniyle davacını dava açmakta haklı olduğu anlaşıldığından davacı yararına yargılama gideri ve vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği sonucuna varılarak aşağıdaki gibi hüküm fıkrası oluşturulmuştur.
HÜKÜM/Yukarıda açıklandığı üzere;
1-a)Davacının,davalı şirket aleyhine açtığı fesih davasında, şirketin haklı sebeple feshi koşulları oluşmakla birlikte TTK’nın 636/3.maddesinde “Mahkeme, istem yerine, davacı ortağa payının gerçek değerinin ödenmesine ve davacı ortağın şirketten çıkarılmasına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme hükmedebilir.” hükmü uyarınca şirketin feshi yerine davacının davalı şirket ortaklığından ÇIKARILMASINA,
b)Davacının çıkma payı olarak belirlenen 40.588.487,83.-TL’nın karar tarihinden itibaren değişen oranlarda işleyecek avans faizi ile birlikte davalı şirketten tahsili ile davacıya VERİLMESİNE,
2-Davacının,davalı …. aleyhine açtığı yönetici azli davasında,davalı yöneticinin hüküm tarihi itibariyle görev süresinin dolduğu anlaşıldığından bu davanın esası hakkında karar verilmesine YER OLMADIĞINA,
3-Alınması gerekli 2.772.599,60.-TL karar ve ilam harcından peşin alınan 44,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 2.772.555,20.-TL harcın davalı şirketten alınarak hazineye İRAD KAYDINA,
4-Davacı tarafından ödenen 44,40 TL Başvurma Harcı ile 44,40 TL Peşin Harcın davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya VERİLMESİNE,
5-Davacı tarafından yapılan 74 tebligat+posta ücreti 924,85 TL, üç bilirkişi inceleme gideri 21.000,00 TL olmak üzere toplam 21.924,85 TL yargılama giderinindavalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya VERİLMESİNE,
6-Davalılar tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerlerinde BIRAKILMASINA,
7-Davacı kendisini bir vekil ile temsil ettirdiği anlaşıldığından karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre hesap edilen 5.100,00 TL ücreti vekaletin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya VERİLMESİNE,
8-Kararın kesinleşmesine kadar yapılan yargılama giderlerinin davacı tarafça peşin olarak yatırılan 303,00 TL yargılama gider avansından mahsubu ile bakiye kısmın karar kesinleştiğinde davacıya İADESİNE,
5235 sayılı Kanunun geçici 2’nci maddesine göre ,Bölge Adliye Mahkemeleri’nin kurulmasına ve 20 Temmuz 2016 tarihinde göreve başlamalarına dair kararların 07/11/2015 tarih ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği anlaşılmakla;6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 341 ilâ 360’ncı madde hükümleri uyarınca,mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye verilecek dilekçe ile kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde veya istinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf,başvuru hakkı bulunmasa veya başvuru süresini geçirmiş olsa bile, mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye vereceği cevap dilekçesi ile iki hafta içerisinde İSTİNAF yolu açık olmak üzere davacı vekilleri ile davalılar vekillerinin yüzlerine karşı oy birliği ile davalının yokluğunda oybirliği ile verilen karar açıkça okunup,usulen anlatıldı.07/04/2022

Başkan …
☪e-imzalıdır.☪
Üye …
☪e-imzalıdır.☪
Üye …
☪e-imzalıdır.☪
Katip …
☪e-imzalıdır.☪

“İŞ BU EVRAK 5070 SAYILI ELEKTRONİK İMZA KANUNUNUN 5. MADDE UYARINCA GÜVENLİ ELEKTRONİK İMZA İLE İMZALANMIŞ OLUP, 22. MADDE UYARINCA DA ISLAK İMZA İLE İMZALANMAYACAKTIR.”