Emsal Mahkeme Kararı Bakırköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/737 E. 2020/47 K. 23.01.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. BAKIRKÖY 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2018/737
KARAR NO : 2020/47

DAVA : Menfi Tespit (Ticari İlişkiden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 01/08/2018
KARAR TARİHİ : 23/01/2020
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 29/01/2020

Mahkememizde görülmekte olan Menfi Tespit (Ticari İlişkiden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA:
Davacı vekili Bakırköy Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesi’ne verdiği 01/08/2018 harçlandırma tarihli dava dilekçesinde; Davalı şirket tarafından müvekkili aleyhine Bakırköy …. İcra Müdürlüğünün …. ve ….. Esas sayılı icra dosyalarından 54.187,00 EURO ve 16.922,64 EURO olmak üzere toplam 71.109,64 EURO’nun tahsili için icra takibi başlatıldığını, müvekkilinin davalıya herhangi bir borcu olmadığını, davalı şirketin TMSF’ ye devredildiğini, davalı şirketin kayyımlar tarafından yönetildiğini, davalı şirketin borç/alacaklarına tam olarak vakıf olmayan kayyımlarca müvekkilinin borçlu olduğunun düşünüldüğünü, müvekkili ile davalı şirket arasında cari borca konu edilebilecek herhangi bir hizmet ilişkisi bulunmadığı gibi, müvekkiline herhangi bir faturada tebliğ edilmediğini, bu durumun ticari defterlerin incelenmesi ile sabit olacağını, bu nedenlerle, davanın kabulü ile davalıya 71.109,64 EURO borçlu olmadıklarının tespitini, ihtiyati tedbir kararı verilmesini, icra takiplerinin iptalini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı yana yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP :
Davalı vekili Mahkememize verdiği 26/03/2018 havale tarihli cevap dilekçesinde; Müvekkilinin alacağının tahsili için davacı aleyhine icra takibi başlatıldığını, takip kesinleştikten sonra usulsüz tebligat yapıldığı iddiası ile şikayet yoluna gidildiğini, sonu alınamayınca huzurdaki menfi tespit davasının açıldığını, davacının müvekkiline olan borcunun ticari defter kayıtları ile sabit olduğunu, işbu davayı takipleri sürüncemede bırakmak ve zaman kazanmak için açtığını, takip başlatılmadan önce davacıya borçlu olduğuna dair ihtarnamelerin gönderildiğini, hiçbir şekilde itiraz edilip cevap verilmediğini, izah edilen nedenlerle, davanın reddini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı yana yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER ve GEREKÇE:
Dava,davalı-alacaklının davacı-borçluya karşı yaptığı ilâmsız takibe yönelik menfi tespit istemine ilişkindir.
Tarafların aktif ve pasif dava ehliyetleri denetlenip uyuşmazlık konuları re’sen belirlenerek taraflarca gösterilen deliller toplanmış ve konunun incelenmesinde uzmanlık gerektiren yönler olduğundan bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle dava sonuçlandırılmıştır.
Mali Müşavir …… tarafından düzenlenen 02/05/2019 tarihli bilirkişi raporunda; Davalı tarafından davacı aleyhine, 31/05/2018 tarihinde Bakırköy …… İcra Müdürlüğünün ….. Esas sayılı dosya ile 16.922,64 EURO’nun tahsili için icra takibi başlatıldığını, yine 31/05/2018 tarihinde Bakırköy ….. İcra Müdürlüğünün …. Esas sayılı dosya ile 54.187,00 EURO’nun tahsili için icra takibi başlatıldığını, davacının işbu icra takiplerinden borçlu olmadığı iddiası ile huzurdaki menfi tespit davasını açtığını, davalı ticari defterlerinde, icra takip tarihlerinde, davalının davacıdan 16.922,64 EURO ve 54.187,00 EURO olmak üzere, toplam 71.109,64 EURO alacaklı olduğunu, davacı ticari defterlerinde, davacının davalıya 16.922,64 EURO + 29.157,00 EURO olmak üzere toplam 46.079,64 EURO Borçlu olduğunu, yanlar arasında 25.030,00 EURO ihtilaf olduğu ve bu ihtilafın davalının davacıya düzenlediği 2 ad. 25.030,00 EURO’luk faturaların davacı kayıtlarında olmamasından kaynaklandığını, davalı tarafından işbu faturaların davacıya tebliğ edildiğine veya fatura konusu hizmetin davacıya verildiğine ilişkin herhangi bir delil sunulamadığını, dolayısıyla, davacının Bakırköy …. İcra Müd. …… Esas sayılı dosyasından aleyhine başlatılan 16.922,64 EURO’luk takibin menfi tespitini talep edemeyeceğini, sadece; Bakırköy ….. İcra Müdürlüğünün …. Esas sayılı dosyasından başlatılan 54.187,00 EURO’luk takibin, 25.030.00 EURO’luk kısmının menfi tespitini talep etmesinin uygun olduğunu bildirmiştir.
Somut olayda öncelikle davacı vekili tarafından icra mahkemesine şikâyet yoluyla açılan davanın bekletici mesele yapılıp yapılmaması gerektiği hususunun incelenmesi gerekmektedir.Davacı vekili,ödeme emrinin tebliğinin usulsüzlüğü ve ödeme emrinin usulsüz olması nedeniyle iptali istemi ile Bakırköy ….. nci İcra Mahkemesi’ne dava açmış,bu mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmiştir.İlgili kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi …. nci Hukuk Dairesi’nin 03/01/2019 gün ve ….. esas, …. karar sayılı ilamı ile davacı vekilinin istinaf talebi kabul edilerek ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve ödeme emrinin tebliğinin usulsüz olduğunun tespiti ile tebliğ tarihinin düzeltilmesi ile ödeme emrinin iptaline karar verilmiş,ilgili kararın temyiz incelemesinde olduğu anlaşılmıştır.Menfi tespit davasının dinlenebilmesi için davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalı, bu tehdit nedeniyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar verecek nitelikte olmalı, tespit hükmü bu tehlikeyi ortadan kaldıracak nitelikte olmalıdır ( Baki Kuru, Menfi tespit davası ve İstirdat davası, Ankara 2003, s.24,36). Bu açıklamalar ışığında somut olayın değerlendirilmesine gelince, davacı, kesinleşen icra takiplerinden dolayı davalı-alacaklının davacı-borçluya faturalarda belirtilen hizmetleri vermediğini iddia etmek suretiyle borçlu olmadığının tesbitini istemektedir. Hal böyle olunca maddi hukuk açısından lehine bu kararı almakta hukuki yararı mevcuttur.Bu hali ile istinaf tarafından verilen kararın kesinleşmesi durumu değiştirmeyecek olup bu kararın kesinleşmesine gerek bulunmadığı gibi kararın kesinleşmesi ile taraflar arasındaki ihtilafta maddi hukuk açısından sona ermeyeceğinden davanın ilgili kararın kesinleşmesi ile konusuz kalması da söz konusu değildir.
Davacı vekili dava dilekçesinde,davalı tarafından icra takibine konu edilen faturalarda belirtilen hizmetin alınmadığından bahisle davalı-alacaklıya borçlu olunmadığının tespiti istemi ile huzurdaki davayı açmıştır.
Öncelikle, menfi tespit davası ile ilgili genel bir açıklama yapılmasında ve ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır:
Gerçekte var olmayan bir borç ya da geçersiz bir hukuki ilişki nedeniyle icra takibine maruz kalması muhtemel olan veya icra takibine maruz kalan bir kimsenin (borçlunun) gerçekte borçlu bulunmadığını ispat için açacağı dava, menfi tespit olarak adlandırılmaktadır.
Menfi tespit davası 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 72. maddesinde düzenlenmiştir.
Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. İcra takibinden önce açılan menfi tespit davasına bakan mahkeme, talep üzerine alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere gösterilecek teminat mukabilinde, icra takibinin durdurulması hakkında ihtiyati tedbir kararı verebilir. İcra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında ise ihtiyati tedbir yolu ile takibin durdurulmasına karar verilemez. Ancak, borçlu gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere göstereceği teminat karşılığında, mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyla icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini isteyebilir.
Bu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere menfi tespit davasında amaç bir hukuki ilişkinin veya bir hakkın gerçekten mevcut olmadığının tespitidir.Başka bir deyişle hukuki bir yarar bulunması koşuluyla sonuçta alacak-borç ilişkisi doğuracak bir durumun olmadığının tespiti amaçlanır.Dayanılan hukuki ilişkinin gerçekten mevcut olmadığı icra takibine maruz kalmadan önce ileri sürülebileceği gibi, icra takibinden sonra da ileri sürülebilir. Borçlunun icra takibinden önce veya sonra menfi tespit davası açabilmesi için borçlu olmadığının tespitinde hukuki yararının bulunması şarttır.Buna rağmen borçlunun, alacaklının harekete geçmesini beklemeden borçlu olmadığının tespitinde korunmaya değer bir yararı bulunabilir. Bu tür bir yararının bulunması halinde borçlu, borçlu olmadığının tespiti için dava açabilir.Bunun dışında icra takibi taraflar arasındaki maddi ilişkiyi tespit edecek nitelikte olmadığından, alacaklının takibe girişmesinden sonra, hatta takip kesinleştikten sonra da borçlunun, borçlu olmadığının tespitini mahkemeden istemesi mümkündür.
Borçlu belirtilen şekilde takipten önce veya sonra alacaklıya karşı bir menfi tespit davası açar; bu davayı kazanırsa, hakkındaki icra takibi dayanaksız kalır ve borcu ödemekten kurtulur.Ancak borçlu borcunu icra dairesine ödedikten sonra, artık menfi tespit davası açamaz. Bu halde borçlunun sırf borçlu olmadığının tespitinde hukuki bir yararı yoktur. Bundan sonra ödediği paranın geri alınması için bir dava açması söz konusu olur ki, bu da istirdat davasıdır (Hakan Pencanıtez, Oğuz Atalay, Meral Sungurtekin Özkan, Muhammet Özekes, İcra ve İflas Hukuku, s.156- 164).
Menfi tespit davası, normal bir hukuk davası gibi açılır. Borçlu, itirazın kaldırılması sırasında tetkik merciinde (m. 68-68a) ileri sürüp ispat edemediği itiraz ve def’ilerini, menfi tespit davasında yeniden ileri sürebilir; çünkü itirazın kaldırılması kararı, menfi tespit davasında kesin hüküm teşkil etmez.Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 17/03/2010 gün ve 2010/19-123 E. 2010/154 K; 07/12/2011 gün ve 2011/13-576 E. 2011/747 K sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.
Somut olayda,davalı-alacaklı bir kısım faturalara konu hizmetin verilmesine karşın davacı tarafından fatura bedellerinin ödenmediğinden bahisle davacı-borçlu aleyhine Bakırköy ….. ncu İcra Müdürlüğü’nün ….. ve ……. esas sayılı takip dosyalarında icra takibine girişmiş ve ilgili takipler kesinleşmiştir.Menfi tespit davalarında kural olarak ispat yükü davalı-alacaklıda olup buna göre davalı-alacaklı icra takibine konu ettiği faturalardaki hizmetin davacı-borçluya verdiğini ispat etmek zorundadır. Mahkememizce hükme esas alınan bilirkişi raporuna göre,davalı-alacaklının takip konusu yaptığı 29.157 Euro bedelli faturalar davacı-borçlunun aleyhine delil teşkil eden ticari defterlerinde kayıtlı olup buna göre bu faturalarda belirtilen hizmetin davalı-alacaklı tarafından davacı-borçluya verildiği karine olup davacı-alacaklı tarafından bunun aksinin ispat edilmesi gerekmektedir.Davacı-alacaklı bu faturalarda belirtilen hizmetin alınmadığına veya hizmet bedelinin ödendiğine ilişkin yazılı herhangi bir delil sunmamıştır.Bunun üzerine davacının delil listesinde açıkça yemin deliline dayanması nedeniyle davacı vekiline yemin delili hatırlatılmış davacı vekili ise yemin deliline dayanmamış olup söz konusu faturalarda belirtilen hizmetin davalı-alacaklı tarafından davacı-borçluya verildiği hususu sabit olduğundan bu faturalara yönelik borçlu olunmadığı iddiası Mahkememizce yerinde görülmeyerek yukarıda belirtilen gerekçeler ile davacı-borçlu tarafından açılan davanın reddine karar vermek gerekmiştir.
Davalı-alacaklı tarafından icra takibine konu edilen 25.030 Euro tutarlı 4 adet fatura ise ,davalı-alacaklının ticari defterlerinde kayıtlı olmasına rağmen ,davacı-borçlunun ticari defterlerinde kayıtlı değildir.Davalı alacaklı bu faturalarda belirtilen hizmetin davacı-borçluya verildiğini ispat etmek zorundadır.Davalı-alacaklı anılan faturalardaki hizmetin davacı-borçluya verildiğine dair yazılı bir delil sunamamıştır.Ancak davalı-alacaklı delil listesinde açıkça yemin deliline dayandığından mahkememizce davalı-alacaklı vekiline yemin delili hatırlatılmış,davalı vekili de yemin deliline dayandığın belirterek yemin metni hazırlamış,yemin metnini davacı-borçluya tebliğine rağmen davacı-borçlu yemin için tayin olunan duruşma güne gelerek yemini eda etmemiştir.
Uyuşmazlığın çözümü için ispat yükü ve yemin hususlarına ilişkin yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir. İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 187/1 maddesi).
Vakıa (olgu) ise, 03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylar şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir.
Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesinde, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” şeklinde düzenlendiği gibi, usul hukukunun en önemli konularından biri olan ispat yükü kuralı, HMK’nın 190. maddesinde de “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde hüküm altına alınmıştır.
İspat için başvurulan araçları ifade eden deliller ise HMK’da senet, yemin, bilirkişi, keşif ve uzman görüşü olarak sıralanmıştır. Ancak sayılan bu deliller sınırlayıcı (tahdidi) olmayıp, kanunun belirli bir delille ispat zorunluluğu getirmediği hâllerde taraflar kanunda düzenlenmemiş diğer delillere de dayanabilirler. Delillerin değerlendirilmesinde ise hâkimin bağlılığı ve her bir delile bağlanan hukuki sonuçlar bakımından “kesin” ve “takdiri” deliller ayrımı esas alınarak incelenme yapılmaktadır. Kesin deliller hâkimin bağlı olduğu ve takdir yetkisine sahip olmadığı delillerdir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki uyuşmazlık konusu olan “yemin delili” de kesin deliller içerisinde yer almakta olup, hâkimi bağlamaktadır (Kuru, B./ Arslan, R./Yılmaz, E.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2013, s. 406-413).
Yemin, taraflardan birinin davanın çözümünü ilgilendiren bir olayın doğru olup olmadığı konusunu, kanunda belirtilen usule uyarak, mahkeme önünde, kutsal sayılan değerlerle teyit eden ve kesin delil vasfı yüklenmiş sözlü açıklamalardır (03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı YİBK).Bir ispat vasıtası olan yeminin konusu HMK’nın 225. maddesine göre, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır. Görüleceği üzere yemin, tarafın kendisinden kaynaklanan (ondan sadır olan) vakıalar hakkında verilebilir.
Kanunda, bir kimsenin bir hususu bilmesi onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılırken (HMK. m. 225/2), tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği vakıalar, bir işlemin geçerliliği için, kanunen iki tarafın irade açıklamalarının yeterli görülmediği hâller ve yemin edecek kimsenin namus ve onurunu etkileyecek veya onu ceza soruşturması ya da kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak vakıaların yemin konusu olamayacağı (HMK. m. 226) düzenlenmiştir.
Uyuşmazlık konusu vakıanın ispatı için yeminden başka delili olduğunu beyan etmiş olan taraf dahi yemin teklif edebilir. Yemin teklif olunan kimse, yemini edaya hazır olduğunu bildirdikten sonra, diğer taraf teklifinden vazgeçerek başka bir delile dayanamaz ve yeni bir delil de gösteremez (HMK. m. 227).
Kendisine yemin teklif edilen taraf yemini eda ettiği takdirde, yemin teklif eden kimsenin iddia ettiği vakıanın doğru olmadığı ispat edilmiş olur. Başka bir ifadeyle, yeminin eda edilmesi üzerine, artık ortada uyuşmazlık konusu olan vakıa kesin delille kanıtlanmış olacağından, karşı taraf o konuda yeni bir delil getiremez, hâkim de yeni araştırmada bulunamaz. Yemin, eda eden kişi ve mirasçıları lehine kesin delil teşkil eder.
Yukarıda ana hatlarıyla açıklanan tüm bu kurallar göstermektedir ki, yemini ispat yükü kendisine düşen taraf teklif edebilir. Kendisine ispat yükü düşmeyen tarafın yemin teklif etmesinin hiçbir hukuki sonucu olmayacağı gibi iddia ve savunmasını yemin dışında ileri sürdüğü delillerle ispat eden tarafın yemin teklif etmesine de gerek yoktur. Nitekim, doktrinde de kendisine davada ispat yükümlülüğü düşmeyen tarafın, karşı tarafa yemin teklif edebilmesinin ancak ispat yükümlülüğünü açık bir beyanla üzerine aldığını bildirmesiyle mümkün olduğu kabul edilmektedir. Yine aynı görüşlere göre, bu koşul yerine getirilmeden teklif edilen yeminin yerine getirilmiş olması hâlinde dahi, eda edilen yeminin bir sonuç doğurmayacağı da belirtilmektedir. Keza aynı görüşlerde, kendisine ispat külfeti düşmeyen tarafın diğer tarafa gereksiz olarak yemin teklif etmesi hâlinde, davada ispat külfetinin hangi tarafta olduğunu tayin ve tespitle görevli hâkimin, onu uyarması ve buna rağmen yemin teklifinde kararlı olduğunu bildirmesi hâlinde ve diğer taraf da bu teklifi kabul ettiği takdirde yemini eda ettirerek davayı sonuca bağlaması gerektiği kabul edilmektedir (Kuru, B., Hukuk Muhakameleri Usulü, İstanbul 2001, C: II, s. 2488 vd.; Yılmaz, E., Yemin, Ankara 1989, s. 102 vd.) . Aynı görüşler Yargıtay içtihatları ile de tekrarlanmıştır. ( HGK’nın 19.12.1970 tarihli 4/1575-686 sayılı, 30.10.1991 tarihli 11/384-543 sayılı ve 11.06.1997 tarihli 6/367-524 sayılı kararları) .
Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde,icra takibine konu edilen bir kısım faturalarda belirtilen hizmetin davacı-borçluya verildiğini yazılı delil ile ispat edemeyen davalı-alacaklı vekiline yemin delili hatırlatılmış ve davalı vekilinin yemin deliline dayandığını bildirmesi üzerine davalı vekili tarafından hazırlanan ve mahkememizce de uygun bulunan yemin metni davacı-borçlu şirkete tebliğine rağmen davacı-borçlu yemin için tayin olunan duruşma gününde gelerek yeminini eda etmemiştir.Yukarıda da belirtildiği gibi “yemin delili” kesin delil olup hâkimi bağlar.Davalı-alacaklı davacı-borçlunun ticari defterlerinde kayıtlı olmayan faturalar ile ilgili hizmetin verildiğini yazılı delil ile kanıtlayamakla birlikte yeminin eda edilmemesi nedeniyle bu hizmetin davacı-borçluya verildiğini ispat etmiştir.Buna göre davacının bu faturalar ile ilgili açtığı menfi tespit davası da yerinde değildir.
Tüm bu belirlemeler ışığında davadaki somut olay değerlendirildiğinde; Davacı vekili,müvekkilinin,icra takibine konu hizmeti almadığından bahisle davalı-alacaklıya borçlu olmadığının tespitini isetemiş ise de;icra takibine konu bir kısım faturaların davacı-borçlunun aleyhine delil teşkil eden ticari defterlerinde kayıtlı olması ve hizmetin verilmediğine veya hizmet bedelinin ödendiği hususları davacı-borçlu vekilince usulüne uygun deliller ile ispat edilemediğinden ve davacı-borçlunun ticari defterlerinde kayıtlı olmayan faturalar ile ilgili olarakta davacı şirketin teklif edilen yemini eda etmemesi nedeniyle bu faturalarda belirtilen hizmetin de davacı-borçlu şirkete verildiğinin sabit olması karşısında davacı vekili tarafından açılan menfi tespit davasının reddine karar vermek gerekmiştir.
İİK’nın 72 nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmü “Dava alacaklı lehine neticelenirse ihtiyati tedbir kararı kalkar. Buna dair hükmün kesinleşmesi halinde alacaklı ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış bulunmaktan doğan zararlarını gösterilen teminattan alır. Alacaklının uğradığı zarar aynı davada takdir olunarak karara bağlanır. Bu zarar herhalde yüzde yirmiden aşağı tayin edilemez.” şeklinde olup buna göre tazminata hükmedilebilmesi için verilen ve infaz edilen bir tedbir kararı nedeniyle davalı alacaklının alacağına geç ulaşmış olmasının kanıtlanması gerekmekte olup somut uyuşmazlıkta mahkememizce verilen tedbir kararı infaz edilmediğinden ve alacaklının alacağına geç ulaşmış olması söz konusu olmadığından davalı vekili tarafından istenen kötüniyet tazminatı talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılarak aşağıdaki gibi hüküm fıkrası oluşturulmuştur.

HÜKÜM/Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davanın REDDİNE,
2-Davalı vekilinin kötüniyet tazminat talebinin koşulları oluşmadığından REDDİNE,
3-Alınması gerekli ¨54,40 karar ve ilam harcının peşin alınan ¨6.993,93 harçtan mahsubu ile fazla alınan ¨6.939,53 ile harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya İADESİNE,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderinin kendi üzerinde BIRAKILMASINA,
5-Davalı kendisini bir vekil ile temsil ettirdiği anlaşıldığından karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre reddedilen miktar üzerinden hesap edilen ¨37.117,82 ücreti vekaletin davacıdan tahsili ile davalıya VERİLMESİNE,
6-Kararın kesinleşmesine kadar yapılan yargılama giderlerinin davacı tarafça peşin olarak yatırılan ¨195,00 yargılama gider avansından mahsubu ile bakiye kısmın karar kesinleştiğinde davacıya İADESİNE,
5235 sayılı Kanunun geçici 2’nci maddesine göre ,Bölge Adliye Mahkemeleri’nin kurulmasına ve 20 Temmuz 2016 tarihinde göreve başlamalarına dair kararların 07/11/2015 tarih ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği anlaşılmakla;6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 341 ilâ 360’ncı madde hükümleri uyarınca,mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye verilecek dilekçe ile kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde veya istinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf,başvuru hakkı bulunmasa veya başvuru süresini geçirmiş olsa bile, mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye vereceği cevap dilekçesi ile iki hafta içerisinde İSTİNAF yolu açık olmak üzere davacı vekili ile davalı vekilinin yüzüne karşı oy birliği ile verilen karar açıkça okunup,usulen anlatıldı. 23/01/2020

Başkan …
☪e-imzalıdır.☪
Üye …
☪e-imzalıdır.☪
Üye …
☪e-imzalıdır.☪
Kâtip ……
☪e-imzalıdır.☪

“İŞ BU EVRAK 5070 SAYILI ELEKTRONİK İMZA KANUNUNUN 5. MADDE UYARINCA GÜVENLİ ELEKTRONİK İMZA İLE İMZALANMIŞ OLUP, 22. MADDE UYARINCA DA ISLAK İMZA İLE İMZALANMAYACAKTIR.”