Emsal Mahkeme Kararı Bakırköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/717 E. 2020/626 K. 08.10.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. BAKIRKÖY 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2018/717
KARAR NO : 2020/626

DAVA : Ticari Şirket (Fesih İstemli)
DAVA TARİHİ : 25/07/2018
KARAR TARİHİ : 08/10/2020

BİRLEŞEN BAKIRKÖY 4.ASLİYE TİCARET
MAHKEMESİ’NİN 2018/724 ESAS SAYILI DOSYAS

DAVA : Ticari Şirket (Fesih İstemli)
DAVA TARİHİ : 25/07/2018
KARAR TARİHİ :08/10/2020
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 03/11/2020

Mahkememizde görülmekte olan Ticari Şirket (Fesih İstemli) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
ASIL DAVADA;
İDDİA:
Davacı vekilinin Bakırköy Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesi’ne vermiş olduğu 25/07/2018 harçlandırma tarihli dava dilekçesinde; … İnşaat ve Tüketim Maddeleri Ticareti Anonim Şirketi , İstanbul Ticaret Sicili Müdürlüğü’ne … ticaret sicil numarası ile kayıtlı olup, merkezi … …. Cad. No:…./… adresinde olduğunu, davalı şirketin ana iştigal alanını, her türlü inşaat işinin yapılması; konusunu gerçekleştirmek için arsalar alınması, alınan arsalar üzerine her türlü inşaat, iş merkezi veya mesken amaçlı olarak inşaat yapılması, her türlü gayrimenkulün satın alınarak bu gayrimenkuller üzerine kendi adına veya özel ve tüzel kişiler adına inşaat yapılması, bu inşaatların satılması veya kiraya verilmesi, konusunu gerçekleştirmek için her türlü inşaat tadilat ve düzenleme işlerinin yapılması oluşturduğunu, davalı şirketin malvarlığında, bugüne kadar tamamlanmış inşaat projeleri nedeniyle yüklü sayıda bağımsız bölüm niteliğinde dükkan ve konut ile, alışveriş merkezleri bulunduğunu, davalı şirketin toplam sermayesinin ¨ 36.000.000 olduğunu, müvekkili …’in davalı şirket nezdinde %30 oranında paya sahip B grubu hissedarı davalı şirketin hali hazırda diğer pay sahipleri ise, %38 oranında paya sahip olan A Grubu hissedar …, %16 oranında paya sahip olan C Grubu hissedar … ve %16 oranında paya sahip olan D Grubu hissedar … olduğunu, davalı şirketin Yönetim Kurulu, A, B, C ve D Grubu’ndan birer üye olmak üzere …, …, … ve …’ten oluştuğunu, yönetim kurulu başkanı ise … olduğunu, davalı şirketin A Grubu Hissedarı …, Şirket kaynaklarını kendi lehine kullandığını, şirket kaynaklarının çoğunluk pay sahiplerinin lehine kullanılması, TTK m. 531 hükmü anlamında şirketin feshi açısından haklı nedenler arasında sayıldığını, Anonim ortaklıkta azınlık pay sahiplerinin menfaatleri genel olarak iki potansiyel kaynaktan dolayı tehlikede olduğunu, bunlar ortaklık üzerindeki kontrol gücünü genel kurulda etkin bir şekilde kullanabilen çoğunluk pay sahipleri ile ortaklık yönetiminde yetki sahibi bir yönetim kurulu olduğunu, davalı şirketin %38 oranında A Grubu pay sahibi …, davalı şirketin Yönetim Kurulu Başkanı olmasının yanı sıra, aynı zamanda dava dışı … Holding A.Ş.’nin de Yönetim Kurulu Başkanı olduğunu, dava dışı …. Holding A.Ş. tarafından davalı şirket aleyhine, Bakırköy …. İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı dosyası ile ¨ 43.864.823,00 tutarında icra takibi başlatılmış; bununla da yetinilmeyerek, davalı şirketin sahip olduğu tüm taşınmazlara ihtiyati haciz konulması talep edildiğini, …’in Yönetim Kurulu Başkanı olduğu … Holding A.Ş. tarafından başlatılan icra takibinin hangi işlemden kaynaklanan alacağa dayandığı belirli olmadığı gibi, … Holding A.Ş. ile davalı şirket arasında bu büyüklükte bir alacak verecek ilişkisinin oluşmasına yol açabilecek bir hukuki ilişki de mevcut olmadığını, … Holding A.Ş.’nin davalı şirket aleyhine ödeme emrinde alacağın neden kaynaklandığına ilişkin hiçbir bilgiye yer verilmeden başlatmış olduğunu ¨ 43.864.823,00 tutarındaki icra takibi, …’in davalı şirket kaynaklarını kendi lehine kullanmasından başka bir anlam taşımadığını, zira … Holding A.Ş.’nin paylarının tamamı … ve ailesine ait olduğunu, davalı şirketin bu mesnetsiz ve gerçek bir alacağa dayanmayan icra takibine itiraz edebilmesi için, esas sözleşmesi gereği üç Yönetim Kurulu üyesinin müştereken atacağı imzaya ihtiyaç olduğunu, müvekkilinin dışında kalan Yönetim Kurulu üyeleri bu icra takibine itiraz etmeyi kabul etmediklerinden, ne yazık ki bu mesnetsiz icra takibi davalı şirket aleyhine kesinleşmiş bulunduğunu, müvekkili … tarafından, …, … ve …’e keşide edilen Beyoğlu …. Noterliği’nin 13.06.2018 Tarih ve … Yevmiye Numaralı ihtarnamesi ile; Yönetim Kurulu Başkanı …’e; TTK m.395 hükmü gereğince şirkete borçlanma yasağına aykırı hareket etmesi, muvazaalı alacağın tahsili için Bakırköy …. İcra Müdürlüğü’nün …. Esas sayılı dosyası ile ¨43.864.823,00 tutarında icra takibi başlatması nedeniyle şirketin uğradığı maddi ve manevi zararı gidermesi ihtar edildiğini; bu talebin yerine getirilmemesi halinde TTK m. 531 hükmü uyarınca şirketin haklı nedenle feshi davasının açılacağı ihbar ve ihtar edildiğini, ihtarname ile belirtilen süre içerisinde şirketin zararının giderilmemesi nedeniyle müvekkilimin işbu dava ile TTK m. 531 hükmü çerçevesinde huzurdaki davayı açmaktan başka bir çaresi kalmadığını, davalı şirketin pay sahipleri arasındaki şiddetli kişisel anlaşmazlıklar ortaklık ilişkisinin devamını objektif bakımından katlanılamaz hale getirdiğini, haklı sebeplerin hakkaniyet ilkesi ışığında belirlenmesi, anonim ortaklık tipolojisi çerçevesinde somut olaydaki ortaklık modelinin dikkate alınmasını gerektirdiğini, bu bağlamda tipoloji öğretisi çerçevesinde, kişi ortaklıklarında haklı sebep kavramının belirlenmesine ilişkin ölçü ve prensiplerin, yasal tipten farklı şekilde kişisel unsurlara dayalı olarak yapılanan “atipik” kapalı aile ortaklığı niteliğindeki sermaye şirketlerinde uygulanıp uygulanamayacağı sorusu gündeme geldiğini, Anonim şirketler hukukunda, ailevi ve kişisel neden/anlaşmazlıklar, sadece aile şirketlerinde fesih için haklı neden olarak kabul edildiğini,, kişisel nedenler, özellikle küçük aile şirketlerinde, süreklilik arz edecek şekilde ortaklık ilişkisinin devamını objektif bakımından katlanılamaz hale getirdikleri takdirde önemli rol oynayabiliceklerini, davalı şirketin pay sahipleri arasındaki menfaat çatışmalarından kaynaklanan sürekli ve derin uyuşmazlıkların ortaklığın devamını çekilmez kıldığını gösteren en somut ve net kanıtı, müvekkilinin ve davalı şirket diğer pay sahipleri … ve … tarafından, …, …, … hakkında hırsızlık, evrakta sahtecilik, dolandırıcılık, çalışmaya mani olma suçlarına istinaden gerekli soruşturmanın yapılarak kamu davası açılmasına karar verilmesi talebi ile suç duyurusunda bulunulduğunu, tüm kardeşlerin birlikte ortak oldukları davalı şirket, dava dışı … İnşaat A.Ş. ve dava dışı … Ltd.Şti. şirketlerinde yönetim kurulu ,müvekkili …., …, … ve …’ten oluşmakta olup, şirketin temsil ve ilzamı dört kardeşten üçünün müştereken atacakları imza ile mümkün olduğunu, …, …’e ait hisseleri üzerinde baskı kurmak suretiyle almaya çalıştığını, şirket ortaklarından herhangi birinin şirketteki hisselerini satabilmesi şirket yönetim kurulunun ve genel kurulunun izin ve muvafakatine tabi olduğunu, müvekkili … ve …’in … ve … arasında yapılması düşünülen hisse alım satım işlemine izin verilmeyeceğinin bildirilmesi üzerine; … …’in hisselerini zorla ve hileyle almak için müvekkili …’in, …’in ve …’in sahte imzalarını atarak veya diğer şüphelilere attırarak yönetim kurulu kararı almış; şirket genel kurulunu toplantıya davet etmiş ve toplantı gününü de 01.03.2017 olarak tayin ettiğini, …’in bu şekilde sahte imzalarla yönetim kurulu ve genel kurul kararları alması üzerine davalı şirket pay sahipleri …, … ve müvekkili …, … aleyhine suç duyurusunda bulunduklarını, taraflar arasında ortaya çıkan ihtilaflar artık basit kişisel anlaşmazlık boyutunu çoktan aştığını, şirketin faaliyetleri, varlığı ve müvekkili hakları bakımından tehlike oluşturacak bir hal almış, bu noktadan sonra kardeşlerin aynı ortaklık çatısı altında devam etmesi imkansız hale geldiğini, huzurdaki dava ile haklı neden olarak gösterilen diğer olguların incelenmesine ve değerlendirilmesine geçilmeksizin, sadece bu neden ışığında dahi, davalı şirket pay sahipleri arasında “ortak olma iradesinin” ortadan kalktığını; netice itibariyle kardeşler/ pay sahipleri arasındaki kişisel anlaşmazlıkların artık “ortaklık ilişkisine devam edilmesinin dürüstlük kuralına göre pay sahipleri tarafından beklenemeyeceği” bir noktaya ulaştığını, davalı şirketin organları olan Yönetim kurulu ve genel kurul karar alma işlevini tamamen yitirdiğini, davalı şirket yönetim kurulu ve genel kurulu çok uzun süredir kurul olarak toplanamadığını, nitekim bu husus Yönetim Kurulu Başkanı … tarafından keşide edilen ihtarnamelerde de açıkça ikrar edildiğini, pay sahipleri arasındaki ihtilaf nedeniyle şirketin işleyişinin felce uğratılması ve organların karar alamaz hale gelmesi de TTK m. 531 anlamında haklı sebep sayıldığını, ihtarname içeriklerinin davalı şirket pay sahipleri arasındaki ihtilafların, şirket organlarına işlevlerini kaybettirecek dereceye ve düzeye ulaşarak ortaklığın faaliyetinin devamına engel olduğunu ortaya koyduğunu, şirketin kuruluş sebebinin tamamen ortadan kalktığını, ortaklık amacının elde edilmesi önemli ölçüde güçleştiğini, davalı şirketin iştigal alanı her ne kadar inşaat işleri yapmak, elindeki gayrimenkulleri değerlendirmek, yeni gayrimenkuller satın almak şeklinde belirtilmişse de; davalı şirket, pay sahipleri arasındaki ihtilaflar sonucunda işletme konusuna giren bu faaliyetlerden hiçbirini fiilen yapamayacak noktaya geldiğini, müvekkilinin dışında davalı şirketin tüm pay sahiplerinin davalı şirket ile aynı iştigal alanında faaliyet gösteren kendi şirketleri olduğunu, her bir pay sahibi de kendi şirketleri nezdinde inşaat faaliyetlerini devam ettirdiğini, … Holding A.Ş.’nin pay sahipleri …’in çocukları …., …. ve … olduğunu, … ise şirkete münferiden temsil ve ilzam yetkisine sahip olduğunu, … Gayrimenkul Geliştirme ve İnşaat A.Ş.- …, …, … ve … tarafından kurulduğunu, halihazırda şirketin tek pay sahibi …. olup, … ve …. şirkette münferiden temsil ve ilzam yetkisine sahip olduğunu, … İnşaatçılık A.Ş.’nin tek pay sahibinin … olduğunu,… Konut İnşaat A.Ş.- … ve eşi tarafından kurulduğunu, … Tasarım İnşaat A.Ş.’nin pay sahipleri …’in çocukları …., …. ve …., … Holding A.Ş., … Yapı A.Ş. Olduğunu, … İnsaat Turizm Gıda İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret Ltd.Şti. ,… Blok Tasarım Yapı ve İnşaat A.Ş.’nin pay sahipleri müvekkili …’in kızları .., …, … ve … olduğunu, … İnşaat Gayrimenkul Geliştirme Turizm Sanayi ve Ticaret Ltd.Şti.’nin pay sahipleri müvekkili …’in kızları … ve …. olduğunu, …. Gayrimenkul İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin tek pay sahibi … olduğunu, davalı şirketin pay sahipleri tarafından kurulan tüm şirketlerin unvanında “…” ibaresi yer aldığını, hal böyle iken, davalı şirketin yönetim kurulu başkanı …’in “… Holding A.Ş.” unvanını kullanmak suretiyle adeta tüm … Şirketlerinin grup çatısında “… Holding A.Ş.” varmış gibi faaliyet göstermesi, haksız rekabet teşkil etmekte olup aynı zamanda yönetim kurulu üyeleri için öngörülen rekabet yasağını ihlal anlamına geldiğini, bu hususta, tüm yasal haklarını saklı tuttuklarını, davalı şirketin tüm pay sahiplerinin kendi şirketlerinde faaliyet gösterdiği ve kardeşler arasındaki ihtilafların ceza davalarına konu olduğu bu tabloda, davalı şirkeitn işletme konusu dahilinde faaliyetlerini sürdürebilme ve ortaklık amacını gerçekleştirebilme ihtimalinin kalmadığını, davalı şirketin pay sahipleri arasında artık müşterek amaç uğruna çalışma, amacın elde edilmesi için emek sarf etme unsuru olan ve şirketlerin devamı açısından varlığı son derece önem taşıyan ‘…’ ortadan kalkdığını, netice itibarı ile, dava konusu ortaklığın devamında bir yarar kalmadığını, bu husus da açıkça haklı sebep teşkil ettiğini, sonuç olarak davacı müvekkili açısından ortaklığın devamı imkânsız hale geldiğinden, TTK m. 531 uyarınca; davalı şirketin haklı nedenle feshine karar verilmesini; feshe alternatif çözüm olarak, davalı şirketin sahip olduğu gayrimenkullerin %30’unun müvekkiline verilmesi suretiyle şirketin bölünmesine karar verilmesini; mahkemece bu taleplerinin yerinde görülmemesi halinde; TTK m. 531, c. 2 gereğince müvekkiline ait paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin tespit edilerek davalı şirket tarafından derhal ve nakden ödenmesi suretiyle müvekkilinin ortaklıktan çıkarılmasına karar verilmesini; yargılama masrafları ile vekâlet ücretinin davalı şirkete yükletilmesini talep etmiştir.
ASIL DAVADA;
SAVUNMA:
Davalı vekilinin mahkememize vermiş olduğu 07/09/2018 havale tarihli cevap dilekçesinde; Davacının şirketin organsız kaldığına ilişkin iddialarının doğru olmadığını, müvekkili şirketin yönetim kurulunun mevcut olup görevini yaptığını, şirketin yönetim kurulu başkanı …, üyelerin …, … ve davacı … Keleş tarafından oluşturulduğunu, şirket imza sirküleri ve şirket ana sözleşmesinde yapılan ana değişiklik gereğince şirketin bu dört yönetim kurulu üyesinden herhangi üçünün birlikte imzası ile temsil edildiğini, zaman zaman bu üç kişinin biraraya gelememesi nedeniyle aksaklıklar yaşandığını ancak işlerin gecikilerek yapıldığını, dolayısıyla yönetim kurulunun mevcudiyeti sabit olup yönetim kurulunun toplanmaması gibi bir durumun söz konusu olmadığı gibi yönetim kurulunun karara dönüştürmeden de temsil yetkisi doğrultusunda şirketi temsil edenlerin üçünün biraraya gelmesi ile sürekli olarak malvarlıklarından satış yaptığını ve bunun için gerekli vekaletnameleri verdiğini, dolayısıyla TTK madde 531 anlamında müvekkili şirketin organları mevcut olup hem yönetim kurulu üyeleri olarak hem de genel kurul olarak gerekli toplantıları yaptığını, bu itibarla TTK madde 531’e dayanarak şirketin bölünmesinin de söz konusu olamayacağını, davacının bu yöndeki taleplerinin reddinin gerektiğini, davacının bu davayı açma sebebinin ortaklardan … ve …’in hisselerini diğer büyük hissedar …’e satmaya karar vermelerinden kaynaklandığını, bu doğrultuda …’in hisselerini sattığını, … ile ilgili satış prosedürlerinin de devam ettiğini, bu satışlar ile şirketin tek başına … tarafından temsil ve ilzam edilmesi ortaya çıktığı için davacının “benim imzamın artık bir önemi kalmadı” diyerek gerçek ile ilgisiz şekilde şirketin organlarım yitirdiğinden bahisle kötü niyetli olarak işbu şirketin feshi ve kayyım atanması davasını açtığını, bu nedenle davanın Medeni Kanunun 2. maddesi gözetilerek TTK 531 bağlamında şirketin organsız kalması söz konusu olmadığından ve şirket her türlü faaliyetine organları ile devam ettiğinden davacının işbu davasının reddi gerektiğini, bizzat davacının imzasının bulunduğu vekaletnamelerle müvekkili şirketin faaliyetini sürdürdüğünü ve şirket işlerinin yürütüldüğünü, söz konusu vekaletnamelerle davacı dışındaki diğer yönetim kurulu üyelerinin şirketin önemli adetteki bir kısım gayrimenkullerini satmak ve pazarlamak üzere dava dışı kişiyi vekil tayin ettiklerini, davacının da talebi ile davacı … , başkan … ve üye … yönetim kurulu olarak bir araya gelmişler ve 09.05.2018 tarihinde bir takım işleri yapması için vekaletname tanzim ederek dava dışı avukatı vekil tayin etmiş olduklarını, söz konusu vekaletnameyi bizzat davacının verdiğini, böylece yönetim kurulunun toplanmaması diye bir sorun kalmadığını, daha sonra yine aynı kişiler bir araya gelerek ve dava dışı kişiye vekaletname vererek bir kısım şirket gayrimenkullerinin satışını gerçekleştirmiş olduklarını, dahaa sonra da davacı dışındaki diğer üyelerin bir araya gelerek dava dışı kişiye vekaletname vermek suretiyle şirketin gayrimenkullerinden bir kısmının satışını gerçekleştirdiklerini, buradan anlaşılacağı üzere müvekkili şirketin yönetim kurulunun faal olup şirketin faaliyetlerinin yürütülmesi kapsamında gayrimenkul satışları için vekaletnamelerin verildiğini, dolayısıyla müvekkili şirketin organsız olmadığını, şirket yönetim kurulunun faal olduğunu, şu anda şirket yönetim kurulunun toplanmasını gerektirir hukuksal bir zorunluluk bulunmadığını, davacının iş bu davasının kanuna ve gerçeklere aykırı olduğu, şirketin organsız bulunmadığı, şirket yönetim kurulunun şirket faaliyetlerini yürüttüğü, şirketin bölünmesini gerektiren bir durum olmadığı gibi feshini gerektiren bir durumun da olmadığını, belirterek; davacının şirketin bölünmesi ve mümkün değilse feshi istemi ile açılan iş bu davanın tümden reddine, aynı mahiyette açılmış olan Bakırköy …. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin …. Esas sayılı dosyası sebebi ile de işbu davanın derdestlik yönünden reddine, aksi halde işbu dosya ile birleştirilmesine, mahkeme masrafları ile vekalet ücretinin davacı tarafa yüklenmesine karar verilmesini talep etmişlerdir.
Bakırköy …ncü Asliye Ticaret Mahkemesinin … esas sayılı dava dosyası Mahkememiz dosyası ile birleştirilmiştir.
BİRLEŞEN DAVADA;
İDDİA:
Davacı vekilinin Bakırköy Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesi’ne vermiş olduğu 25/07/2018 harçlandırma tarihli dava dilekçesinde; … İnşaat ve Tüketim Maddeleri Ticareti Anonim Şirketi’nin, İstanbul Ticaret Sicili Müdürlüğü’ne … ticaret sicil numarası ile kayıtlı olup, merkezi … Cad. No:… …/…. adresinde olduğunu, davalı şirketin ana iştigal alanını, her türlü inşaat işinin yapılması; konusunu gerçekleştirmek için arsalar alınması, alınan arsalar üzerine her türlü inşaat, iş merkezi veya mesken amaçlı olarak inşaat yapılması, her türlü gayrimenkulün satın alınarak bu gayrimenkuller üzerine kendi adına veya özel ve tüzel kişiler adına inşaat yapılması, bu inşaatların satılması veya kiraya verilmesi, her türlü inşaat tadilat ve düzenleme işlerinin yapılması oluşturduğunu, davalı şirketin malvarlığında, bugüne kadar tamamlanmış inşaat projeleri nedeniyle yüklü sayıda bağımsız bölüm niteliğinde dükkan ve konut ile, alışveriş merkezleri bulunmadığını, davalı şirketin toplam sermayesinin ¨ 36.000.000 olduğunu, müvekkili … davalı şirket nezdinde %30 oranında paya sahip B grubu hissedarı olduğunu, davalı şirketin hali hazırda diğer pay sahipleri ise, %38 oranında paya sahip olan A Grubu hissedar …, %16 oranında paya sahip olan C Grubu hissedar … ve %16 oranında paya sahip olan D Grubu hissedar … olduğunu, davalı şirketin Yönetim Kurulu, TTK m. 360 hükmü kapsamında tanınan imtiyaz çerçevesinde A, B, C ve D Grubu’ndan birer üye olmak üzere …, …, … ve …’ten oluştuğunu, Yönetim Kurulu Başkanı ise … olduğunu, davalı şirketin organsız kalması nedeniyle şirketin feshi istemlerinin dayandığı vakıaları açıklamaya geçmeden evvel, TTK m.530 hükmünde düzenlenen anonim ortaklığın organ eksikliği nedeniyle feshine ilişkin hukuki rejimin kısaca açıklanması faydalı olacağını, davalı şirketin genel kurulu ve yönetim kurulu uzun süredir kurul olarak toplanamadığını ,davalı şirketin son genel kurul toplantısının 16.06.2016 tarihinde gerçekleşmiş olup, genel kurulun yılda en az 1 kere kurul olarak toplanması TTK m. 409 hükmüne göre zorunlu olmasına rağmen, davalı şirkete 2016-2017-2018 yıllarının olağan genel kurul toplantıları dahi yapılamadığını, genel kurul 2016 yılından beri toplanamadığını ,şu halde, davalı şirkete genel kurulun toplanamaması gerekçesi ile, organsızlık durumunun ve TTK m. 530 anlamında fesih şartlarının gerçekleştiğini, yönetim kurulu başkanı … tarafından keşide edilen ihtarnamelerde de açıkça ikrar edildiğini, … tarafından müvekkili … ile davalı şirketin diğer pay sahipleri ve Yönetim Kurulu üyeleri … ve …’e keşide edilen 22.05.2018 tarihli “Yönetim Kurulu Toplantısı’na davet” konulu ihtarnamede aynen şu ifadelere yer verildiğini, davalı Şirket pay sahipleri arasındaki ihtilafların, şirket organlarına işlevlerini kaybettirecek dereceye ve düzeye ulaşarak ortaklığın faaliyetinin devamına engel olduğunu ortaya koyduğunu, nitekim, uzun yıllardır şirketin Yönetim Kurulu bir araya gelerek tek bir karar dahi alamadığını TTK uyarınca yapılması gereken olağan genel kurul toplantıları da yapılmadığınıi şirketin “organsız” kaldığı, ne yönetim kurulunun ne de genel kurulun işlevini yerine getiremediği tereddütte yer bırakmayacak şekilde ortaya çıktığını, bu noktada, davalı şirketin pay sahipleri arasındaki menfaat çatışmalarından kaynaklanan sürekli ve derin uyuşmazlıklar nedeniyle Yönetim Kurulu’nun artık toplanabilmesinin de mümkün olmadığının vurgulanması gerektiğini, bu hususun en somut ve net kanıtı, davalı şirketin yönetim kurulu üyeleri müvekkilinin ve … ve … tarafından, diğer Yönetim Kurulu Üyesi … ve oğulları …., …. hakkında hırsızlık, evrakta sahtecilik, dolandırıcılık, çalışmaya mani olma suçlarına istinaden gerekli soruşturmanın yapılarak kamu davası açılmasına karar verilmesi talebi ile suç duyurusunda bulunulduğunu, tüm kardeşlerin birlikte ortak oldukları davalı şirket, dava dışı … İnşaat A.Ş. ve dava dışı …. Ltd.Şti. şirketlerinde yönetim kurulu , müvekkili …, …, … ve …’ten oluşmakta olup, şirketin temsil ve ilzamı dört kardeşten üçünün müştereken atacakları imza ile mümkün olduğunu, …, …’e ait hisseleri üzerinde baskı kurmak suretiyle almaya çalıştığını, şirket ortaklarından herhangi birinin şirketteki hisselerini satabilmesi şirket yönetim kurulunun ve genel kurulunun izin ve muvafakatine tabi olduğunu, müvekkili … ve …’in … ve … arasında yapılması düşünülen hisse alım satım işlemine izin verilmeyeceğinin bildirilmesi üzerine; … …’in hisselerini zorla ve hileyle almak için müvekkili …’in, …’in ve …’in sahte imzalarını atarak veya diğer şüphelilere attırarak yönetim kurulu kararı almış; şirket genel kurulunu toplantıya davet etmiş ve toplantı gününü de 01.03.2017 olarak tayin ettiğini, …’in bu şekilde sahte imzalarla yönetim kurulu ve genel kurul kararları alması üzerine davalı şirket pay sahipleri …, … ve müvekkili …, … aleyhine suç duyurusunda bulunduklarını, kişisel unsurların ağırlıkta olduğu bir aile şirketinde, pay sahiplerinin imzalarını sahte olarak atmak suretiyle pay devirlerinin yapılmaya çalışılması; kişisel anlaşmazlıkların ortaklıkta ne denli ciddi bir boyut alarak şirket faaliyetlerini engeller mahiyete ulaştığını ortaya koyduğunu, bir başka ifade ile, taraflar arasında ortaya çıkan ihtilaflar artık basit kişisel anlaşmazlık boyutunu çoktan aşmış, şirketin faaliyetleri, varlığı ve müvekkilinin hakları bakımından tehlike oluşturacak bir hal aldığını, Nitekim, pay sahipleri arasında “ortak olma iradesinin” ortadan kalkması; netice itibariyle kardeşler/ pay sahipleri arasındaki kişisel anlaşmazlıkların artık “ortaklık ilişkisine devam edilmesinin dürüstlük kuralına göre pay sahipleri tarafından beklenemeyecek” hale gelmesi nedeniyle müvekkili … tarafından, davalı şirket aleyhineBakırköy Asliye …. Ticaret Mahkemesi nezdinde … Esas sayılı dosya ile haklı nedenle fesih davası açıldığını, davalı şirkete ivedilikle yönetim kayyımı atanması gerektiğini, davalı şirketin Yönetim Kurulu başkanı … tarafından diğer yönetim kurulu üyelerine gönderilmiş olan ihtarnamede açıkça davalı şirketin iş ve işlemlerinin yürütülemediğini, şirketin finansal sorunlarının derinleşerek kan kaybettiğini; yetkilendirilen avukatın süreli vekaleti bitmiş olmasına rağmen yeni vekaletnamenin dahi verilemediğini; bankalardaki kredi işlemlerinin işlerlik kazanamadığını; yasal işlemlere zamanında itiraz edilemediğinden dolayı hak kayıplarının oluştuğu; 40 yılı aşkın köklü bir kuruluşun adeta tükendiği ifade edilmiş ve yine aynı ihtarnamede yönetim kurulu toplantıya katılmamaları halinde şirketlerin organsız kaldığı sonucu ortaya çıktığından, kayyım tayininin gerektiği belirtildiğini, davalı şirket Yönetim Kurulu başkanı … tarafından da ikrar edildiği üzere; şirketin malvarlığını korumak üzere TTK m.530/2’ye göre yönetim kayyımı atanmaz ise, davalı şirket aciz haline düşeceğini, TTK m. 530/2 hükmü uyarınca, davalı şirkete ivedilikle yönetim kayyımı atanmasını ,yargılama masrafları ile vekâlet ücretinin davalı şirkete yükletilmesini talep ederim.
BİRLEŞEN DAVADA;
SAVUNMA:
Davalı vekilinin sunmuş olduğu 07/09/2010 tarihli dilekçesini özetle; Davacı vekilinin şirketin organsız kaldığına ilişkin iddiaları doğru olmadığını , müvekkili şirketlerinin yönetim kurulu mevcut olup görevini yaptığını, şirketlerinin yönetim kurulu başkan …, üyeler …, … ve davacı … tarafından oluşturulduğunu, şirket imza sirküleri ve şirket ana sözleşmesinde yapılan ana değişiklik gereğince müvekkili şirket bu dört yönetim kurulu üyesinden herhangi üçünün birlikte imzası ile temsil edildiğini, zaman zaman bu üç kişi bir araya çeşitli nedenlerle gelemediği için şirketin temsili aksamamış ama işlemler gecikilerek yapıldığını, dolayısıyla ortada yönetim kurulunun mevcudiyeti mutlak ve sabit olup yönetim kurulunun toplanmaması gibi bir durum söz konusu olmadığı gibi yönetim kurulunun almış olduğu kararlar, yönetim kurulu defterinde mevcut olduğu gibi yönetim kurulu karara dönüştürmeden de temsil yetkisi doğrultusunda şirketi temsil edenlerin üçünün bir araya gelmesi ile sürekli olarak malvarlıklarından satış yapmakta ve bunun için gerekli vekaletnameleri verdiğini, dolayısıyla TTK.mad.530. anlamında müvekkili şirketin organları mevcut olup hem yönetim kurulu üyeleri olarak hem de genel kurul olarak gerekli toplantıları yaptığını, bu itibarla TTK.mad.530’a dayanarak şirketin organlarından yönetim kurulunun olmadığını söylemesi doğru olmadığını, öncelikle bu nedenle davacının davasının reddi ile yönetim kayyımı atanması talebinin de reddine karar verilmesini , davacı … ’in işbu davayı açmasının sebebi ortaklardan … ile …’in hisselerini diğer büyük hissedar …’e satmaya karar vermelerinden kaynaklandığını, nitekim bu doğrultuda … hisselerini satmış ve hukuki işlemler tamamlanmış ve hisseleri …’e geçtiğini, … de hisselerini ortaklarda …’e satmış olup hisse satış işleminin gerçekleşmesi için usul prosedürleri devam ettiğini, …’in de hisselerini satması karşısında şirketin tek başına … tarafından temsil ve ilzam edilmesi ortaya çıktığı için , davacı … , “benim imzamın artık bir önemi kalmadı” diyerek ve bu nedene dayanarak gerçekle ilgisiz şekilde şirket organlarını yitirmiştir şeklinde bir iddia ile kötü niyetli olarak işbu şirketin feshi ve kayyım atanması davasını açtığını, bu nedenle davacının işbu davasının Medeni Kanun’un 2. Maddesi de gözetilerek ortada TTK.mad.530 bağlamında şirketin organsız kalması söz konusu olmadığından ve şirket her türlü faaliyetine organları ile devam ettiğinden davacının işbu davanın reddine karar verilmesini, şirketlerinin organsız olmadığını, şu anda da şirket yönetim kurulunun toplanmasını gerektirir hukuksal bir zorunluluk bulunmadığını, bütün bu gerçekleri gözönüne aldığında davacının işbu davasının kanuna ve gerçeklere aykırı olduğunu, şirketlerinin organsız bulunmadığını, şirket yönetim kurulunun şirket faaliyetlerini yürüttüğünü, şirketin feshini gerektiren bir durum olmadığı gibi yönetim kayyımı atanmasını gerektiren bir durum olmadığını, bu itibarla davacının davasının reddine karar verilmesini, davacı taraf işbu davayı 25.07.2018 tarihinde açmış olup aynı gün Bakırköy … Asliye Ticaret Mahkemesinin … Esas sayılı dosyası ile de mükerrer olarak şirketin feshini talep eden bir dava daha açtıklarını, bu nedenlerle davacının, şirketin feshi istemi ile yönetim kayyımı atanmasına ilişkin işbu davasının tümden reddine; aynı mahiyette açılmış olan Bakırköy …. Asliye Ticaret Mahkemesinin … Esas sayılı dosyası sebebi ile de işbu davanın derdestlik yönünden reddine, aksi halde işbu dosya ile birleştirilmesine; mahkeme masrafları ile vekalet ücretinin davacı tarafa yüklenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

DELİLLER VE GEREKÇE:
Asıl Davada, Dava, 6102 sayılı TTK 531. maddesine dayalı açılmış haklı nedenle şirketin feshi ve tasfiyesi istemine ilişkindir.
Birleşen Davada;Dava, 6102 sayılı TTK 530. maddesine dayalı açılmış zorunlu organ boşluğu nedeniyle şirketin feshi ve tasfiyesi istemine ilişkindir.
İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğünden gönderilen sicil kayıtları incelendiğinde; 363583-0 sicil nosunda kayıtlı …’nin son tescilini 16/01/2017 tarihinde yaptırdığı, şirketin ticaret sicil kaydının terkin edildiğine ve tasfiyesine karar verildiğine dair dosyasına intikal eden sicil kaydının bulunmadığı, ticaret sicil kaydının faal olarak devam etmekte olduğu görülmüştür
Bilirkişiler Dr. …, Doç.Dr. …., …, …., … ve … tarafından düzenlenen 17/06/2020 tarihli raporda; Davalı şirketin haklı nedenle feshi şartlarının gerçekleşmediği, ancak mahkemenin aksi kanaatte olması halinde, fesih kararının son çare olarak düşünülmesi gerektiğini, somut olayda çoğunluk pay sahiplerinin şirketin devamı yönünde irade göstermeleri hususu dikkate alındığında, fesih ve tasfiye yerine, davacının ortaklıktan çıkarılmasına karar verilmesinin gerektiğini, her ne kadar davacı tarafından, fesih kararı verilmemesi halinde bölünmeye hükmedilmesi talebinde bulunulmuş ve böyle bir çözüm şekli dokrinde bazı yazarlarca TTK. m. 531 hükmünde yer alan “… duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüm” hallerinden biri olarak ileri sürülmüş ise de, bölünmenin genel kurulun devredilmez yetkileri arasında yer alması nedeniyle, mahkemenin genel kurulun iradesinin yerine geçerek böyle bir çözüm şekline karar verebilmesinin olanaklı olmadığını, davacının ayrılma payının esas sermaye payının, gerçek değerine uygun olarak belirlenmesi gerektiğini, ayrılma payı belirlenirken ayrıca şirket öz varlığının hüküm tarihine en yakın tarihteki rayiç değeri üzerinden hesaplanması gerektiğini, bu yönde karar verilmesi halinde, şirketin tasfiye rayiç değerinin hesaplanması sonucu davacıya isabet eden hisse bedelinin 31.12.2019 tarihi itibariyle ¨52.232.770,70 olarak hesaplandığını, davacının ayrıca davalı şirketten 31.12.2019 tarihi itibariyle ¨ 19.230.756,51 alacağının bulunduğunu bildirmiştir.
Asıl davada,davacı vekili davalı şirketin haklı nedenle feshini talep ederken birleşen davada davalı şirketin organ eksikliğinin bulunması nedeniyle feshini ve tasfiyesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davacının dayandığı fesih nedenleri farklı olduğundan her bir fesih nedeninin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.Buna göre;
ASIL DAVADA;
TTK’nın 531. Maddesi hükmü “Haklı sebeplerin varlığında, sermayenin en az onda birini ve halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden payların sahipleri, şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden şirketin feshine karar verilmesini isteyebilirler.” şeklinde olup davacının %30 oranında davalı şirkete pay sahibi olduğu dikkate alındığında davalı şirketin haklı sebeple feshini talep etme hakkı bulunduğu anlaşılmaktadır.
TTK m.531 çerçevesinde azınlığın açacağı fesih davasında ancak “haklı sebebin” veya “haklı sebeplerin” bulunması durumunda mahkeme tarafından feshe karar verilebilecektir. Dolayısıyla anonim ortaklığın bu maddede düzenlenmiş olan özel fesih nedeni “haklı sebep”tir. Esasen maddenin uygulanması bakımından tespiti gereken en önemli husus da, anonim ortaklığın feshini gerektirecek derecede öneme sahip sebep veya sebeplerin neler olabileceğidir.
TTK m.531’de anonim ortaklık bakımından fesih gerekçesi olabilecek “haklı sebep” konusunda herhangi bir tanım veya örnek gösterilmemiştir.
Anonim şirketler açısından azlığın haklı nedenle fesih davası, 6102 sayılı TTK ile ilk olarak Türk Hukukunda normatif bir düzenlemeye kavuşmuştur. Anılan düzenleme, İsviçre Borçlar Kanunun 736. maddesinden iktibas edilmiştir.
Federal Mahkemenin bazı vakıları haklı sebep olarak benimsediğini görüyoruz. Bunlar: Şirketin sürekli kötü yönetimi,şirketin belirli bir ivme ile zarar etmesi ve bir süre sonra şirketin iflasın eşiğine gelecek olması,aile şirketlerinde, aile içi kavgaların veya bazı aile bireylerinin aileden dışlanması,şirketin uzun yıllar kâr etmemesi veya/ve kâr dağıtmaması (kronik kârsızlık),Yönetim Kulunun uzun yıllar huzur hakkı almaması,şirketin amacını yerine getiremez durumda olması ve/veya uzun süre de durumun böyle devam edeceğinin anlaşılması olarak sıralanabilir.
Haklı sebeple fesihte,ana öge ortaya çıkan sebebin ortaklığın yaşamasını imkânsız hale getirmesidir. Her davada, hukuki ve maddi olayların özelliği dikkate alınarak iddianın haklı sebep teşkil edip etmeyeceklerinin irdelenmesi gerekir. Şirketin devamlı olarak zarar etmesi, kuruluş ve gayesinin gerçekleşmesine imkân kalmaması, ortaklar arasındaki ciddi anlaşmazlıklar, ortağın bakiye sermaye borcunu ödemekte temerrüdü gibi hususlar haklı neden olarak kabul edilebilir. (Yüksek Yargıtay 11’nci Hukuk Dairesi’nin 01/12/2015 gün ve 2014/18024 esas,2015/12808 karar sayılı ilamı)
Anonim ortaklık çoğunluk prensibinin geçerli olduğu bir sermaye şirketidir (TTK m.124/2, 418).Bu itibarla pay sahiplerinin kendi aralarında söz konusu olabilecek fikir ayrılıkları veya ihtilaflar kural olarak feshe dayanak teşkil eden bir haklı sebep olamazlar. Bu çerçevede kolektif ve komandit ortaklıkların feshi veya kolektif veya komandit/komanditer ortakların ihracı bakımından haklı sebepleri sayan TTK m.245’in anonim ortaklarda kıyasen uygulanması da söz konusu olamaz. TTK m.328 uyarınca komandit ortaklıklara da uygulanan 245. madde uyarınca, haklı sebep “şirketin kuruluşuna yol açan fiili veya kişisel sebeplerin şirketin işletme konusunun elde edilmesini imkansız kılacak veya güçleştirecek şekilde
ortadan kalkmış olmasıdır”. Anonim ortaklıklar bakımından ise “kişisel sebepler” haklı sebep olarak nitelendirilemezler. Keza TTK m.245’de sayılan sebepler,ortakların kendi aralarındaki şahsî ilişkilerini ilgilendiren ve ortak sıfatından kaynaklanan yönetim hakkını dikkate alan nedenlerdir. Bu çerçevede TTK m.245’in anonim ortaklıkların feshinde kıyasen uygulanması mümkün değildir.
Anonim ortaklıklar bakımından “haklı sebep” olarak nitelendirilebilecek vakıaların, objektif olması ve pay sahibi kimliğinden (pay sahibinin şahsından) bağımsız olması gerekmektedir. Kısaca, davacı pay sahiplerinden şirketin devamı –objektif olarak- beklenemez bir hal aldığı bir durumda haklı sebeplerin mevcut olduğu kabul edilebilir. Ayrıca haklı sebebin gerçekleştiği hususunun kabulünde davacı pay sahipleri dışında kalan diğer menfaat sahiplerinin (şirket,diğer pay sahipleri, çalışanlar) haklarının da dikkate alınması gerekmektedir.Dolayısıyla haklı sebep ve bunun devamında fesih, ancak bu kimselerin menfaatlerinin haleldar edilmemesi kaydı ile ve son çare (ultima ratio) olarak kabul edilebilir.
Pay sahipleri arasındaki şahsi ilişkilerin ancak istisnai hallerde ve sadece aile şirketlerinde dikkate alınabileceği hususu, Yargıtay, doktrin ve İsviçre Federal Mahkeme içtihadında dile getirilmiştir.(Yüksek Yargıtay 11’nci Hukuk Dairesi’nin 02/06/2014 gün ve 2014/3669 esas,2014/10238 karar sayılı ilamı) (Doç. Dr. Füsun Nomer Ertan,Anonim Ortaklığın Haklı Sebeple Feshi Davası-TTK m. 531 Üzerine Düşünceler,(İÜHFM C. LXXIII, S. 1, s. 421-440, 2015)
,Erişim Tarihi,15/02/2017)
Haklı sebebip tespitine ilişkin menfaatlerin tartışılmasında,davacı pay sahiplerinin menfaatlerinin karşısında diğer pay sahiplerinin,alacaklıların,intifa senedi sahipleri (m.502-503) ile borçlanma senedi sahiplerinin(m.504 vd.) ve şirket çalışanlarının menfaatleri bulunmaktadır.Bu nedenle,feshe hükmedilebilmesi için,haklı sebep olarak ileri sürülen hususların somut olayda bütün karşı menfaatlerin feda edilmesini haklı gösterecek,bir boyuta ulaşması gerekir.Aynı şekilde,karar verilmesi düşünülen olası bir alternatif çözümün de şirket ve diğer pay sahiplerine etkileri,azınlık pay sahiplerinin menfaatleri ile bağlantılı bağlantılı olarak değerlendirilecektir.Esas itibariyle konu,çatışan menfaatlerden hangisine üstünlük tanınacağı ile ilgilidir.Hâl böyle olunca haklı sebebin tespitinde mahkeme,davacının şirketin feshine veya alternatif bir çözüme ilişkin menfaati ile mevcut durumun devamında korunacak menfaatleri tartmalı ve hangisi ağır basmakta ise ona göre karar vermelidir.O hâlde,hukuki ilişkinin değiştirilmesini gerektirenlere üstün geldiği durumlarda haklı sebebin varlığından söz edilebilecektir.
Ayrıca önemle eklemek gerekir ki,mevcut hukuki durumu sürdürmenin davacı pay sahibi açısından çekilmez hâle gelip gelmediğinin belirlenmesinde,pay sahibinin subjektif olarak aşırı hassasiyeti değil,dürüst ve ortalama bir pay sahibinin objektif davranışı referans alınmalıdır.Zira feshi talep edenin subjektif olarak bir olguyu haklı görmesi değil,bir olgunun objektif olarak ilişkiye devamı çekilemez hâle getirmesi haklı sebep olarak değerlendirilebilir. (Dr.Öğretim Üyesi,Özlem İlbasmış Hızlısoy,Anonim Şirketin Haklı Sebeple Feshi,Ankara-2016,sayfa 76-77)
Davacı taraf, “Davalı şirketin A grubu hissedarı …’in şirket kaynaklarını kendi lehine kullandığını, …’in davalı şirketin Yönetim Kurulu Başkanı olmasının yanısıra aynı zamanda dava dışı … Holding A.Ş.’nin de Yönetim Kurulu Başkanı olduğunu, dava dışı … Holding A.Ş. tarafından davalı şirket aleyhine Bakırköy …. İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı dosyası ile ¨43.864.823 tutarında icra takibi başlatıldığını, bu icra takibinin hangi işlemden kaynaklanan alacağa karşılık olduğunun belli olmadığını, iki şirket arasında bu kadarlı bir alacağa yol açabilecek bir hukuki ilişkinin de bulunmadığım, bunun …’in davalı şirket kaynaklarını kendi lehine kullanmasından başka bir anlam taşımadığını,… davalı şirket Yönetim Kurulu’nun ve Genel Kurııl’unun çok uzun süredir kurul olarak toplanamadığını”, ortaklar arasında husumet oluştuğunu, bütün bu hususların da haklı neden teşkil ettiğini ileri sürmüştür.
Bilirkişi raporunda ifade edildiği üzere, Bakırköy …. Noteri aracılığı ile 24.05.2016 tarih … yevmiye numarası ile çıkarılan imza sirküleri incelendiğinde 4 yönetim kurulu üyesinden herhangi üçünün şirket ünvanı altında müşterek imzaları ile şirketi temsil ve ilzama yetkili kılındığı anlaşılmış olup söz konusu imza sirkülerinin 16.06.2016 tarihinden başlamak suretiyle 3 yıl geçerli olduğu görülmektedir.
Yine, TTK. m. 411/1 hükmüne göre: “Sermayenin en az onda birini, halka açık şirketlerde yirmide birini oluşturan pay sahipleri, yönetim kurulundan, yazılı olarak gerektirici sebepleri ve gündemi belirterek, genel kurulu toplantıya çağırmasını veya genel kurul zaten toplanacak ise, karara bağlanmasını istedikleri konuları gündeme koymasını isteyebilirler”. TTK. m. 412 hükmüne göre de: “Pay sahiplerinin çağrı veya gündeme madde konulmasına ilişkin istemleri yönetim kurulu tarafından reddedildiği veya isteme yedi iş günü içinde olumlu cevap verilmediği takdirde, aynı pay sahiplerinin başvurusu üzerine, genel kurulun toplantıya çağrılmasına şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesi karar verebilir, mahkeme toplantıya gerek görürse, gündemi düzenlemek ve kanun hükümleri uyarınca çağrıyı yapmak üzere bir kayyım atar”. Görüldüğü üzere, davacının, azınlık haklarını kullanabilecek oranda paysahibi olup, genel kurulu toplantıya davet etme, gündeme madde ekleme, bilgi talep etme gibi bir çok hakkının bulunduğu açıktır. Davacının bu gibi taleplerinin karşılanmaması halinde ise bu taleplerini mahkeme yoluyla yerine getirme hakkı da TTK da bir azınlık hakkı olarak düzenlenmiştir. Dolayısıya bu haklar kapsamında davacının genel kurulun toplanması için talepte bulunma ve kar dağıtılması yönünde gündeme madde ekleme ayrıca da bilgi talep etme yetkisi bulunmaktadır. Bu taleplerinin reddelmesi halinde de mahkeme yoluyla bu taleplerin yerine getirilmesini sağlama ve genel kurul kararlarına karşı iptal davası açma hakkı bulunmaktadır. Bu gibi haklar kullanılmadan, kar payının dağıtılmadığı veya bilgi alma hakkının engellediği ya da şirket organlarının toplanamadığı yönündeki iddialarla şirketin haklı nedenle feshinin talep edilmesi mümkün değildir.
Aynı şekilde, yukarıda,bilirkişi raporunun mali inceleme bölümünde yer alan “… Holding Şirketinin davalı şirkete fon sağladığı ve bunun belgelerle teyit edildiği, sağlanan fonlarla davalı şirketin kredi borçlarının, vergi borçlarının, çek borçlarının vb… borçlarının ödendiği tespit edilmiştir.
… davalı şirket ortağı …’in ortak olduğu … Holding Şirketi üzerinden davalı şirkete fon sağlandığı ve davalı şirketten dava tarihi itibariyle ¨66.662.209,87, son inceleme tarihi olan 30.09.2019 tarihi itibariyle de ¨79.556.693,41 alacaklı olduğu tespit edilmiştir…. Davalı şirket yasal defter kayıtları ile dayanak belgeler incelendiğinde; … tarafından Davalı şirkete münferit tarihlerde ödenen tutarların tamamının belgeye dayandığı diğer bir ifadeyle … tarafından davalı şirkete ödenen tutarların gerçek ödemeler olduğu (bir çoğunun kefil sıfatıyla banka kredilerinin ödenmesi karşılığı ödendiği) ve yapılan ödemelerin davalı şirketin borç ödemelerinde kullanıldığı tespit edilmiştir” yönündeki tespit de dikkate alındığında, davacının, haklı neden olarak göstermiş olduğu, “Davalı şirketin A grubu hissedarı …’in şirket kaynaklarını kendi lehine kullandığını, …’in davalı şirketin Yönetim Kurulu Başkanı olmasının yanısıra aynı zamanda dava dışı … Holding A.Ş.’nin de Yönetim Kurulu Başkanı olduğunu, dava dışı … Holding A.Ş. tarafından davalı şirket aleyhine Bakırköy …. İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı dosyası ile ¨43.864.823 tutarında icra takibi başlatıldığını, bu icra takibinin hangi işlemden kaynaklanan alacağa karşılık olduğunun belli olmadığını, iki şirket arasında bu kadarlı bir alacağa yol açabilecek bir hukuki ilişkinin de bulunmadığını, bunun …’in davalı şirket kaynaklarını kendi lehine kullanmasından başka bir anlam taşımadığını,”, yönündeki iddiaları da yerinde olmamaktadır.
Her ne kadar, davalı şirketçe sadece ¨4.635.198,76 tutarında borçlu olmasına rağmen toplamda ¨14.350.000 tutarında ….. Cam şirketine verilen çekler nedeniyle davalı şirketin fazladan tahakkuk ettirilen faizlerle birlikte toplamda ¨15.364.801,24 borç yükü altına sokulduğu ancak bunun karşılığında da … Cam Şirketinden ¨11.714.801,24 alacaklı duruma geldiği tespit edilmiş ve dolayısıla da davalı şirketin … Cam şirketinden bu alacağını tahsil etmesi halinde davalı şirketin fazladan (¨15.364.801,24 – ¨11.714.801,2=) ¨3.650.000 zarara uğrayacağı tespit edilmiş ise de, oluşacak bu zarar, yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna ilişkin şirket lehine açılması gereken ayrı bir davanın konusunu oluşturmakta olup şirketin zarara uğramış olması tek başına şirketin feshi için haklı bir neden oluşturmamaktadır.
Bununla birlikte bir an için bu hususun haklı nedenle fesih için bir neden oluşturduğu kabul edilse dahi,bilirkişi raporunun mali inceleme bölümünde tespit edildiği üzere, …. cam şirketine verilen çeklerde davacının da imzası bulunduğundan (imzanın davacıya ait olamdığına ilişkin aksi yönde teknik bir tespit bulunmadığından, imzanın davacıya ait olduğu kabul edilmiştir), bir başka deyişle yapılan borçlandırıcı işlemler davacının da rızasıyla gerçekleştiğinden, davacının bu işlemleri ileri sürerek haklı neden oluşturmaya çalışması, hakkın kötüye kullanılması olduğu gibi “hiç kimsenin hukuka aykırı eyleminden hukuka uygun sonuçlar çıkaramaz” yönündeki genel hukuk ilkesine de aykırılık oluşturmaktadır.
Nihayet, taraflar arasında bir takım davalar açılmış olması da tek başına şirketin feshi için haklı bir neden oluşturmamaktadır. Yukarıda ifade edildiği üzere, kişisel sebeplerin, pay sahiplerinin maddi haklarının ihlal edilmesinden bağımsız olarak ortaklığın haklı sebeple feshine gerekçe teşkil edecek ise, bu sebeplerin, ortaklığın devamına ve pay sahiplerinin bundan sonra birlikte çalışmasına engel teşkil edecek ağırlıkta olmalarını aramak gerekir.
TTK. m. 531’de hakime önemli bir görev yüklenmiş ve aynı zamanda geniş bir takdir yetkisi verilmiştir: Fesih dışındaki duruma uygun düşen ve kabul edilebilir çözümü araştırmak.
Mahkeme, haklı sebebin varlığına kanaat getirdikten sonra, fesih kararı vermeden önce, resen tüm menfaat sahiplerinin haklarını dikkate alan, dolayısıyla tüm menfaat sahiplerince kabul edilebilir bir çözümü araştırma yoluna gidecektir.
Kaynak İsviçre Borçlar Kanunu’ndan farklı olarak TTK’da fesih dışındaki çözümün ne olabileceği konusunda bizzat kanunda örnek de verilmiştir:
“Davacı pay sahiplerine paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenerek şirketten çıkarılmaları.
Dolayısıyla fesih kararı verilmeden önce nazarı dikkate alabileceği ilk çözüm şekli, davacı pay sahibinin veya pay sahiplerinin şirketten çıkarılmasıdır. Kanunun getirdiği örnek çözüm şekli, davacı azınlığın şirketten çıkarılması, bu amaçla davacı pay sahiplerinin paylarının davalı anonim ortaklık tarafından -karşılığı ödenmek suretiyle- iktisap edilmesidir.
Gerçekten de, haklı sebep değerlendirilirken, sadece fesih yönünden değil ortaklıktan çıkma yönünden de değerlendirme yapılması gerekir. Şöyle ki, haklı nedenle feshe ilişkin TTK. m. 531 ve TTK. m. 636/3 hükmünde, ortaklığın haklı sebeple feshini düzenlemekte, hakimin duruma göre davacı pay sahibini, payının gerçek değeri karşılığında ortaklıktan çıkarabileceğini de öngörmektedir. Diğer bir ifade ile müstakil bir haklı sebeple çıkma düzenlemesi bulunmamaktadır. İsviçre Borçlar Kanunu’nun 736. maddesi 4. bendinde de haklı sebeple feshin dava edilmesi halinde hâkime geniş bir takdir yetkisi tanımakta ve fesih yerine ortaklıktan çıkma gibi makul bir çözüme hükmedilebileceğini ifade etmektedir. Benzer şekilde ortaklığın haklı sebeple feshedilebileceği hükmünü içeren TTK. m. 531 ve TTK. m. 636/3 hükmünde de, mahkemece ortaklıktan çıkma yahut duruma uygun ve kabul edilebilir diğer bir çözüme hükmedilebileceği kabul edilmektedir. Zira ortaklığın feshi esasen arzu edilmeyen ancak şartlar gerektiriyor ise son çare (ultimo ratio) olarak uygulanacak bir çözüm tarzıdır. Eğer çıkma gibi daha hafif ve fakat etkili bir çözüm tarzı ile ortaklıktaki sorun giderilebilir ise, bu halde feshe hükmedilmemelidir (Poroy/ Tekinalp/ Çamoğlu, Ortaklıklar Hukuku, İstanbul 2010, n. 1677a.). Öyleyse, TMK. m. 4 ve TTK. m. 531 ve TTK. m. 636/3 uyarınca duruma en uygun ve kabul edilebilir bir diğer çözüm tarzını benimseyebilecektir (Erdem, s. 266 ve dn. 714’te anılan yazarlar]. Bu bakımdan talilik ilkesi dolayısı ile öncelikle çıkma ve sonra fesih ihtimalleri göz önünde bulundurmalıdır.
Ekonomik canlılığın sağlanması ve sürdürülebilmesi işletme faaliyetlerinin devamına bağlıdır. Şirketlerin tasfiyeleri konusunda da Yüksek Mahkeme’nin görüşü “tezgahın devamı” olarak da ifade edilen işletmelerin/şirket faaliyetlerinin devamını sağlama yönündedir. Bir başka deyişle fesih son çare olarak düşünülmektedir. Bu husus, TTK. m. 636 hükmünün gerekçesinde “ortağa tanınan bu hak anonim şirketlerdeki 531 inci maddede yer alan hükme paralel olarak düzenlenmiş ve yargıca şirketin yararına geniş müdahale hakkı tanınmıştır” şeklinde belirtilmiştir. Yargıtay da vermiş olduğu bir kararında bu hususu şu şekilde dile getirmiştir: “Şirketler hukuku bakımından şirketin devamlılığının sağlanılması esas olup; düzenleme uyarınca, ekonomik değer taşıyan şirketin feshi yerine şirketi ayakta tutacak diğer çözüm yollarının hakimce değerlendirilmesi zorunlu kılınmıştır. Dava konusu şirketin ana sözleşmesinde yer alan faaliyet amaçlarını gerçekleştirmeye yarar bir kısım taşınmazlarını elinden çıkardığı, 2006 yılından beri gayri faal durumda olduğu, ortaklar arasında yaşanan ihtilaflar nedeniyle davaların süregeldiği ve bu itibarla davada haklı nedenlerle fesih koşullarının gerçekleştiği sabit ise de; dosya içerisinde yer alan bilirkişi raporları ve belgelerden aile şirketi vasfındaki davalı şirketin halen elinde bulundurduğu malvarlıklarıyla şirket anasözleşmesinde yer alan amaçları rahatlıkla gerçekleştirebilecek durumda olduğu, davacı ortakların ortaklıktan ayrılması halinde şirket anasözleşmesinde yapılacak değişiklikle şirketin amaçlarının değiştirilebileceği, esasen davacı ortakların da ortaklıktan çıkmayı isteyip sadece ödenecek pay bedeli hususunda diğer ortaklarla anlaşamadıkları hususu gözetildiğinde şirketin, haklı nedenle feshi yerine davacı ortakların pay bedellerinin taraflarına ödenmesi suretiyle ortaklıktan çıkarılmalarına karar verilmesinin somut olaya uygun olacağı gözetilmeksizin yazılı gerekçeyle büyündeki talebin reddi doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir” (11. HD’nin E. 2014/3669, K. 2014/10238 sayı ve 2.6.2014 tarihli kararı].
Yargıtay …. Hukuk Dairesi’nin …. E., … K. sayılı ilamında da “….haklı sebeplerin varlığı halinde mahkemece fesih yerine davacı pay sahiplerine pay bedellerinin karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenmesi suretiyle davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun ve kabul edilebilir diğer bir çözüme de karar verilebileceği öngörülmüştür. Şirketler hukuku bakımından şirketlerin devamlılığının sağlanması esas olup…” ifadesi ile asıl olarak öncelikle çıkarmanın kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Dolayısıyla somut olayda çoğunluk pay sahiplerinin şirketin devamı yönünde irade göstermeleri hususu dikkate alındığında, fesih ve tasfiye yerine, davacının ortaklıktan çıkarılmasına karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Her ne kadar davacı tarafından, fesih kararı verilmemesi halinde bölünmeye hükmedilmesi talebinde bulunulmuş ve böyle bir çözüm şekli dokrinde bazı yazarlarca TTK. m. 531 hükmünde yer alan “… duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüm” hallerinden biri olarak ileri sürülmüş ise de, bölünmenin genel kurulun devredilmez yetkileri arasında yer alması nedeniyle, sayın mahkemenin genel kurulun iradesinin yerine geçerek böyle bir çözüm şekline karar verebilmesi olanaklı değildir. 
Gerçekten de tam bölünmede,şirketin tüm mal varlığı bölümlere ayrılır ve diğer şirkete devrolunur.(TTK m.159)Bir şirket,bölünme yoluyla,malvarlığının bölümlerini var olan şirketlere devredecekse, bölünmeye katılan şirketlerin yönetim organları tarafından bir bölünme sözleşmesi yapılır. Bir şirket, bölünme yoluyla, malvarlığının bölümlerini yeni kurulacak şirketlere devredecekse, yönetim organı bir bölünme planı düzenler. Hem bölünme sözleşmesinin hem de bölünme planının yazılı şekilde yapılması ve bunların genel kurul tarafından onaylanması şarttır (TTK. m. 166).
Bölünme sözleşmesinin ve bölünme planının içeriğine ilişkin TTK. m. 167 hükmüne göre: “(1 ] Bölünme sözleşmesi ve bölünme planı özellikle;
a)Bölünmeye katılan şirketlerin ticaret unvanlarını, merkezlerini ve türlerini,
b)Aktif ve pasif malvarlığı konularının devir amacıyla bölümlere ayrılmasını ve tahsisini; açık tanımlamayla, bu bölümlere ilişkin envanteri; taşınmazları, kıymetli evrakı ve maddi olmayan malvarlığını teker teker gösteren listeyi,
c)Payların değişim oranını ve gereğinde ödenecek denkleştirme tutarını ve devreden şirketin ortaklarının, devralan şirketteki ortaklık haklarına ilişkin açıklamaları,
d)Devralan şirketin; intifa senedi, oydan yoksun pay ve özel hak sahiplerine tahsis ettiği hakları,
e)Şirket paylarının değişim tarzlarını,
f)Şirket paylarının bilanço kârına hangi tarihten itibaren hak kazanacaklarını ve bu istem hakkının özelliklerini,
g)Devreden şirketin işlemlerinin hangi tarihten itibaren devralan şirketin hesabına yapılmış kabul edildiğini,
h)Yönetim organlarının üyelerine, müdürlere, yönetim hakkına sahip kişilere ve denetçilere tanınan özel menfaatleri,
i)Bölünme sonucu devralan şirketlere geçen iş ilişkilerinin listesini,
içerir”.
Bu hüküm, bölünme sözleşmesinin ve bölünme planının bir anlamda zorunlu içeriğini öngörmektedir. İçerik, bölünmenin çeşidini (bulunduğu kategoriyi), bölünmeye katılan şirketlerin kimliklerini, bütün menfaat ilişkilerini ve bunların nasıl korunduğunu, önemli ve nesnel noktaları ile belirtmektedir. Yönetim organı kendi (nesnel takdirine göre) hangi malvarlığı unsurlarının, yani hangi aktif ve pasifin hangi bölüme gireceğini belirler. Çeşitli aktifin ve pasifin böylece bir araya konulması suretiyle devredilecek bölümler oluşturulur. Bölünmede önemli olan, aktif ve pasifi oluşturan değerlerin nasıl bölündüğü ve bir bütün oluşturacak şekilde tertiplenip (düzenlenip) bölünmeye tahsis edildiğidir (TTK. m. 167’nin gerekçesi).
Bölünme sözleşmesi kapsamında tasfiyenin mümkün olabilmesi için TTK. m. 167 hükmü anlamında bir bölünme sözleşmesinin hazırlanması, bu sözleşmesinin bölünmeye katılacak şirketlerin genel kurullarının onayına sunulması (TTK. m. 166,173/1), devralan şirketlerin sermayelerini, devreden şirketin ortaklarının haklarını koruyacak miktarda, artırmaları (TTK. m. 163/1) şarttır. Dolayısıyla da yukarıda da ifade edildiği üzere, bölünmenin genel kurulun devredilmez yetkileri arasında yer alması nedeniyle, mahkemenin genel kurulun iradesinin yerine geçerek böyle bir çözüm şekline karar verebilmesi olanaklı değildir. Bu bakımdan, davalının bölünmeye ilişkin talebi de yerinde olmamaktadır.
Çıkma durumunda sözkonusu olabilen payın gerçek değeri; payın, ortaklığın öz varlıkları, karlılık durumu, dağıtılan kar payları ve sermaye yapısı gibi çeşitli unsurların dikkate alınarak hesaplandığı değerdir. Kanunda sözü edilen, ortaklıktan çıkarılan pay sahibine ödenecek miktarın payın hesaplanacak gerçek değere göre hesap edilerek ödenmesi, esasen payın değerinin hesap edilmesinde geçerli olan ilkelerden bir tanesidir. İfade ettiğimiz üzere payın gerçek değerine göre hesaplama yapılması, yine öğretide ittifakla kabul edildiği üzere ortaklığın aktif ve pasiflerinin bilanço ve defter üzerindeki değerinden tamamen farklıdır. Gerçek değer yanında, defter üzerindeki değer (defter değeri], payın borsa değeri, işleyen teşebbüs değeri yahut tasfiye değerine göre hesaplama gibi farklı yöntemler de mevcuttur. Gerçek değer, aslen, bir işletme için ticari hayatta üçüncü bir kişinin ödemeyi göze alabileceği değerdir (Erdem, s. 274-276).
Ayrılma payının şirket öz varlığının hüküm tarihine en yakın tarihteki rayiç değeri üzerinden hesaplanması da gerekir.
Ancak,yukarıda belirtilen alternatif çözüm yollarının somut olaya uygulanabilmesi için öncelikle davacı tarafından, davalı şirketin fesih koşullarının oluştuğunun ispat edilmesi yani şirketin feshi gerekmekle birlikte fesih yerine alternatif çözüm yollarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anonim şirketlerin haklı sebeple feshi davasında hâkimin fesih kararı verebilmesi için,feshi gerektirecek ağırlıkta bir haklı sebebin bulunmasının şart olduğu hususunda bir tereddüt yoktur.Buna karşılık,hâkimin alternatif bir çözüme hükmedebilmesi için,yine mutlaka feshi gerektirecek ağırlıkta bir haklı sebebin mevcut olmasının şart olup olmadığı ise doktrinde tartışmalıdır.
Somut olayda davacının ileri sürdüğü sebeplerin hiç biri feshi gerektirecek ağırlıkta bir haklı sebep teşkil etmemektedir.Davalı şirketin bir aile şirketi olup kişisel ilişkilerin önemli olduğu hususu açıktır.Bu nedenle öncelikle feshi gerektiren bir haklı sebep olmamasına rağmen davalı şirketin aile şirketi olması gözönüne alınarak davacının ileri sürdüğü kişisel nedenlerin alternatif bir çözüme hükmedilebilmesi için yeterli ağırlıkta olup olmadığının da tartışılması gerekmektedir.
TTK’nın 531 nci maddesi hükmü”Haklı sebeplerin varlığında, sermayenin en az onda birini ve halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden payların sahipleri, şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden şirketin feshine karar verilmesini isteyebilirler. Mahkeme, fesih yerine, davacı pay sahiplerine, paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenip davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme karar verebilir.” şeklinde olup madde metni metni incelendiğinde ,metinde açıkça “fesih yerine” denildikten sonra mahkemenin alternatif çözüm yoluna gidebileceği belirtilmiştir.Buradan da Kanun koyucu,mahkemenin alternatif çözüm yoluna başvurmasının şartı olarak fesih için haklı sebebin davacı tarafından ispatlanmış olması gerektiğini belirtmiştir.
Anılan maddenin gerekçesinde ise ” … İleri sürülen sebeplerin haklı olup olmadığına karar verecek olan mahkemedir. Mahkeme sebepleri haklı bulsa bile fesih kararı vermek zorunda değildir. Şirketin feshini haklı kılan sebeplerin varlığına rağmen, yaşatılmasının ekonomik ve rasyonel açıdan daha doğru olacağına kanaat getiren mahkeme; şirketi feshetmek yerine, fesih talebinde bulunan paysahiplerinin paylarının gerçek değerinin ödenmesine ve kendilerinin şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme karar verebilir.”şeklinde olup burada da açıkça “…şirketin feshini haklı sebeplerin varlığına rağmen….” demek suretiyle alternatif çözüme Mahkemenin karar verebilmesi için şirketin feshi koşullarının gerçekleşmesi gerektiği hususu vurgulanmıştır.Zaten kanun koyucu abesle iştigal etmesi de düşünülemez çünkü anonim şirketlerden haklı sebeple çıkma TTK’da limited şirketlerdeki gibi düzenlenmemiştir.Kanun koyucu anonim şirketin feshini gerektirmemekle birlikte ortak için haklı sebep sayılabilecek durumda çıkmaya izni düzenleyebilirdi.Bu düzenlemenin mevcut olmaması da göstermektedir ki kanun koyucu ortağın ancak şirketin feshini gerektiren bir sebebin varlığı hâlinde alternatif çözüm olarak çıkarılmasını öngörmüştür.Bu nedenle davacının ileri sürdüğü kişisel nedenler şirketin feshini gerektirmediğinden alternatif çözüm yoluna gitmek mümkün değildir.Kaldıki bir an için şirketin feshini gerektirir ağırlıkta haklı sebep bulunmamakla birlikte alternatif çözüm yollarının uygulanması için ayrıca haklı sebep araştırmasına girişilse bile davacının açmış olduğu davalar nedeniyle hissedarlar arasında bir husumet oluştuğu, davalı şirketin bir aile şirketi niteliği taşıdığı dikkate alındığında bu husumetin haklı neden olarak değerlendirilmesi gerektiği akla gelse de; davalı şirketin bir sermaye şirketi olması sonucu hissedarlar arasında husumet bulunsa da şirketin faaliyetinin devamı için çoğunluğun iradesinin yeterli olması, davacı açısından açılan davaların büyük çoğunluğunun genel kurul kararlarının hükümsüzlüğüne ilişkin davalar olmaları, bu gibi davaların açılmasının her hissedarın kanundan kaynaklanan hak ve yetkinin bir sonucu olması, kanundan kaynaklanan bir hak ve yetkinin kullanılmasının alternatif çözüm için haklı neden olarak ileri sürülmesinin ancak istisnai durumlarda olabilmesi gibi husular birlikte değerlendirildiğinde; anılan hususların da somut olay açısından haklı neden olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.
Belirtmek gerekir ki, haklı sebeple fesih davası sadece haklı sebeplerin varlığı bağlamında değerlendirilebilecek bir kurum olmayıp, haklı sebeplerin gerçekleştiği her durumda bu kurumun işletilmesi kabul edilmemektedir. Zira dava sonucunda şirketin feshi sonucunu doğurabilecek bir süreç başlama ihtimali bulunmakta ve bu sebeple de hakka bir takım sınırlamalar getirilmesi kaçınılmaz olmaktadır. Nitekim haklı sebeple fesih davası, doktrinde de belirtildiği üzere bir son çare niteliğindedir. Haklı sebebi yaratan durum başka herhangi bir şekilde ortadan kaldırılabilecekse davacının öncelikle bu yollara başvurması gerekecektir. Bu bağlamda eğer haklı sebebi oluşturan durum genel kurul kararının iptali davasıyla ortadan kaldırılabilecek veya sorumluluk davası açılması suretiyle sona erdirilebilecekse öncelikle bu yollara başvurulması gerekecektir. Dolayısıyla bir kişinin doğrudan TTK m. 531 kapsamında haklı sebeple fesih davası yoluna gitmesi mümkün değildir. Aksi halde Kanun’da yer alan diğer önlemler anlamsız hale gelirdi. Bu sebeple, başka bir şekilde ortadan kaldırılabilecek hukuka aykırılıkların haklı sebeple fesih davası ile düzeltilmesi istenemeyeceği gibi alternatif çözüm yollarının uygulanması da istenemeyeceğinden davacının açmış olduğu davalı şirketin haklı sebeple fesih davasının reddine karar vermek gerekmiştir.
BİRLEŞEN DAVADA;
Birleşen davada,davacı vekili,davalı şirketin organ eksikliği nedeniyle TTK’nın 530 ncu maddesi uyarınca feshini talep etmiştir.
TTK’nın onuncu bölümü altında anonim şirketlerin sona erme sebepleri düzenlenmiştir. Özel bir hal olarak, anonim şirketlerde organ eksikliği durumu bir sona erme hali olarak düzenlenmiştir. TTK’nın madde530 (1) hükmüne göre;
“Uzun süreden beri şirketin kanunen gerekli olan organlarından biri mevcut değilse veya genel kurul toplanamıyorsa, pay sahipleri, şirket alacaklıları veya Gümrük ve Ticaret Bakanlığının istemi üzerine, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesi, yönetim kurulunu da dinleyerek şirketin durumunu kanuna uygun hâle getirmesi için bir süre belirler. Bu süre içinde durum düzeltilmezse, mahkeme şirketin feshine karar verir.”
Buna göre TTK, organ eksikliğini ve genel kurulun uzun süreden bu yana toplanamamasını duruma göre bir fesih nedeni olarak öngörmüştür. Genel kurul ve yönetim kurulu dışındaki organların kanunen varlıkları mecburi olmadığından ve dolayısıyla ‘yoklukları’ kurumsal yapıyı etkilemediğinden bunlar organ eksikliği teşkil etmez.Ancak genel kurul ve yönetim kurulu organlarının yokluğu şirketin feshi sebebidir
Anonim ortaklık, faaliyetlerini organları marifetiyle yürütür. Karar, idare/temsil faaliyetleri,ortaklığın farklı organları marifetiyle gerçekleştirilir. Anonim ortaklığın kanuni organlarından birisinin yokluğu yahut genel kurulun toplanamaması bir fesih sebebi olarak TTK’nın 530.maddesinde düzenlenmiştir.
Madde kapsamında organ yokluğu geniş bir anlam taşımaktadır. Organların seçilememesi, açılan üyeliklere atama yapılamaması veya yapılamayarak organın oluşmasına engel olunması veya yetersayıların sağlanamaması sebebiyle organın devamlı surette çalışamaması halinde ‘organsızlık’ sebebiyle anonim ortaklığın feshi talebiyle mahkemeye başvurulabilir.
Genel kurulun karar alamaması zaman zaman pay sahipleri arası çekişme ve menfaat ihtilaflarından da kaynaklanabilmektedir. Bu gibi sebeplerden dolayı ortaklık devamlı surette çalışamaz hale gelmiş ve genel kurul karar alamamaktaysa, diğer bir ifadeyle genel kurul işlevini yitirmiş (Funktionsunfähigkeit von Organen) ise, bu hal nesnel olarak organın yokluğu anlamına gelmemekle birlikte ortaklığın feshi davası açılması için haklı sebep teşkil edebilir.
Nitekim TTK’nın 530.maddesinin gerekçesinde de gerekli organın mevcut olmaması ile kastedilenin bu organın gerçekten bulunmaması olduğu ifade edilmiştir.Bu çerçevede organ eksikliğinin geniş yorumlanması gerektiği ancak TTK madde 530 anlamında organ eksikliğine dayanan fesih davası açılabilmesi için organın yalnızca işlevini yitirmesinin yeterli olmayacağı söylenebilir.
İlaveten, TTK madde 530’un gerekçesi uyarınca da organ eksikliği oluşabilmesi için organın gerçekten bulunmaması gereklidir. Ancak organın işlevini yitirmesi, başka bir deyişle genel kurulun kilitlenme sebebiyle karar alamıyor olması durumunda bu durum somut olay koşulları dikkate alınarak TTK madde 531 kapsamında ortaklığın feshi davası açmak için dayanak teşkil edebilecektir. Bu bağlamda, TTK’nın 410.maddesinde yer alan, “Genel kurul süresi dolmuş olsa bile, yönetim kurulu tarafından toplantıya çağrılabilir. Yönetim kurulunun,devamlı olarak toplanamaması, toplantı nisabının oluşmasına imkan bulunmaması veya mevcut olmaması durumlarında, mahkemenin izniyle, tek bir pay sahibi genel kurulu toplantıya çağırabilir” hükme göre, genel kurulun yönetim kurulunun bulunmaması sebebiyle toplantıya çağrılmaması halinde kanun koyucu, şirketin devamını esas alarak organ eksikliğinin oluşmaması yönündeki iradesini ortaya koymuştur. Ek olarak, yönetim kurulu üyelerinin şirketin varlığını sürdürebilmesi için gerekli ve acil işleri TTK’nın 513. maddesine göre yapma imkanına sahip olduğu görülmektedir. Ancak yönetim kurulunun seçilmesinin genel kurulun devredilemez yetkileri arasında yer aldığı ve pay sahiplerinin iradesinin esas olduğu dikkate alındığında bu hükmün uygulama alanı oldukça kısıtlıdır.
Yönetim kurulu, yokluğunun etkileri ortaklık üzerinde en hızlı ve güçlü şekilde hissedilecek organdır. Zira yönetim kurulu, anonim ortaklığın yönetim ve temsil organıdır. Kanunen bulunması zorunlu olan organlardan biri olan yönetim kurulunun yokluğu birçok halde karşımıza çıkabilecektir. Doktrin ve Yargıtay kararlarında, yönetim kurulunun yokluğu farklı açılardan ele alınmıştır. Doktrinde Arslanlı, yönetim organının oluşturulamama haline yönelik örnek olarak yönetim kurulunun gereken sayıda üyeye sahip olmaması ve açılan üyeliklere seçimin yapılamamasını veyahut tüm üyelerin istifa edip genel kurulda bu üyelikleri doldurmak için seçim yapılamamasını göstermektedir.Dolayısıyla, bu hallerin gerçekleşmesi ile zorunlu organ olan yönetim kurulunun mevcut olmaması hali gerçekleşmektedir. “Moroğlu da ETTK m. 435 çerçevesinde yapmış olduğu açıklamalarında, yönetim kuruluna ilişkin olarak organ eksikliğinin yönetim kurulu üyelerinin seçilememeleri veya seçilmiş olsalar bile toplanıp çalışamamaları şeklinde anlaşılması gerektiğini belirtmektedir.”1Tekinalp ise organ eksikliğinin geniş anlaşılması gerektiğini ifade etmektedir.1Yazarın yönetim kurulunun seçilememesi veya nisap yokluğu nedeniyle organın devamlı surette çalışamaması gibi organın şeklen mevcut olduğu ancak faaliyetlerini gerçekleştiremediği senaryolarını organ eksikliğinin geniş anlaşılmasına örnek olarak gösterdiği görülmektedir.
Yönetim kurulu, kendisini oluşturan gerçek kişiler aracılığıyla anonim ortaklığın temsili ve idaresini sağlar. Bu doğrultuda yönetim kurulunu oluşturan gerçek kişilerin görev sürelerinin dolmasıyla birlikte oluşacak boşluk sonucunda bir organ yokluğunun oluşup oluşmayacağı tartışmalıdır. Yargıtay …. Hukuk Dairesi,veridği bir kararında, özetle, yönetim kurulu üyelerinin sürelerinin bitmesi ve kurula yeni üyelerin seçilememesi durumunda şirketin yönetim kurulunun yokluk ile sabit olacağını, bu doğrultuda da organ eksikliği oluşacağını belirtmiştir.
“Her ne kadar bir, iki üyeliğin açılması halinde görevde kalan diğer yönetim kurulu üyelerinin açık üyelik için geçici olarak üye tayin etmeleri ve bu üyenin ilk genel kurul toplantısına kadar görev yapmaları olanak dahilinde ise de (TTK. m.315/1), bütün yönetim kurulu üyelerinin sürelerinin bitmesi halinde durumun ne olacağı hususunda TTK da bir hüküm mevcut değildir. Bu halde, yani yönetim kurulu üyelerinin görev süresinin bitmesi ve yenilerinin de seçilememiş olmaları halinde,TTK.nun 435. maddesinde belirtildiği gibi şirketin bir organından mahrum olduğu mutlak bir şekilde kabul etmek mümkün müdür?
BK.nun 397/2. maddesinden hareketle süresi bitmiş yönetim kurulu üyelerinin, yenileri seçilinceye kadar görevlerinin hiç olmazsa yani yönetim kurulu seçilmesi amacına yönelik ve mevcut işler ve hizmetlerle sınırlı olmak üzere, devam ettiğinin kabulü de mümkündür (Aynı görüşte Domaniç age,Sh. 380/b,c). Ancak bu yolun kabulünde bazı sakıncalar vardır. Eski yönetim kurulu üyelerinin yetkilerinin tam olarak devam ettiğini kabul etmek, şirket genel kurulunun seçemediği ve görev veremediği ve vermek de istemediği kişiler dolaylı olarak bu yetkiyi vermek olacaktır ki bu halde şirket ortaklarının irade ve arzularının dışına çıkılmış bulunacaktır. Kaldı ki yenilerinin seçilmelerine kadar eski yönetim kurulu üyelerinin görevlerinin devam ettiğini kabul etmek,eski üyelere, yenilerinin seçilmesini mümkün olduğu kadar geciktirmek olanağını vereceği gibi, geçici olarak görev yaptıkları cihetle şirket işlerini gerektiği kadar ciddiye almamak sonucunu da tespit edecektir. Bu durumdaTTK.nun 435/1. maddesi gereğince şirketin organsız kaldığını kabul etmek daha doğru bir yol olmaktadır.
Bir başka kararında ise Yargıtay, “Anonim şirkette yönetim kurulu üyelerinin yerine yenileri seçilene kadar görevler devam eder.Yeni üyeler seçilinceye kadar süresi biten yönetim kurulu üyelerinin zorunlu olarak görevlerinin devam edeceğinin kabulü gerekir.” şeklinde ifade ederek yönetim kurulu üyelerinin yenileri seçilene kadar görevlerine devam edeceğini belirtmiştir. Bu karardan yola çıkılarak, yeni yönetim kurulu üyelerinin görevlerine devam edeceği, yönetim kurulu üyelerinin seçilememesi halinde organ eksikliğinin oluşmayacağı savunulabilir. Ancak bu durumda, yukarıda bahsedilen kararda da yer aldığı üzere, şirket genel kurulunun seçmediği bir yönetim kurulunun tüm yetkilere sahip olmasının şirket ortaklarının istek ve arzularından uzaklaşmak olarak nitelendirilmesinin de mümkün olduğu dikkate alınmalıdır. Her ne kadar şirket faaliyetlerinin devamı esas ise de bu çerçevede somut olayların değerlendirilmesi sonucunda yönetim kurulu üyelerinin görev sürelerinin TTK ile düzenlenmiş ve sınırlanmış olduğu da dikkate alındığında belli bir süre sonucunda yönetim kurulu seçilemiyor ise Moroğlu ve Tekinalp’in yukarıda da yer alan görüşleri doğrultusunda yönetim kurulu üyelerinin ‘uzun bir süre’ seçilemiyor olmasının organ eksikliği olarak kabulü gerekmektedir. İlaveten, TTK’nın 530.maddesinin gerekçesinde de “Yönetim kurulunun süresi sona ermiş olmasına rağmen,yeni bir yönetim kurulunun seçil(e)memiş olması veya yönetim kurulu üyelerinin istifaları ile kurulun boşaldığı ve yerlerini doldurma imkânının bulunmadığı hâllerde yönetim organının mevcut olmadığı kabul edilmelidir.”Kısacası gerekçeden yönetim kurulunun süresinin dolmasının organın mevcut olmadığı şeklinde yorumlanması gerektiği anlaşılmaktadır.
Uzun süre kavramı TTK’nın 530.maddesine göre şirket içerisinde organ eksikliğinin kabulüne ilişkin “(u)zun süreden beri şirketin kanunen gerekli olan organlarından biri mevcut değilse” ibaresi ile karşımıza çıkmaktadır. Ancak ‘uzun süre’ kavramına ilişkin doktrin ve içtihat kapsamında netleştirilmiş bir süre bulunmamaktadır.Somut olayın özelliğine göre uzun sürenin belirlenmesi gerekmektedir.
Somut uyuşmazlıkta davacı vekili;müvekkili … tarafından, davalı şirket aleyhineBakırköy Asliye …. Ticaret Mahkemesi nezdinde …. Esas sayılı dosya ile haklı nedenle fesih davası açıldığını, davalı şirkete ivedilikle yönetim kayyımı atanması gerektiğini, davalı şirketin Yönetim Kurulu başkanı … tarafından diğer yönetim kurulu üyelerine gönderilmiş olan ihtarnamede açıkça davalı şirketin iş ve işlemlerinin yürütülemediğini, şirketin finansal sorunlarının derinleşerek kan kaybettiğini; yetkilendirilen avukatın süreli vekaleti bitmiş olmasına rağmen yeni vekaletnamenin dahi verilemediğini; bankalardaki kredi işlemlerinin işlerlik kazanamadığını; yasal işlemlere zamanında itiraz edilemediğinden dolayı hak kayıplarının oluştuğu; 40 yılı aşkın köklü bir kuruluşun adeta tükendiği ifade edilmiş ve yine aynı ihtarnamede yönetim kurulu toplantıya katılmamaları halinde şirketlerin organsız kaldığı sonucu ortaya çıktığından davalı şirketin feshini talep etmiş ise de;davalı şirketin dava tarihine göre en son genel kurulunu,16/06/2016 tarihinde yaptığı ve anılan genel kurulda davacı dahil 4 kişinin yönetim kuruluna 3 yıllığına seçildiği ve yönetim kurulu üyelerinden herhangi üçünün atacağı imza ile müştereken şirketin temsil ve ilzam edilmesine karar verildiği,dava tarihine göre genel kurulun uzun süreden beri toplanamama hâlinin söz konusu olmadığı,şirketin yönetim kurulunun görev süresinin dolmadığı ve yönetim kurulunun toplanamayarak karar almasının önünde bir engel bulunmadığı bu hâli ile şirketin organ eksikliğinin de bulunmadığı anlaşıldığından birleşen davanın da reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılarak aşağıdaki gibi hüküm fıkrası oluşturulmuştur.
HÜKÜM/Yukarıda açıklanan nedenlerle;
A) ASIL DAVADA;
1-Davanın REDDİNE,
2-Mahkememizce atanan denetim kayyım heyetinin görevine son VERİLMESİNE,
3-Alınması gerekli ¨54,40 karar ve ilam harcından peşin alınan ¨35,90 harcın mahsubu ile bakiye ¨18,50 harcın davacıdan alınarak hazineye İRAT KAYDINA,

4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde BIRAKILMASINA,
5-Davalı kendisini bir vekil ile temsil ettirdiği anlaşıldığından karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre kabul edilen miktar üzerinden hesap edilen ¨3.400,00 ücreti vekaletin davacıdan tahsili ile davalıya VERİLMESİNE,
6-Kararın kesinleşmesine kadar yapılan yargılama giderlerinin davacı tarafından peşin olarak yatırılan ¨627,00 yargılama gider avansından mahsubu ile bakiye kısmın karar kesinleştiğinde davacıya İADESİNE,,
B) BİRLEŞEN DAVADA ;
1-Davanın REDDİNE,
2-Alınması gerekli ¨54,40 karar ve ilam harcından peşin alınan ¨35,90 harcın mahsubu ile bakiye ¨18,50 harcın davacıdan alınarak hazineye İRAT KAYDINA,

3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde BIRAKILMASINA,
4-Davalı kendisini bir vekil ile temsil ettirdiği anlaşıldığından karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre kabul edilen miktar üzerinden hesap edilen ¨3.400,00 ücreti vekaletin davacıdan tahsili ile davalıya VERİLMESİNE,

5-Kararın kesinleşmesine kadar yapılan yargılama giderlerinin davacı tarafından peşin olarak yatırılan ¨627,00 yargılama gider avansından mahsubu ile bakiye kısmın karar kesinleştiğinde davacıya İADESİNE,,
5235 sayılı Kanunun geçici 2’nci maddesine göre ,Bölge Adliye Mahkemeleri’nin kurulmasına ve 20 Temmuz 2016 tarihinde göreve başlamalarına dair kararların 07/11/2015 tarih ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği anlaşılmakla;6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 341 ilâ 360’ncı madde hükümleri uyarınca,mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye verilecek dilekçe ile kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde veya istinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf,başvuru hakkı bulunmasa veya başvuru süresini geçirmiş olsa bile, mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye vereceği cevap dilekçesi ile iki hafta içerisinde İSTİNAF yolu açık olmak üzere davacı vekilleri, müdahiller vekili ve davalı vekillerinin yüzlerine karşı, oy birliği ile verilen karar açıkça okunup,usulen anlatıldı. 08/10/2020

Başkan …
E-İmzalı
Üye …
E-İmzalı
Üye …
E-İmzalı
Katip ….
E-İmzalı

“İŞ BU EVRAK 5070 SAYILI ELEKTRONİK İMZA KANUNUNUN 5. MADDE UYARINCA GÜVENLİ ELEKTRONİK İMZA İLE İMZALANMIŞ OLUP, 22. MADDE UYARINCA DA ISLAK İMZA İLE İMZALANMAYACAKTIR.