Emsal Mahkeme Kararı Bakırköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/552 E. 2019/756 K. 11.07.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. BAKIRKÖY 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2018/552
KARAR NO : 2019/756

DAVA : Ticari Şirket (Ortaklıktan Çıkma Veya Çıkarılmaya İlişkin)
DAVA TARİHİ : 04/06/2018
KARAR TARİHİ : 11/07/2019
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 19/07/2019

Mahkememizde görülmekte olan Ticari Şirket (Ortaklıktan Çıkma Veya Çıkarılmaya İlişkin) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
ASIL DAVADA
İDDİA:
Davacı vekilinin Bakırköy Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesine sunduğu 04/06/2018 harçlandırma tarihli dava dilekçesinde; Davalı şirketin ortaklarının … ve … olduğunu, mevcut durumda davalı şirketin hisselerinin %70’lik ¨1.639.625,00’lik hissesinin ….’na, %30’luk ¨ 620.375,00’lik hissesinin müvekkili …’a ait olduğunu, müvekkili ile davalı şirketin diğer ortağı arasında fikir ayrılıkları ortaya çıktığını, diğer ortağın şirketin işleri ile ilgilenmediğini, ortakların arasındaki güven ilişkisinin zedelendiğini, şirketin ticari faaliyetlerinin yürütülemez hale geldiğini, davacı müvekkilinin, davalı şirketteki ortaklığından haklı nedenle çıkarılmasını, müvekkilinin davalı şirketteki %30 payının gerçek değerinin ve şirket kayıtlarında yazılı kişisel alacağının ulaştığı miktarın belirlenerek, çıkma payının mevduata uygulanan en yüksek faiz ile müvekkiline ödenmesini, taleplerinin kabul edilmemesi halinde, tedritli olarak davalı şirketin haklı nedenlerle feshine ve tasfiyesine hükmedilerek, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı yana yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA;
Davalı şirket ortağı ….’nun 25/06/2018 havale tarihli cevap dilekesini özetle;Davacının, davalı şirketi zarara uğrattığını, bataklar vererek zor duruma düşürdüğünü, ticaret yaptıkları firmaları zarara sokmak için bu davayı açtığını, davacının 2016 yılında finansal kontrolü kaybettiğini, firmaya danışman getirerek değerlendirilemeyen senetlerin faktoring ve başka kaynaklardan paraya çevrilmesini sağlayacağını söyleyince, hakim ortak olarak kabul ettiğini, danışmanın ticari defter kayıtlarını incelediğinde, davacının konsinye mal olarak müşterilerin zilyetliğine mal verdiğini, bunlardan herhangi bir ödeme ve kira geliri alınmadığını, malları faturalanmadığını, bu şahısların cihazlardan yüklü miktarda para kazandıklarını, garanti kapsamı altında teknik servis aldıklarını, tüketim malzemelerini davalı şirketten vadeli olarak aldıklarını, muhasebe ödeme istediğinde, kendilerinin …’ın arkadaşları olduklarını, sadece ona hesap vereceklerini söylediklerini, davacının oğlu ….’ın bazı satışlarda müşterilere sebepsiz aşırı indirimlerde bulunduğunu, bilgilendirme toplantılarında sağlıklı bilgiye ulaşılamadığından, danışmanın detay inceleme için yetki istediğini, danışmana daha büyük yetkiler vererek derinlemesine araştırmalar yapmasını isteyince, davacının kötü niyetli davranışlarının ortaya çıkacağını anlayarak, şirkette çalışmak istemediğini, oğlu ile şirketten ayrılmak istediğini, davacının daha sonra kızı ve oğlu adına …. şirketini kurduğunu, sorumlu müdür olarak kendini görevlendirdiğini, davalı şirketin portföyünde olan malları, …. adlı Teknik elemanı da alarak, davalı şirket bünyesindeki bir takım cihazların teknik parçalarını alarak pazarlamaya başladığını, sözleşme ile davalı şirket kiralamasında bulunan araçları da aldığını, kullandıkları araçların ödemelerini yapmayarak, davalının icraya düşmesine sebep olduğunu, kısa bir süre sonra emsal cihazlar getirerek pazarlama haklarını aldıkları cihazları satmaktan vazgeçerek davalı şirketin satışlarını bloke ettiklerini, davacının 2016 yılı ortalarında davalı şirkete gelmemeye başlayınca, üçüncü kişilerin şirkete başvurarak, davacıya borç para verdiklerini, geri alamadıkların söyleyince, şirketi kasten kötü niyetli olarak zora sokmak ve piyasayı dolandırmak gayretinde olduğunu öğrendiklerini,Detay verilecek bataklar karşılığı olarak stok mallar satılarak, kapatılma yoluna gidildiği anlaşıldığından, asıl alacak sahiplerine ödemeler yapılamadığından ¨1.235.767,67 takiple karşı karşıya kaldıklarını, davacı ortağın, kendisinin verdiği ipotekler karşılığında şirket adına kullandığı banka kredilerini de ödemediğini, kendisine ait ipoteklerin satışı sonrasında bankalara bir kısım kredilerin ödendiğini, 31/05/2018 tarihi itibariyle kendisinin alacağının ¨1.886.819,00’ye ulaştığını, davacının borçların ödenmesinde bir gayreti olmadığını, bazı firmalara satılan malların, satış fiyatından daha yüksek bir bedelle geri alındığını, bu nedenle davalı şirketin zarara uğradığını, firmanın malın yüksek fiyattan geri alımında davacıya açıktan komisyon ödendiğini belirttiğini, bazı firmalardan çekler aldığını teminat hesabına verdiğini, karşılığında aynı tutarlarda çek verdiğini, kendilerinin çek bedellerini ödemesine rağmen, karşı firmanın çekleri ödemediğini, izah edilen nedenlerle, davacının davalı şirketi kasten ve ihmali kusurlu ve basiretsiz davranışlarıyla batık işlemleri ve borçlardan ve kendi dönemine ait mali ve hukuki ve cezai sorumluluklardan kurtulmak için kötü niyetli açtığı davanın reddini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı yana yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER VE GEREKÇE:
Dava,6102 sayılı TTK’nın 638. maddesi gereğince açılan limited şirket ortaklığından çıkma olmadığı takdirde davalı şirketin haklı nedenle feshi ve tasfiyesi istemine ilişkindir.
Tarafların aktif ve pasif dava ehliyetleri denetlenip uyuşmazlık konuları re’sen belirlenerek taraflarca gösterilen deliller toplanmış ve konunun incelenmesinde uzmanlık gerektiren yönler olduğundan bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle dava sonuçlandırılmıştır.
Bilirkişiler Dr. …. ,…. ve …. tarafından düzenlenen 17/05/2019 havale tarihli bilirkişi raporunda özetle;
Davalının, davacıyı, şirketi zarara uğratmakla ve şirketin müşteri ve çalışanlarını ayartmak suretiyle haksız rekabet eyleminde bulunmakla hatta davalının “davacının şirketi kasten kötü niyetli olarak zora sokmak ve piyasayı dolandırmak gayretinde olduğunu öğrendiklerini” yönündeki ifadesiyle dolandırıcılıkla suçladığını, bütün bu iddia ve suçlamalar, ortaklık ilişkisinin sürdürülmesinin ortaklardan beklenmeyecek derecede ortaklar arasında kişisel husumet oluştuğunu gösterdiğini, oluşan bu husumet nedeniyle, davacının ortaklıktan çıkma talebinin haklı olduğunu ,davalı şirketin iki hissedardan oluşması, kalacak olan hissedarın %70’lik bir pay oranına sahip olması, diğer hissedarın ortaklık ilişkisini sürdürmek istemediğine ilişkin herhangi bir talebinin olmaması ve en önemlisi de fesih kararının son çare olarak düşünülmesinin gerekmesi gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde; davacının ortaklıktan çıkma talebi yerine fesih kararı verilmemesi gerektiğini, yine ortaklık ilişkisinin sürdürülmesinin ortaklardan beklenmeyecek derecede ortaklar arasında kişisel husumet oluşması nedeniyle, somut olay açısından “ortaklıktan çıkarma haricinde duruma uygun düşen başka çözüm yolu da görünmediğini, davacının ayrılma payının esas sermaye payının gerçek değerine uygun olarak belirlenmesi gerektiğini, bu değerin “bilanço değeri”nden az olamayacağını, ayrılma payı belirlenirken aynca şirket öz varlığının hüküm tarihine en yakın tarihteki rayiç değeri üzerinden hesaplanması gerektiğini, davalı …. rayiç değerli özkaynakları ¨2.793.264,87 olarak hesaplandığından ve davalı şirketin pasiflerini karşılamadığından, dağıtılabilecek bir ayrılma akçesinin bulunmadığını bildirmişlerdir.

Limited şirketin infisah sebeplerinin nelerden ibaret olduğu TTK.m.636 da sayılmış bulunmaktadır. Bu maddenin birinci bendine göre, ana sözleşme ile şirketin infisah sebeplerini önceden kararlaştırmak mümkündür. Ortaklar, kanunda gösterilen sebepler dışında diğer infisah sebeplerini serbest iradeleriyle tespit edip bunları şirket sözleşmesine dercededebilirler.
Örneğin, ortaklardan birinin ölümü veya iflâsı yahut şirket müddetinin sona ermesi gibi sebepleri infisah sebebi olarak kabul edebilirler.
Bunun yanı sıra TTK.m.636/3 de “Haklı sebeplerin varlığında, her ortak mahkemeden şirketin feshini isteyebilir” hükmü getirilmiştir.
Haklı sebebe sonuç bağlanan hallerden bir tanesi de ortaklık sözleşmelerinde ortaklığın feshi ve yine buna bağlı olarak ortaklıktan çıkma-çıkarma halleridir.TTK’nın 636/3’ncü maddesinde düzenlenen fesih davasının tamel şartı,haklı sebebin olmasıdır. Genel olarak söylenebilir ki, ilgili hükümlerde, haklı sebeple feshin yanında ortaklığın sona erme sebepleri şahsında doğan yahut feshi talep eden ortağın ortaklıktan çıkarılması kabul edildiği gibi (çıkarma), ortağın haklı sebeplerin mevcudiyeti halinde şirketten çıkmasına da (çıkma) müsaade edildiği görülmektedir (Kollektif şirket için TK. 245, 255/1, 257, anonim şirket için TK. 531, limited şirket için TK. 636/3, 638/2, 639/2 b, 640/3; ayrıntılı bilgi için bkz. …… , Anonim Ortaklığın Haklı Sebeple Feshi, İstanbul 2012, s. 5 vd). TTK.’ da limited ortaklığın, ortaklardan birinin talebi üzerine ve haklı sebeplerden dolayı mahkeme kararıyla sona erebileceği düzenlenmiştir. Keza, haklı sebeplerin varlığı halinde ortak, Mahkeme kararı ile limited ortaklıktan çıkma hakkına sahiptir.
TTK’nın 636/3’ncü maddesinde haklı sebepten bahsedilmesine rağmen,bu kavram tanımlanmamıştır.Bu nedenle belirsiz bir hukuki kavramla karşı karşıya bulunduğumuz söylenebilir.Her ne kadar limited ortaklığın feshi bakımından haklı sebep kavramı tanımlanmamışsa da,kollektif ortaklığın haklı sebeple feshini düzenleyen TTK’nın 245’nci maddesisinde hem haklı sebep kavramı tanımlanmış hem de örnekseme yoluyla hangi hallerin haklı sebep teşkil edeceği ifade edilmiştir.Bu düzenlemeye göre haklı sebep;ortaklığın kuruluşuna yol açan fiili ve kişisel sebeplerin ortaklığın işletme konusunu elde edilmesini imkânsız kılacak veya güçleştirecek şekilde ortadan kalkmasıdır.Ancak doktrinde,TTK’da ve ETT’da yer alan bu tanımın başarılı olmadığı ve yanlış yorumlamalara neden olabileceği ifade edilmektedir.Doktrinde birbirine benzer şekilde haklı sebep kavramı tanımlanmaktadır.Bu yazarlardan …. göre haklı sebep;hukuki ilişkinin sürdürülmesini çekilmez hale getiren ve bozucu yenilik doğuran bir bildirim veya dava ile hukuki ilişkiyi sona erdirmek ve değiştirmek yetkisinin kullanılmasını adil gösteren hukuki olgudur.
Yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde genel olarak denilebilir ki,ortaklığın devam etmesi,doğruluk ve güven kurallarına göre dava açan ortaktan beklenemiyorsa,haklı sebep gerçekleşmiştir.Elbette bu değerlendirmede davacı ortağın ortaklık ilişkisinin ortadan kaldırılması veya değiştirilmesi hususundaki menfaatiyle ortaklık ilişkisinin aynen devam ettirilmesinde çıkarı olan kimselerin menfaatleri karşılaştırılmalı ve somut olayda hangi menfaat daha üstün geliyorsa ona göre karar verilmelidir.(Ydr.Doç.Dr.Ali Haydar Yıldırım,Limited Ortaklığın Haklı Sebeple Feshi,Bursa 2013,s.126-127)
Esasen haklı sebep, en geniş tarifiyle, sürekli bir borç ilişkisine devam etmeyi, dürüstlük kuralı gereği çekilmez hale getirdiği kabul edilebilecek hukuki olgudur.Haklı sebebin, genel manada, sürekli bir borç ilişkisine devam etmeyi dürüstlük kuralı gereği çekilmez hale getirdiği kabul edilebilen hukuki olgular olarak ifade edildiği göz önünde bulundurulacak olursa; ortaklıklar hukukunda haklı sebep tanımı yapılırken “çekilmezlik” olgusunun, yukarıda da belirtildiği gibi, “paydaşları ortak olmaya yönelten nedenlerin ortaklık maksadının gerçekleşmesini imkânsız yahut aşırı miktarda güçleştirecek biçimde ortadan kalkması” olarak somutlaştırıldığı söylenebilir. (, s. 23 vd.).
Kanunda, sözü geçen maddede, haklı sebep örneklerine de yer verilmiştir. Bir ortağın “şirketin yönetim işlerinde veya hesaplarının çıkarılmasında şirkete ihanet etmiş olması, kendisine düşen asli görevleri ve borçları yerine getirmemesi, kişisel menfaatleri uğruna şirketin ticaret unvanını veya mallarını kötüye kullanması, uğradığı sürekli bir hastalık veya diğer bir sebepten dolayı, üstüne aldığı şirketin işlerini yapmak için gerekli olan yeteneği ve ehliyetini kaybetmesi” gibi haller maddede sayılan haklı sebep örnekleridir. Fakat bu sayılan haller, haklı sebep kavramının niteliği göz önünde bulundurulursa doğaldır ki sınırlayıcı değildir. Bu bakımdan somut uyuşmazlık kapsamındaki olguların yasada sayılanlara birebir ayniyetini aramamak gerekir. Genel anlamda ortakların davranışları limited ortaklığın faaliyetlerini önleyecek, zarara uğratacak yahut karşılıklı güveni sarsmış ve ortaklar artık bir arada olamayacaklar ve ortaklık faaliyetlerini sağlıklı şekilde yürütemeyecekler ise haklı sebeplerin varlığını kabul gerekir (Baştuğ, s. 47).Yine, ortaklık anlayışını ortadan kaldıran, bireysel çıkarlara yönelen, ortaklar arasında kişisel ve grupsal çıkarların ön plana çıktığı ve ortaklık amacının gerçekleşmesinin olanağının kalmaması gibi hallerde haklı nedenlerin oluştuğunun kabulü gerekir.(Yüksek Yargıtay 11’nci Hukuk Dairesi’nin 07/12/2015 gün ve 2014/15623 esas,2015/11122 karar sayılı ilamı) Özellikle somut uyuşmazlıktaki gibi az ortaklı limited şirketlerde kişisel bağların ve birlikte çalışma niyeti afectio societatis’ in sıkılığı göz önünde bulundurulursa kişisel sebeplerin de kimi zaman birer haklı sebep teşkil edebileceği anlaşılacaktır.
Nitekim Yüksek Mahkemenin uygulamasında da pek çok çeşitli ve hatta kişisel sayılabilecek olgunun limited ortaklığın feshinde haklı sebep olarak yorumlandığı görülecektir. Örnek olarak, şirket mükellefiyetlerinin yerine getirilmemesi, rekabet yasağının ihlali, sadakat borcuna aykırı hareketler, şirket defterlerinin düzgün tutulmaması gibi ortaklığa ilişkin sebepler yanında diğer ortaklar ve yakınlarına rencide edici sözler söylemek, haksız fiilde bulunmak (Yüksek Yargıtay 11’nci Hukuk Dairesi’nin, E. 1997/9084; K. 1997/8442, T. 21/11/1997 ) tutuklanma gibi sebeplerle ortaklık işlerinden uzak kalma ve boşanma (Yüksek Yargıtay 11’nci Hukuk Dairesi’nin E. 2003/3080, K. 2003/9839, T. 27/10/2003 ) gibi kişisel sebeplerin de uygulamada haklı sebep olarak nitelendirildiği görülmüştür.
Kişisel sebeplerin yanı sıra elbette nesnel sayılabilecek olgular da şirketin feshine yol açabilirler. Söz gelimi şirketin kar elde edemez hale gelmesi, uzun süredir gayrı faal olması da şirketin feshine sebebiyet verebilir.
Limited ortaklık sürekli bir borç ilişkisidir. Ortağın ortaklıkla arasındaki hukuki bağ, sahip olduğu hak ve borçlar birlikte değerlendirildiğinde, sözleşmede çıkma hakkı tanınmadıkça ahde vefa ilkesi gereğince ortağın sebepsiz yere ortaklıktan ayrılması düşünülemez.Ancak sürekli borç ilişkisi doğuran sözleşmelerde tarafl arın MK m. 2’deki dürüstlük kuralı gereğince, devamı kendisi için çekilmez hâle gelen bir ilişkiyi sürdürmesi beklenemeyeceğinden, haklı sebeplerin varlığı hâlinde bu ilişkiyi sona erdirmesi mümkündür. Limited ortaklıklarda, haklı bir sebebin gerçekleştiğini düşünen her ortak TTK m. 638/2 hükmüyle verilen imkândan yararlanarak haklı sebeple çıkma davası açabilir. Kanuni çıkma hakkı olarak da anılan haklı sebeple çıkma hakkı, sözleşmeyle çıkma hakkı tanınmış olsa dahi bâkidir. Nitekim haklı sebeple çıkma hakkı vazgeçilmez, mutlak bir haktır.
Haklı sebep uygulamada bahsi çok geçen temel bir kavramdır. Özel hukukun birçok alanında ve özellikle ticaret hukukunda yaygın kullanımı olduğu söylenebilir. Ortaklıklar hukuku anlamında bazı tanımlara göz atıldığında, örneğin … haklı sebebi, ortaklık ilişkisini çekilmez hale getiren ve dürüstlük kurallarına göre ortak açısından bu ilişkinin sürdürülmesinin kendisinden istenemeyeceği nedenler şeklinde ifade etmektedir. Limited ortağın çıkma gerekçeleri bağlamında bazı durumlara topluca işaret etmesi bakımından ifade edilecek olursa haklı sebep, ortak açısından ilişkinin objektif imkânsızlığına neden olan, ilişkinin sürdürülmesi imkânını ortadan kaldıran hâller şeklinde tanımlanabilir. Şirketler hukuku açısından Kanunda haklı sebebin tanımı genel hükümlerde veya limited şirketlere ilişkin hükümlerde yer almamaktadır. Sadece kollektif şirketlerin sona ermesi bölümünde TTK m.245’de haklı sebebin tanımı yapılarak numerus clausus olmayan haklı sebep hâlleri sayılmıştır. Bu maddeye göre haklı sebep: “şirketin kuruluşuna yol açan fiili veya kişisel sebeplerin şirketin işletme konusunun elde edilmesini imkansız kılacak veya güçleştirecek şekilde ortadan kalkmış olması” şeklinde tanımlanmış, bir ortağın yönetimde, hesaplarda şirkete ihanet etmesi, kendisine düşen asli görev ve borçları yerine getirmemesi, şirket unvanını veya mallarını şahsi çıkarları için kötüye kullanması, şirket işlerini yapamayacak duruma gelmesi gibi hâlleri haklı sebebe örnek olarak dört bent halinde sıralamıştır. Bu örneklerden de açıkça anlaşılacağı üzere haklı sebep herhangi bir ortakla ilgili olabileceği gibi ortaklar arasındaki münasebetlerde de kendisini gösterebilir.
Yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde genel olarak denilebilir ki,ortaklığın devam etmesi,doğruluk ve güven kurallarına göre dava açan ortaktan beklenemiyorsa,haklı sebep gerçekleşmiştir.Elbette bu değerlendirmede davacı ortağın ortaklık ilişkisinin ortadan kaldırılması veya değiştirilmesi hususundaki menfaatiyle ortaklık ilişkisinin aynen devam ettirilmesinde çıkarı olan kimselerin menfaatleri karşılaştırılmalı ve somut olayda hangi menfaat daha üstün geliyorsa ona göre karar verilmelidir.(Ydr.Doç.Dr.Ali Haydar Yıldırım,Limited Ortaklığın Haklı Sebeple Feshi,Bursa 2013,s.126-127)
Esasen haklı sebep, en geniş tarifiyle, sürekli bir borç ilişkisine devam etmeyi, dürüstlük kuralı gereği çekilmez hale getirdiği kabul edilebilecek hukuki olgudur.Haklı sebebin, genel manada, sürekli bir borç ilişkisine devam etmeyi dürüstlük kuralı gereği çekilmez hale getirdiği kabul edilebilen hukuki olgular olarak ifade edildiği göz önünde bulundurulacak olursa; ortaklıklar hukukunda haklı sebep tanımı yapılırken “çekilmezlik” olgusunun, yukarıda da belirtildiği gibi, “paydaşları ortak olmaya yönelten nedenlerin ortaklık maksadının gerçekleşmesini imkânsız yahut aşırı miktarda güçleştirecek biçimde ortadan kalkması” olarak somutlaştırıldığı söylenebilir. (ERDEM, s. 23 vd.).
Genel anlamda ortakların davranışları limited ortaklığın faaliyetlerini önleyecek, zarara uğratacak yahut karşılıklı güveni sarsmış ve ortaklar artık bir arada olamayacaklar ve ortaklık faaliyetlerini sağlıklı şekilde yürütemeyecekler ise haklı sebeplerin varlığını kabul gerekir (Baştuğ, s. 47).Yine, ortaklık anlayışını ortadan kaldıran, bireysel çıkarlara yönelen, ortaklar arasında kişisel ve grupsal çıkarların ön plana çıktığı ve ortaklık amacının gerçekleşmesinin olanağının kalmaması gibi hallerde haklı nedenlerin oluştuğunun kabulü gerekir.(Yüksek Yargıtay 11’nci Hukuk Dairesi’nin 07/12/2015 gün ve 2014/15623 esas,2015/11122 karar sayılı ilamı) Özellikle somut uyuşmazlıktaki gibi az ortaklı limited şirketlerde kişisel bağların ve birlikte çalışma niyeti afectio societatis’ in sıkılığı göz önünde bulundurulursa kişisel sebeplerin de kimi zaman birer haklı sebep teşkil edebileceği anlaşılacaktır.
Nitekim Yüksek Mahkemenin uygulamasında da pek çok çeşitli ve hatta kişisel sayılabilecek olgunun limited ortaklığın feshinde haklı sebep olarak yorumlandığı görülecektir. Örnek olarak, şirket mükellefiyetlerinin yerine getirilmemesi, rekabet yasağının ihlali, sadakat borcuna aykırı hareketler, şirket defterlerinin düzgün tutulmaması gibi ortaklığa ilişkin sebepler yanında diğer ortaklar ve yakınlarına rencide edici sözler söylemek, haksız fiilde bulunmak (Yüksek Yargıtay 11’nci Hukuk Dairesi’nin, E. 1997/9084; K. 1997/8442, T. 21/11/1997 ) tutuklanma gibi sebeplerle ortaklık işlerinden uzak kalma ve boşanma (Yüksek Yargıtay 11’nci Hukuk Dairesi’nin E. 2003/3080, K. 2003/9839, T. 27/10/2003 ) gibi kişisel sebeplerin de uygulamada haklı sebep olarak nitelendirildiği görülmüştür.
Haklı sebebin gerçekleşip gerçekleşmediğini takdir yetkisi ise hâkime aittir. Şüphesiz hâkim söz konusu sebebin haklı olup olmadığını takdir ederken ilgili limited şirketin yapısını da göz önünde bulunduracaktır. Şöyle ki limited şirketler TTK m. 124 hükmünde açıkça sermaye şirketleri arasında sayılmış olmakla birlikte, anonim şirketlere kıyasla şahıs ortaklığı özellikleri gösteren nitelikleri de mevcuttur. Pay devrinin imzaları noter onaylı sözleşme mecburiyetiyle zorlaştırılmış olması, yan edim yükümlülükleri getirme imkânı,çıkma ve çıkarılma kurumlarının düzenlenmiş olması gibi hükümler limited şirketin bu yönünü göstermektedir. Dolayısıyla çok ortaklı, tüm ortakların şirket işleriyle bizzat ilgilenmeyip daha ziyade anonim şirketlerde olduğu gibi kişiliklerinin ön plana çıkmadığı, yaptığı yatırımın değerlenmesine önem verdiği “kapitalist karakterli” limited şirketlerde, ortakların şahıslarında meydana gelen sebepler her zaman haklı sebep sayılamayabilir. Bu hâlde ortaklar, ortaklık ilişkilerinden kaynaklanan, yani objektif nedenlerden dolayı haklı sebebe dayanarak çıkma haklarını kullanabileceklerdir. Ortaklığın sürekli zarar etmesi, uzun yıllar boyunca kâr dağıtılmaması, şirketin atıl durumda olması, ortakların birbirlerine duydukları güven ortamının kaybolması,amacın gerçekleşmesinde hukuki veya ekonomik imkânsızlıkların doğması şeklinde doktrinde birçok husus örnek olarak sayılmıştır.(Yrd.doç.Dr.Bünyamin Gürpınar,Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XX, Y. 2016, Sa. 2,http://webftp.gazi.edu.tr/hukuk/dergi/20_2_4.pdf,Erişim Tarihi: 25/11/2017)
Kişisel sebepler, pay sahiplerinin maddi haklarının ihlâl edilmesinden bağımsız olarak ortaklığın haklı sebeple feshine gerekçe teşkil edecek ise, bu sebeplerin, ortaklığın devamına ve pay sahiplerinin bundan sonra birlikte çalışmasına engel teşkil edecek ağırlıkta olmalarını aramak gerekir. Bu da ancak pay sahiplerinin kişiliklerinin önemli olduğu şahıs şirketi benzeri aile şirketlerinde yahut az ortaklı küçük limiteti ortaklıklarda söz konusu olabilir (Erdem, s. 154-155).
Davalının cevap dilekçesinde, “… davacının kötü niyetli davranışlarının ortaya çıkacağını anlayarak, şirkette çalışmak istemediğini, … Davacının daha sonra kızı ve oğlu adına …. şirketini kurduğunu, sorumlu müdür olarak kendini görevlendirdiğini, davalı şirketin portföyünde olan malları, ……. adlı teknik elemanı da alarak, davalı şirket bünyesindeki bir takan cihazların teknik paraçlanm alarak pazarlamaya başladığını, sözleşme ile davalı şirket kiralamasında bulurum araçtan da aldığını, … kısa bir süre sonra emsal cihazlar getirerek pazarlama haklarım aldıkları cihazları satmaktan vazgeçerek davalı şirketin satışlarım bloke ettiklerini, … Davacının 2016 yılı ortalarında davalı şirkete gelmemeye başlayınca, üçüncü kişilerin şirkete başvurarak, davacıya borç para verdiklerini, geri alamadıkların söyleyince, şirketi kasten kötü niyetli olarak zora sokmak ve piyasayı dolandırmak gayretinde olduğunu öğrendiklerini… ” beyan ettiği anlaşılmaktadır. Bu beyanlar dikkate alındığında; davalının, davacıyı, şirketi zarara uğratmakla ve şirketin müşteri ve çalışanlarım ayartmak suretiyle haksız rekabet eyleminde bulunmakla hatta davalının “davacının şirketi kasten kötü niyetli olarak zora sokmada ve piyasayı dolandırmak gayretinde olduğunu öğrendiklerini ” yönündeki ifadesiyle davacıyı dolandırıcılıkla suçladığı görülmektedir. Bütün bu iddia ve suçlamalar, ortaklık ilişkisinin sürdürülmesinin ortaklardan beklenmeyecek derecede ortaklar arasında kişisel husumet oluştuğunu göstermektedir. Oluşan bu husumet nedeniyle, davacının ortaklıktan çıkma talebi haklı olmaktadır.
Yine, TTK. m. 608 hükmüne göre her ortağın kâr payı alma hakkı bulunmaktadır. Şirket maksadının gerçekleşmesi veya gerçekleşmesinin imkânsız hale gelmesi durumunda da şirketin feshine karar verilmesi gerekir. YTI), 26.03.1963 tarih ve E. 3438, K. 1963/4856 sayılı kararında, “…TTK 434/2’de geçen ‘şirket maksadının husulünün imkânsızlaşması’ şetimdeki ifade, sadece işletme konusu işin bünyesinden doğan imkânsızlıklara taalluk etmektedir. İdarecilerin kötü idaresi hakkında ayrıca hükümler sevkedilmişiir. Kâr elde edememe halinin, maksat ve mevzuun husulünü imkânsız hale getirdiğinm kabul, ancak uzun müddet kazanç sağlanamaması ve kazanç ihtimâlinin tamamen ortadan kalkması halinde mümkün olur” görüşüne yer vererek, uzun süre kazanç sağlamama ve kazanç ihtimâlinin ortadan kalkması durumunda maksadın imkânsızlaştığının kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Bilirkişi raporunun, mali inceleme bölümünde, şirketin son dört yıldır kâr payı dağıtmadığı, tespit edildiğinden., bu nedenle de davacı açısından ortaklıktan çıkmak için haklı nedenlerin mevcut olduğunun kabulü gerekir.
Davacının, haklı nedenle ortaklıktan çıkarılmasını, bu talebin kabul edilmemesi halinde, haklı sebeple davalı şirketlerin feshi ve tasfiyesini talep ettiği görülmektedir. Davalı şirketin davacının şirketten çıkarılma talebini kabul etmemesi durumunda, talebe bağlılık ilkesi gereği şirketin fetih ve tasfiyesine karar verilmesi mümkün olmamaktadır.
TTK. m. 636/3 hükmü, hakime önemli bir görev yüklenmiş ve aynı zamanda geniş bir takdir yetkisi verilmiştir Fesih dışındaki duruma uygun düşen ve kabul edilebilir çözümü araştırmak.
Mahkeme, haklı sebebin varlığına kanaat getirdikten sonra, fesih kararı vermeden önce, resen tüm menfaat sahiplerinin haklarını dikkate alan, dolayısıyla tüm menfaat sahiplerince kabul edilebilir bir çözümü araştırma yoluna gidecektir.
Kaynak İsviçre Borçlar Kanunundan farklı olarak TTK’da fesih dışındaki çözümün ne olabileceği konusunda bizzat kanunda örnek de verilmiştir:
” Davacı pay sahiplerine paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenerek şirketten çıkarılmaları.”
Dolayısıyla fesih kararı verilmeden önce nazarı dikkate alabileceği ilk çözüm şekli, davacı pay sahibinin veya pay sahiplerinin şirketten çıkarılmasıdır. Kanunun getirdiği örnek çözüm şekli, davacının şirketten çıkarılması, bu amaçla davacı pay sahibinin paylarının davalı ortaklık tarafından -karşılığı ödenmek suretiyle- iktisap edilmesidir.
Gerçekten de, haklı sebep değeriendirilirken, sadece fesih yönünden değil ortaklıktan çıkma yönünden de değerlendirme yapılması gerekir. Şöyle ki, haklı nedenle feshe ilişkin TTK. m. 636/3 hükmünde, ortaklığın haklı sebeple feshini düzenlemekte, hakimin duruma göre davacı pay sahibini, payının gerçek değeri karşılığında ortaklıktan çıkarabileceğini de öngörmektedir. Diğer bir ifade ile müstakil bir haklı sebeple çıkma düzenlemesi bulunmamaktadır. İsviçre Borçlar Kanunu’nun 736. maddesi 4. bendinde de haklı sebeple feshin dava edilmesi halinde hâkime geniş bir takdir yetkisi tanımakta ve fesih yerine ortaklıktan çıkma gibi makul bir çözüme hükmedilebileceğini ifade etmektedir. Benzer şekilde ortaklığın haklı sebeple feshedilebileceği hükmünü içeren TTK. m. 636/3 hükmünde de, mahkemece ortaklıktan çıkma yahut duruma uygun ve kabul edilebilir diğer bir çözüme hükmedilebileceği kabul edilmektedir. Zira ortaklığın feshi esasen arzu edilmeyen ancak şartlar gerektiriyor ise son çare (ultimo ralio) olarak uygulanacak bir çözüm tarzıdır. Eğer çıkma gibi daha hafif ve fakat etkili bir çözüm tarzı ile ortaklıktaki sorun giderilebilir ise, bu halde feshe hükmedilmemelidir (Poroy/ Tekinalp/ Çamoğlu, Ortaklıklar Hukuku, İstanbul 2010, n. 1677a.).Öyleyse Mahkeme, TMK. m. 4 ve TTK. m. 636/3 uyarınca duruma en uygun ve kabul edilebilir bir diğer çözüm tarzını benimseyebilecektir . Bu bakımdan talilik ilkesi dolayısı ile öncelikle çıkma ve sonra fesih ihtimâlleri göz önünde bulundurmalıdır.
Gerçekten de, ekonomik canlılığın sağlanması ve sürdürülebilmesi işletme faaliyetlerinin devamına bağlıdır. Şirketlerin tasfiyeleri konusunda da Yüksek Mahkeme’nin görüşü ‘Tezgahın devamı” olarak da ifade edilen işletmelerin/şirket faaliyetlerinin devamını sağlama yönündedir. Bir başka deyişle fesih son çare olarak düşünülmektedir. Bu husus, TTK. m. 636 hükmünün gerekçesinde “ortağa tanınan bu hak anonim şirketlerdeki 531 inci maddede yer alan hükme paralel olarak düzenlenmiş ve yargıca şirketin yararına geniş müdahale hakkı tanınmıştır ” şeklinde belirtilmiştir. Yargıtay da vermiş olduğu bir kararında bu hususu şu şekilde dile getirmiştir: “Şirketler hukuku bakımından şirketin devamlılığının sağlanılması esas olup; düzenleme uyarınca, ekonomik değer taşıyan şirketin feshi yerine şirketi ayakta tutacak diğer çözüm yollarının hakimce değerlendirilmesi zorunlu kılınmıştır.Dava konusu şirketin esas sözleşmesinde yer alan faaliyet amaçlarını gerçekleştirmeye yarar bir kısım taşınmazlarını elinden çıkardığı, 2006 yılından beri gayri faal durumda olduğu, ortaklar arasında yaşanan ihtilaflar nedeniyle davaların süregeldiği ve bu itibarla davada haklı nedenlerle fesih koşullarının gerçekleştiği sabit ise de; dosya içerisinde yer alan bilirkişi raporları ve belgelerden aile şirketi vasfındaki davalı şirketin halen elinde bulundurduğu malvarlığıyla şirket anasözleşmesînde yer alan amaçları rahatlıkla gerçekleştirebilecek durumda olduğu, davacı ortakların ortaklıktan ayrılması halinde şirket anasözleşmesinde yapılacak değişiklikle şirketin amaçlarının değiştirilebileceği, esasen davacı ortakların da ortaklıktan çıkmayı isteyip sadece ödenecek pay bedeli hususunda diğer ortaklarla anlaşamadıkları hususu gözetildiğinde şirketin, haklı nedenle feshi yerine davacı ortakların pay bedellerinin taraflarına ödenmesi suretiyle ortaklıktan çıkarılmalarına karar verilmesinin somut olaya uygun olacağı gözetilmeksizin yazılı gerekçeyle bu yöndeki talebin reddi doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir” (11. HD’nin E. 2014/3669, K. 2014/10238 sayı ve 2.6.2014 tarihli kararı).
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2015/9088 E., 2016/2352 K. sayılı ilamında da “—haklı sebeplerin varlığı halinde mahkemece fesih yerine davacı pay sahiplerine pay bedellerinin karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenmesi suretiyle davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun ve kabul edilebilir diğer bir çözüme de karar verilebileceği öngörülmüştür Şirketler hukuku bakımından şirketlerin devamlılığının sağlanması esas olup…” ifadesi ile asıl olarak öncelikle çıkarmanın kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
Davalı şirketin iki hissedardan oluşması, kalacak olan hissedarın %70’lik bir pay oranına sahip olması, diğer hissedarın ortaklık ilişkisini sürdürmek ismediğine ilişkin herhangi bir talebinin olmaması ve en önemlisi de fesih kararının son çare olarak düşünülmesinin gerekmesi gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde; davacının ortaklıktan çıkma talebi yerine fesih kararı verilmemesi gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Yine, açıklandığı üzere, ortaklık ilişkisinin sürdürülmesinin ortaklardan beklenmeyecek derecede ortaklar arasında kişisel husumet oluşması nedeniyle, somut olay açısından “ortaklıktan çıkarma haricinde duruma uygun düşen başka çözüm yolu ” da görünmemektedir.
Çıkma durumunda sözkonusu olabilen payın gerçek değeri; payın, ortaklığın öz varlıkları, kârlılık durumu, dağıtılan kâr payları ve sermaye yapısı gibi çeşitli unsurların dikkate alınarak hesaplandığı değerdir. Kanunda sözü edilen, ortaklıktan çıkarılan pay sahibine ödenecek miktarın payın hesaplanacak gerçek değere göre hesap edilerek ödenmesi, esasen payın değerinin hesap edilmesinde geçerli olan ilkelerden bir tanesidir, ifade edildiği üzere payın gerçek değerine göre hesaplama yapılması, yine öğretide ittifakla kabul edildiği üzere ortaklığın aktif ve pasiflerinin bilanço ve defter üzerindeki değerinden tamamen farklıdır. Gerçek değer yanında, defter üzerindeki değer (defter değeri), payın borsa değeri, işleyen teşebbüs değeri yahut tasfiye değerine göre hesaplama gibi farklı yöntemler de mevcuttur. Gerçek değer, aslen, bir işletme için ticari hayatta üçüncü bir kişinin ödemeyi göze alabileceği değerdir (Erdem, s. 274-276).
Ayrılma payının şirket öz varlığının hüküm tarihine en yakın tarihteki rayiç değeri üzerinden hesaplanması da gerekir. Yargıtay vermiş olduğu bir kararında bu hususu şu şekilde dile getirmiştir(Y. 11. HD.’nin E. 2002/11477, K. 2003/2865 sayı ve 27.03.2003 tarihli kararı).
Tüm bu belirlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;Davalının, davacıyı, şirketi zarara uğratmakla ve şirketin müşteri ve çalışanlarını ayartmak suretiyle haksız rekabet eyleminde bulunmakla hatta davalının “davacının şirketi kasten kötü niyetli olarak zora sokmak ve piyasayı dolandırmak gayretinde olduğunu öğrendiklerini ” yönündeki ifadesiyle dolandırıcılıkla suçladığı,bütün bu iddia ve suçlamalar, ortaklık ilişkisinin sürdürülmesinin ortaklardan beklenmeyecek derecede ortaklar arasında kişisel husumet oluştuğunu gösterdiği, oluşan bu husumet ve davacı şirketin son dört yıldır zarar etmesi nedeniyle kâr payı alamaması nedeniyle, davacının ortaklıktan çıkma talebinin haklı olduğu,davalı şirketin iki hissedardan oluşması, kalacak olan hissedarın %70’lik bir pay oranına sahip olması, diğer hissedarın ortaklık ilişkisini sürdürmek ismediğine ilişkin herhangi bir talebinin olmaması ve en önemlisi de fesih kararının son çare olarak değerlendirilmesinin gerekmesi gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde;davacının ortaklıktan çıkma talebi yerine fesih kararı verilemeyeceği,ortaklık ilişkisinin sürdürülmesinin ortaklardan beklenmeyecek derecede ortaklar arasında kişisel husumet oluşması nedeniyle, somut olay açısından “ortaklıktan çıkarma haricinde duruma uygun düşen başka çözüm yolu ” da görünmediği,davacının ayrılma payının esas sermaye payının gerçek değerine uygun olarak belirlenmesi gerektiği, bu değerin “bilanço değeri”nden az olamayacağı,ayrılma payı belirlenirken ayrıca şirket öz varlığının hüküm tarihine en yakın tarihteki rayiç değeri üzerinden hesaplanması gerektiği,davalı şirketin rayiç değerli özkaynakları bilirkişi kurulu tarafından (-) ¨2.793.264,87 olarak hesaplandığından ve davalı şirketin aktifleri pasiflerini karşılamadığından, dağıtılabilecek bir ayrılma akçesinin bulunmadığı anlaşıldığından davacının açmış olduğu terditli davanın şirketin feshi imkanı bulunmadığından ortaklıktan çıkma yönünden açılan davanın kabulü ile davacının davalı şirket ortaklığından çıkmasına izin verilmesine,davalı şirketin borca batık olduğu anlaşıldığından davacıya çıkma payı verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği sonucuna varılarak aşağıdaki gibi hüküm fıkrası oluşturulmuştur.
HÜKÜM/Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1- Davacının açmış olduğu terditli davanın şirketin feshi imkanı bulunmadığından ortaklıktan çıkma yönünden KABULÜ İLE; davacı …’ın İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğü’nde ….sicil numarası ile kayıtlı davalı …’nden TTK’nın 636/3. Maddesi uyarınca haklı nedenle çıkmasına İZİN VERİLMESİNE ,
2-Davalı şirketin borca batık olduğu anlaşıldığından davacıya çıkma payı verilmesine YER OLMADIĞINA ,
3-Alınması gerekli ¨44,40 karar ve ilam harcından peşin alınan ¨35,90 harcın mahsubu ile bakiye ¨08,50 harcın davalıdan alınarak hazineye İRAD KAYDINA,
4-Davacı tarafından ödenen ¨35,90 Başvurma Harcı ile ¨35,90 Peşin Harcın davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE,
5-Davacı tarafından yapılan 10 tebligat+posta ücreti ¨101,50 ,bir bilirkişi inceleme ücreti ¨3.000,00, keşif harcından mübaşire ödenen ¨19,59 , ATGV araç ücreti ¨120,00 olmak üzere toplam ¨3.241,09 yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE,
6-Davacı kendisini bir vekil ile temsil ettirdiği anlaşıldığından karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre hesap edilen ¨2.725,00 ücreti vekaletin davalıdan tahsili ile davacıya VERİLMESİNE,
7-Kararın kesinleşmesine kadar yapılan yargılama giderlerinin davacı tarafça peşin olarak yatırılan ¨525,00 yargılama gider avansından mahsubu ile bakiye kısmın karar kesinleştiğinde davacıya İADESİNE,
5235 sayılı Kanunun geçici 2’nci maddesine göre ,Bölge Adliye Mahkemeleri’nin kurulmasına ve 20 Temmuz 2016 tarihinde göreve başlamalarına dair kararların 07/11/2015 tarih ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği anlaşılmakla;6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 341 ilâ 360’ncı madde hükümleri uyarınca,mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye verilecek dilekçe ile kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde veya istinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf,başvuru hakkı bulunmasa veya başvuru süresini geçirmiş olsa bile, mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye vereceği cevap dilekçesi ile iki hafta içerisinde İSTİNAF yolu açık olmak üzere davacı vekilinin yüzüne karşı,davalı vekilinin yokluğunda oy birliği ile verilen karar açıkça okunup,usulen anlatıldı.11/07/2019

Başkan …
¸e-imzalıdır
Üye …
¸e-imzalıdır
Üye …
¸e-imzalıdır
Katip ….
¸e-imzalıdır