Emsal Mahkeme Kararı Bakırköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/253 E. 2018/1199 K. 22.11.2018 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. BAKIRKÖY 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2018/253
KARAR NO : 2018/1199

DAVA : Menfi Tespit (Ticari İlişkiden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 12/03/2018
KARAR TARİHİ : 22/11/2018
KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 21/12/2018

Mahkememizde görülmekte olan Menfi Tespit (Ticari İlişkiden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA:
Davacılar vekilinin Bakırköy nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesine vermiş olduğu 13/03/2018 harçlandırma tarihli dava dilekçesinde ;Borçlu müvekkil …’ nin diğer borçlu ….Ltd. Şti.’ nin imza yetkilisi ve ortağı olduğunu, davalı ile uzun bir süre oldukça yüksek rakamlarla ticari alışverişte bulunduklarını, ….Gıda’ nin davalı şirket ile aralarında varolan faaliyetler çerçevesinde davalıdan aldıkları malların karşılığında ödemelerin şirket çekleri ile yapıldığını, davalıya 1 adet ¨ 2.000,000 tutarlı teminat vasfına haiz bononun verildiğini, bu bonoda sehven müvekkilin asıl borçlu olarak akdedildiğini, kefil olarak da … Gıda’ nin kefil olarak gösterildiğini, müvekkilin biranda içine girdiği ticari sıkıntı sebebiyle ¨500.000 tutarında ödenemediğinden davalı tarafından icra işlemine İstanbul Anadolu … İcra Müdürlüğü’ nün …. ve İstanbul …İcra Müdürlüğü’ nün ….Esas sayılı dosyalarıyla icra takibine konu edildiğini, bu çeklerin yanında davalı tarafın elinde bulunan teminat senedini Bakırköy …. İcra Müdürlüğü’ nün …. Esas sayılı dosyalarıyla icra takibine koyduğunu, davalının senedin tahsil amacını da müvekkili …’ ye borç verdiklerini iddia ettiklerini, defter ve belgeler üzerinde yapılacak bilirkişi incelemesi neticesinde takip borçlularının böyle bir bonodan doğan borçlarının bulunmadığının ortaya çıkacağını,E. sayılı dosyasına konu bir borcunun bulunmadığının tespiti ile takibin iptaline, davalının kötü niyetli icra takibi nedeniyle %20′ den aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatına mahkum edilmesine, dava masrafları ve avukatlık ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davacılar vekili Mahkememize sunduğu 30/10/2018 havale tarihli ıslah dilekçesi ile maddi vakıaları ıslah etmiş,anılan ıslah dilekçesinde özetle;davalı tarafa verilmiş olan huzurdaki yargılamaya konu senedin davalı tarafa boş olarak verildiğini,müvekkili …’nin, 2016 yılının 12. Ayında bir takım işleri için İnegöl’de bulunmakta iken davalı şirketten …. isimli şahısların müvekkillerini takip ettiğini,müvekkilini İnegöl’de bulup orada bir kafeye götürdüğünü,müvekkilinin, yanında … ve bu şahısların bir arkadaşı olduğu halde bu kafeye götürüldüğünü,burada … Gıda isimli şirketin …. isimli şirkete ¨700.000,00 borcu olduğunu söyleyerek bu borcu ödemesini söylediklerini,müvekkilinin bu borcu kabul etmemesi üzerine bu kişiler ” senin adresini biliyoruz, seni öldürürüz” diyerek müvekkilini tehdit ettiklerini,ardından müvekkiline zorla boş bir senedi imzalattıklarını ve borcu ödedikten sonra senedi vereceğini söylediklerini,,söz konusu senette sadece imzanın müvekkiline ait olup geri kalan hiç bir kısım müvekkil tarafından yazılmadığını,nitekim senedin boş olarak alındığını,daha sonra söz konusu boş senedi huzurdaki davaya konu şekilde doldurarak işleme koyulduğunu,,müvekkilinin söz konusu borçlarını, huzurdaki davaya konu bilirkişi raporunda ve sunulan ödeme belgelerinden net bir şekilde anlaşılacağı üzere ödemiş olmasına rağmen söz konusu senedi kendisine iade etmeyerek bu parayı da ödeyeceksin denildiğini,müvekkilinden senedi boş olarak alan davalı tarafın, daha sonra senedi doldurtturarak işleme koyduğunu,senedi dolduran şahıs da senedi kendisinin doldurduğunu açıkça ikrar ettiğini,senedin …. isimli şahıs doldurduğunu,bu kişinin senedin nasıl alındığını,bildiğini,söz konusu hususta Yağma, Açığa İmzanın Kötüye Kullanılması, Dolandırıcılık ve Sahtecilik ile ilgili olarak İnegöl(Bursa) Cumhuriyet Başsavcılığı’nın …. soruşturma numarası ile şikayette bulunulduğunu,davalı tarafın yukarıda anlatıldığı şekilde ikrah yoluyla müvekkilinden beyaza imza almış olup bu senedi icra takibine konu edildiğini,söz konusu senedin ikrah yoluyla alınması nedeniyle hüküm ifade etmeyeceğini,takibin iptali gerektiğini,davacı … Gıda isimli şirketin, …’ye verdiği ve 09 Aralık 2011 tarih …. sayılı ticaret sicil gazetesinde tescil ve ilan olunan 25/11/2011 tarih ve…. karar numaralı karara göre …’ye, “şirket kaşesi altına atacağı münferit imzası ile şirketi temsil ve ilzama” dair yetki verildiğini,açıkça görüleceği üzere …’nin müvekkil şirketi geçerli şekilde temsil edebilmesi için “şirket kaşesi altına” atacağı imzanın gerektiğini,ancak huzurdaki yargılamaya konu senette net bir şekilde müvekkil şirketin kaşesinin basılmadığını,,sadece elle yazılmış bir şirket ismi bulunduğununun ortada olduğunu,söz konusu senetteki yazıların hiç birinin de müvekkili …’ye ait olmadığı göz önüne alındığında müvekkili şirket yönünden senedin hiç bir anlam ifade etmemesi gerektiğini ve borçlu olmadığının tespit edilmesi gerektiğinin izahtan vareste olduğunu,bu nedenlerle dayandıkları maddi vakalara ilişkin ıslah dilekçelerini sunar, zorla senet imzalattırılmak suretiyle ikrah yoluyla müvekkilinden alınan senet nedeniyle borçlu olmadıklarının tespitine ve takibin iptaline karar verilmesini, %20 oranında kötü niyet tazminatının davalı taraftan alınarak tdavacılara verilmesini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP :
Davalı vekilinin 10/04/2018 havale tarihli davaya cevap dilekçesinde özetle; Davacılar tarafından müvekkili şirket aleyhine Bakırköy …. İcra Müdürlüğü’nün …Esas sayılı dosyasına yönelik olarak icra takibine konu böyle bir borçlarının bulunmadığının tespiti ve takibin iptali ile %20’den aşağı olmamak üzere kötüniyet tazminatına karar verilmesi talebi ile ikame edilmiş olan işbu huzurdaki dava haksız ve hukuki dayanaktan yoksun olup, reddi gerektiğini, huzurdaki davada tüm ispat yükünün davacılara ait olduğunu, davayı ispatlayacak nitelikte hiçbir delil sunulmadığını ve dava ispat edilemediğini, borç ikrarı içeren bononun mücerretlik ilkesi gereğince bedelsiz olduğunu iddia eden taraf iddiasını yazılı delil ile ispatlamak zorunda olduğunu, kambiyo vasfına haiz bono, taraflar arasındaki temel ilişkiden bağımsız olduğunu, bu nedenlerle de aksinin ancak yazılı delil ile ispatı gerektiğini, zira bono, bağımsız borç ikrarını içeren bir senet olduğundan, bu nedenle de bir illete bağlı olması gerekmez ve kural olarak da yazılı ispat yükü senedin bedelsiz olduğunu iddia eden tarafa ait olduğunu, davalarında tüm ispat yükünün, “nakden” kaydı içermekte olan senedin teminat senedi olduğunu iddia eden ve ayrıca bu şekilde senedin ta’lili yoluna giden davacılara ait olduğunu, dava konusu icra takibine dayanak, tüm yasal unsurları barındıran senet , “nakden” kaydına havi , açık ve net borç ikrarı içerdiğini ve borcun varlığının sabit olduğunu, davacılar tarafından delil olarak ileri sürülen, dava konusu icra dosyası ile ilgisi bulunmayan, tarafları ve konusu başka olan icra takiplerinin davaları ile ilgisi bulunmadığını, davacı 1 yılı aşkın süredir devam eden tasarrufun iptali davalarını uzatmaya yönelik olarak huzurdaki davayı ikame etmiş olup, kötüniyetli hareket ettiklerini, Bakırköy …. Asliye Hukuk Mahkemesi….Esas sayı ile görülmekte olan hisse devrine ilişkin tasarrufun iptali davalarının yaklaşık 1,5 senedir sürmekte olup, dosyada bilirkişi incelemeleri yapıldığını, 26/12/2017 tarihli kök ve son olarak 14/03/2018 tarihli ek rapor olmak üzere bilirkişi raporları düzenlendiğini, bu raporlara göre; muvazaalı olarak ¨55.000,00’ye ve iş ortağına devredilen hissenin öz sermaye değerinin devir tarihi itibariyle ¨1.342.968,00 ve dava tarihi itibariyle ¨1.570.838,08 olduğunun tespit edildiğini, “nakden” bedel kaydına havi ¨2.000.000,00 bedelli ve Bakırköy …. İcra Müdürlüğü’nün …. Esas sayılı icra dosyası dayanağı yasanın öngördüğü şartlara haiz senet metni gayet açık ve net olduğunu, herhangi bir tartışmaya da mahal vermeyecek nitelikte olduğunu ve borcun varlığı sabit olduğunu, davacılar, “nakden” kaydına havi senedin teminat senedi olduğu şeklindeki iddialarını yerleşmiş Yargıtay Kararları ve yasa hükümleri gereğince ancak yazılı delil ile ispatına yükümlü iken, davalarında bu iddiasını ispatlayacak nitelikte hiçbir delil ve belge sunmadığını, böylelikle ispat yükü üzerinde olan davacılar, ispat yükümlüğünü yerine getirmediğinden haksız ve ispat edilemeyen davanın reddi gerektiğini, müvekkili şirket aleyhine açılan haksız, her türlü hukuki dayanaktan yoksun davanın reddini, kötüniyetli olarak ikame edilen işbu dava nedeni ile davacı borçlular aleyhine %20’den aşağı olmamak üzere kötüniyet tazminatına hükmedilmesini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı yanlara yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER ve GEREKÇE:
Dava, icra takibine konu yapılan bononun korkutulmaya dayalı olarak alındığı iddiasıyla menfi tespit istemine ilişkindir.
Tarafların aktif ve pasif dava ehliyetleri denetlenip uyuşmazlık konuları re’sen belirlenerek taraflarca gösterilen deliller toplanmış ve konunun incelenmesinde uzmanlık gerektiren yönler olduğundan bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle dava sonuçlandırılmıştır.
Bilirkişi …. tarafından düzenlenen 10/09/2018 havale tarihli bilirkişi raporunda; Dava konusunun, davacının davalıya keşide ederek vermiş olduğu teminat senedi tutarı kadar borçlu olmadığının tespiti talebinden ibaret olduğunu, davacının 2016 yılı ticari defterlerinin lehine delil niteliğinin bulunduğunu, davacının ticari defterlerine göre; takip tarihi (09/12/2016) itibariyle davacının davalıya ¨175.788,40 borçlu olduğunu, davalının 2016 yılı ticari defterlerinin lehine delil niteliğinin bulunduğunu, davalının ticari defterlerine göre; takip tarihi (09/12/2016) itibariyle davalının davacıdan ¨ 635.666,04 alacağının bulunduğunu, taraflar arasında “teminat senedi olarak düzenlendiği” iddia edilen 05/06/2016 tarihli ¨2.000.000,00 tutarlı senedin taraf ticari defterlerinde kayıtlı olmadığını, diğer bir ifade ile taraflar arasındaki cari ilişkisine istinaden verildiğine dair veya başka bir açıklama ile kayıtlı bulunmadığını, dava konusu 05/06/2016 tarihli ¨ 2.000.000,00 tutarlı senedin taraflar arasındaki cari ilişkisine istinaden veya başka bir açıklama ile taraf ticari defterlerinde kayıt bulunmadığını bildirmiştir.
Öncelikle, menfi tespit davası ile ilgili genel bir açıklama yapılmasında ve ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır:
Gerçekte var olmayan bir borç ya da geçersiz bir hukuki ilişki nedeniyle icra takibine maruz kalması muhtemel olan veya icra takibine maruz kalan bir kimsenin (borçlunun) gerçekte borçlu bulunmadığını ispat için açacağı dava, menfi tespit olarak adlandırılmaktadır.
Menfi tespit davası 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 72. maddesinde düzenlenmiştir.
Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. İcra takibinden önce açılan menfi tespit davasına bakan mahkeme, talep üzerine alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere gösterilecek teminat mukabilinde, icra takibinin durdurulması hakkında ihtiyati tedbir kararı verebilir. İcra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında ise ihtiyati tedbir yolu ile takibin durdurulmasına karar verilemez. Ancak, borçlu gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere göstereceği teminat karşılığında, mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyla icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini isteyebilir.
Bu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere menfi tespit davasında amaç bir hukuki ilişkinin veya bir hakkın gerçekten mevcut olmadığının tespitidir.Başka bir deyişle hukuki bir yarar bulunması koşuluyla sonuçta alacak-borç ilişkisi doğuracak bir durumun olmadığının tespiti amaçlanır.Dayanılan hukuki ilişkinin gerçekten mevcut olmadığı icra takibine maruz kalmadan önce ileri sürülebileceği gibi, icra takibinden sonra da ileri sürülebilir. Borçlunun icra takibinden önce veya sonra menfi tespit davası açabilmesi için borçlu olmadığının tespitinde hukuki yararının bulunması şarttır.Buna rağmen borçlunun, alacaklının harekete geçmesini beklemeden borçlu olmadığının tespitinde korunmaya değer bir yararı bulunabilir. Bu tür bir yararının bulunması halinde borçlu, borçlu olmadığının tespiti için dava açabilir.Bunun dışında icra takibi taraflar arasındaki maddi ilişkiyi tespit edecek nitelikte olmadığından, alacaklının takibe girişmesinden sonra, hatta takip kesinleştikten sonra da borçlunun, borçlu olmadığının tespitini mahkemeden istemesi mümkündür.
Borçlu belirtilen şekilde takipten önce veya sonra alacaklıya karşı bir menfi tespit davası açar; bu davayı kazanırsa, hakkındaki icra takibi dayanaksız kalır ve borcu ödemekten kurtulur.Ancak borçlu borcunu icra dairesine ödedikten sonra, artık menfi tespit davası açamaz. Bu halde borçlunun sırf borçlu olmadığının tespitinde hukuki bir yararı yoktur. Bundan sonra ödediği paranın geri alınması için bir dava açması söz konusu olur ki, bu da istirdat davasıdır (Hakan Pencanıtez, Oğuz Atalay, Meral Sungurtekin Özkan, Muhammet Özekes, İcra ve İflas Hukuku, s.156- 164).
Menfi tespit davası, normal bir hukuk davası gibi açılır. Borçlu, itirazın kaldırılması sırasında tetkik merciinde (m. 68-68a) ileri sürüp ispat edemediği itiraz ve def’ilerini, menfi tespit davasında yeniden ileri sürebilir; çünkü itirazın kaldırılması kararı, menfi tespit davasında kesin hüküm teşkil etmez.Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 17/03/2010 gün ve 2010/19-123 E. 2010/154 K; 07/12/2011 gün ve 2011/13-576 E. 2011/747 K sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.
Uyuşmazlığın çözümü için, alacağın dayanağını teşkil eden kambiyo senedinin hukuksal niteliğini de irdelemekte yarar vardır.Bütün mücerret alacaklarda olduğu gibi kambiyo senedi alacağı da kural olarak, uygun bir asıl borç ilişkisine dayanır. Bir kambiyo senedi düzenleyip veren ve bu senedi alan herkes, bütün hukuki işlemlerin yapılmasına temel teşkil eden bir ‘gayeye’ ulaşmak istemektedir. İşte bu gaye, bir kambiyo senedinde mündemiç hakkın doğumu ve devri açısından hukuki sebebi teşkil eder. Kambiyo senedi düzenlenmesi dolayısıyla ortaya çıkan bu ilişki “kambiyo ilişkisi” olarak anılmaktadır. Kambiyo senedi vermek suretiyle borç altına giren borçlu “kambiyo taahhüdü”nde bulunmuş olur.
Kambiyo ilişkisinin altında esas itibariyle bir asıl/temel borç ilişkisi vardır. Kambiyo senedinden kaynaklanan talebin geçerliliği, temel ilişkiden kaynaklanan temel talebin ve bununla ilgili olarak taraflar arasında varılmış amaca ilişkin mutabakatın geçerliliğinden tamamen bağımsızdır. Kambiyo senedinden doğan talep hakkına kambiyo hukuku, temel talebe ise, bu talebin ait olduğu hukuk kuralları uygulanır.
Bu genel açıklamadan sonra, hemen belirtmelidir ki, bono, ödeme vaadi niteliğinde bir kambiyo senedi olup, bonoyu düzenleyen, asıl borçlu durumundadır.
Bonoda bulunması zorunlu olan şekil şartları 6102 sayılı TTK’nun 776.maddesinde sayılmıştır. Bu unsurların yanı sıra, yerleşik Yargıtay kararlarında ve öğretide de kabul edildiği gibi, bonolara özgü seçimlik unsurlar da bulunmaktadır.Bonoya isteğe bağlı olarak, faiz, bedelin nakden ya da malen alındığı veya yetkili mahkeme kayıtları da konabilir. (Reha Poroy, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, 11.Bası, s.237 vd.) Seçimlik unsurlardan biri de, temel borç ilişkisinden kaynaklanan borcun dayandığı nedenin gösterilmesine yönelik “bedel kaydı”dır. Eş söyleyişle “bedel kaydı” kambiyo senedinin ihtiyari kayıtlarındandır. Bu kayıt keşidecinin (borçlunun), senedin lehdarından (alacaklıdan) karşı edayı aldığını ispata yarar. Temel borç ilişkisinin bir sözcükle senede yansıtılması şeklinde ortaya çıkan bedel kaydının varlığı ya da yokluğu, senedin bono niteliğini etkilemez. Zira, bono, bağımsız borç ikrarını içeren bir senettir. Bu nedenle bir illete bağlı olması gerekmez ve kural olarak ispat yükü senedin bedelsiz olduğunu iddia eden tarafa aittir. Ancak, bir defa bir mal alışverişine dayandığı “malen” kaydıyla, ya da bir alacak borç ilişkisine dayandığı “nakten” kaydı ile senede yazılmışsa, artık buna uyulmak gerekir. Bu kayıtların aksinin savunulması senedin talili (nedene, illete bağlanması) anlamına gelir ki, böyle bir durumda ispat yükü yer değiştirir. Senedi talil eden, savını kanıtlamak yükümlülüğü altına girer.
Mal kaydı bulunan bonoda borçlu alacaklıdan mal almadığını iddia, alacaklıda borçluya mal vermediğini kabul ederse borçlunun iddiası sabit olmuştur. Lehdarın bedelin para olarak verildiği iddiası ise, ispatı kendisine düşen bir husustur (Fırat Öztan, Kıymetli Evrak Hukuku, 2.bası, Ankara,1997,s 1007 vd)
Bu aşamada, menfi tespit konulu eldeki davada, ispat yükünün özellikleri üzerinde de durulmalıdır.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 72.maddesi gereğince, borçlu icra takibinden önce veya takip sırasında, borçlu olmadığını ispat için menfî tespit davası açabilir.
Kural olarak, bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran/iddia eden taraf, o vakıayı ispat etmeye mecburdur (4721 s.TMK m.6). İspat yüküne ilişkin bu genel kural menfi tespit davaları için de geçerlidir. Yani, menfi tespit davalarında da, tarafların sıfatları değişik olmakla beraber, ispat yükü bakımından bir değişiklik olmayıp, bu genel kural uygulanır. Bu davalarda da bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran (iddia eden) taraf, o vakıayı ispat etmelidir. Menfi tespit davasında borçlu ya borçlanma iradesinin bulunmadığını ya da borçlanma iradesi bulunmakla birlikte daha sonra ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürebilir. Borçlu, borcun varlığını inkâr ediyorsa, bu durumlarda ispat yükü davalı durumunda olmasına karşın alacaklıya düşer. Borçlu varlığını kabul ettiği borcun ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürüyorsa, bu durumda doğal olarak ispat yükü kendisine düşecektir. Görülmektedir ki, menfi tespit davasında kural olarak, hukuki ilişkinin varlığını ispat yükü davalı/alacaklıdadır ve alacaklı hukuki ilişkinin (borcun) varlığını kanıtlamak durumundadır. Borçlu bir hukuki ilişkinin varlığını kabul etmiş, ancak bu hukuki ilişkinin senette görülenden farklı bir ilişki olduğunu ileri sürmüşse bu kez, hukuki ilişkinin kendisinin ileri sürdüğü ilişki olduğunu ispat külfeti davacı borçluya düşmektedir. Zira davacı borçlu senedin bir hukuki ilişkiye dayanmadığını değil, başka bir hukuki ilişkiye dayandığını ileri sürmekte; temelde bir hukuki ilişkinin varlığını kabul etmektedir.Aynı ilkeler, HGK’nun 17/12/2003 gün ve 2003/19-781 E., 2003/768 K. sayılı ilamında da benimsenmiştir.
Bono, bağımsız borç ikrarı içeren bir senet olduğundan, ispat yükü kural olarak senedin bedelsiz olduğunu ileri süren borçlu tarafa aittir.
Somut olayda temel uyuşmazlık takibe konu bononun davacı gerçek kişiden boş ve imzalı olarak davalı tarafından zorla alınıp alınmadığı,davacı şirket kaşesinin takibe konu bono üzerinde bulunmamasının davacı şirket yönünden davaya etkisinin bulunup bulunmadığı,davacıların davalıya borcunun bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 39 ncu maddesinin birinci fıkrası hükmü” Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır.”şeklindedir.
TBK’nun 39/1 nci maddesine göre, korkutma nedenine ilişkin akdi ifa etmemek hakkındaki kararını diğer tarafa beyanda bulunma veya dava açma açma bakımından 1 yıllık hak düşürücü sürenin başlangıç tarihinin korkunun kalktığı günden başlamaktadır.Derdest davada korkunun kalktığı gün olarak davacı aleyhine başlatılan icra takibinin öğrenildiği günün esas alınması gerektiği,icra takibine 09/12/2017 tarihinde geçildiği icra takibinin kesinleşmesi üzerine borçlu …’nin evinde haciz işleminin yapıldığı ve 20/04/2017 tarihli haciz tutanağının düzenlendiği buna göre en geç bu tarihin esas alınması gerektiği,davacı …’in senedi 2016 yılı Aralık ayında iddiasına göre korkutmaya dayalı olarak düzenlenmesinden sonra her an resmî makamlarda şikâyetçi olabilecekken ıslah dilekçesini vermesinden bir süre önce korkutma ile ilgili şikâyetçi olduğu,taraflar arasında süren çok sayıdaki dava gözönüne alındığında korkmanın kalkmadığını düşünmenin hayatın olağan akışına uygun düşmediği,korkunun kalktığı kabul edilen 20/04/2017 tarihinden itibaren , ikrah hukuksal sebebine dayalı menfi tespit davasının ilk dava dilekçesinin ıslah edilmesiyle 25/10/2018 tarihinde açıldığı,bu tarihine kadar 1 yıllık hak düşürücü sürenin geçirildiği,davalı … aleyhine aynı icra dosyasından kaynaklı olarak dosyamız davalısı tarafından açılan tasarrufun iptali davasında dahi davacı …’in vekili vasıtasıyla 13/07/2017 tarihinde cevap dilekçesi verildiği,korkunun kalktığı tarih bu tarih esas alınsa dahi hak düşürücü sürenin geçtiği,hak düşürücü sürenin, hâkim tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, davada “itiraz” olarak başvurulması zorunlu olan ve zamanaşımı gibi “kesme” ve “durma” hükümlerine bağlı olmayan, uyulmama halinde “hakkın” kaybına yol açan, diğer bir ifade ile hakkın özünü ortadan kaldıran süre niteliği arz etmesi nedeniyle davanın davanın hak düşürücü süre içinde açılmadığından reddine karar vermek gerekmiştir.Davacılar vekili aynı zamanda takibe konu bonoda davacı şirkete ait kaşenin bulunmaması nedeniyle şirket adına atılan imzanın şirketi bağlamayacağını iddia etmiş ise de,icra takibine konu bono incelendiğinde şirketin unvanı kefil bölümüne yazılarak karşısının imzalanması ve bonoda iki imzanın bulunarak birisinin asıl borçlu … adına diğerinin ise kefil olan şirketi temsilen yine … tarafından atıldığı anlaşıldığından davacı vekilinin bu yöne ilişkin itirazı yerinde görülmemiştir.
Davacılr vekili hen ne kadar dava dilekçesinde yemin deliline dayanmış ise de,yeminin konusunun yemini edecek kimsenin ceza soruşturması veya kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak nitelikte olması nedeniyle yemin delili hatırlatılmamıştır.
Borçlu davacılar hakkındaki takibin durdurulmasına veya icra kasasına girecek paranın alacaklıya ödenmemesine ilişkin herhangi bir tedbir kararının verilmediği,dolayısıyla alacaklının alacağını geç almış olması söz konusu olmadığından davalı-alacaklı vekilinin tazminat talebinin talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılarak aşağıdaki gibi hüküm fıkrası oluşturulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1- Davacılar tarafından açılan davanın ıslah edilmiş hali göz önüne alınarak ;Davanın , TBK’nun 39/1 maddesinde ön görülen hak düşürücü süre içerisinde açılmadığından REDDİNE,
2-Davalı vekilinin kötüniyet tazminat talebinin koşulları oluşmadığından REDDİNE,
3-Alınması gereken ¨ 35,90 karar ve ilam harcının peşin yatırılan ¨ 34.155,00 harçtan mahsubu ile fazla alınan ¨ 34.119,10 harcın talep halinde ve karar kesinleştiğinde davacılara İADESİNE,
4-Davacılar tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerlerinde BIRAKILMASINA,
5-Davalı tarafından yapılan 4 adet tebligat+posta ücreti ¨39,75 yargılama giderinin davacılardan alınarak davalıya VERİLMESİNE,
6-Davalının kendisini bir vekil ile temsil ettirdiği anlaşıldığından karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre hesap edilen ¨2.180,00 ücreti vekaletin davacılardan tahsili ile davalıya VERİLMESİNE,
7-Kararın kesinleşmesine kadar yapılan yargılama giderlerinin davacı tarafından peşin olarak yatırılan ¨195,00 yargılama gider avansından mahsubu ile bakiye kısmın karar kesinleştiğinde davacılara İADESİNE,
5235 sayılı Kanunun geçici 2’nci maddesine göre ,Bölge Adliye Mahkemeleri’nin kurulmasına ve 20 Temmuz 2016 tarihinde göreve başlamalarına dair kararların 07/11/2015 tarih ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği anlaşılmakla;6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 341 ilâ 360’ncı madde hükümleri uyarınca,mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye verilecek dilekçe ile kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde veya istinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf,başvuru hakkı bulunmasa veya başvuru süresini geçirmiş olsa bile, mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye vereceği cevap dilekçesi ile iki hafta içerisinde İSTİNAF yolu açık olmak üzere davacı vekili ile davalı vekilinin yüzlerine karşı oy birliği ile verilen karar açıkça okunup,usulen anlatıldı.
22/11/2018

BAŞKAN …

ÜYE …

ÜYE …

KÂTİP …