Emsal Mahkeme Kararı Bakırköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/1285 E. 2022/834 K. 08.09.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. BAKIRKÖY 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2018/1285
KARAR NO : 2022/834

DAVA : Ticari Şirket (Fesih İstemli)
DAVA TARİHİ : 24/12/2018
KARAR TARİHİ : 08/09/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 08/10/2022

Mahkememizde görülmekte olan Ticari Şirket (Fesih İstemli) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA:
Davacılar vekili Bakırköy Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesine vermiş olduğu 24/12/2018 harçlandırma tarihli dava dilekçesinde; Müvekkili davalı şirket …. Ticaret A.Ş.’nin, İstanbul Ticaret Sicil Memurluğu ….no ile kayıtlı 8500 hisse karşılığında %10 azınlık pay hakkı sahibi olarak hissedarı ve ortağı olduğunu, müvekkiline davalı şirket nezdinde çalışmakta iken hiçbir yasal hakkı ödenmediği gibi ortak ve hissedar olduğu tarih olan 2009 tarihinden itibaren hiçbir ortaklık payı ve hakkı da ödenmediğini, müvekkilinin …… Mühendisliği mezunu olup, …. Lisansı yaptığını, …. Şirketleri nezdinde idareci konumunda çalışırken davalı şirket yetkilisinin ısrarlı teklifi ile bu işini bırakarak davalı şirket nezdinde çalışmaya başladığını ve kendisinin emek ve tecrübesinden, iş, çevre potansiyelinden de yararlanılarak davalı şirket birçok yüklü meblağda sözleşmeye imza atan, kurumsal bir şirket haline dönüştüğünü, müvekkili davalı şirket nezdinde çalışırken birçok sanayi tesisi kurulumunu gerçekleştirdiğini, şirketi maddi olarak oldukça iyi bir duruma getirdiğini, ancak davalı şirketin maddi durumunun yükselmesi ile birlikte davalı şirket yetkilisi … şirketin malvarlığını şahsi malvarlığına aktarma, müvekkili saf dışı bırakma ve müvekkilin ortaklık payı almasını engelleme gayesine düştüğünü, müvekkilin yasal haklarını ve ortaklık payını talep etmesi üzerine müvekkilinin 2012 yılında davalı şirket ile ilişiği kesilmiş, kendisinden şirket kayıt ve hesapları gizlendiğini, hiçbir suretle bilgi verilmediğini, bu tarihten itibaren davalı şirket nezdinde alınan hatalı kararlar, kasıtlı borçlanmalar içerisine sokulmaya başlandığını, yapılan usulsüzlükler ve kötü yönetim neticesinde şirketin içinin boşaltılması ve müvekkilin haklarının haleldar edilmesi hedeflendiğini, ortaklar arasındaki ihtilaf ve güvensizlik birçok dava ve şikayet ile çekilmez bir hal aldığını, davalı şirketin ortaklık yapısının değişmesi de dahil hiçbir alınan karar müvekkile bildirilmemekte, yasal haklarının ödenmesinin engellenmesi amacıyla her türlü uğraş verilmekte, şirket ortaklar hesabından gereksiz ve fahiş harcamalar yapıldığını, bu haliyle ortaklığın ve davalı şirketteki ticari faaliyetin devamı da mümkün olmadığını, bu nedenlerle, 6102 sayılı TTK hükümleri gereği azınlık pay hakkı sahiplerine tanınan şirketin haklı nedenle feshi imkanı ve şartları müvekkili açısından tam olarak doğduğunu ve bu hakka dayanarak mahkemeden şirketin haklı nedenle feshini ve tasfiyesini talep etmek zarureti hasıl olduğunu, bu hususta davalı şirket malvarlığı ve devirlerinin, borçlandırıcı işlemlerinin, şirketin aktif-pasif ve özsermaye değerlerinin tespiti ve incelenmesi ile bu durum aşikar şekilde anlaşılabileceğini, daha fazla hak kaybının oluşmaması açısından davalı şirkete ivedilikle kayyum atanmasını ve mevcut malvarlığı üzerine 3. Şahıslara devir ve temlikinin önlenmesini, müvekkilinin ileride imkansız zararlara uğramaması açısından ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep ettiklerini, davalı şirket yönetim kurulu başkanı, şirket adına yine davalı şirket ortağı oğlu …. ile aralarında bu yıl şirket hesaplarından yaptıkları şahsi borçlanmalar nedeniyle ihtilaf çıktığını , aralarında icra takibi ve davalar husule geldiğini, bu durum dahi, şirket ortakları arasında müvekkili haricinde dahi çekilmez hal ve ihtilafların katlanılmaz bir halin oluştuğunun, şirketin sağlıklı işleyen bir ortaklık yapısının kalmadığını, yine, davalı şirket yönetim kurulu başkanı …’in yeni kurulan bir firma sermayesine bağlı olarak davalı şirketi borçlandırdığını, davalı firmanın fabrika binası kısmen başka bir firmaya kiralanmış ve hatta borçlanılan firma ise bu kiracı durumundaki firma olduğunu, davalı şirket muhtemel haciz tehlikesi altına sokulmakta olup davalı firmanın fabrika ve tüm malvarlıkları yok pahasına gitme riski altında olduğunu, yine, davalı şirketin cirosunun kasıtlı şekilde düşürülmesine rağmen yeni kurulan bu şirketin cirosunun artması ve davalı şirket yetkilisinin hali başkaca şirketlerle ortaklıklar içerisine girerek şirketi fahiş düzeyde borçlandırma yoluna gitmesi ve tüm bu durumlardan müvekkilin haberdar edilmemesi neticesinde gerek davalı şirketin maddi ve itibari hakları gerekse müvekkilin ortaklık payı ve hakları olabildiğinde haleldar edildiğini, yine, 25/09/2018 tarihli genel kurul toplantısında davalı şirket yönetim kurulu başkanı … davalı şirketin bankalardan faiz karşılığı yüksek kredilerin alınarak finansman sağlandığını, zaman zaman da şahsi olarak şirkete finansman sağladığını toplantı tutanağının 5. Maddesinde ifade ederek tutanağa geçirdiğini, sonuç olarak davalı şirketin usulsüz ve TTK’nın amir hükümlerine aykırı şekilde yapılan 25/09/2018 tarihli 2015-2016-2017 tarihlerini kapsayan olağan genel kurul toplantısının ve müvekkilin ihtirazi kayıt ile itiraz ettiği tüm maddelerinin ve mezkur kararın tescilinin iptalini, iptal kararı verilmesi halinde bu durumun İstanbul Ticaret Sicil Memurluğu’na bildirilerek mezkur kararın tescilinin de iptalinin bildirilmesini,davalı şirket nezdindeki müvekkiline ait ortaklık ve hisse payının kasıtlı olarak verilmemesi amaçlanarak diğer şirket ortakları tarafından malvarlığının boşaltılması, şirket malvarlığının tarumar edilmesi ve müvekkilden şirket hesaplarının gizlenerek, defter ve kayıtların incelettirilmemesi, bilgi alma ve inceleme hakkının ihlali neticesinde şirketin farazi alacaklar husule getirilerek kasıtlı şekilde borçlandırılmaya çalışılması ve kötü yönetimi nedeniyle davalı şirkete ivedilikle özel denetçi yahut kayyum atanmasını, davalı şirketin mevcut malvarlığı araçları ve gayrimenkulleri üzerine müvekkil açısından ileride telafisi imkansız zararların husule gelmemesi açısından 3. Şahıslara devir ve temlikinin önlenmesi açısından ihtiyati tedbir kararı verilmesini, 6102 sayılı TTK’nın 531. Maddesi mucibince azınlık pay sahibi haklarına tanıdığı şirketin feshini talep etme hakkı doğrultusunda, davalı şirketin zararlandırıcı ve kötü yönetimi, şirket malvarlığının bazı ortakların şahsi malvarlığına haksız şekilde kullanımı ile şirketin zarara uğratılmasını, şirket hesaplarında ve kararlarında usulsüzlükler yapılması neticesinde şirketin resmi merciler önünde de zarara uğratılmasını, müvekkiline şirket hesaplarının ve defterlerin gösterilmemesi nedeniyle bilgi alma ve inceleme hakkının ihlali, müvekkilinin haklarının devamlı suretle ihlali amacıyla çalışılmasını, devamlı ve gelişen şirket ortakları arasındaki güvensizlik ortamı ve ihtilaflar nedeniyle davalı şirketin yapılacak inceleme neticesinde haklı nedenlerle feshini, davalı şirketin 2009 yılından itibaren gerçekleştirdiği tüm sözleşmelerin de esas ve rayiç bedellerinin araştırılarak müvekkilinin davalı şirket nezdindeki 2009 yılından beri kendisine verilmeyen ortaklık ve sermaye payının reel değerinin tespiti ile bu bedelin tasfiye sonucu ortaya çıkacak müvekkil alacağının hak ediş tarihinden itibaren en yüksek banka reeskont faiziyle birlikte davalı şirketten tahsilini, davanın talepleri doğrultusunda kabulü ile yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı yana tahmilini karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA:
Davalı şirket temsil kayyımı tarafından sunulan 01/02/2019 tarihli dilekçesinde özetle; Şirketin 25/09/2018 tarihinde yapılan Genel Kurul Toplantısının toplantı ve karar yeter sayısı, çağrı bildirimi, gündemin belirlenmesi, başkanlık divanının teşekkülü, toplantının yapılması ve alınan kararların usul ve yasaya uygun olduğunu, 25.09.2018 tarihli 2015-2016-2017 tarihlerini kapsayan olağan genel kurul toplantısının ve alınan kararların TTK hükümlerine ve usulüne uygun yapıldığını, alınan kararların şirketin ticari faaliyetini ve varlığını devam ettirmesi için gerekli olan kararlar olduğunu, şirketin sermayesinin arttırılmasına dair kararın şirketin hem ticari hayatında müşterilerine ve piyasaya güven vermesi, hem de kredi kuruluşları nezdinde kredibilitesini arttırmak için gerekli olduğunu, şirkete yeni ortaklar alınmasının şirketin mali olarak güçlenmesi ve yeni şirket ortaklarının şirkete sağlayacağı yeni sermaye yatırımları ve emek katkısı açısından önemli ve faydalı olduğunu, anonim şirketlerde nama veya hamiline yazılı hisse senedi çıkarılmadığı durumlarda hisse devri halinde ticaret siciline bildirimde bulunma zorunluluğunun bulunmadığını, bu sebeple yeni ortak …’in şirketin yeni ortağı olarak genel kurul toplantısına katılmasında ve oy kullanmasında yasaya aykırılık bulunmadığını, şirketin yaptığı işlerin bütünüyle Eser Sözleşmesi kapsamına girdiğini, 85 sayılı ve 12/09/2018 tarihli Cumhurbaşkanlığı Kararına istinaden eser sözleşmelerinin döviz üzerinden yapılmasının yasaklanmış ve önceden yapılan sözleşmelerin Türk Lirası’na çevrilme zorunluluğu nedeniyle şirketin satışlarında dalgalanma ve belirsizlik oluştuğunu, yüksek kur nedeniyle satışlarda büyük oranda azalma yaşandığını, bu öngörülmeyen durum nedeniyle şirketin mali olarak zorda kalmış ve kar dağıtımı yapılmamış olduğunu, kar dağıtımı yapılmamasının davacı dışındaki %90 hisseyi temsil eden ortakların daha çok aleyhine olduğu halde sırf şirketin ekonomik krizden çıkması ve mali yapısını düzeltmesi açısından ekonomik zorunluluk nedeni ile alınmış bir karar olduğunu, davacının 25/09/2018 tarihinde yapılan Genel Kurul Toplantısında alınan tüm kararlara muhalefet ettiğini, davacının kişisel husumeti ve kendi şahsi çıkarlarını düşündüğü için tüm kararlara muhalefet ettiğini, şirketin feshi davasına karşı cevaplar olarak; bizatihi davacının şirkete zarar veren işlem ve eylemler içinde bulunduğunu, bu nedenle şirket disiplini ve iç barışının zarar görmüş ve ortaklar arasında güven probleminin yaşanmış olduğunu, davacının şirketin aldığı kararlara karşı dava açmış ve şirketin karar almasını zorlaştırmış olduğunu, şirketin zarar görmesinde ve şirketin mali durumundaki bozulmadan davacının da sorumlu olduğunu, davacının 11/05/2011 tarihinde şirketten aldığı 113.060 TL avansı geri ödememiş olduğunu, söz konusu avansın halen şirkete iade edilmemiş olduğunu, davacının şirketin %10 hissedarı olarak şirkete emek ve katkı sunması gerektiği halde kendi kişisel çıkarlarını şirket çıkarlarının önüne koymuş ve şirketten ayrılmadan önce kendi namına özel işler yapmış olduğunu, davacının şirket bünyesinden 30/04/2012 tarihinde ayrıldığını, ekte davacının başka şirket ünvanı kullanarak başka firmalara sunduğu teklifin bulunduğunu, teklif tarihinin 24/04/2012 tarihi yani davacının şirkette çalıştığı dönemde yapılmış olduğunu, davacının şirketin bünyesinde olduğu dönemde diğer şirket ortaklarından gizleyerek kendi namına iş yaptığını, bunun da şirket ortaklarının birbirine olan güvenini sarşmış ve şirket içi huzursuzluğa neden olmuş olduğunu, bu huzursuzluğun en sonunda davacının şirketten ayrılmasıyla sonuçlanmış olduğunu, davacının sorumluluğunda olan ….. şirketi ile yapılan iş nedeniyle müvekkili şirketin zarar ettiğini, davacının şirkete karşı birçok davalar açmış ve şirkete zarar verici eylemlerde bulunmuş olduğunu, bunlardan bir kısmının sıralandığı şekilde olduğunu, davacının en son olarak da huzurda görülen davayı açmış olduğunu, görüldüğü üzere davacının şirketten ayrıldığı 30/04/2012 tarihinden beri sürekli ve sistemli şekilde şirkete ve şirket ortaklarına karşı davalar açtığı ve asılsız şirkayetler yaptığının görüldüğünü, davacının %10 azınlık hakkını kötüye kullandığı ve şirketi faaliyet gösteremez hale getirmeye çalıştığının görüldüğünü, davacının gerek şirket bünyesinde iken şirkete verdiği zararlar ve gerekse şirketten ayrıldıktan sonraki işlem ve eylemlerinin müvekkili şirkete zarar verdiğini, davacının huzurda açtığı davanın da iyiniyetli olmadığını, Yargıtay Özel Dairesi’nin birçok içtihadında çıkma talebini ileri süren ortağın haklı sebep teşkil eden olayların ortaya çıkmasında kusurlu olmaması (veya daha az kusurlu olması) gerektiğini belirtmekte olduğunu, bu görüşün “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamaz” ilkesinden kaynaklanmakta olduğunu, müvekkili şirketin 1996 yılında kurulmuş ve bugüne kadar faaliyetlerini devam ettirmiş bir şirket olduğunu, şirketin malvarlığının ana sözleşmede gösterilen amaçlarını gerçekleştirebilecek durumda olduğunu, şirketin çok sayıda çalışanı bulunduğunu ve yüksek miktarda vergi ödemekte olduğunu, huzurda açılan TTK m.532’e dayanan şirketin feshi davasında bu hususların gözetilmesi ve feshin son çare olduğu ilkesinden hareketle, azınlık dışında çoğunluk pay sahiplerinin şirketin, kamunun ve hatta çalışanların dahi menfaatlerinin de korunacağı bir çözüm bulması gerektiğini, bu sebeple davacının fesih gerekçeleri yerinde görülse bile çoğunluk pay sahiplerinin, şirketin, kamunun ve hatta çalışanların menfaati gereğince davacının ortaklıktan çıkarılmasını talep ettiklerini, bu konu hakkında Yargıtay … Hukuk Dairesi’nin …. Esas, … Karar ve 03/03/2016 tarihli kararının bulunduğunu, zaten davacının bir talebinin de 2009 yılından beri kendisine verilmeyen ortaklık payının kendisine verilmesi olduğunu, bu nedenlerle şirketi feshetmeye gerek olmadığını, müvekkili şirketin ve şirketin diğer ortaklarının da davacının ortaklık payını alarak şirket ortaklığından çıkarılmasını kabul ettiklerini belirtmişler, sonuç ve istem olarak da, yukarıda açıklanan nedenlerle, bizatihi davacının kendi işlem ve eylemleriyle şirkete zarar verdiği sabit olduğundan haksız ve kötü niyetli davanın reddine, şirketin feshi gerekçelerinin yerinde görülmesi halinde, şirketin feshi yerine TTK. Madde 531/2. cümle gereğince davacının şirketten çıkarılmasına, şirketin feshine veya davacının şirkettten çıkarılmasına karar verilmesi halinde, davacının genel kurul kararı iptali isteminde “Hukuki Yarar Bulunmadığından’ şirketin 25/09/2018 tarihli 2015-2016-2017 tarihlerini kapsayan olağan genel kurul toplantısının iptaline yönelik talebin her halukarda HMK. madde 114/h gereğince reddine, şirkete kayyum atanması veya malvarlığına ihtiyati tedbir konulması halinde şirketin ticari itibarı ciddi oranda sarsılacağından ve ticari faaliyetleri zarar göreceğinden davacının ihtiyati tedbir taleplerinin reddine karar verilmesini arz ve talep etmişlerdir.
DELİLLER ve GEREKÇE:
Dava, davalı şirketin 25/09/2018 tarihinde yapılan olağan genel kurul toplantısında alınan kararların iptali ile 6102 sayılı TTK’nın 531’nci maddesi uyarınca davalı şirketin haklı nedenlerle feshi istemine ilişkindir.
İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğünden gönderilen sicil kayıtları incelendiğinde; …. sicil nosunda kayıtlı davalı şirketin son tescilini 06/10/2018 tarihinde yaptırdığı, şirketin ticaret sicil kaydının terkin edildiğine ve tasfiyesine karar verildiğine dair dosyasına intikal eden sicil kaydının bulunmadığı, ticaret sicil kaydının faal olarak devam etmekte olduğu ,şirketin merkez adresi itibariyle Mahkememizin açılan davalar yönünden kesin yetkili olduğu görülmüştür.
Tarafların aktif ve pasif dava ehliyetleri denetlenip uyuşmazlık konuları re’sen belirlenerek taraflarca gösterilen deliller toplanmış ve konunun incelenmesinde uzmanlık gerektiren yönler olduğundan bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle dava sonuçlandırılmıştır.
Bilirkişiler …., ….., Doç. Dr. …., ….., ….ve … tarafından düzenlenen 30/03/2021 havale tarihli bilirkişi raporunda; Dava konusu genel kurul kararlarından gündemin 1 ve 9 numaralı kararların iptali şartlarının oluşmadığı, diğer kararların iptali şartlarının oluştuğu, Mali tablo ve raporlar gerçeği yansıtmadığından, şirketin stoklarında herhangi bir varlık bulunmadığından, bu durumlar yöneticilerin sorumluluğuna yol açabileceğinden davacının “şirket ortağı olduğum 2009 tarihinden itibaren ortaklık payı hakkım dolayısıyla tarafıma, hiçbir yasal hakkın ödenmediği ve bunun engellenmesi amacıyla şirketin sorumlu olduğu tüm devlet kurumlarına, ticari muhataplarına ve tarafıma karşı yükümlülüklerini yerine getirip getirilmesinden kaçınılması, zararlandırıcı faaliyetlerde bulunulması dolayısıyla şirketin belirlenen bu yükümlülükleri yerine getirip getirmediğinin araştırılması için. denetçi” atanması talebinin de yerinde olduğu, anılan hususlar ile ilgili olarak özel denetçi atanması gerektiği, şirketin haklı nedenle feshi şartlarının da gerçekleştiği, esasında şirketin gayrifaal hale gelmesiyle kanun gereği infisah etmiş olduğu bu bakımdan tasfiyesine karar verilmesi gerektiği, muvazaalı işlemler ile şirketin içi boşaltılarak gayri faal hale getirildiğinden, davacının tasfiye payının (ortaklık ve sermaye payının, -çıkma payının-) hesaplanması gerektiği, mali tablo ve raporlar gerçeği yansıtmadığından tespit edilebilen kaydi değerler ve gayrimenkullerin değerleri üzerinden davacının ortaklık ve sermaye payının 1.352.339,90-TL olarak hesaplanabileceği, davacının bu alacağından, davalı şirkete kaydi mizanda gözüken 115.635,13 TL’lik borcun mahsup edilmesi gerektiği, buna göre tasfiye payı olarak davacının alabileceği miktarın 1.236.704,77-TL olarak hesaplandığı, şirkete kayyım atanması şartlarının da gerçekleştiği yönünde görüş bildirmişlerdir.
Bilirkişiler Dr. …, …, Doç. Dr. …., …., …. ve …. tarafından düzenlenen 10/07/2022 havale tarihli bilirkişi ek raporunda; Dava konusu genel kurul kararlarından gündemin | ve 9 numaralı kararların iptali şartlarının oluşmadığı, diğer kararların iptali şartlarının oluştuğu, mali tablo ve raporlar gerçeği yansıtmadığından, şirketin stoklarında herhangi bir varlık bulunmadığından, bu durumlar yöneticilerin sorumluluğuna yol açabileceğinden davacının “şirket ortağı olduğum 2009 tarihinden itibaren ortaklık payı hakkım dolayısıyla tarafıma, hiçbir yasal hakkın ödenmediği ve bunun engellenmesi amacıyla şirketin sorumlu olduğu tüm devlet kurumlarına, ticari muhataplarına ve tarafıma karşı yükümlülüklerini yerine getirip getirilmesinden kaçınılması, zararlandırıcı faaliyetlerde bulunulması dolayısıyla şirketin belirlenen bu yükümlülükleri yerine getirip getirmediğinin araştırılması için… özel denetçi” atanması talebinin de yerinde olduğu, anılan hususlar ile ilgili olarak özel denetçi atanması gerektiği, şirketin haklı nedenle feshi şartlarının da gerçekleştiği, esasında şirketin gayrifaal hale gelmesiyle kanun gereği infisah etmiş olduğu bu bakımdan tasfiyesine karar verilmesi gerektiği, muvazaalı işlemler ile şirketin içi boşaltılarak gayri faal hale getirildiğinden, davacının tasfiye payının (ortaklık ve sermaye payının, -çıkma payının-) hesaplanması gerektiği, mali tablo ve raporlar gerçeği yansıtmadığından tespit edilebilen kaydi değerler ve gayrimenküllerin değerleri üzerinden davacının ortaklık ve sermaye payının 1.775.191,30 -TL olarak hesaplanabileceği, davacının bu alacağından, davalı şirkete kaydi mizanda gözüken 115.635,13 TL’lik borcun mahsup edilmesi gerektiği, buna göre tasfiye payı olarak davacının alabileceği miktarın 1.659.556,17-TL olarak hesaplandığı, şirkete kayyım atanması şartlarının da gerçekleştiği yönünde görüş bildirmişlerdir.
Davacı vekili,dava dilekçesinde davalı şirketin 25/09/2018 tarihinde yapılan genel kurulunda alınan kararların iptali ile davalı şirketin haklı nedenlerle feshine karar verilmesini talep ettiğinden her bir davanın ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmiştir.
GENEL KURUL İPTALİ DAVASI YÖNÜNDEN;
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın temelinde, davalı şirketin 25/09/2018 tarihinde gerçekleştirilen genel kurul toplantısında gündem maddeleri çerçevesinde alınan kararların hukuka uygun olarak alınıp alınmadığı yatmaktadır.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (“TTK”) m. 446 hükmünde belirtilen kişiler, kanun veya esas sözleşme hükümlerine ve özellikle dürüstlük kuralına aykırı olan genel kurul kararları aleyhine, karar tarihinden itibaren üç ay içerisinde, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinde iptal davası açabilirler (TTK m. 445). TTK m. 446’da, iptal davasında davacı olabilecek kişiler sınırlı bir sayımla (mumerus clausus) üç grup altında zikredilmiştir.
Bunlar; pay sahipleri, yönetim kurulu ve kararların yerine getirilmesi kişisel sorumluluğun sebep olacaksa yönetim kurulu üyelerinden her biridir (TTK m. 446/1-a/b, c ve d) (Erdoğan Moroğlu,Anonim Ortaklıkta Genel Kurul Kararlarının Hükümsüzlüğü, İstanbul 2020, s. 258).
Genel kurul kararları aleyhine iptal davası açılabilmesi için öncelikle TTK uyarınca dava açabilecek kimseler arasında yer almak gerekmektedir. Yukarıda da ifade edildiği üzere pay sahibinin genel kurul kararına karşı iptal davası açabilmesi mümkündür. Pay sahibinin bu hakkını kullanabilmesi için şirket içerisinde belli bir pay oranına sahip olması da gerekmemektedir, yani sadece tek bir paya sahip olsa dahi pay sahibinin iptal davası açma hakkı mevcuttur (Moroğlu, s. 260; Ali Haydar Yıldırım, “Anonim Ortaklık Genel Kurul Kararları Aleyhine Toplantıda Hazır Bulunan Pay Sahibinin İptal Davası Açmasının Şartları ve Özellikle Muhalefet Şerhi”, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 7,S.2, Y,2016, s. 386). Dosya münderecatı incelendiğinde; açılan dava bakımından davacının Şirket’teki pay sahipliği konusunda bir anlaşmazlık bulunmadığından aktif husumet ehliyetini haiz oldukları sonucuna varılmıştır.
İptal davasının, genel kurul kararının alınmasından itibaren üç ay içerisinde açılması zorunlu olup, kanunda öngörülen bu süre hak düşürücü süre niteliğindedir (Moroğlu, s. 295; İsmail Kırca (FeyzanŞehirali Çelik/Çağlar Manavgat), Anonim Şirketler Hukuku, C. 2/2, Ankara 2016, s. 214). Üç aylık sürenin başlangıcı kararın alındığı gün olup, üçüncü ayın sonunda bu güne tekabül eden gün davanın açılması için son gündür (Moroğlu, s. 295; Kırca (Şehirali Çelik/Manavgat), C. 2/2, s. 214). Huzurdaki dava konusu genel kurul kararları 25/09/2018 tarihinde alınmış olup, dava dilekçesi 24/12/2018 harçlandırma tarihli olduğundan davanın üç aylık hak düşürücü süre içerisinde açıldığı görülmektedir.
Genel kurula katılan pay sahibinin iptal davası açabilmesi için ayrıca karara karşı olumsuz oy kullanması ve muhalefet şerhini toplantı tutanağına işletmesi gerekmektedir. Doktrinde ağırlıklı olarak bu iki şartın birlikte mevcut olması gerektiği ifade edilmekte olup (Kırca (Şehirali Çelik/Manavgat),C. 2/2, s. 180), yargı kararlarında bu iki şart “dava şartı” olarak değerlendirilmektedir. Konu hakkındaki bir Yargıtay kararında “Ancak, 6102 sayılı TTK’nın 446. maddesi genel kurul kararlarının iptalinin şartlarını ve usulünü düzenlemiş olup, anılan maddede toplantıda hazır bulunup karara muhalif kalarak keyfiyeti zapta geçirten pay sahibinin iptal davası açabileceği belirtilmiş olup, bu husus dava şartıdır. Ayrıca bir karara muhalefet olunması ve muhalefetin tutanağa geçirilmesi yolundaki dava şartının gerçekleşebilmesi için muhalefetin alınan karardan sonra tutanağa geçirilmesi gerekmedir. Bu karara peşinen muhalefet olmaz şeklinde açıklanabilir.” ifadelerine yer verilerek olumsuz oy kullanma ve muhalefet şerhini işletme şartlarının dava şartı olduğu vurgulanmıştır. (İlgıll karar için bkz. Y. 11. HD, E. 2018/2156, K. 2019/4580, T. 19.06.2019,). Huzurdaki dava konusu genel kurul kararları Davalı Şirket’in 25/09/2018 tarihinde yapılan genel kurulunda alınan ve gündemin tüm maddelerinde yer alan kararlara ilişkin olup, açılan dava bakımından davacının alınan kararlara karşı olumsuz oy kullandığı ve muhalefet şerhlerini tutanağa işlettiği görülmektedir.Buna göre dava şartının mevcut olduğu anlaşılmaktadır.
Dava konusu genel kurul kararları incelendiğinde yokluk ve butlan halinin mevcut olmadığı anlaşılmakla iptali talep edilen kararlar bakımından bu kararların kanun, ana sözleşme veya afaki iyiniyete aykırı olup olmadığının incelenmesi gerekir.
İptali Talep Edilen Genel Kurul Gündem Maddeleri Bakımından Yapılan İnceleme ve Değerlendirme;
a) …’in toplantı başkanlığına seçilmesine ilişkin gündemin 1.
maddesiyle alınan karar: Davacının bu karara, daha önce gönderilen ihbarnamede hissedarlar arasında …’ın yer almaması nedeniyle itiraz ettiği görülmektedir. Ancak anonim şirkette hisselerin her zaman devri mümkün olduğundan, somut olayda olduğu gibi nama yazılı paylarda ortaklık yapısının belirlenmesi pay defterine göre yapıldığından (TTK. m.499/4), ortak değişikliğinin tescil ve ilanı zorunlu olduğuna ilişkin yasal bir düzenleme bulunmadığından, davacının iptal istemi yerinde olmadığından bu maddeye ilişkin iptal isteminin reddine karar verilmelidir.

b) Mali tablo ve raporların onaylanmasına ilişkin gündemin 3 ve 4. Maddesiyle alınan karar: Davacının bu kararlara, mali tablo ve raporların gerçeği yansıtmadığı gerekçesiyle itiraz ettiği görülmektedir. Bilirkişi raporunun, mali inceleme bölümünde, yer alan “davalı şirketin satışlarının 2015 yılından itibaren sürekli düşme eğilimi gösterdiği ve en son 2020 yılında şirketin esas faaliyetlerinden herhangi bir geliri olmadığı, 2020 yılındaki gelir rakamının sadece kira gelirlerinden kaynaklandığı, 2015-2016-2017 yılında azda olsa bir kâr elde edilmişken, 2018 ve 2019 yılında zarar edildiği ve 2020 yılında zaten gayrifaal olan şirketin sabit giderlerinden kaynaklı olarak 2.451,36 TL zarar raporladığı, … şirketin 2019 yılında başlayarak gayrifaal olması karşısında 2020 yılında verilen sipariş avansları hesabının artması çelişkili görülmüştür. … davalı şirketin merkez adresinde başka bir firma olduğu ve davalı şirkete ait herhangi bir stok yada makine teçhizat olmadığı görülmüştür. … Dava tarihinden sonra 27.03.2019 tarihinde davalı şirkete ait İstanbul …’da olan 3.778 m2 fabrika binasının satışı yapılmıştır. … davalı şirket sadece 2016 ve 2017 yıllarına ilişkin kebir defterlerini ibraz etmiştir. Davalı şirketin 31.12.2020 tarihli mizanında kaydi olarak Makine, teçhizat, taşıt ve demirbaş gözükmekle birlikte, keşfen yapılan incelemelerde, hiç bir varlık tespiti yapılamamıştır. … fabrika binasının Tapu idaresinden satışı yapılmakla birlikte,şirketin en son resmi ticari defter kayıtlarında satış işlemi gösterilmemiştir. … Netice olarak, 31.12.2020 tarihli mizanının gerçek varlık ve kaynak yapısını göstermediği kanaatine varılmıştır” yönündeki tespit dikkate alındığında; mali tablo ve raporların gerçeği yansıtmadıkları görülmekte gündemin 3 ve 4 nolu maddeleriyle alınan kararların kanuna,esas sözleşmeye ve objektif iyiniyet kurallarına aykırı olduğu sonucuna varıldığından bu maddelerin iptaline karar verilmelidir.
c) Kar payı dağıtılmamasına ilişkin gündemin 5. maddesiyle alınan karar:
Davacının bu karara, mali tabloların gerçeği yansıtmadığı, kar payının tespit edilerek dağıtılması gerektiği gerekçesiyle itiraz ettiği görülmektedir.
Karın dağıtılıp dağıtılmayacağı ve dağıtılacaksa ne ölçüde dağıtılacağı hususunda genelkurulun geniş takdir yetkisi bulunmaktadır. Gerçekten genel kurul dağıtılabilir kardan TTK. m.523/2 hükmüne göre yedek akçe ayırabileceği gibi, belirli şartlar altında bu karın esas sermayeye eklenmesine de karar verebilir. Ancak genel kurul bu yetkilerini kullanırken bazı sınırlamalara tabidir. Kardan yapılacak ayırımlar konusunda öncelikle emredici kanun hükümlerine riayet etmek gerekir. Bu kapsamda vergi, fon, kanuni yedek akçe gibi emredici kanun hükümleriyle belirlenmiş ayırımların yapılması kaçınılmazdır. İkinci olarak, esas sözleşme hükümleriyle kar dağıtımı konusunda bazı prensipler belirlenmişse genel kurul bunları da bertaraf edemez. Örneğin esas sözleşmede belirli oranda karın dağıtılması öngörülmüş ise, pay sahipleri bakımından güçlü bir müktesep hak oluştuğu için genel kurul bu dağıtımı yapmak zorundadır. Üçüncü olarak, gerçek anlamda genel kurulun takdirine bırakılan ayırımlar konusunda da (TTK. m. 523/2-3), genel kurulun takdir hakkını sınırlayan ilkeler söz konusudur.
Bunlar, kanun ve esas sözleşmede belirlenenlerden daha fazla miktarda yedek akçe ayrılmasının geniş anlamda objektif iyi niyet kuralları ile şirketin devamlı gelişmesi ve istikrarlı kar dağıtımı bakımından gerekli olmasıdır. Söz konusu ayırımlara ve kar dağıtımına ilişkin genel kurul kararlarının iptali istenmesi halinde mahkeme bu kriterleri uyulup uyulmadığını araştıracaktır.Güzin Üçışık/Aydın Çelik, Anonim Ortaklıkta Finansal Tablolar, Yedek Akçeler ve Kar Dağıtımı, İstanbul 2018, s. 399-400).
Yukarıda ifade edildiği üzere, genel kurul kararlarının iptalinin nedenlerinden birisi de,
alınan kararın afaki iyi niyet kuralına aykırı olmasıdır. Söz konusu olan afaki iyi niyet, MK. m.2 hükmünde öngörülen dürüstlük kuralıdır. Genel kurulda çoğunluğu oluşturan belli bir grup
pay sahibinin yetkilerini kötüye kullanmak suretiyle, ortaklık dışı özel veya ortaklık ile ilgili kişisel çıkarlarının korunmasına yönelik olarak, azınlıktaki pay sahiplerinin menfaatlerine aykırı bir şekilde aldığı kararlar dürüstlük kuralına aykırı kabul edilmektedir. Ancak kararın
dürüstlük kuralına aykırılık oluşturabilmesi için her zaman özel ve şahsi menfaat elde edilmesi zorunlu değildir. Eşit hukuki durumda bulunan pay sahipleri hakkında eşit uygulamalara
gidilmemesi suretiyle eşitlik ilkesinin ihlali de, dürüstlük kuralına aykırılığın tespitinde ölçüt olarak kabul edilmektedir. Objektif iyi niyet kuralına aykırılığı, ortaklığın geleceği, işleyişi ve yönetimi bakımından önemi göz önünde tutularak, yersiz şekilde genişletmemek ve ancak ciddi etken sebeplerin varlığı halinde kabul etmek gerekir. Bu bakımdan ancak, çoğunluğun
yetkilerini kötüye kullanarak ve dürüstlük kuralına aykırı bir şekilde, ortaklığa ve diğer pay
sahiplerine zarar vermek için kasıtlı olarak alınan bir genel kurul kararının, iyi niyet kuralına
dayanarak iptali istenebilir (Üçışık/Çelik, AO, s. 358).Dolayısıyla somut olayda karın hiç dağıtılmamasına ilişkin kararın objektif iyiniyet kuralına da aykırı olmaması gerekir.
Kar payının dağıtılıp dağıtılmaması hususunun takdiri genel kurula ait olmakla birlikte
bu yetkinin kullanılması keyfiyete bağlı değildir. Gerçekten de Yargıtay vermiş olduğu bir kararında bu hususu şu şekilde dile getirmiştir: “Her ticaret ortaklığı gibi anonim şirketlerin
de nihai amacı kar elde edip ortaklarına dağıtmaktır. Pay sahiplerinin yeterli oranda kar payı üzerinde müktesep hakları vardır. Kar payı dağıtımı ancak şirketin inkişafı ve sürekli kar
dağıtabilir durumda tutulması için istisnai olarak sınırlanabilir. Kar payı dağıtmamanın uygun ve faydalı olduğunu şirket ispat etmek durumdadır” (Y. 11. HD.’nin E. 2005/10060, K.
2006/13738 sayı ve 21.12.2006 tarihli kararı).
Kar payının hangi gerekçelerle tam olarak dağıtılmadığı hususunun somut bir şekilde
davalı tarafından ortaya konulması gerekmektedir. Türk Ticaret Kanunu’nda ise esas itibariyle,
sermaye şirketlerinde yıllık kâr dağıtımı bir zorunluluk olarak kabul edilmiştir. TTK’nun
507.nci maddesine göre her pay sahibi, kanun ve esas sözleşme hükümlerine göre, pay
sahiplerine dağıtılması kararlaştırılmış “Net Dönem Kârına” payları oranında katılma hakkına sahiptir.
Bunun yanında TTK’nun 523.ncü maddesine göre genel kurul; a) Aktiflerin yeniden
sağlanabilmesi için gerekliyse, b) Bütün pay sahiplerinin menfaatleri dikkate alındığında,
şirketin sürekli gelişimi ve olabildiğince kararlı kâr payı dağıtımı yönünden haklı görülüyorsa, Kanunda ve esas sözleşmede öngörülenlerden başka yedek akçe ayrılmasına da karar verebilir.
Genel kurulun yapıldığı yıllara ilişkin kar payının neden dağıtılmadığına ilişkin davalı şirket
tarafından haklı bir gerekçe ileri sürülmemiştir. Bu bakımdan kar payı dağıtılmamasına ilişkin gündemin 5. maddesiyle alınan kararın iptali şartlarının oluştuğu sonucuna varıldığından bu maddenin de iptaline karar verilmelidir.
d) Yönetim kurulu üyelerinin ibra edilmesine ilişkin gündemin 6. maddesiyle alınan
karar: Gündemin altıncı maddesine göre şirket yönetim kurulunun görevi süresinde yapmış olduğu çalışmalardan dolayı ibra edilmesi hususu genel kurul onayına sunulmuş yapılan oylama sonucunda davacı ortağın ret oyuna karşılık diğer ortakların kabul oyu ile oyçokluğu kabul edilmiştir.
Bilindiği üzere ibra, genel kurulun yönetim kurulu üyelerine karşı karar şeklindeki bir irade açıklamasıdır.Genel kurul bu kararı ile, yönetim kurulu üyelerinin söz konusu dönemdeki işlemlerini hukuka ve ortaklık açısından işin gereğine uygun bulduğunu beyan etmektedir. Genel kurul ibra kararı ile, yönetim kurulu üyelerini ilgili dönemdeki faaliyetleri sebebiyle sorumlu tutmayacağını açıklamaktadır. Bu açıdan ibra bir menfi borç ikrarı niteliği taşır (Zühtü Aytaç. Anonim Ortaklıklarda İbra» Ankara 1982» s. 8; Ersin Çamoğlu, Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerinin Hukuki Sorumluluğu, İstanbul 2010, s. 223; Necla Akdağ Güney, Yönetim Kurulu, 2 Bası, İstanbul 2016, s. 413 vd.). Hükmün amacı, genel kurulun yönetim kurulu üyelerine güvenini ve faaliyetlerinden dolayı sorumlu tutmayacağını ifade eden ibra kararında, bu faaliyetlerin yerine getirilmesine iştirak etmiş olan pay sahiplerinin oy kullanmak suretiyle çelişkili bir irade açıklamasının ortaya çıkmasına engel olmaktır (Mustafa Çeker, Anonim Ortaklıkta Oy Hakkı ve Kullanılması, Ankara 2000, s 204; Teoman, s. 122)
Ancak ibra, ortaklık dışındakilere etkisi olmayan tümüyle ortaklık içi bir hukuki işlemdir. Bu nedenle, ibra, İsviçre-Türk Hukukunda, sadece ortaklığı ve belli şartlarda bazı pay sahiplerini bağlar (Akdağ Güney, Necla, Anonim Şirket Yönetim Kurulu Üyelerinin Hukuki Sorumluluğu, İstanbul 2008, s. 157).
Genel kurul tarafından ibra kararı “açık” veya bilânçonun onaylanması suretiyle “zımni” olarak verilebilir, hesapların onaylanmasından bağımsız olarak ve genel kurulun gündeminde açıkça yer verilmek suretiyle alınan kararları “açık ibra”, bazı şartların gerçekleşmesi halinde ibra sonucunu doğuran hesapların onaylanmasıyla alınan kararları ise “zımni ibra” şeklinde ifade etmek mümkündür (Akdağ Güney, s. 159), Huzurdaki davada bir açık ibra söz konusudur. Zira ihtilâf konusu genel kurul toplantı gündeminde ibra” ayrı bir madde halinde yer almaktadır. Dosyanın incelenmesinden, davalı şirketin ibrayı ayrı bir gündem maddesi olarak oylayıp karara bağladığı dolayısıyla açık ibra yapıldığı anlaşılmaktadır.
TTK.’nun 436/1. maddesi
“Pay sahibi kendisi, eşi, alt ve üstsoyu veya bunların ortağı oldukları şahıs şirketleri ya da hâkimiyetleri altındaki sermaye şirketleri ile şirket arasındaki kişisel nitelikte bir işe veya işleme veya herhangi bir yargı kurumu ya da hakemdeki davaya ilişkin olan müzakerelerde oy kullanamaz.”
TTK m. 436/1 ile kanun koyucu, pay sahibinin, kendisi ya da belirli yakınlan ile anonim ortaklık arasında çıkacak menfaat uyuşmazlıklarında tarafsız kalamayacağını ve bundan ortaklığın zarar görebileceğini düşünerek, bu gibi durumlarda oy hakkının kullanılmasını kabul etmemiştir. Görüldüğü gibi bu madde ilk planda ortaklığı korumak amacı ile konulan bir hüküm olup, pay sahibinin kendi kişisel menfaatini gözeterek oy vermesini önlemek istemektedir Bu madde emredici bir kuraldır (Ömer Teoman, Anonim Ortaklıkta Pay Sahibinin Oy Hakkından Yoksunluğu, İstanbul 1983, s 87).
TTK.nun 436/2 maddesi ise;
“Şirket yönetim kurulu üyeleriyle yönetimde görevli imza yetkisini haiz kişiler, yönetim kurulu üyelerinin ibra edilmelerine ilişkin kararlarda kendilerine ait paylardan doğan oy haklarını kullanamaz.”şeklindedir. TTK.nun 436/2 maddesindeki yasak, genel kuruldaki ibra oylamalarına ilişkindir.
Belirtmek gerekir ki, Türk Ticaret Kanunu’nun 436. maddesinin 2. fıkrasında öngörülen oydan yoksunluk, açık veya örtülü olması önem taşımaksızın, yönetim kurulu üyelerinin ibrası sonucunu doğuran her türlü genel kurul kararı bakımından geçerli olacaktır.
Dosyanın incelenmesinden, genel kurulun yapıldığı günde …’in şirketin yönetim kurulu olduğu ve altıncı madde ile yapılan oylamada davacının ret oyuna karşılık oyçokluğu ile bu kişi yeniden yönetim kurulu olarak seçilmiştir.İlgili genel kurul hazirun cetveli incelendiğinde tek kişilik yönetim kurulu olarak belirlenen …’in 7395 paya sahip olduğu ve bu kişinin ibra oylamasına katıldığı ve olumlu oy kullandığı anlaşılmaktadır. Geçerli bir ibradan bahsedebilmek için TTK md. 436 (1)’de yer alan koşullara uygun yapılması gerekir. Bununla birlikte Yargıtay’ın yerleşik uygulaması; yönetimde görevli kimselerin oyları düşüldükten sonra geriye kalınan oylar ibra için yeterliyse aykırılığın iptale yol açmayacağı yönündedir. İptali talep edilen 6. Gündem maddesi bakımından tek kişilik yönetim kurulunu oluşturan … kendi ibrasında oy kullanamayacağı dikkate alındığında geriye kalan oyların ibra bakımından yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla söz konusu ibra kararının bu açıdan ve finansal tabloların iptaline karar verilmiş olması,bu maddenin ibraya ilişkin madde ile bağlantılı olduğu da kabul edildiğinden davalı şirketin yönetim kurulunun ibrasına ilişkin maddenin iptaline karar verilmelidir.
e) Yönetim kurulu üyelerinin seçilmesine ilişkin gündemin 7. maddesiyle alınan
karar: Yönetim kurulu üyeliğine büyük hissedar …’in tekrar seçildiği, davacının
bu karara, şirketin kötü yönetildiği gerekçesiyle itiraz ettiği görülmektedir. TTK’nın 413. maddesine göre, yönetim kurulu üyelerinin görevden alınmaları ve yenilerinin seçimi yılsonu finansal tablolarının müzakeresi maddesiyle ilgili sayılır. Bu durumda yılsonu finansal tablolar müzakere edilip genel kurulca kabul edilmediği müddetçe yönetim kurulu üyelerinin görevden alınması ve yeniden seçime gidilmesi mümkün olamayacağından alınan seçim kararının iptali şartlarının oluştuğu anlaşılmakla bu maddenin de iptaline karar verilmelidir.

f) Yönetim kurulu üyelerine ücret belirlenmesine ilişkin gündemin 8. maddesiyle
alınan karar: Yönetim kurulu üyeliğine seçilen …’e aylık bürüt 4.500-TL ücret
ödenmesine karar verildiği, davacının bu karara, şirketin kötü yönetildiği gerekçesiyle itiraz
ettiği görülmektedir. Yukarıda belirtilen gerekçelerle, mali tablo ve raporlar gerçeği
yansıtmadığından, şirketin stoklarında herhangi bir varlık bulunmadığından, bu durumlar
yöneticilerin sorumluluğuna yol açabileceğinden ve şirketin gayrifaal hâle geldiği anlaşılmakla yönetim kurulu ile ilgili olarak belirlenen ücretin objektif iyiniyet kuralına aykırı olması nedeniyle iptaline karar verilmelidir.
g) Hisselerin devredilmesinin onaylanmasına ilişkin gündemin 9. maddesiyle alınan
karar: Büyük hissedar …’in hisselerinin bir kısmını diğer hissedarlara devrettiği,
bu kararın genel kurulun onayına sunulduğu, genel kurulun onay kararı verdiği, davacının bu
karara, daha önce gönderilen ihbarnamede hissedarlar arasında hisseleri devralan hissedarların yer almadığı, hisse devrinin resmi şekilde yapılmadığı nedeniyle itiraz ettiği görülmektedir.
Ancak anonim şirkette hisselerin her zaman devri mümkün olduğundan, somut olayda olduğu
gibi nama yazılı paylarda ortaklık yapısının belirlenmesi pay defterine göre yapıldığından (TTK. m. 499/4), ortak değişikliğinin tescil ve ilanı zorunlu olduğuna ilişkin yasal bir
düzenleme bulunmadığından, ayrıca da noter veya resmi şekil yoluyla hisselerin devredilmesi gerektiğine ilişkin bir zorunluluk bulunmadığından davacının iptal istemi yerinde olmadığından bu maddeye ilişkin iptal talebinin reddine karar verilmelidir.
ANONİM ŞİRKETİN HAKLI NEDENLE FESHİ DAVASI YÖNÜNDEN;
Ticaret sicil gazetelerinden ve dosyada mübrez belgelerden, davacının,davalı şirkette %10 pay sahibi olduğu ve bu hali ile dava açma hakkının bulunduğu anlaşılmıştır.
TTK m. 531 çerçevesinde azınlığın açacağı fesih davasında ancak “haklı sebebin” veya “haklı sebeplerin” bulunması durumunda mahkeme tarafından feshe karar verilebilecektir. Dolayısıyla anonim ortaklığın bu maddede düzenlenmiş olan özel fesih nedeni “haklı sebep”tir. Esasen maddenin uygulanması bakımından tespiti gereken en önemli husus da, anonim ortaklığın feshini gerektirecek derecede öneme sahip sebep veya sebeplerin neler olabileceğidir.
TTK m.531’de anonim ortaklık bakımından fesih gerekçesi olabilecek “haklı sebep” konusunda herhangi bir tanım veya örnek gösterilmemiştir.
Anonim şirketler açısından azlığın haklı nedenle fesih davası, 6102 sayılı TTK ile ilk olarak Türk Hukukunda normatif bir düzenlemeye kavuşmuştur. Anılan düzenleme, İsviçre Borçlar Kanunun 736. maddesinden iktibas edilmiştir.
Federal Mahkemenin bazı vakıları haklı sebep olarak benimsediğini görüyoruz. Bunlar: Şirketin sürekli kötü yönetimi,şirketin belirli bir ivme ile zarar etmesi ve bir süre sonra şirketin iflasın eşiğine gelecek olması,aile şirketlerinde, aile içi kavgaların veya bazı aile bireylerinin aileden dışlanması,şirketin uzun yıllar kâr etmemesi veya/ve kâr dağıtmaması (kronik kârsızlık),Yönetim Kulunun uzun yıllar huzur hakkı almaması,şirketin amacını yerine getiremez durumda olması ve/veya uzun süre de durumun böyle devam edeceğinin anlaşılması olarak sıralanabilir.
Haklı sebeple fesihte,ana öge ortaya çıkan sebebin ortaklığın yaşamasını imkânsız hale getirmesidir. Her davada, hukuki ve maddi olayların özelliği dikkate alınarak iddianın haklı sebep teşkil edip etmeyeceklerinin irdelenmesi gerekir. Şirketin devamlı olarak zarar etmesi, kuruluş ve gayesinin gerçekleşmesine imkân kalmaması, ortaklar arasındaki ciddi anlaşmazlıklar, ortağın bakiye sermaye borcunu ödemekte temerrüdü gibi hususlar haklı neden olarak kabul edilebilir. (Yüksek Yargıtay 11’nci Hukuk Dairesi’nin 01/12/2015 gün ve 2014/18024 esas,2015/12808 karar sayılı ilamı)
Anonim ortaklık çoğunluk prensibinin geçerli olduğu bir sermaye şirketidir (TTK m.124/2, 418). Bu itibarla pay sahiplerinin kendi aralarında söz konusu olabilecek fikir ayrılıkları veya ihtilaflar kural olarak feshe dayanak teşkil eden bir haklı sebep olamazlar. Bu çerçevede kolektif ve komandit ortaklıkların feshi veya kolektif veya komandit/komanditer ortakların ihracı bakımından haklı sebepleri sayan TTK m.245’in anonim ortaklarda kıyasen uygulanması da söz konusu olamaz. TTK m.328 uyarınca komandit ortaklıklara da uygulanan 245. madde uyarınca, haklı sebep “şirketin kuruluşuna yol açan fiili veya kişisel sebeplerin şirketin işletme konusunun elde edilmesini imkansız kılacak veya güçleştirecek şekilde
ortadan kalkmış olmasıdır”. Anonim ortaklıklar bakımından ise “kişisel sebepler” haklı sebep olarak nitelendirilemezler. Keza TTK m.245’de sayılan sebepler,ortakların kendi aralarındaki şahsî ilişkilerini ilgilendiren ve ortak sıfatından kaynaklanan yönetim hakkını dikkate alan nedenlerdir. Bu çerçevede TTK m.245’in anonim ortaklıkların feshinde kıyasen uygulanması mümkün değildir.
Anonim ortaklıklar bakımından “haklı sebep” olarak nitelendirilebilecek vakıaların, objektif olması ve pay sahibi kimliğinden (pay sahibinin şahsından) bağımsız olması gerekmektedir. Kısaca, davacı pay sahiplerinden şirketin devamı –objektif olarak- beklenemez bir hal aldığı bir durumda haklı sebeplerin mevcut olduğu kabul edilebilir. Ayrıca haklı sebebin gerçekleştiği hususunun kabulünde davacı pay sahipleri dışında kalan diğer menfaat sahiplerinin (şirket,diğer pay sahipleri, çalışanlar) haklarının da dikkate alınması gerekmektedir.Dolayısıyla haklı sebep ve bunun devamında fesih, ancak bu kimselerin menfaatlerinin haleldar edilmemesi kaydı ile ve son çare (ultima ratio) olarak kabul edilebilir.
Pay sahipleri arasındaki şahsi ilişkilerin ancak istisnai hallerde ve sadece aile şirketlerinde dikkate alınabileceği hususu, Yargıtay, doktrin ve İsviçre Federal Mahkeme içtihadında dile getirilmiştir.(Yüksek Yargıtay 11’nci Hukuk Dairesi’nin 02/06/2014 gün ve 2014/3669 esas,2014/10238 karar sayılı ilamı) (Doç. Dr. Füsun Nomer Ertan,Anonim Ortaklığın Haklı Sebeple Feshi Davası-TTK m. 531 Üzerine Düşünceler,(İÜHFM C. LXXIII, S. 1, s. 421-440, 2015)
,Erişim Tarihi,15/02/2017)
Şirket maksadının gerçekleşmesi veya gerçekleşmesinin imkansız hale gelmesi durumunda da şirketin feshine karar verilebilir. YTD, 26.03.1963 tarih ve E. 3438, K. 1963/4856 sayılı kararında, “…TTK. 434/2’de geçen ‘şirket maksadının husulünün imkansızlaşması ’ şeklindeki ifade, sadece işletme konusu işin bünyesinden doğan imkansızlıklara taalluk etmektedir. İdarecilerin kötü idaresi hakkında ayrıca hükümler sevkedilmiştir. Kar elde edememe halinin, maksat ve mevzuun husulünü imkansız hale getirdiğini kabul, ancak uzun müddet kazanç sağlanamaması ve kazanç ihtimalinin tamamen ortadan kalkması halinde mümkün olur” görüşüne yer vererek, uzun süre kazanç sağlamama ve kazanç ihtimalinin ortadan kalkması durumunda maksadın imkânsızlaştığının kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Davalı şirketin hiç kâr payı dağıtım karan almadığı ve bu yönde de herhangi bir önerinin bulunmadığı, bilirkişi raporundaki tespitlere göre şirketin faal olmadığının tespit edildiği,yine kolluğa yazılan müzekkereye verilen cevapta davalı şirketin tescilli adresinde bulunmadığının bildirildiği görülmüştür.Şirketler kâr amacıyla kurulur. Gayri faal olma durumunun süreklilik arzetmesi halinde, ekonomik amacını yitirdiğinin kabulü gerekir.(Yüksek Yargıtay 11 inci Hukuk Dairesi’nin 04/11/2013 gün ve 2013/2984 esas,2013/19604 karar sayılı ilamı) Somut olayda davalı şirketin herhangi bir faaliyetinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
Bu durumda şirket ortakları arasında ortaklık ilişkisini sürdürme iradesinin ve amacının ortadan kalktığı, şirketin hali hazırda gayri faal olduğunun polis tutanakları ve bilirkişi raporu ile sabit olduğu, şirket sözleşmesinde yazılı olan amaç ve işletme konusunu gerçekleştirmesinin hemen hemen imkânsız hale geldiği,buna göre şirketin haklı nedenlerle feshi koşullarının oluştuğu kanaatine varılmıştır.
Yine, anonim şirketin haklı nedenle feshine ilişkin TTK. m. 531 hükmüne göre: “Haklı sebeplerin varlığında, sermayenin en az onda birini ve halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden payların sahipleri, şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden şirketin feshine karar verilmesini isteyebilirler. Mahkeme, fesih yerine, davacı pay sahiplerine, paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenip davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme karar verebilir.

Somut olayda şirket faal olmadığı,borca batık olduğu, davacının hissesinin ödenerek çıkarılması imkanının bulunmadığı,şirketin hali hazırda bir faaliyetinin ve adresinin de bulunmadığı gözönüne alındığında şirketin hayatiyetini devam ettirmesinin hem ortaklar açısından hemde ülke ekonomisi açısından bir faydasının bulunmadığı anlaşıldığından TTK’nun 531.maddesinde belirtilen davacı ortağa payının gerçek değerinin ödenmesine hükmetmenin mümkün olmadığından davanın kabulü ile davalı şirketin TTK’nun 531.maddesi hükmü uyarınca fesih ve tasfiyesine,tasfiye işlemleri için tasfiye memuru atanmasına karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Davacı vekili,dava dilekçesinde ayrıca davalı şirkete özel denetçi veya kayyım atanmasını da istemekle birlikte bunları tedbiren mi yoksa esastan mı istediği hususunda bir açıklama yapmamış,Mahkememizce davacı vekilinin talebinin tedbir kapsamında kaldığı değerlendirilerek yargılama aşamasında taleplerin reddine karar verilmiş ise de,davacının talebinin esastan olduğu kabul edilmesi hâlinde ise,şirketin organının mevcut olup TMK.m.427.maddesindeki şartların oluşmadığı anlaşıldığından bu talebinin reddine,yine TTK’nın 438 ve devamı maddeleri uyarınca özel denetçi atanmasının istenebilmesi için davacının bilgi alma ve inceleme hakkını yapılan genel kurulda kullanması gerekli olup davacının genel kurullarda bilgi alma ve inceleme hakkını kullanmadığı,dolayısıyla özel denetçi atanması davasındaki ön koşulun yerine getirilmemesi sebebiyle özel denetçi atanması talebinin de reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılarak aşağıdaki gibi hüküm fıkrası oluşturulmuştur.
HÜKÜM/Yukarıda açıklandığı üzere;

1-Davanın kısmen KABUL kısmen REDDİNE;
A-)1)Davalı şirketin 25/09/2018 tarihinde yapılan olağan genel kurul toplantısında gündemin 2,3,4,5,6,7 ve 8.maddeleri ile alınan kararların İPTALİNE,
2-Davacının fazlaya ilişkin talebinin REDDİNE,
B-)1)İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğü’nün …. sicil numarasında kayıtlı bulunan davalı …. TİCARET ANONİM ŞİRKETİnin TTK’nun 531.maddesi hükmü uyarınca haklı sebeple FESİH VE TASFİYESİNE,
2-Tasfiye işlemlerini başlatıp sonuçlandırmak üzere SMMM ….’nun TTK’nun 536/3.maddesi uyarınca şirkete tasfiye memuru olarak ATANMASINA, bu hususta kendisine yetki VERİLMESİNE,
3-Şirketin mali durumu ve yapılacak işin niteliğine göre gerekirse artırılıp eksiltilmek kaydıyla, tasfiye süreci devam ettiği sürece tasfiye memuruna toplam 30.000,00.-TL ücret TAKDİRİNE, ücretin doğrudan tasfiye memuru tarafından şirket hesaplarından TAHSİLİNE,
4-Şirketin feshi ve tasfiyesine ilişkin mahkememiz kararının kesinleşmesine müteakip tasfiye memurunun görevinin kendisine TEBLİĞİNE,
5-Tasfiye masrafları olarak belirlenen 10.000,00.-TL’nin doğrudan tasfiye memuru tarafından şirket hesaplarından TAHSİLİNE,
6-Keyfiyetin karar kesinleştiğinde TESCİL VE İLANINA, tescil ve ilan masraflarının ileride şirketten tahsil edilmek üzere şimdilik davacı tarafça KARŞILANMASINA,
7-)Davacının fazlaya ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

8-Alınması gerekli 80,70.-TL karar ve ilam harcından peşin alınan 35,90.-TL’nin mahsubu ile bakiye 44,80-TL harcın davalı şirketten alınarak hazineye İRAT KAYDINA,

9-Davacı tarafından ödenen 35,90.-TL başvurma harcı ile 35,90.-TL peşin harç ve 5,20-TL vekâlet harcının davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE,
10-Davacı tarafından yapılan 26 adet tebligat+posta ücreti 638,40-TL, iki bilirkişi inceleme ücreti 24.000,00-TL ve 400,00 TL ATGV araç ücreti olmak üzere toplam 25.038,40.-TL yargılama giderinin davanın kabul ve ret oranına(2/3) göre 16.692,26.-TL’sinin davalı şirketten alınarak davacıya VERİLMESİNE, kalan kısmın davacı üzerinde BIRAKILMASINA,
11-Davalı tarafından yapılan 31 adet tebligat+posta ücreti 139,95 TL yargılama giderinin davanın kabul ve ret oranına(2/3) göre 46,65.-TL’sinin davacıdan alınarak davalıya VERİLMESİNE,kalan kısmın davalı üzerinde BIRAKILMASINA,
12-Davacının kendini bir vekil ile temsil ettirdiği anlaşıldığından karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre hesap edilen 9.200,00.-TL ücreti vekaletin davalı şirketten tahsili ile davacıya VERİLMESİNE,

13-Davalının kendini bir vekil ile temsil ettirdiği anlaşıldığından karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre hesap edilen 9.200,00.-TL ücreti vekaletin davalı şirketten tahsili ile davacıya VERİLMESİNE,
14-Kararın kesinleşmesine kadar yapılan yargılama giderlerinin davacı tarafından peşin olarak yatırılan 200,00-TL yargılama gider avansından mahsubu ile bakiye kısmın karar kesinleştiğinde davacıya İADESİNE,
5235 sayılı Kanunun geçici 2’nci maddesine göre ,Bölge Adliye Mahkemeleri’nin kurulmasına ve 20 Temmuz 2016 tarihinde göreve başlamalarına dair kararların 07/11/2015 tarih ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği anlaşılmakla;6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 341 ilâ 360’ncı madde hükümleri uyarınca,mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye verilecek dilekçe ile kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde veya istinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf,başvuru hakkı bulunmasa veya başvuru süresini geçirmiş olsa bile, mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye vereceği cevap dilekçesi ile iki hafta içerisinde İSTİNAF yolu açık olmak üzere davacı vekili ile davalı vekilinin yüzlerine karşı oybirliği ile verilen karar açıkça okunup,usulen anlatıldı. 08/09/2022

Başkan …
☪e-imzalıdır.☪
Üye …
☪e-imzalıdır.☪
Üye …
☪e-imzalıdır.☪
Katip …
☪e-imzalıdır.☪

BU EVRAK 5070 SAYILI ELEKTRONİK İMZA KANUNUNUN 5. MADDE UYARINCA GÜVENLİ ELEKTRONİK İMZA İLE İMZALANMIŞ OLUP, 22. MADDE UYARINCA DA ISLAK İMZA İLE İMZALANMAYACAKTIR.”