Emsal Mahkeme Kararı Bakırköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi 2017/426 E. 2019/320 K. 14.03.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. BAKIRKÖY 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2017/426
KARAR NO : 2019/320

DAVA : Tazminat
DAVA TARİHİ : 04/05/2017
KARAR TARİHİ : 14/03/2019
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 05/04/2019

Mahkememizde görülmekte olan Tazminat davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA :
Davacı vekili Bakırköy Nöbetçi Asliye Tüketici mahkemesine sunmuş olduğu 04/05/2017 harçlandırma tarihli dava dilekçesinde; ….AŞ. nin İstanbul Ticaret Odası’na …. sicil numarası ile kayıtlı olduğunu,¨ 11.850.000,00 sermayeli ve sermayesinin ortaklar tarafından tamamen ödenmiş olduğunu, halka kapalı ve aktif bir ticari şirket olduğu ve pay sahiplerinin …, ….,… ,…, …. AŞ,… şeklinde olduğunu, şirketin ortaklık ve yönetim yapısı incelendiğinde, ….AŞ. ‘nin bir aile şirketi olduğunu, şirketin yönetiminde bu iki ailenin fertlerinin görev aldığını, pay sahibi olarak yeralan ….AŞ. ‘nin yönetim kurulu ve ortakları davacı müvekkili haricinde aynı kişilerden oluştuğunu, …. AŞ ‘nin 05/09/2016 tarihli 2015 yılı Olağan Genel Kurnlu’nda Yönetim Kurulu üyeliklerine …, …, … ve … ‘ın üç yıl süreyle seçildiğini, 2015 yılı öncesindeki Yönetim Kurulu üyeliklerinde de bu kişilerin görev aldığını, davalıların “Yönetim Kurulu Üyesi” sıfatıyla görev yaptıkları …. A.Ş.’ ne hem doğrudan hem de dolaylı olarak pay sahiplerini zarara uğrattıkları 01/01/2015-31/12/2015 dönemi işletme ayrıntılı bilançosunda açıkça ortaya konmakta olduğunu, davalıların …. AŞ. ‘nin bir aile şirketi olmasından faydalanarak şahsi harcamalannı şirket üzerinden yürüttükleri ve şirket kasasını kişisel olarak kullandıklarını 2015 yılı itibariyle bilançoda gösterilen zarar miktarının ¨ 7.741.428,39’sı olduğunu ve bu zararın sermayenin yaklaşık %65’ine denk geldiğini, bu durumda şirket ortaklarının, Türk Ticaret Kanunu’nun 358.maddesi de dikkate alındığından hiçbir surette şirketten herhangi bir şekilde şirkete borçlanamayacaklarını, ancak Türk Ticaret Kanunu’nun 358.maddesine aykırı davranarak aynı zamanda pay sahibi olan Yönetim Kurulu üyelerinin 05/09/2016 tarihli 2015 yılı Olağan Genel Kurulu’nda şirketten borçlanma yasağını ihlal eder karar aldıklarını,
….A.Ş. ‘nin davalı yönetim kurulu üyelerinin şirketten kanuna aykırı borçlanmaları sonucunda şirketin ödeme güçlüğü içine düştüğünü, ayrıca, bu ödeme güçlüğüne düşmesinin bir nedeni de şirketin 31/12/2015 tarihi itibariyle alacak senetlerinde yaklaşık ortalama %10 civarında bir artış olduğunun görüldüğünü, bilançonun “D. Diğer Alacaklar” başlığı altında “5.Diğer Çeşitli Alacaklar” sütunundaki alacak miktannın 31/12/2014’ten 31/12/2015’e kadar yaklaşık ortalama 70-80 arasındaki oranda arttığını, davalı yönetim kurulu üyeleri, ödenmeyen alacak senetlerinin ve diğer alacaklarının yasal yoldan tahsili için herhangi bir kanuni işlem yapmadıkları ve bu şekilde şirkete dolaylı yoldan zarara uğrattıkları bilanço ile sabit olduğunu, bu şekilde şirketin ödeme güçlüğü içine düştüğünü ve ticari faaliyetlerinde aksamalarla, esas sermayesini kuvvetli olarak kaybetme ile karşı karşıya kalmış bulunduğunu, …. A.ş. ‘nin ticari borçlarından dolayı şirketin tesisat, makine ve cihazları piyasa değerlerinden satmış olmalarına karşın düşük bedellerle bu satışların faturalandırıldığını, piyasa değeri ile kesilen fatura değeri arasındaki farkın da şirket kasasına kaydedilmediğini, bu nedenle de davacı müvekkilin payının değerinde çok büyük azalma meydana geldiğini, şirket yönetiminde görev alan yönetim kurulu üyelerinin gözetim ve özen yükümü olduğunu, yönetim kurulu üyelerinin şirketin yönetiminde kanuna ve esas sözleşmeye aykırılıklar hatta yolsuzluklar varsa bu durumda zarar ile işlemler arasında illiyet bağının mevcut olduğunu, şirketi hem doğrudan hem de dolaylı yoldan zarara uğratan iş ve işlemlerin ise bizzat yönetim kurulunun kontrol ve gözetimi altında gerçekleştiğini, davalı yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğunun her ne kadar kişisel olsa dahi, burada şirket yönetim kurulu üyelerini arasında akrabalık bağı bulunması ve aynı ailenin fertleri olması nedeniyle müteselsil sorumluluk halinin de söz konusu olduğunu, Türk Ticaret Kanunu’nun 555.ve 556. maddelerinde şirket ortaklarının yönetim kurulu üyelerine karşı dava hakkı düzenlediğini, Kanunu’nun 555.maddesinin l.fikrasına göre şirketin uğradığı zararın tazminini, şirket ve her bir pay sahibi nin isteyebileceğini, pay sahipleri tazminatın ancak şirkete ödenmesini isteyebileceğini, bu hüküm gereğince davalı yönetim kurulu üyeleri hakkında işbu zararların tespiti ve tazmini davasının açılması gereğinin hasıl olduğunu, davalarının kabulünü, …. A.Ş. Yönetim Kurulu üyeleri olan …, …, … ve …’ın şirketi zarara uğratıcı eylemleri nedeniyle zararın tespitini, yönetim kurulu üyelerince verilen ve tespit olunan zararın …. A.Ş.’ne işlem tarihlerinden itibaren işleyecek ticari reeskont avans faizi ile birlikte müteselsilen ve müştereken ödettirilmesini, davacı müvekkilinin uğramış bulunduğu kazanç mahrumiyetinin Tespiti ve davalılardan dava tarihinden itibaren işleyecek ticari reeskont avans faizi ile birlikte müteselsilen ve müştereken tazminini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin öncelikle davalılara yükletilmesini, bu talebin kabul edilmemesi halinde TTK’nun 555. maddesinin 2.fikrası gereği davacı müvekkili ile şirket arasında hakkaniyete göre paylaştırılmasına , karar verilmesini dava ve talep ettir.
SAVUNMA:
Davalı vekili tarafından dosyaya sunulan 19/06/2017 havale tarihli cevap dilekçesinde ;Davacının, özen ve sadakat borcuna aykırı ve kusurlu davranmakla itham eden iddia ve beyanlarının her türlü dayanaktan yoksun ve mücerret olduğunu, iddialarının hiçbirinin varit olmadığını,davacının talep ve davasının zaman aşımına uğradığını, gerek ortaklardan alacaklar hesabı ve gerekse diğer alacaklar, stoklar ve zararlarının 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun yürürlüğe girdiği 01/07/2012 yılından öncesine ait olduğunu, tüm bu hususları hem davacı ve hem de davacının paylarını devraldığı babası Sebahattin Erdemir tarafından 2012 yılından öncesinden bilindiğini, hukukumuzda Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerinin Hukuki Sorumluluğu Türk Ticaret Kanunun 553. Maddesinde düzenlenmiş olduğunu, yine aynı yasaının 560.Madde hükmüne göre; “sorumlu olanlara karşı tazminat istemek hakkı, davacının zararı ve sorumluyu öğrendiği tarihten itibaren iki yıl ve her halde zararı doğuran fiilin meydana geldiği günden itibaren beş yıl geçmekle zamanaşımına uğrar” şeklinde olduğunu, bu davanın açıldığı tarihten önce, gerek bu maddede ve gerekse Türk Ticaret Yasası ile diğer yasalarda öngörülen zamanaşımı sürelerinin tümü fazlasıyla dolmuş bulunduğunu, davacı, talep ve davasını hangi hukuki sebebe dayandınırsa dayandırsın, davacının taleplerinin tümünün ve işbu davanın zaman aşımına uğramış olduğunu, davacmın dürüst davranma ve doğruyu söyleme yükümlülüğüne aykırı davrandığını ve kötü niyetli olduğunu, davacının, babasının yönetim kurulunda olduğu dönemi dışlamak amacıyla sanki zarar 2015 yılında meydana gelmiş gibi açıklamalarda bulunmasının, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 29. maddesinde ifade edilen dürüst davranma ve doğruyu söyleme yükümlülüğüne aykınlık oluşturduğunu, davacının, şirket paylarını 07/09/2015 tarihinde babasından devraldığından, şirketin durumunu ve şirketin ortaklardan diğer ortaklarla birlikte babasından ve devir nedeniyle de kendisinden alacaklı olduğunu çok iyi bilmekte olduğunu, bu itibarla, bu dava kötü niyete müstenit olup, davanın bu nedenle de reddi gerekeceğini, müvekkilerinin şirket genel kurul kararı ile oybirliğiyle ibra edildiklerini, davacının dava hakkı kalmadığını, …. Anonim Şirketinin 23/12/2013 tarihinde yapılan 2012 yılına ait Olağan Genel Kurul Toplantısında, 25/11/2015 tarihinde yapılan 2013 ve 2014 yıllanna ait Olağan Genel Kurul Toplantısında, 05/09/2016 tarihinde yapılan 2015 yılına ait Olağan Genel Kurul Toplantısında, ve 2012 yılından önceki tüm genel kurul toplantılarından yönetim kurulu üyelerinin oybirliğiyle ibrasına karar verilmiş olduğunu, davacının da genel kurul toplantılarında ibraya olumlu oy vermiş olduğunun sabit olduğunu, davacının ortaklığı öncesi dönemlerde de babasının ibraya olumlu oy verdiğini bilerek, babasından 07/09/2015 tarihinde pay iktisap etmiş olduğunu, bu itibarla TTK’nun 558. Maddesi uyarınca, ibra, davacının dava hakkını kaldırdığını, öncelikle bu nedenle davanın reddi gerekeceğini, fiili zararın oluşmasının dava şartı olduğunu ,müvekkillerin özen ve sadakat borcuna aykırı veya kusurlu herhangi bir davranışı olmadığını , TTKnın 553/1. Maddesine göre; yönetim kurulu üyelerinin gerek kanundan gerekse esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurlarıyla ihlal ettikleri takdirde hem şirkete ve hem pay sahiplerine hem de şirket alacaklılarına karşı verdikleri zarardan sorumlu olduklarını, yasa gereğince, yönetim kurulunun sorumluluğu kusura dayanan sorumluluk olduğunu,müvekkillerinin özen ve sadakat borcuna aykırı veya kusurlu herhangi bir davranışının bulunmadığını, bu itibarla, müvekkillerinin TBK.92 (eski BK.96) maddeye göre de sorumlu tutulamayacağını, davacı tarafından talep edilen zararın miktarının belli olmadığını, davacı tarafça kazanç mahrumiyetinin ne olduğunun açıklanmadığını ayrıca müvekkillerin bugüne kadar temerrüde dahi düşürülmemiş iken, davacı tarafından faiz talep edilmesinin de yasal dayanaktan yoksun olduğunu, işlem tarihinden ticari reeskont avans faizi talebinin mümkün olmadığını, dava tarihinden itibaren yasal faiz talep edilebileceğini, bu nedenlerle zamanaşımı itirazlarının kabulü ile davanın zamanaşımı nedeniyle reddini, davacı dürüst davranma ve doğruyu söyleme yükümlülüğüne aykırı davranmakta olup, kötü niyetli olduğundan ve kötüniyet kanunen himaye görmeyeceğinden davanın reddini, TTKnun 558. Maddesi uyarınca, ibra, davacının dava hakkım kaldırdığından, davanın reddini, talep edilen zararın miktarı belli olmayıp, dava bu hali ile ne eda davası, ne kısmı dava ve nede belirsiz alacak davası şeklinde açılmadığından, usulüne uygun açılmayan davanın usulden reddini, açılan dava tespit davasının hukuki niteliğine uygun olmadığından ve eda davası açılacak durumlarda tespit davası açılamayacağından ve keza davacının tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmadığından davanın usulden reddini, kazanç mahrumiyetinin ne olduğu açıklanmadığından ve dava dilekçesi bu hali ile açık olmadığından, dava dilekçesinin usulden reddini, mahkemece dava dilekçesinin açıklattırılmasına karar verilmesini ve davacının bu talebini açıklaması halinde ise cevap verme hakklarını saklı tuttuklarını, müvekkillerinin sorumluluğunu gerektirecek özen ve sadakat borcuna aykırı hiçbir eylemleri ve kusurları olmadığından, yasal dayanaktan yoksun davanın esastan reddini, delillerinin toplanmasına, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davacıya yükletilmesine, karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER VE GEREKÇE:
Dava,anonim şirket yönetim kurulu üyelerinin,dava dışı şirketi zarara uğrattığı iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir.
Tarafların aktif ve pasif dava ehliyetleri denetlenip uyuşmazlık konuları re’sen belirlenerek taraflarca gösterilen deliller toplanmış ve konunun incelenmesinde uzmanlık gerektiren yönler olduğundan bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle dava sonuçlandırılmıştır.
Bilirkişiler Dr… tarafından mahkememize sunulan 16/01/2019 havale tarihli bilirkişi heyet raporunda sonuç olarak;Dava konusunun …. A.Ş. Yönetim Kurulu üyeleri olan …, …, … ve …’ın şirketi zarara uğratıcı eylemlerinin varlığı iddialarıyla zararın tespiti ve tanzimine ilişkin olduğunu, şirketin Mali Analizi Sonucu; 2014 yılından 2017 yılına doğru düzenli olarak net satışlarının düştüğünü,2014-2016 yıllan arasında brüt kâr elde ederken, 2017 yılında brüt zarar kaydettiğini, yani şirketin 2017 yılında satış fiyatından daha yüksek bir üretim maliyetine katlandığını, zararına satış yaptığını, 2014-2016 yılları arasında ayrıca faaliyet kârlılığının da olduğunu, buna karşın 2015 ve 2016 yıllarında net dönem zararı kaydedilmesinin temel sebebi finansman giderlerinin yüksek olmasından kaynaklandığını, 2016 yılı sonu itibariyle şirketin özsermayesinin ¨ 2.003.681,90’ye kadar düştüğünü, sermayesinin yaklaşık %83’ünü kaybettiğini, 2017 yılı sonu itibariyle ¨ 8.430.591,55 dönem kârından kaynaklı olarak sermayesinin bir kısmını tamamlayarak özsermayesinin ¨l0.434.273,45’ye yükseldiği ancak hâlâ sermayesinin altında olduğunu, 2017 yılında ¨11.766.356,61 olağan dışı gelir ve kârlardan kaynaklı olarak şirketin kâra geçtiğini, aslında ana faaliyetlerinden tamamen zararda olduğunu, şirketin 2015 ve 2016 yıllarında zarar kaydettiğini, 2014 ve 2017 yıllarında dönem kârı kaydettiğini, 2014 yılında kaydettiği dönem karının şirketin ana faaliyetleri ile bağlantılı olduğunu, 2017 yılında kaydedilen yüksek kârın ¨11.766.356,61 olağan dışı gelir ve kârlardan kaynaklı olduğunu, brüt zarar ve faaliyet zararı verdiğini, ana faaliyetlerinden tamamen zararda olduğunu, davacının 05/09/2016 tarihli genel kurula katılarak mali tablo ve raporların onaylanmasına ve yönetim kurulu üyelerinin ibrasına ilişkin alınan kararlarda olumlu oy kullandığını, yapılan genel kurulun 2015 yılına ilişkin olduğunu, dolayısıyla da davacının zarar talebinin 2014 ve öncesine ilişkin olabileceğini, davanın ise 04/05/2017 tarihinde açıldığı hususları birlikte değerlendirildiğinde; yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu için öngörülen iki yıllık zamanaşamı süresinin gerçekleşmiş olduğunu, bir an için zamanaşımınının oluşmadığı kabul edilse dahi, TTK. m. 558/2 hükmü uyarınca davacının alınan ibra kararlarında olumlu oy kullanması nedeniyle dava hakkının düşmüş olduğunu, davacının talebinin zamanaşımına uğramadığının ve yine verilen ibra kararıyla davacının talebinin ortadan kalkmadığı görüşünün benimsenmesi halinde, yönetim kurulu üylerinin sorumluluk şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin irdelenmesi gerektiğini, yapılan işlemler sonucunda bir zararın oluşması halinde, bu zarar nedeniyle yöneticilerin sorumluluğuna gidilebilmesi için işlemi yapan yöneticilerin kusurlu olduklarının da ayrıca kanıtlanması gerektiğini, bir başka deyişle, basiretli davranmakla yükümlü olan bir yöneticinin yapmaması gereken işlemlerin davalı tarafından yapılmış olduğunun ve bunun sonucunda da bir zararın meydana geldiğinin kanıtlanmış olması gerektiğini, aksi takdirde enflasyon ve kur farkı da dahil olmak üzere şirketin uğramış olduğu her türlü işletme zararının yöneticilerden tahsili imkânı doğmuş olur ki, böyle bir sonucun, yöneticilerin sorumluluğuna ilişkin hükümlerin düzenlenme amacıyla bağdaşmadığı gibi ticari işletmenin kâr edebileceği gibi yapmış olduğu faaliyetin taşıdığı ticari riskler nedeniyle zarar etme ihtimâlinin de bulunması, özelliğiyle de bağdaşmayacağını, şirketin bina, makine, cihaz, yan mamul, mamul ve ticari mamul satışı nedeniyle yönetim kurulu üyelerinin sorumluluklarının doğup doğmadığının belirlenebilmesi için; satılan ürünlerin gayrimenkul değerleme uzmanı, makine mühendisi ve sektör bilirkişi marifetiyle rayiç değerlerinin tespit edilmesi gerektiğini, bununla birlikte ortakların borçlarının 2013 yılından itibaren herhangi bir artış göstermeden sabit kalması, bir başka deyişle ortakların borçlarının 2013 yılından önce oluşması, 2013 yılından sonra herhangi bir borçlanma oluşmaması, tam aksine, ortakların bir kısmının borçlarında azalma meydana gelmesi, davacının da diğer ortaklar gibi şirkete borçlu olması dolayısıyla da bu borçlanmanın eşit işlem ilkesine aykırılık teşkil etmemesi gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde; bu borçlanmalar nedeniyle yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğunun doğmayacağını bildirmişlerdir.

Somut olaya uygulanması gereken 6102 sayılı TTK’nın anonim şirketlere ilişkin hukuki sorumluluk hükümleri, TTK’nın ikinci kitabının dördüncü kısmının sonunda, onbirinci bölümde m. 549 ilâ 561 arasında toplu olarak düzenlenmiş ve m. 549-555 de sorumluluk halleri altı başlık altında toplanmış bulunmaktadır. Sorumluluk hallerinin özel olarak sayıldığı başlıklarda, sorumluluğun konusu, sorumlular ve sorumluluk şartları ile sorumluluğun hukuki sonucu gösterilmiştir.Böylece, TTK m. 555 ilâ 561 de düzenlenen ve ortak hüküm niteliği taşıyan, şirketin zararına, müteselsil sorumluluğa, ibraya, zamanaşımına ve yetkili mahkemeye ilişkin hükümlerin de limited şirkette uygulanmasına imkân verilmiştir.
Yönetim kurulunun hukuki sorumluluğu esas itibariyle TTK’nun 553 üncü maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde organa özgü sorumluluğu, müdürlerin, yöneticilerin, tasfiye memurlarının sorumluluğu yanında, kurucuların sorumluluğunu da içerecek şekilde hüküm altına almıştır.
Yönetim kurulunun denetim ve gözetim görevi ile ortaklara eşit işlemde bulunma, şirkete karşı rekabette bulunmama, şirketle işlem yapmama, özen ve bağlılık yükümünün yerine getirilmemesi bir zarara yol açmışsa, bunlara aykırılık yönetim kurulunun sorumluluğuna yol açacaktır.
İşte yöneticilerin işlem ve eylemleri nedeniyle zarara uğrayan şirkete, meydana gelen zararın giderimini sağlamak için kanunda hukuki sorumluluk halleri düzenlenmiştir. Kanun koyucu çeşitli durumlara göre farklılıklar gösteren hallerde, şirkete veya ortaklar ile şirket alacaklılarına uğradıkları zararları yönetim kurulundan veya diğer sorumlulardan talep etme hakkı vermektedir.
Ancak belirtmek gerekir ki, yönetim kurulunun hukuki sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için, ortada somut bir zararın bulunması gereklidir. Zira zarar tehlikesi sorumluluk için yeterli değildir. Ayrıca meydana gelen zararın yönetim kurulunun kanuna ve esas sözleşmeye aykırı kusurlu davranışları, yani uygun illiyet bağı sonucu meydan gelmesi şarttır.
Yönetim kuruluna (organa) özgü genel sorumluluk hallerini düzenleyen, TTK m. 553, 6762 sayılı TTK m. 336 dan farklı olarak, ayrı ayrı hangi hallerin sorumluluk doğuracağını belirtmemiş, genel ve kapsayıcı bir şekilde yönetim kurulunun kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurları ile ihlâl edip şirketin zarar görmesine sebep olmaları hallerine hasretmiştir. Maddede belirtilen kanun ifadesi, sadece TTK’nu değil, diğer kanunlardaki yükümlülükleri de kapsar şekilde anlaşılmalıdır.
Madde anlamındaki yükümlülük, yönetim kurulunun kanunlardaki veya esas sözleşmede bir görev veya yetki bağlamında öngörülen hususlardaki yapma ve yapmama zorunluluğunu ifade eder. Bu bağlamda ilk olarak yönetim kurulunun TTK’nın 369 ncu maddesi anlamında özen ve bağlılık yükümü ile rekabet yasağına aykırı davranması, eşit işlem ilkesini ihlâl etmesi açıkça yükümlülük ihlâli olarak tespit edilebilir. Öte yandan, TTK m. 374/1 yönetim kurulunun kanunla veya şirket sözleşmesiyle genel kurula bırakılmamış bulunan yönetime ilişkin tüm konularda karar almaya ve bu kararları yürütmeye yetkili olduğunu ve 375/1 ise ise kanunların ve şirket sözleşmesinin genel kurula görev ve yetki vermediği bütün konularda görevli ve yetkili olduğunu belirterek yönetim kurulunun kullanacakları yetki kapsamındaki yükümlülükleri gösterilmiştir. Yükümlülükler,yönetim kurulunun anonim şirketi, ortakları ve alacaklıları korumaya yönelik görev ve yetkilerdir.Yükümlülüklerin kusurlu olarak ihlâli nedeni ile yönetim kurulu üyelerinin sorumlu olabilmesi için, ihlâl sonucu, şirketin, ortakların ya da alacaklıların bir zarara uğraması gereklidir. Yükümlülüğün ihlâline rağmen ortada bir zarar yoksa yönetim kurulunun sorumluluğu söz konusu olmayacaktır.
Anonim şirket yönetim kurulunun hukuki sorumluluğunun kusura dayalı bir sorumluluk olduğu, hem TTK m. 553/1 de hem de 557 de açıkça anlaşılmaktadır. Bu nedenle yükümlülüğün ihlâlinde kusur olmadan yönetim kurulunun sorumlu tutulması mümkün değildir. Hatta şirketin zarar etmiş olması veya beklenen gelişmeyi göstermemesi yönetim kurulunu sorumlu tutmak için yeterli değildir. Buna karşılık yönetim kurulu kendisine kanun ve esas sözleşmenin yüklediği görevlerden birisini kusurlu olarak yerine getirmeyerek bir zarara neden olmuşsa, sorumlu olacaktır. TTK m. 553/1, 6762 sayılı TTK m. 336 ve İsviçre BK m. 754 den farklı olarak, “kasten veya ihmal” kavramı yerine, kusur kavramını kullanmıştır. Bu çerçevede zararın kasıt veya ihmalle gerçekleşmiş olması, müdürlerin sorumluluğuna gidilmesi açısından önem taşımayacaktır. Kusur oranı hükmedilecek tazminatın belirlenmesinde dikkate alınacaktır.
6102 sayılı TTK da değişiklik yapan 6335 sayılı Kanun, m. 553’ü ilk haline dönüştürerek, önceden olduğu gibi kusurun ispatını davacıya yüklemiştir.Buna göre meydana gelen zararın oluşmasında yönetim kurulunun kusurlu olduğu davacı tarafından ispat edilecektir.
Yeni TTK kusurun niteliğini, İsviçre hukukundaki gelişmelere uygun olarak, objektifleştirmiştir. Objektifleştirilmiş kusura göre, sorumlu olan kişi aynı olayda, bilinçli ve mantıklı bir kişinin aynı şartlar altında göstermesi gereken özeni göstermiş olmalıdır. Bu nedenle hakkında sorumluluk davası açılan müdürün kendi işinde göstermesi gereken özeni gösterdiğini ispatlayarak sorumluluktan kurtulması mümkün olmadığı gibi, tecrübesizliği ve yeterince bilgi sahibi olmadığını ileri sürerek sorumluluktan kurtulması da mümkün değildir.
Hâkim, yönetim kurulu aleyhine açılan sorumluluk davalarında, özen borcunun kapsamını dikkate alarak, onların kusurlu olup olmadığını, kendilerine yüklenen özen borcunu yerine getirip getirmediklerini araştıracaktır. Yönetim kurulunun söz konusu kararı verirken, konu hakkında yeterince bilgi sahibi olup olmadığı, gerekli dokümanların toplanıp toplanmadığı, konu hakkında uzman kişilerden görüş alınıp alınmadığı özen borcu kapsamında incelenecektir. Hâkim, yönetim kurulunun karar verdikleri konuya vakıf olup olmadıklarını, verdikleri kararın bilincinde olup olmadıklarını ve şirketin çıkarlarına yabancı hususların karara etkisinin bulunup bulunmadığını, TTK m. 369’da benimsenen özen ölçüsünde araştıracaktır. Bir karar alınmadan önce gerekli araştırmanın yapıldığı, şirket çıkarına yabancı etkilerin söz konusu olmadığı bir kararın özen borcuna aykırı olamayacağı ve müdürlerin sorumlu tutulamayacağı kabul edilmelidir. Çünkü bu durumda yönetim kurulunun tercihine saygı duyulmalı,kararın yerinde olup olmadığı tartışılmamalıdır. Zira yönetim kurulu, kanunun kendileri için getirdiği objektif özeni göstermiş ve bu kararı almıştır.
TTK m. 553/1 göre, meydana gelen zarardan şirket, ortaklar ve alacaklılar doğrudan zarara uğramışlar ise bunlar, yönetim kuruluna karşı doğrudan sorumluluk davası açabileceklerdir. Bu nedenle TTK ortakların ve şirket alacaklılarının doğrudan uğradıkları zararlar nedeni ile yönetim kuruluna karşı dava hakkına sahip olduklarını açıkça hüküm altına almıştır.
Doğrudan zararlar şirketin zarar görmesinden dolayı değil, ortak ve alacaklıların şirketten bağımsız olarak uğradıkları zararlardır. Bu dava sonucu elde edilen tazminat davayı açan kişilere verilir.
Buna karşılık şirketin zarara uğradığı hallerde, şirketin yanında ortaklar da, tazminatın şirkete ödenmesini istemeleri şartıyla dava hakkına sahiptirler (TTK m. 555). Bu maddeye göre, şirket ya da pay sahipleri zarara neden olan yönetim kuruluna karşı sorumluluk davası açabileceklerdir. Ayrıca bu davanın ortak tarafından açılmış olması halinde, TTK m. 555/2’de bir yenilik olarak dava masrafları rizikosu, davacı lehine kolaylaştırıcı hüküm getirmiştir. Ancak belirtmek gerekir ki, yönetim kurulu aleyhine sorumluluk davası açma hakkı öncelikle anonim şirketindir. Davanın şirket tarafından açılmaması veya açılamaması halinde şartlar mevcutsa, ortakların veya alacaklıların da bu davayı açma hakları vardır (TTK m. 555- 556).
Yukarıda yapılan genel açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde,davacı, ortağı olduğu şirketin yönetim kurulu üyesi olan davalıların şirketi kötü yönetmeleri nedeniyle şirketin sürekli zarar ettiğini,kusurlu davranışları ile şirketi zarara sokan davalılardan şirket zararının tazmin edilmesini talep etmiştir.
Davalılar vekili cevap dilekçesinde,zamanaşımı def’inde bulunmuştur. Mahkememizce bu def’i 05/10/2017 tarihli celsede verilen ara kararda belirtilen gerekçeler ile reddedilmiştir.
Bilirkişi kurulu tarafından verilen raporda öncelikle,iki yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu ve davacının yönetim kurulunu ibra etmesi nedeniyle davacının dava hakkının bulunmadığı belirtilmiştir.
Her ne kadar bilirkişi kurulu talebin zamanaşımına uğradığı yönünde tespitti bulunmuş ise de,davalılar tarafından def’i olarak ileri sürülen bu husus ceza dava zamanaşımı süresinin dolmaması nedeniyle yerinde görülmemiştir.Yine bilirkişi kurulu davacının,davalı yönetim kurulunu ibra etmesi nedeniyle dava hakkının bulunmadığı yönünde tespitte bulunmuştur.Öncelikle bu hususun tartışılması gerekmektedir.
İbra, hukuki niteliği itibariyle menfi bir borç ikrarıdır. İbra edilen işlemler hakkında sonradan maddi bir hataya dayanılmadan ibradan dönülerek ibraya konu işlemler hakkında dava açılması mümkün değildir.Ancak, ibranın borçtan kurtarıcı sonucu doğurabilmesi ibraya konu işlemlerin açıkça ortaya konulması, bilinmesi ve tartışılmasına bağlıdır. Somut olaya gelindiğinde 05/09/2016 genel kurulda alınan ibra kararı davaya konu finansal tablolardaki işlemler açıkça görüşülerek, tartışılarak, şirketin bu nedenle uğradığı veya uğrayabileceği zarar ortaya konulup, genel kurul bu konuda bilgilendirilerek alınmış bir ibra kararı olmayıp, hiçbir konu üzerinde tartışılmadan alınmış, soyut nitelikteki ibra kararıdır. Bu nedenle davacının soyut ibra kararına dayalı olarak sorumluluk davası ikame etme hakkı bulunmaktadır.Ancak TTK’nın 558/2 nci maddesinde bu şekilde açılacak davanın sonuçta 6 aylık hak düşürücü süre içerisinde açılması gerekmektedir.Davanın açıldığı tarihe göre 6 aylık hak düşürücü süre geçtiğinden davanın bu nedenle reddine karar vermek gerekmektedir.Kaldı ki davacı tarafından davalıların kusurları ile dava dışı şirketi zarara uğrattıkları hususu da ispat edilememiştir.Bu nedenlerle hak düşürücü süre içerisinde açılmayan davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılarak aşağıdaki gibi hüküm fıkrası oluşturulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davanın REDDİNE
2-Alınması gerekli ¨44,40 karar ve ilam harcının peşin alınan ¨31,40 harcın mahsubu ile bakiye ¨13,00 harcın davacıdan alınarak hazineye İRAT KAYDINA,
3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderinin kendi üzerinde BIRAKILMASINA,
4-Davalılar tarafından yapılan 1 adet tebligat + talimat ücreti ¨172,50 yargılama giderinin davacıdan alınarak davalılara VERİLMESİNE,
5-Davalılar kendilerini bir vekil ile temsil ettirdikleri anlaşıldığından karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre hesap edilen ¨2.725,00 ücreti vekaletin davacıdan tahsili ile davalılara VERİLMESİNE,
6-Kararın kesinleşmesine kadar yapılan yargılama giderlerinin davacı tarafça peşin olarak yatırılan ¨660,00 yargılama gider avansından mahsubu ile bakiye kısmın karar kesinleştiğinde davacıya İADESİNE,
7-Davalılar tarafından yatırılan gider avansından kullanılmayan kısmın karar kesinleştiğinde kendilerine İADESİNE,
5235 sayılı Kanunun geçici 2’nci maddesine göre ,Bölge Adliye Mahkemeleri’nin kurulmasına ve 20 Temmuz 2016 tarihinde göreve başlamalarına dair kararların 07/11/2015 tarih ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği anlaşılmakla;6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 341 ilâ 360’ncı madde hükümleri uyarınca,mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye verilecek dilekçe ile kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde veya istinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf,başvuru hakkı bulunmasa veya başvuru süresini geçirmiş olsa bile, mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye vereceği cevap dilekçesi ile iki hafta içerisinde İSTİNAF yolu açık olmak üzere davacı vekili ile davalılar vekilinin yüzlerine karşı oy birliği ile verilen karar açıkça okunup,usulen anlatıldı.14/03/2019

BAŞKAN …
E-imzalı
ÜYE …
E-imzalı
ÜYE …
E-imzalı
KÂTİP …
E-imzalı

“İŞ BU EVRAK 5070 SAYILI ELEKTRONİK İMZA KANUNUNUN 5. MADDE UYARINCA GÜVENLİ ELEKTRONİK İMZA İLE İMZALANMIŞ OLUP, 22. MADDE UYARINCA DA ISLAK İMZA İLE İMZALANMAYACAKTIR.”