Emsal Mahkeme Kararı Bakırköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi 2016/1075 E. 2020/99 K. 06.02.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. BAKIRKÖY 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2016/1075
KARAR NO : 2020/99

BİRLEŞEN BAKIRKÖY 5.ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN
2018/857 ESAS 2018/1007 KARAR SAYILI DOSYASI YÖNÜNDEN

DAVA : İtirazın İptali (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 11/09/2018
KARAR TARİHİ : 06/02/2020
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 03/03/2020

Mahkememizde görülmekte olan Menfi Tespit (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan) ve İtirazın İptali (Ticari Satımdan Kaynaklanan) davalarının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
ASIL DAVADA;
İDDİA:
Davacı vekili Bakırköy Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesi’ne vermiş olduğu 05/12/2016 harçlandırma tarihli dava dilekçesinde; Müvekkili şirketin, marina işletmeciliği yapmakta olduğunu, davalı elektrik dağıtıcı firmadan aralarında akdettikleri sözleşme gereği ….. tesisat/abone numarası ile elektrik enerjisi satın aldığını ve kullandığını, davalı şirket, elektrik enerjisi tedarikçisi firma olup yasal mevzuat çerçevesinde yurt çapında enerji tedariki ve satışı ile iştigal eden şirket olduğunu, müvekkili şirket ile davalı şirket arasında 01/12/2014 tarihinde akdedilen, imza tarihinde yürürlüğe giren ve 31/12/2015 tarihinde sona ermesi öngörülen sözleşme imzalandığını, iş bu sözleşmenin konusu ve amacının “yürürlükteki mevzuat hükümleri çerçevesinde …… tarafından tedarik edilecek elektrik enerjisi veya kapasitesinin satışına ilişkin tarafların hak ve yükümlülüklerin belirlenmesidir. Bu kapsamda sözleşmenin 7. Maddesinde fiyat başlığı altında “……’nın sisteme bağlı olan müşteriye (yani müvekkile) tedarik edeceği elektrik enerjisi için, güncel “TEDAŞ Geneli Fonsuz Tarifesi-Diğer Tüm Dağıtım Sistemi Kullanıcıları (Kayıp Kaçak Hariç Perakende Tüketici Tarifesi) – Tek terimli Tek Zamanlı Ticarethane Perakende Tarifesi üzerinden % 14 (yüzdeondört) indirimli fiyat (TL/kWh) esasına göre hesaplanacak fiyatın uygulanması taraflar arasında kararlaştırıldığını, sözleşme gereği enerji alımı devam ederken yaklaşık 6. ay sonlarında dönemin enerji piyasa fiyatlarındaki düşüş nedeniyle, yürürlükteki sözleşme fiyatlarından indirim yapılması amacıyla müvekkili şirket ile davalı …… yetkilileri arasında toplantılar yapılarak piyasada ki düşük fiyatlar nedeni ile (iskonto oranlarının % 19′ lara vardığı ve bu şekilde müvekkil şirkete yeni teklifler geldiği de belirtilerek ) müvekkili lehine piyasa koşullarında fiyat avantajı yani daha yüksek bir iskonto oranı talep edildiğini ve bu husus davalı şirket tarafından değerlendirilerek karşı talep geldiğini, teklif ve yazışmalar süreci ile karşı taraf tekliflerinde özetle; sözleşme süresinin bitimine az bir süre kaldığını sözleşmenin teklif tarihinden itibaren bir ek protokol ile sözleşmenin 31/05/2016 tarihine kadar 1 yıl süre ile uzatılması halinde daha sağlıklı bir değerlendirme ile müvekkili şirketin teklifinin değerlendirmeye alınacağını ifade ederek bir ek protokol taslağı sunduğunu, bu taslakta iskonto oranı aynı tarife çerçevesinde % 14 den % 16,37ye revize edildiğini, bu teklifin piyasa koşulları ve müvekkili şirket talebi altında olduğu belirtilerek yine de teklif kabul edildiğini ve ekte örneği sunulan protokol imzalanmak sureti ile 29/05/2015 tarihinde karşı tarafa imza için gönderildiğini, davalı şirket bu protokolü imzalayıp göndermediğini tekrar 04/06/2015 tarihli bir mail yazısı ekinde protokol formatının değiştiğinden bahisle EK:l-2 de örneği sunulan protokole 7.2 maddesine; “Dengeleme ve Uzlaştırma Yönetmeliğinin Madde 113 ve Gerçici Madde 26 ya göre belirlenen tarih ve hesap yöntemine karşın, 01/01/2016 tarihinden sonra söz konusu bedelin piyasa katılımcılarından tahsiline devam edilmesi halinde, bunun bir maliyet kalemi olması sebebiyle müşterinin faturasına …… tarafından ayrıca ekleneceğini, bununla birlikte, Piyasa Mali Uzlaştırma Merkezi tarafından aylık olarak yayınlanan uzlaştırma sonuçlarında belirtilen Yekdem Tutarı’nın sözleşme dönemi ortalamasının ¨ 4 /MWh’ten büyük olması durumunda, üzerinde kalan bedel, sözleşme dönemi sonunda ek tahakkuk olarak yansıtılacaktır.” şeklinde iki paragraf ilave ettiğini ve 2016 yılına ait dönemleri içeren protokol metninin bu hali (ek: 1-3) ile imza edilmesini 04 Haziran 2015 tarihli ekli mail yazısı ile istediğini, ayrıca ilk protokol metninin de imza edilerek kargo ile gönderileceğini belirttiğini ancak hiç göndermediğini, müvekkili şirket nezdinde bu işi takip eden yetkili …… 05 Haziran 2015 tarihinde davalı şirket yetkilisinden 7.2 maddeye ilave edilen hususlarda daha detaylı bir açıklama istediğini, müvekkili şirket yetkilisinin bu talebine karşılık aynı gün davalı şirket yetkilisi ….. yazdığı mail yazısında “Dengeleme ve Uzlaştırma Yönetmeliğinin madde 113 ve Geçici Madde 26 ‘ya göre belirlenen tarih ve hesap yöntemine karşın 01/01/2016 tarihinden sonra söz konusu bedelin piyasa katılımcılarından tahsiline devam edilmesi halinde, bunun bir maliyet kalemi olması sebebi ile müşterinin faturasına …… tarafından ayrıca eklenecektir.” şeklinde bir açıklama ile cevap verdiğini, bu cevap üzerine müvekkili şirket yetkilisi …… tarafından bu açıklamanın son gönderilen protokolde yazılı olduğunu, sormak istenilenin bu tahakkukların mertebesi hakkında bilgi ile müvekkili şirketin tüketimlerine bakıldığında ne gibi bir ek ödemeye sebep olacağı hususunda açıklayıcı bilgi verilmesi istenildiğini, aynı gün davalı şirket yetkilisi tarafından verilen cevap mailinde “SBDK ile ilgili DUY yönetmeliği sonrasında SBDK kalemi enerji tedarikçilerinden talep edilmeyerek farklı bir şekilde doğrudan son kullanıcıdan tahsil edileceği, bu yönetmeliğe istinaden sözleşmenin 2016 yılını içine alan kısmı için SBDK fiyatlarımıza dahil edilmemiştir, yönetmeliğin iptal edilmesi durumunda SBDK kaleminin ayrıca fatura edilmesi gerekir ” içerikli olan ve enerji piyasası dışındaki kişilerin anlayamayacağı ifadelerle açıklama yaptıktan sonra özetle “YEKDEM maliyetlerinin 2014 yılı ortalamasının ¨1,43 /MWh olduğunu yazmıştır. Bu beyan üzerine 06/05/2016 tarihinde müvekkili şirket yetkilisi maili ile sözleşme revizyonu ile 5,27 TL/MWh’lik indirim kazanırken bunun bir faturaya yansıyıp yansımayacağını sorması üzerine, verilen cevapta yönetmelik gereği sadece sözleşme dönemi boyunca oluşacak ortalamanın ¨4 /MWh’i geçmesi durumunda ayrıca fatura edileceği hususunun yazılması gerektiği ifadelerini içeren şekilde mail cevabı verildiğini, müvekkili şirket yetkilisinin araştırma ve sorgulamalarına karşılık verilen cevaplar karsısında ek protokolün son hali (EK:l-3) imzalanarak davalı şirkete gönderildiğini, imzalanan bu ek protokol de karşı tarafça imzalanıp bir nüshasının geri gönderilmesi gerekirken yine karşı tarafça imzalandığı hali müvekkili şirkete bir türlü gönderilmediğini, ek protokol ile kararlaştırılan süre boyunca müvekkili şirket tedarikçi davalı ……’dan elektrik almaya devam ettiğini ve ek protokol ile belirlenen % 16,37 indirim miktarı oranında indirim uygulanarak fatura edilen enerji bedellerini ödediğini, sözleşme dönemi sonunda taraflar arasında devam eden dönem için görüşmeler yapıldığını ancak davalının sunduğu teklifler uygun olmadığından taraflar arasında yeni dönem için sözleşme yapılmadığını ve mevzuat gereği 05/05/2016 tarihinde davalının yazılı fesih bildirimi ile sözleşme 31/05/2016 tarihi itibari ile sonlandırıldığını, sözleşmenin bu şekilde sonlandırılması akabinde davalı tarafından 16/08/2016 tarih ve ….. sıra ve seri numaralı ¨ 651.332,88 bedelli E fatura müvekkili şirkete gönderildiğini, müvekkili iş bu faturayı kabul etmediğini, fatura ve ekleri ile miktarına ve içeriğine açıkça itiraz ettiğini belirterek Bakırköy ….. Noterliğinin 19/08/2016 tarih ve …. yevmiye numaralı ihtarnamesi ile davalıya iade ettiğini, davalı ile yapılan görüşmeler sırasında faturanın dayanağı ile ilgili açıklayıcı bilgi istendiğini, bu talebe istinaden davalı ……’dan 05/09/2016 tarihli yazı ve eki:Yekdem açıklama tablosu 2 sayfa (ek:6) ile açıklanan ek protokol’e ilave edilen Yekdem’e ilişkin hükümlerden bahisle ek protokol süresince Yekdem’ uyarınca ilave maliyetleri fatura ettiğini beyan ettiğini, bu beyanı sonrasında daha önce gönderdiği faturayı 31/08/2016 tarihinde yeniden düzenleyerek aynı açıklama ile 05/09/2016 tarihinde yine E fatura olarak gönderdiğini, bu faturada müvekkili şirket tarafından Noter kanalı ile itiraz edilerek iade edildiğini, bu sıralarda şifahi görümeler yapıldığını ilk faturanın tebellüğ edilmesi ile öğrenilen bu uygulamanın hukuksuz olduğu davalıya iletildiğini hatta tamamı kabul edilmemekle birlikte yapılan Yektem çalışmasının dahi ek protokol süresinin öncesine taşınarak 01/01/2015 tarihinden başlatıldığı bildirildiğini, uzlaşma yolu ile faturanın iptali istendiğini davalı …… 05/10/2016 tarihli yazısı ile (ek:8-1) müvekkili şirketin 01/06/2017-31/12/2017 dönemi enerji ihtiyacı için bir teklif hazırlayarak sunmuş ancak bu teklifi geçmişte yaşanan olumsuzluklar hatırlatılarak kabul edilmediğini, bu teklifin kabul edilmemesi üzerine davalı müvekkili şirketin haklı itirazları karşısında sadece ek protokol süresi öncesine dair düzenlediği Yekdem’den kaynaklanan tutarı tenkis edip yeniden Yekdem çalışması hazırladığını ve 17/10/2016 tarihli yazı ekinde gönderildiğini, bu yazı içeriğinde 01/06/2017-31/12/2017 dönemine ilişkin dönem için anlaşma yapılması durumunda bir miktar daha indirim yapabileceklerini aksi takdirde gönderecekleri faturanın ödenmesi gerekeceğini belirttiğini, davalının bu dayatma mahiyetti teklifleri müvekkili şirket tarafından hiçbir şekilde kabul edilmediğini ve faturanın tamamen iptali istenildiğini, davalı bunun üzerine bu sefer 19/10/2016 tarih ve …. sıra ve seri numaralı ¨564.738,60 bedelli faturayı müvekkili şirkete E fatura olarak gönderdiğini, müvekkili şirket bu faturayı da içeriğini ve miktarını kabul etmediğini belirterek süresinde Noter kanalı ile iade ettiğini, yukarıda ayrıntılı ve kronolojik olarak açıklanmış gelişmeler ile davalı enerjisanın dürüstlük kuralına aykırı davranması, bilinçli bir şekilde müvekkili şirketin yanılmasını sağlaması, bu sayede müvekkilin esasında indirimli yeni bir protokol imzaladığını sanarak imzaladığı bu protokol sonrasında başlangıçta elde ettiği indirimide ortadan kaldırıcı nitelikte, müvekkili şirketin aleyhine ve davalı şirketin lehine bir sonuç ortaya çıktığını, bu kabul edilemez ve hukuken korunması mümkün olmayan bir sonuç olduğunu, bu nedenle bu davanın açılması zorunluluğu doğduğunu,
bir sözleşme görüşmesi taraflar arasında bir hukuki ilişki kurar ve sözleşme ilişkisine girişen taraflar bu ilişkide dürüstlük kuralına uygun davranmakla yükümlü olduklarını, görüşme safhasında dürüst davranma yükümlülüğü, sözleşmenin yapılması ve şartlarının tespiti hususundaki kararlara etki edecek hususlarda aldatıcı davranışlarda bulunmamayı, gerekli bilgileri karşı tarafa vermeyi kapsadığı gibi, karşı tarafın yanıldığını (hataya düştüğünü) fark etme halinde onu uyarmayı da gerektirdiğini, bir taraf sözleşmenin görüşülmesi aşamasındaki yükümlülüklerine aykırı davranırsa, bu tutumu, bazen sözleşmenin iptaline imkan verir, bazen de sözleşme kurulmuş olsun veya olmasın sözleşmenin görüşme safhasındaki kusurlu davranışla (culpha in contrahendo) karşı tarafa verilen zararın tazminini gerektirdiğini, aldatma sebebi ile sözleşmenin iptali birinci ihtimale (TBK m.36), uğranılan zararın tazmini ikinci ihtimale (TBK.m.39/f2)örnek teşkil ettiğini, anlatılan bu süreçte görüşmeler esnasında müvekkili şirket tarafından taraflar arasındaki sözleşmede kararlaştırılan % 14 indirim miktarının piyasa koşullarında düşük kaldığı piyasada indirim oranlarının % 19 lara vardığı davalıya iletildiğini ve indirim oranının artırılması istendiğini, bunun üzerine davalı şirket tarafından müvekkili şirket talebi değerlendirildiğini ve indirim oranı % 16,37 olarak revize edilerek müvekkili şirkete imza için sunulduğunu, müvekkili şirket bu oranın taleplerinin altında olmasına rağmen ekprotokolü imzalayarak karşı taraf gönderdiğini, müvekkili şirketin yapılan görüşmelerdeki amacı mevcut indirim oranının açık ve net bir biçimde artırılması olduğunu, oysa davalı şirketin, görüşmeler esnasında dürüstlük kuralına aykırı davranmış gerekli bilgileri vermediği gibi kasten yanlış bilgi vererek müvekkili şirketi yanılttığını, müvekkilinin amaca uygun olarak düzenlenen ek protokolün (ek-.1-2) müvekkili şirket tarafından imzalanarak karşı tarafa gönderilmesinden sonra davalı şirket ek protokol içerisine iki paragraf ilave ederek bu şekilde imzalanmasını istediğini, (ek:l-3) eklenen bu paragrafların ne sonuç doğuracağı müvekkili şirket tarafından yazışmalarla sorgulandığında karşı taraf bilerek ve isteyerek güncel Yekdem maliyet oranlarını vermediğini yıllık ortalama dan bahisle 2014 yılı ortalamasının 1,43 olduğunu belirterek, bu maliyet ortalamasının zaten % 4′ ün üzerine çıkmayacağını, dolayısı ile de müvekkili şirket de; bu ilave paragraflardaki hükümlerden kaynaklı ek bir maliyet olmayacağı zannını uyandırmak istediğini, oysa durumun gerçekte böyle olmadığını müvekkili şirket ancak 05/09/2016 tarihinde öğrendiğini, ek protokol sona erdikten ve davalı taraf ile yeni döneme ilişkin sözleşme yapılmaması üzerine, müvekkili şirkete davalı tarafından 16/08/2016 Tarih ve …. sıra ve seri numaralı ¨ 651.332,88 bedelli E fatura gönderildiğini, davalı şirketten bu faturanın neye dayandığının açıklanması istendikten sonra bu talebe istinaden davalı ……’dan 05/09/2016 tarihli yazı ve eki Yekdem açıklama tablosu 2 sayfa (ek:5) ile ayrıntılı olarak açıklanan ek protokol’e ilave edilen Yekdem’e ilişkin hükümlerden bahisle ek protokol süresince Yekdem’ uyarınca ilave maliyetleri fatura ettiğini beyan ettiğini, ilgi yazı ve ekindeki Yekdem maliyetleri çalışma tablosu incelendikten sonra davalı şirketin dürüstlük kuralına uygun davranmadığını ve başından beri müvekkili şirketin aldanmasına sebebiyet verdiği görüldüğünü, zira davalı tarafından gönderilen Yekdem çalışması tablosunda açıkça görüleceği üzere Yekdem maliyet bedeli Ocak 2015 tarihinde 2,116 bu tarihten itibaren yükselen bir seyir izleyerek özellikle davalının ikinci yani ilave hükümler koyduğu ek protokolü imzaya gönderip ilave hükümlerin mahiyeti sorgulandığında
“2014 yılı YEKDEM maliyet ortalaması 1,43 tür” dediği tarihte Haziran 2015 de 10.021 ek protokolün başlangıç tarihinde ise Mayıs 2015 de 13,225 olduğu görüleceğini, müvekkili şirketin yazılarında bu hususları sorgulamasına rağmen bu hususlar kasıtlı olarak gizlendiğini ve daha eski ve düşük olan 2014 yılı ortalaması bildirilmek sureti ile müvekkili şirket yanıltılarak ek hükümler içeren ek protokolü imzalaması sağlandığını, bu tarihten sonra da ek protokol sonuna kadar bu oranın hiçbir zaman % 4 ün altına düşmediği bu çalışma tablosundan gözlendiğini, davalı görüşmeler esnasında müvekkili şirketi irade beyanında bulunmaya yönlendirmek için ve müvekkili şirkette yanlış fikrin doğumuna ve doğrulanmasına kasten yol açtığını ve bu şekilde 2. ek protokolü imzalamasını sağladığını, davalı ile müvekkili şirket arasındaki sözleşme sonlandırıldıktan sonra müvekkili şirket başka bir tedarikçi firma olan …. A.ş. ile sözleşme akdederek enerji ihtiyacını bu firmadan tedarik etmeye başladığını, yeni sözleşmede Yekdem maliyetine ilişkin bir hüküm olmadığı gibi enerji birim fiyatı da %19,50 indirimli olup; daha uygun fiyat ile karşılandığını, bu nedenlerle; davalının görüşmeler süresinde dürüst davranmaması kasten ve bilerek müvekkili şirketi aldatıp yanıltması sonucunda taraflar arasında imzalanmış bulunan 2. ek protokolün hükümsüzlüğünü, 01/05/2016 tarihinden geçerli olarak imzalanan 1. ek protokolün geçerliliğine dolayısı ile 2. ek protokole istinaden müvekkili şirkete gönderilen ¨564.738,60 meblağlı faturadan ötürü müvekkili şirketin borçlu olmadığının tespitine ilişkin davalarının kabulünü yargılama harç ve giderleri ile ücreti vekaletin davalı yan üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
ASIL DAVADA;
SAVUNMA;
Davalı vekili Mahkememize sunduğu 16/01/2017 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle;
Davacının menfi tespit davası açmakla hukuki yararı bulunmadığını, serbest tüketici olan davacının imzalamış olduğu sözleşme ve protokolle bağlı olduğunu, davacının sözleşme uyarınca yekdem maliyetini ödemekle yükümlü olduğunu, davacının basiretli bir tacir gibi davranması gerektiğini, müvekkili ile sözleşme yaparken bütün şart ve koşullardan haberdar olduğunu, yekdem mekanizmasının fiyat yansıtılması hususunun sözleşmede iki paragraf olarak açıklandığını, herhangi bir hususun gizlenmediğini, davacı tarafça iade edilen faturanın sözleşme ve protokolün uygun olarak düzenlendiği, müvekkilinin elektrik piyasasına uygun davrandığını, kanun koyucu tarafından çıkartılan mevzuat gereği yenilenebilir enerjinin desteklenmesi amacıyla yekdem maliyetlerinin tüketicilere yansıtıldığını, yekdem bedelini bir maliyet unsuru olduğunu entegre kararı ile de sabit olduğunu bu karar da bir maliyet unsuru olan yekdem bedelinden tüketicilerin sorumlu tutulduğunun anlaşıldığını, davacı ile yürütülen görüşmeler esnasında davacı kasıtlı olarak bilgi saklanmasının söz konusu olmadığını görüşme esnasında müvekkili şirketin vakıf olduğu bilgileri paylaşıldığını, kaldı ki bu bilgi davacı tarafçada ulaşılabilecek ve teyit edilebilecek olan bir bilgi olduğunu, protokolün imza tarihinde davacıya yanlış ve eksik bir bilginin verilmediğini, müvekkilinin davacı yanıltmaya veya hileye yönelten bir davranışın olmadığını, yekdem maliyet bilgisinin EPİAŞ tarafından ilan edildiğini, davacının bu bilgileri buradan temin edebileceğini, davacının iddiasının aksine müvekkilinin hem sözleşmeden önce hemde sonrasında davacıyı bilgilendirdiğini, davacının basiretli bir tacir gibi davranmadığını, davacının ek protokolünü imzalanması sırasında hataya veya hileye düşürüldüğüne ilişkin herhangi bir delilinin bulunmadığını, müvekkilden talep edilen tüm bilgilerin davacıya verildiğini, aktif veya pasif aldatma kastı içerisinde müvekkilinin bulunmadığını, davacının basiretli bir iş adamı gibi davranmak hükümlülüğünü yerine getirmediğini, ekonomik dalgalanmaları önceden ön görülmesi ve buna göre hareket etmesi gerektiğini yekdem sisteminin fiyat mekanizmasının davacı tarafından bilinmemesinin mümkün olmadığını, imzalanan protokolde bu hususun ayrıntılı olarak açıklandığını, somut olayda yanılmadan söz edilemeyeceğini , yanılmanın esaslı olduğunu davacı tarafça ispat edilmesi gerektiğini, eğer davacı yanılmış ise yanılmasının kendi kusurundan kaynaklandığını, davacının taraflar arasında imzalanmış ve uygulanmış olan ek protokolün hükümsüzlüğünü protokol sona erdikten sonra ileri süremesi MK ‘nun 2. Maddesine aykırılık teşkil ettiğini, ek protokolün hükümsüzlüğüne karar verilmesi halinde ek protokolde kararlaştırılmış olan indirim oranınında söz konusu olacağını , tüm bu nedenlerle öncelikle davanın hukuki yarar yokluğu nedeniyle usulden reddine, aksi takdirde haksız ve dayanaksız davanın esastan reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacıya yüklenmesine karar verilmesini savunmuştur.
Bakırköy … Asliye Ticaret Mahkemesi’nin …. esas sayılı dosyası Mahkememiz dosyası ile birleştirilmiştir.
BİRLEŞEN DAVADA;
İDDİA:
Davacı vekili Bakırköy Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesi’ne vermiş olduğu 11/09/2018 harçlandırma tarihli dava dilekçesinde; Davalı ile imzalanan sözleşme uyarınca davalının elektrik enerjisi ihtiyacının müvekkili tarafından karşılandığını, bu sözleşme ve ek protokoller kapsamında sözleşme dönemi içerisinde oluşan yekdem maliyetinin davalıya yansıtılması amacıyla takibe konu faturanın düzenlendiğini, bu faturanın davalıya tebliğ edilmesi üzerine faturanın davalı tarafından iade edildiğini, fatura bedelinin ödenmemesi üzerine davalı hakkında icra takibine girişildiğini davalının borca itiraz ettiğini, davalının itirazının haksız olduğundan bahisle davalının itirazının iptali ile takibin devamına ve alacağın %20 sinden aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesi ile yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
BİRLEŞEN DAVADA;
SAVUNMA:
Davalı vekili 18/10/2018 tarihli cevap dilekçesinde özetle;
Davacı ile yapılan ek protokolün imzalanması sürecinde müvekkilinin yekdem maliyetleri konusunda aldatıldığını, icra takibine konu faturanın da yekdem maliyetine ilişkin olup aldatma nedeniyle geçersiz olduğunu, müvekkilinin faturaya esas sözleşmeye imzalarken kendisinden kasıtlı olarak bilgi saklandığını ve iradesinin sakatlandığını, bu nedenle sözleşme ile bağlı olmadığını, sözleşmenin hata ve hile sonucu imzalandığını, bu nedenlerle davanın reddi ile yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER VE GEREKÇE:
ASIL DAVADA;
Dava,aldatılmaya dayalı menfi tespit istemine ilişkindir.
BİRLEŞEN DAVADA;
Dava,davacının,faturaya dayalı bakiye cari hesap alacağının tahsili için davalı aleyhine giriştiği icra takibine vâki itirazın İİK’nun 67.maddesi gereğince iptali ile takibin devamına ve icra inkâr tazminatı istemine ilişkindir.
Bakırköy ….’nci İcra Müdürlüğü’nün …. esas sayılı takip dosyası incelendiğinde; davacı şirketin davalı aleyhine ¨564.738,609 asıl alacak ,¨140.624,55 gecikme faizi ile ¨25.312,42 KDV olmak üzere toplam ¨730.675,57 alacağın faizi ile birlikte birlikte tahsili için faturaya dayalı olarak ilamsız icra takibine geçildiği, borçluya ödeme emrinin tebliği üzerine borçlu vekilinin süresinde, borca itiraz ettiğini belirterek takibin durmasına sebebiyet verdiği,İcra Müdürlüğü’nce takibin durdurulmasına karar verildiği,bu kararın alacaklıya tebliğ edilmediği,birleşen davanın yasal bir yıllık süre içerisinde açıldığı anlaşılmıştır.
Tarafların aktif ve pasif dava ehliyetleri denetlenip uyuşmazlık konuları re’sen belirlenerek taraflarca gösterilen deliller toplanmış ve konunun incelenmesinde uzmanlık gerektiren yönler olduğundan bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle dava sonuçlandırılmıştır.
Taraflar tacir olup delil olarak ticari defterlere dayanıldığından TTK’nun 83 ilâ 85 ve HMK’nun 222 nci maddeleri uyarınca tarafların ticari defter ve belgeleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.
Bilirkişiler …. , ….. ve …. tarafından düzenlenen 18/06/2018 tarihli bilirkişi raporunda özetle;
Davacının abonelik döneminde adına tahakkuk ettirilen 2015/05 – 2016/05 dönemleri arasında her ay için müşterinin (davacının) megawattsaat bazında aylık tüketimi x davacı şirketin tüketmiş olduğu elektriğin YEK maliyet bedeli çarpımı sonucu elde edilen elektrik satışından kaynaklanan piyasa maliyet bedeli olduğunu, taraflar arasında imza edilen 21/05/2015 tarihli sözleşme ek protokol gereği, piyasa Mali Uzlaştırma Merkezi tarafından aylık olarak yayınlanan uzlaştırma sonuçlarında belirtilen Yekdem tutarının sözleşme dönemi ortalamasının ¨ 4 /MWh ‘ten büyük olması durumunda, üzerinde kalan bedelin Sözleşme dönemi sonunda ek tahakkuk olarak yansıtılacağının kararlaştırılmış olduğunu, davacı şirketin aylık tüketimleri ve MWh bazında aylık Yekdem Maliyetleri doğrultusunda davalı tedarikçi şirketçe davacı şirkete tahakkuk ettirilen Elektrik Satışından Kaynaklanan Piyasa Maliyeti faturasının hesaplanmasında herhangi bir hata bulunmadığını, Yönetmelik ve EPDK nın 4033 sayılı kurul kararı doğrultusunda menfi tespit talep edilen faturanın mevzuata uygun olduğunu, sözleşme dönemi Yekdem ortalaması olan (¨16,61402 / MWh) değerden, ek protokol ile kararlaştırılan ¨4/ MWh maliyet bedelinin düşülmesinin davacı lehine bir uygulama olduğu, Şayet_davacının ek protokol tarihi (2015/05) ile sözleşmenin fesh edildiği dönem (2016/05) arasındaki YEK maliyet bedelleri doğrultusunda her bir ay dönemine ait YEK maliyeti hesap edilirse davacının daha yüksek bedelden sorumlu tutulması gerekeceği sonucuna ulaşıldığını, bu nedenle davalı tedarikçi şirket vekilinin “Davacının YEKDEM maliyetine ilişkin ödeme yükümlülüğü doğrultusunda indirim oranı (aktif tüketimdeki) belirlenmektedir” şeklindeki iddiasında haklı olduğunu, elektrik satışından kaynaklanan Yekdem piyasa maliyeti içerikli dava konusu fatura tutarının davalı tedarikçi şirket üzerinde kalmayacağını, EPİAŞ’ a aktarılmakta olduğunu, menfi tespit gerektirecek tahakkuk bulunmadığını bildirlerdir.
Bilirkişiler … , …. ve ….. tarafından düzenlenen 22/03/2019 tarihli bilirkişi ek raporunda özetle;
Kök raporlarına yapılan itirazların değerlendirildiğini ancak kanaatlerinin aynen devam ettiğini bildirmişlerdir.
Yukarıdaki açıklamalar ve belirlemeler karşısında asıl ve birleşen davanın ayrı ayrı değerlendirilmesinin yapılması gerekmektedir.
Asıl dava değerlendirildiğinde;
Davacı vekili,davacı ile davalı arasında imzalanan ek protokol öncesinde,davalının,davacıya yanlış bilgi vererek aldatıldığını,bu nedenle imzalanan protokolün geçersiz olduğundan bahisle davalıya borçlu olmadığının tespitini talep etmiştir.
Konunun aydınlatılması için öncelikle iradeyi sakatlayan nedenler ve bu bağlamda esaslı hata kavramı üzerine durulmasında yarar bulunmaktadır.
Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir. Bu tanım geniş anlamda irade bozukluğunu ifade etmektedir. Aslında dar ve teknik anlamda irade bozukluğu yalnız işlem iradesinin oluşumu safhasında ortaya çıkan bozukluklarla ilgilidir. Oysa geniş anlamda irade bozukluğunun içine irade beyanındaki bozukluklar da girmektedir. Doktrin ve uygulamada irade bozukluğu kavramı geniş anlamda kullanılmaktadır.
Geniş anlamda irade bozukluğu birbirinden ayrı iki olguyu içine almaktadır. Bunlardan birincisi teknik ve gerçek anlamdaki irade bozukluğudur. Bu tür irade bozukluğunda işlem iradesi daha oluşum safhasında sakatlanmaktadır. Başka bir değişle burada taraflardan birini belirli bir sözleşme yapmaya sevkeden iradenin kendisi sakat ve bozuk bir şekilde oluşmaktadır. Söz konusu bozukluk işlem iradesinin oluşumunda olabileceği gibi, beyan iradesinin oluşumunda da olabilir. İradenin oluşumundaki bozukluk genel olarak saik yanılması, aldatma, korkutma gibi hâllerde görülür. Bu tür bozuklukta iradesi sakatlanan kişinin beyanı, iradesine uygundur. İrade ile beyan arasında bir uygunsuzluk söz konusu değildir.
İrade bozukluğunun ikinci türü beyandaki sakatlığı ifade eder. Burada sözleşme iradesi tam, doğru ve sağlıklı bir şekilde oluşmuş, yalnız bu, muhataba bildirilirken beyanda bir sakatlık meydana gelmiş ve böylece beyan, iradeden sapmış, sözleşme iradesi ile beyan arasında bir uygunsuzluk ortaya çıkmıştır (Eren, F.:Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 21. Baskı, Ankara 2017, s.391).Beyan bazen, iradeye uygundur; fakat irade oluştuğu sırada sakatlanmıştır. İradeyi etkileyen saikler kural olarak göz önünde tutulmazlar, yani bunlar beyanın geçerliliğine zarar vermezler. TBK’nun 32 nci maddesi, bu hususu şöyle dile getirmiştir: “Saikte yanılma, esaslı yanılma sayılmaz.” Başka bir deyimle, bir kimsenin kararı yönünden önemli bir olayı yanlış telâkki etmesi esaslı yanılma sayılamaz. Fakat karar alınması safhasında ortaya çıkan bazı önemli sakatlıkların, gayrı tabiiliklerin, yasaca göz önünde tutulmaması da doğru olmazdı. Borçlar Kanunu işte iradeyi oluşması sırasında bozan bu nedenlerden bazılarını, yani aldatma (hile), korkutma (ikrar) ve sözleşmenin temelini ilgilendiren saiklerdeki yanılma (hata) yı düzenlemek zorunda kalmıştır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda da iradeyi sakatlayan haller konusunda yasal düzenlemelere gidilmiştir.
İradeyi bozan sebeplerden ilki olan aldatma (hile), TBK’nın 36. maddesinde düzenlenmiştir. Burada taraflardan birisinin, sözleşmeyi yapmak için aldatılması söz konusu olmaktadır. Diğer bir anlatımla sözleşmeyi yapan kişide kasten yanlış bir kanaat uyandırılmaktadır. Yanlış kanaat mevcut ise bu kez bu kanaati koruma veya sürdürme ortaya çıkmaktadır.
Aldatmayı oluşturan yanılma, bir saik yanılması olduğu gibi, sonuçları yönünden de genel yanılmadan, özellikle kusur ve tazminat yönünden ayrılmaktadır. Gerçekten, aldatmada aldatılanın yanılması, kendi kusuruna dayansa bile, sözleşmeyi iptal ettiği taktirde, bundan karşı taraf (aldatan) aleyhine doğan zararı tazmin borcu doğmaz. Aksine aldatanın kusuru, aldatılan lehine tazminat alacağı doğurabilir (Eren, s.413).
Aldatmanın olabilmesi için aldatma fiilinin, aldatma kastının ve sebep sonuç (illiyet bağı) ilişkisinin bulunması gerekir. İspat yükü ise aldatılan tarafa aittir.
İradenin bozulmasını sağlayan diğer bir sebep korkutmadır. Korkutmada taraflardan biri, diğer tarafa bir hukuki işlemi yapmaması hâlinde, kendisinin veya yakınlarından birinin bir kötülüğe uğrayacağını bildirir. Bir kimsenin, diğer tarafı sözleşme yapmaya sevketmek amacıyla bilerek onda korku yaratmasına veya mevcut bir korkudan yararlanmasına korkutma denir (Eren, s.418).Yani, korkutma, bir kimsenin başka bir surette yapmayacak olduğu bir hukuki işlemi, bir kötülüğün başına gelmekte olduğunu göstererek yapmasına neden olan ürkütülmedir (Tunçomağ, s.362).Korkutma, TBK’nın 37. vd maddelerinde düzenlenmiştir. Korkutmanın söz konusu olabilmesi için sözleşmeyi yapan kimseye veya yakınlarına yönelmiş bir tehlikenin bulunması, ağır ve yakın bir zarar tehlikesinin doğmuş olması, korkutma eyleminin hukuka aykırı olması ve korkutma ile sözleşmenin kurulması arasında illiyet bağının bulunması gerekir.
Öte yandan iradenin bozulmasını sağlayan son sebep ise yanılma, diğer bir ifade ile hatadır.Dar anlamda yanılma, bir durum veya olay, kısaca gerçek hakkında bilinçli olmayan yanlış ya da eksik tasavvurdur. Yanılmada, tasavvur edilen şey, gerçeğe uymamaktadır. Geniş anlamda yanılma, bir olay veya durum hakkında bilgisizliği de içerir. Gerçekten, geniş anlamda yanılmada dar anlamda yanılma yanında daimi bilgisizlik de söz konusu olur. Bilgisizlik, bir olay ve durum veya gerçek hakkında bilgi yokluğunu ifade eder. Bilgisizlikle dar anlamda yanılma hukuken bir (eşit) tutulur ve ikisi birlikte geniş anlamda yanılmayı meydana getirir. Bu sebeple, bir olay veya duruma ilişkin düşünce ve tasavvurun doğruluk ve gerçekliği hakkındaki şüphe, yanılmayı ortadan kaldırır. Zira belirli bir durum veya olay hakkındaki şüphe, onun doğru olmadığı ihtimalini de içerir. Aynı şekilde, bilinçli olarak gerçeği bilmeme de yanılma değildir. Çünkü bir olay ve durum veya gerçek hakkında bilinçli olarak bilgi sahibi olmayan, kesin bilgisizliğinin bilincinde olan bir kimsenin yanılmasından söz etmek mümkün değildir. TBK. m. 30 vd.nda hükme bağlanan yanılma kavramından bilgisizliği de içine alan geniş anlamdaki yanılmayı anlamak gerekir (Eren, s.393-394).
Yanılma, her günkü yaşayışımızda kendini gösteren bir tezahürdür. Bizim bir şey hakkındaki düşüncemiz o şeyin gerçek durumuna uygun olmadığı, yani bizim inandığımız, kabul ettiğimiz durum, gerçekte başka türlü olduğu taktirde, yanılma vardır (Tunçomağ, s.335).Bizi burada ilgilendiren yanılma, hukuki işlem meydana getirmek için açıklanmış bir irade beyanının konusunda düşülen yanılmadır. Bu hâlde, bir kimse dikkatsizlikle, gerçek iradesine uymayan bir beyanda bulunmakta ve böylelikle iradesini sakatlamaktadır (Tunçomağ, s.335).
Yanılma günlük hayatta sık rastlanan bir olaydır. Yanılmanın çeşitli türleri vardır. Zaman yönünden yanılma türleri, geçmişteki, hâldeki ve gelecekteki bir olay veya duruma ilişkin yanılma olmak üzere üçe ayrılır. Ayrıca yanılmanın hukuki ve fiili yanılma şeklinde ikiye ayrılması mümkündür. TBK. m. 30 “esaslı yanılma”, “esaslı olmayan yanılma” ayrımını yapmaktadır. Sözü geçen maddeye göre sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, sözleşme ile bağlı olmaz. Buna karşılık esaslı olmayan yanılmada sözleşmenin geçerliliği kesin olup, burada yapılan sözleşmeyi iptal edemez. Esaslı yanılma, Türk Borçlar Kanunu’nda tanımlanmış olmamakla birlikte, TBK. m.31/I, bent 1 – 5’te ve 32’de bunun örnekleri sayılmıştır. Sözü geçen 31/I. maddede 5 bentte sayılan esaslı yanılma hâlleri beyan yanılması iken, 32. maddede düzenlenen esaslı yanılma hâli nitelikli saik yanılması, yani temel yanılmasıdır.
Türk Borçlar Kanununun esas aldığı yanılma hâlleri bir başka açıdan “esaslı yanılma” ile “saik yanılması” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Türk Borçlar Kanunu, hukuki işlemlerde güven ilkesi sebebiyle kural olarak yalnız beyan yanılmasını esaslı yanılma saymıştır. Bununla birlikte Kanun koyucu, hakkaniyet ve adalet duygularını dikkate alarak istisnai hâllerde saik yanılmasını da kabul etmiştir. Gerçekten, Türk Borçlar Kanunu hukuken önem arzeden saik yanılmasını üç hâlde düzenlemiştir. Bunlar; temel yanılması, aldatma ve gabin hâlleridir (Eren, s.394).
Esaslı hata 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda tanımlanmadığı gibi, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda da esaslı hataya yönelik bir tanıma yer verilmemiştir. Ancak Kanunun 24. maddesinde esaslı hatayı belirlemeye yarayacak bazı dayanaklara yer verilmiştir.
Doktrinde yazarlar esaslı hatayı şöyle tarif etmektedirler: “İrade ile beyan arasındaki fark beyan sahibi tarafından bilinseydi, beyanda bulunmayacağı kabul edilebilecek derecede önemli ise yanılma esaslıdır.” (Tunçomağ, s.337).
6098 sayılı TBK’nın “Yanılma hâlleri” genel başlıklı “Açıklamada yanılma” alt başlıklı 31. maddesinde;
“Özellikle aşağıda sayılan yanılma hâlleri esaslıdır:
1. Yanılan, kurulmasını istediği sözleşmeden başka bir sözleşme için iradesini açıklamışsa.
2. Yanılan, istediğinden başka bir konu için iradesini açıklamışsa.
3. Yanılan, sözleşme yapma iradesini, gerçekte sözleşme yapmak istediği kişiden başkasına açıklamışsa.
4. Yanılan, sözleşmeyi yaparken belirli nitelikleri olan bir kişiyi dikkate almasına karşın başka bir kişi için iradesini açıklamışsa.
5. Yanılan, gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde fazla bir edim için veya gerçekte istediğinden önemli ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklamışsa.
Basit hesap yanlışlıkları sözleşmenin geçerliliğini etkilemez; bunların düzeltilmesi ile
yetinilir.”düzenlemesine yer verilmiştir.
Aynı Kanunun “Yanılma hâlleri” genel başlıklı “Saikte yanılma” alt başlıklı 32.
maddesi;
“Saikte yanılma, esaslı yanılma sayılmaz. Yanılanın, yanıldığı saiki sözleşmenin temeli sayması ve bunun da iş ilişkilerinde geçerli dürüstlük kurallarına uygun olması hâlinde yanılma esaslı sayılır. Ancak bu durumun karşı tarafça da bilinebilir olması gerekir.” Hükmünü düzenlemiştir.
Saik yanılması, yanılmanın belirli bir kimseyle belirli içerikte bir sözleşme yapma iradesinin gerçeklere uymayan, yanlış tasavvurlar sonunda sakat oluşmasıdır. Saik yanılması, işlem iradesinin oluşumundaki yanılmadır (Eren, s.394).Saik yanılması, sözleşme içi bir unsura ilişkin olabileceği gibi, sözleşme dışı bir unsurla da ilgili olabilir. Sözleşme içi unsura ilişkin yanlış tasavvur, “nitelik yanılması” olarak adlandırılır (Eren, s.396).
Sözleşme dışı unsurlara ilişkin saik yanılmasında ise, sözleşme yapan kişi, sözleşmeye konu şeyin yanlış olarak belirli bir tarzda kullanılabileceğini zannetmekte, oysa gerçek durum böyle olmamaktadır (Eren, s.396).
TBK. m. 32’ye göre, saik yanılması esaslı yanılma değildir; bu sebeple de sözleşmenin geçerliliğini etkilemez. Karşı taraf, saik yanılmasını bilse bile sonuç değişmez. Bu kuralın üç istisnası vardır. Birinci istisna, TBK. m. 36’ya göre aldatma, ikinci istisna TBK. m. 32’de düzenlenmiş bulunan temel yanılması, üçüncü istisna ise ölüme bağlı tasarruflarda görülür. Gerçekten, saik yanılması ölüme bağlı tasarrufun, özellikle de vasiyetnamenin iptali sonucunu doğurur (Eren, s.397).
Türk Borçlar Kanunu m. 30’a göre, sözleşmelerde yalnız esaslı yanılma önem ifade eder. Buna karşılık esaslı olmayan yanılma, sözleşmenin geçerliliği üzerinde bir etkiye sahip değildir. TBK. m. 32’nin ilk cümlesi saik yanılmasını esaslı yanılma olarak kabul etmemiştir. Ancak, burada söz konusu olan “adi saik yanılması”dır. Buna karşılık, aynı maddede temel yanılması denilen nitelikli saik yanılması, esaslı yanılma sayılmıştır. TBK. m. 31/I’da 5 bent hâlinde esaslı yanılma teşkil eden hâller sayılmıştır. Ancak, bu sayma sınırlayıcı nitelikte olmayıp, sadece örnek niteliğindedir. Bu nedenle bunlara benzer durumlar da esaslı beyan yanılması olarak kabul edilebilir. TBK. m. 32’de ise, beyan yanılması değil, nitelikli saik yanılması, yani temel yanılması, bir esaslı yanılma hâli olarak düzenlenmiştir.
Yanılmadaki esaslılık unsuru, bir görüşe göre sübjektif olarak değerlendirilmelidir. Buna göre beyan sahibinin, beyanının anlamını doğru olarak anlaması hâlinde, böyle bir beyanda bulunamayacağı kabul edildiği taktirde irade ile beyan arasındaki uygunsuzluk esastır. Buna karşılık objektif görüşe göre esaslılık unsuru, sübjektif değil, objektif ölçülere göre yorumlanmalıdır. Esaslılık unsuru iş çevrelerindeki hâkim ve geçerli görüşe, makûl değerlendirmelere göre tespit edilmelidir (Eren, s.399).
Genel olarak, bir kimse genellikle dikkatsizlik sonucu gerçek iradesine uymayan bir beyanda bulunur. Fakat yanılarak beyanda bulunan kimsenin yasa tarafından korunması için, yanılmanın mazur görülebilir mahiyette olması gerekmez. Gerekli olan, yanılmanın esaslı olmasıdır. Şu hâlde, esaslı yanılma, yanılmanın mahiyetiyle değil, fakat yasa tarafından kendisine bir iptal (bozma) hükmü bağlanması ile ilgilidir (Tunçomağ, s.336).
Esaslı yanılma ister beyan yanılması, ister temel yanılması şeklinde nitelikli saik yanılması olsun, sözleşmenin iptalini isteme hakkı verir. Türk Borçlar Kanunu’nda esaslı yanılmanın unsur ve kriterlerini hükme bağlayan norm, TBK. m. 32’dir. Burada düzenlenen unsur ve ölçüleri içeren her yanılma, ister beyan yanılması, ister saik (temel) yanılması olsun esaslı yanılmadır. Kanun koyucunun TBK m. 31’de beyan yanılmalarını düzenlemiş olmasının sebebi, bunların günlük hayatta ve uygulamada kendilerine en sık rastlanan yanılma hâlleri olmasıdır. Burada ayrıca belirtelim ki, her beyan yanılması mutlaka esaslı yanılma değildir. TBK. m. 31/I’in 1-5 bentlerindeki unsur ve ölçüleri içermeyen beyan yanılmaları, ilke olarak esaslı yanılma sayılmaz. Bunlar dışındaki bir beyan yanılmasının esaslı yanılma sayılması için, bunun TBK. m. 32’deki unsur ve ölçüleri taşıması gerekir. Durum, TBK. m. 32’nin birinci cümlesi dışındaki ölçü ve unsurları taşıdığı zaman esaslı yanılma, başka bir değişle temel yanılması olur. Şu hâlde, beyan yanılmaları ilke olarak; saik yanılmaları ise istisnai olarak esaslı yanılmadır. Sonuç olarak, objektif ve sübjektif yönden esaslılık unsurlarını taşıyan ve TBK. m. 31/I, 1-5 ile bunlar dışında kalan beyan yanılmaları ve TBK. m. 32’ye göre nitelikli saik yanılmaları esaslı yanılmadır (Eren, s.399).
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) esaslı yanılma hâlleri ayrı ayrı belirtilmiştir.
Bunlardan ilki sözleşmenin niteliğinde yanılmadır.Burada yanılan taraf işlem iradesine uygun bir sözleşme yapmak istemekte, ancak yanlışlıkla kurulmasını istediği sözleşmeden başka bir sözleşme için iradesini açıklamaktadır (TBK. m.31/I-bent 1). Böylece görünüşte kurulan sözleşme türü ile kurulmak istenilen sözleşme türü, hukuki nitelik ve içeriği itibariyle birbirinden farklıdır. Sözleşmenin tipinde bir yanılma vardır.Sözleşme yapma iradesine sahip olmayan, bu sebeple de herhangi bir sözleşme yapmak istemeyen bir kimsenin, yanlışlıkla istemeden beyanda bulunması hali de buraya girer (Eren, s.400).
Esaslı yanılma hâllerinden ikincisi sözleşmenin konusunda yanılmadır.Yanılan, gerçekte istediğinden başka bir konu için iradesini beyan etmişse, konuda yanılma söz konusu olur. Burada geçen konu sözcüğü geniş yorumlanmalı ve bundan “sözleşmenin konusunu oluşturan şey” anlaşılmalıdır (Eren, s.400).
Kişi, sözleşmenin konusuyla ilgili sahip olduğu iradeden, farklı bir konuya ilişkin beyanda bulunmuştur (Kılıçoğlu, A.M.:Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Genişletilmiş 5. Bası, Ankara 2005, s.127).
Sözleşmenin niteliğinde ya da konusunda hata bazen yazılı bir sözleşmenin okunmadan ya da anlaşılmadan imza edilmesi nedeniyle gündeme gelebilir. Güven teorisine göre bu durumda da sözleşme kurulmuş ve geçerlidir. Ancak hataya düştüğünü iddia eden kişinin, beyanının içeriğinden bilgi sahibi olmadığını bile bile sözleşmeyi imza etmiş olması durumu hariç, yazılı metni okumadan ya da anlamadan imza etmesinin prensip olarak beyan hatası sayılabileceği kabul edilmektedir.
Aynı durum genel işlem şartları içeren sözleşmeler için de söz konusu olabilir. Özellikle anlaşılmamış ya da şaşırtıcı hükümler içeren Genel İşlem Şartları içeren sözleşmelerin okunmadan ya da anlaşılmadan imza edilmesi hâlinde de hata nedeniyle iptal söz konusu olabilmektedir (Kılıçoğlu, s.127).
TBK. m. 31/I bent 5’e göre yanılan, yapmak istediği sözleşmede gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde çok veya gerçekte istediğinden önemli ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklamış ise, bu hâlde de esaslı beyan yanılması söz konusu olur. Miktarda yanılmanın gerçekleşmesi için gerçekte istenen miktarla sözleşmede fiilen kararlaştırılan miktarın önemli ölçüde birbirinden farklı olması gerekir. Buna karşılık borçlanılan edim veya karşı edimin değeri üzerindeki yanılma, miktarlar istenilene uymaktaysa, buraya girmez.
Değer yanılması, ilke olarak saik yanılmasıdır (Eren, s.401).Basit hesap yanılmasını miktarda yanılmadan ayırmak lâzımdır. Basit hesap yanılması, toplama, bölme veya çıkarma işlemlerindeki yanılmalardır. TBK. m. 31/II’ye göre sözleşmenin geçerliliğini etkilemez; bunların düzeltilmesi ile yetinilir (Eren, s.401-402).
Aynı şekilde BK’nın 24. maddesinde eşyada, kişide ve miktarda yanılmaya yönelik düzenlemeler bulunmaktadır. Bir kimsenin kişide yanılmasının esaslı yanılma sayılabilmesi için yapılacak olan hukuki işlemin o kişi göz önüne alınarak yapılması gerekir.
Öte yandan borçlu edimi şahsen yerine getirmekle yükümlü olduğu hukuki bir ilişkide borçlunun ödeme gücü esaslı bir âmil olduğu taktirde de, esaslı yanılma söz konusu olur.
Buna karşılık, kişinin niteliklerindeki yanılma, BK. 24 bent 4’deki temel yanılması içinde yer alır (Tunçomağ, s.339).
Esaslı yanılmanın son hâlini ise temel yanılması (nitelikli saik yanılması) oluşturur.
Temel yanılmasında, bir olay veya durum hakkında sübjektif ve objektif yönden mevcut yanlış bir tasavvur (düşünce) söz konusu olduğundan, bu olay veya durum, ilke olarak sözleşmenin (beyanın) içeriğine dâhil değildir. Ancak bu olay veya durum sözleşmenin içeriğine de dâhil olabilir.
Temel yanılmasında, işlem iradesi ile beyan arasında bir uygunsuzluk yoktur. Beyan, iradeye uygundur. Fakat irade oluşum safhasında sakatlanmıştır. Esasen bu yüzdendir ki temel yanılması herşeyden önce bir saik yanılması olarak kabul edilmektedir. Temel yanılmasının esaslı yanılma olarak kabul edilmesinin sebebi, hakkaniyet fikridir. Bu yanılma, basit saik yanılması sayılsaydı, yanılan sözleşmeyi iptal edemeyecekti. Kanun koyucu bu durumun yaratacağı ağır sonuçları yanılan yararına yumuşatmak amacıyla bu yolu seçmiştir (Eren, s.402).
Temel yanılmasının söz konusu olabilmesi için öncelikle saik yanılmasının bulunması gerekir. Buna göre, taraflardan birisi işlem iradesinin dayandığı belirli bir olay hakkındaki tasavvuru ile gerçek durum arasında bir uyumsuzluğun bulunması, işlem iradesinin gerçek hakkındaki yanlış bir tasavvur sonucu bozuk şekilde oluşması gerekmektedir. Yine sübjektif unsur da temel yanılmasının diğer bir unsurudur. Burada, yanılanın yanıldığı hususları bilmiş olsa idi sözleşmeyi hiç yapmayacak olması ya da bu şekilde yapmayacak olması durumu söz konusudur.
Sübjektif unsurda yanılan, sözleşmenin temel unsuru olarak saydığı olay ve durumlar hakkında yanlış bir farz ve kabule, hatalı bir tasavvura sahiptir. Bu nedenle, yanlış kabul ve tasavvur, yanılan için o kadar önemli olmuştur ki, onu söz konusu sözleşmeyi yapmaya sevketmiştir (Eren, s.404).
Temel yanılmasının diğer bir unsuru objektif unsurdur. Belirli bir durum veya olay hakkındaki yanlış tasavvur, yani saik yanılması sadece yanılan taraf yönünden değil, aynı zamanda iş ilişkilerinde geçerli dürüstlük kurallarına göre, makul ve doğru düşünen kişiler yönünden de sözleşmenin temeli sayılmalıdır. Böylece, iş ilişkilerindeki dürüstlük kuralı, yanılan tarafın bir olayı sözleşmenin temeli olarak kabulünü haklı gösteriyorsa, temel yanılmasının objektif unsuru da gerçekleşmiş olur (Eren, s.404).
Temel yanılmasının son unsuru olan bilinebilirlikte ise; karşı taraf, yanılanın yanıldığı saiki sözleşmenin temeli saydığını biliyor veya dürüstlük kuralına göre gerekli dikkat ve özeni göstermiş olsa idi bilebilecek durumda bulunuyor ise artık bu unsur varlığı söz konusu olur.
TBK’nın 32. maddesinin 1. fıkrasında da esaslı sayılan saik yanılması hükme bağlanmıştır. İlgili bu maddeye göre bir kimsenin beyan ettiği şeyi gerçekten istemesi, ancak kendisini bu beyanı yapmaya yönelten durum hakkında yanılması hâlinde saik yanılmasından söz edilir. Bu durumda yapılan işlem sakatlanmaz.
Şu hâlde, saikte yanılmanın esaslı olması için, sübjektif yönden beyan sahibinin, belli bir durumu beyanının zorunlu unsuru olarak kabul etmesi ve aynı durumun objektif yönden de (ticari doğruluk kurallarına göre de) hukuki muamelenin zorunlu bir unsuru olarak görünmesi gerekir. Sonuncu noktanın gerçekleşmesi için, saik yanılmasındaki önemin karşı tarafça bilinmesi veya bilinmesinin gerekmesi de şarttır (Tunçomağ, s.343).
Beyan yanılmalarında ise, yanılmanın karşı tarafça bilinmesi veya bilinebilir olması gerekmez. Tam tersine, beyan yanılması karşı tarafça biliniyor veya dürüstlük kuralına göre bilinebilecek durumda bulunuyorsa, yanılmadan söz edilemez. Zira karşı tarafın, yanılanın yanılmasını bilmesi veya bilebilecek durumda olması hâlinde sözleşme, güven teorisine göre kurulur ve artık yanılma sebebiyle iptal edilemez.Temel yanılmasının oluşması için yanılanın kusurlu olup olmaması önem taşımaz. Kusur, temel yanılmasını önleyen bir unsur değildir (Eren, s.406).
TBK. m. 34’te, TMK m. 2’de düzenlenmiş olan dürüstlük kuralı, dolayısıyla hakkın kötüye kullanılması yasağı, özel bir uygulama alanı bulmuştur. Buna göre yanılan taraf, yanıldığını dürüstlük kurallarına aykırı olarak ileri süremez. Bu nedenle karşı taraf, yanılanın yanıldığını bilmiyor veya yanılma sebebiyle sözleşmenin iptali hâlinde, muhatabın uğrayacağı zarar, yanılanın uğrayacağı zarardan daha fazla bulunuyor ya da yanılmaya rağmen sözleşmenin ifası, yanılan tarafı zarara sokmayacak ise, yanılmayı öne sürerek sözleşmenin iptalini istemek dürüstlük kuralına aykırı düşer. Bu durumda hakkın kötüye kullanılması söz konusu olur (Eren, s.409).
Gerçekten adı geçen maddeye göre, yanılan bu yanılmasına, dürüstlük kuralına aykırı bir surette dayanamaz. Örneğin, yanılan o şeydeki çıkarı çok az olduğu hâlde, sırf karşı yanı rahatsız etmek için yanılmayı ileri süremez. Sonra yanılanın yaptığı yanlışlığın kendi yararına olması hâlinde de hüküm aynıdır (Tunçomağ, s.347).
İradeyi sakatlayan nedenler ve bu kapsamda esaslı hataya ilişkin açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde;davacı vekili,müvekkilinin,davalı şirket ile yaptığı ek protokolün imzalanmasından önce YEKDEM maliyetleri davalı tarafından bilinmesine karşın bunun kendilerine bildirilmediğini ve eski tarihli YEKDEM maliyetlerinin kendilerine bildirildiğini, davalı tarafından yapılan aldatma sonucu ek protokolün yanılma sonucu imzalandığından bahisle davalıya borçlu olunmadığının tespiti istemi ile huzurdaki davayı açmış ise de; davacının dayandığı e-mail incelendiğinde davalı tarafından 2014 yılı YEKDEM maliyetlerinin bildirildiği,bunun dışında davalının,davacıyı kasten aldattığına ilişkin herhangi bir delilin bulunmadığı,davacının kamuya açık EPİAŞ’a ait internet sitesinden aylık YEKDEM maliyetlerine her zaman ulaşma imkânının bulunduğu,sözleşme yapılırken davalının güncel YEKDEM maliyetlerini davacıya bildirme yükümlülüğünün bulunmadığı, aldatma fiilinin bulunmadığı, ek protokole imza atarken davacının bunu araştırarak yıllık YEKDEM maliyetlerinin sözleşme döneminde yıllık 4’ü aşıp aşmayacağının basiretli bir tacir olarak araştırması gerekli olup davacının saikte yanılması TBK. m. 32’de düzenlenmiş bulunan temel yanılması(esaslı hata) olmadığı,bu nedenle davacının sözleşme ile bağlı olduğu,sözleşme ve protokol hükümleri uyarınca sözleşme döneminde oluşan ek YEKDEM maliyetlerine katlanmak zorunda olması nedeniyle asıl davanın reddine karar verilmesi gerekmiştir.
Birleşen dava değerlendirildiğinde;
Dava itirazın iptali davasıdır.Bilindiği üzere, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 67.maddesi uyarınca itirazın iptali davası; alacaklının, icra takibine karşı borçlunun yaptığı itirazın iptali ile İİK’nun 66.maddesine göre itiraz üzerine duran takibin devamını sağlayan bir eda davası olup, itirazın tebliğinden itibaren bir yıllık süre içinde açılan davada borçlunun itirazında haksızlığının belirlenmesi ve alacağın likit olması halinde, istem varsa borçlu aleyhine icra inkar tazminatına da hükmedilebilir.(Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku, 2006, s.219,223) Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki bir ticari ilişki ve bu ilişkiden kaynaklı alacağının olduğunu iddia eden taraf bunu usulü dairesinde ispat etmesi gerekir. İspatın konusu , ispat yükünün kimde olduğu ve ispat vasıtalarının neler olduğu 6100 sayılı HMK.nun 187 ,190 ve 200’ncü maddelerinde açıkça belirtilmiştir.
İspatın konusu HMK.nun 187’nci maddede “İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir. Herkesçe bilinen vakıalarla, ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli sayılmaz.” Şeklinde belirtilirken, ispat yükünün kimde olduğu ise HMK.nun 190’ncı maddesinde “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.”düzenlemesi ortaya konmuştur.
İspat vasıtaları ise HMK.nun 200’ncü maddesinde “Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir.Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz. Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir.”düzenlemesi ile ispatın nasıl yapılacağı gösterilmiştir.
Akdi ilişki taraflar arasında düzenlenen bir sözleşme ile , faturaya konu malların teslim edildiğine dair bir irsaliye , teslim fişi ve teslim alındığına dair yazılı bir belge ile ispat edilebilir.Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/07/2011 tarihli kararında “Hemen belirtmelidir ki, satılanın tesliminin “hukuki işlem” niteliğinde olup, buna ilişkin savunmanın hangi delillerle kanıtlanabileceğinin belirlenmesinde, hukuki işlemlerin varlığının kanıtlanmasına ilişkin genel usul hukuku kurallarının (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 288 ve devamındaki hükümler) göz önünde tutulması gerekir.Bunun sonucu olarak ta; herhangi bir hukuki işlem gibi, teslim de anılan hükümdeki senetle (yazılı delille) ispat kuralı çerçevesinde, ilişkin bulunduğu malın miktar ve değerine göre belirlenmelidir. (Kuru Baki, Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 1990 5.basım,C:2,S:1534, S:1603, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 06/11/2002 gün 2002/13-875 E., 2002/885 K. sayılı ilamı da bu yöndedir.).
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na göre “faturanın onu teslim alan muhatabı borç altına sokabilmesi için her şeyden evvel borç doğurucu bir hukuki ilişkinin mevcudiyeti ve faturanın da bu ilişki nedeniyle düzenlenmiş olması gerekir. Borç münasebeti olmaksızın düzenlenen ve muhatabı tarafından her nasılsa teslim alınan faturaya 8 gün içinde itiraz edilmemiş olmasının onu borç altına sokacağı şeklinde görüş hem mantıki hem de hukuki dayanaktan yoksun olur. O halde öncelikle taraflar arasında böyle bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının göz önünde tutulması zorunludur.”Akdi ilişki ispat edilemediği sürece davacının davalı adına fatura düzenlemesi ve ticari defterlerine göre bu faturalar nedeniyle alacaklı gözükmesinin davalıyı bağlayıcı bir yanı yoktur. “
Örneğin faturalara dayalı olarak karşı taraftan alacaklı olduğunu iddia eden taraf faturadaki mal ve hizmetin karşı tarafa teslim edildiğini belge ile ispat etmelidir.Tek taraflı düzenlenen faturalar hiçbir zaman bir akdi ilişkiyi ispat vasıtası olmayıp , akdi ilişkinin ifası aşamasında düzenlenen bir belgedir.Bu nedenle faturanın geçerli olabilmesi için teslime veya hizmetin verildiğine dair belge sunulamaması durumunda faturaların karşı tarafın defterlerinde de kayıtlı olması gerekir.
Tüm bu belirlemeler ışığında somut olaya döndüğümüzde;Davacı ile davalı arasında, elektrik alım-satımına dayalı bir ticari ilişkinin olduğu,bu ilişkinin detaylarının sözleşme ve ek protokol ile yazılı olarak belirlendiği,taraflar arasında imzalanan ek protokole göre sözleşme dönemi sonunda YEKDEM maliyet ortalamasının 4 TL/Mvh’ten büyük olması halinde üzerinde kalan bedelin dönem sonunda ek tahakkuk olarak yansıtılmasında sözleşme ve ek protokol hükümlerine aykırılık bulunmadığı,davacının bu doğrultuda hazırladığı faturanın sözleşme,ek protokol ve enerji mevzuatına uygun olduğu,davalının aldatılma veya yanıltılmasının yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere somut olayda gerçekleşmediği anlaşıldığından davanın kabulüne,davalının itirazının iptali ile takibin devamına karar vermek gerekmiştir.
İİK.nun 67. maddesi uyarınca açılan itirazın iptali davası olup, icra takibi cari hesaptan kaynaklanan alacağın tahsiline yönelik olduğu,bu durumda açılan itirazın iptali davasında hüküm altına alınan alacak bilinebilir, bir başka deyişle likit olduğundan hükmedilen miktarın % 20’si oranında İİK.nun 67. maddesi uyarınca davacı yararına tazminata hükmedilmesi gerektiği sonucuna varılarak aşağıdaki gibi hüküm fıkrası oluşturulmuştur.
HÜKÜM/Yukarıda açıklanan nedenlerle;
ASIL DAVADA;
ASIL DAVADA;
1-Davanın REDDİNE,
2-Alınması gerekli ¨54,40 karar ve ilam harcının peşin alınan ¨9.644,33 harçtan mahsubu ile fazla alınan ¨9.589,93 harcının karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya İADESİNE,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderinin kendi üzerinde BIRAKILMASINA,
5-Davalı tarafından yapılan 3 tebligat gideri ¨37,00 yargılama giderinin davacıdan tahsili ile davalıya VERİLMESİNE,
6-Davalı kendisini bir vekil ile temsil ettirdiği anlaşıldığından karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre reddedilen miktar üzerinden hesap edilen ¨45.286,93 ücreti vekaletin davacıdan tahsili ile davalıya VERİLMESİNE,
7-Kararın kesinleşmesine kadar yapılan yargılama giderlerinin davacı tarafça peşin olarak yatırılan ¨588,00 yargılama gider avansından mahsubu ile bakiye kısmın karar kesinleştiğinde davacıya İADESİNE,
8-Davalı tarafından yatırılan gider avansından kullanılmayan kısmın karar kesinleştiğinde davalıya İADESİNE,
BİRLEŞEN DAVADA;
1- Davanın KABULÜ ile; davalının Bakırköy … İcra Müdürlüğü’nün …. esas sayılı takip dosyasında yapmış olduğu itirazın ¨564.738,60 asıl alacak ve ¨140.624,55 işlemiş faiz ile ¨25.312,42 KDV olmak üzere toplam ¨730.675,57 yönünden İPTALİ ile takip talebindeki şartlara göre TAKİBİN DEVAMINA,
2-Asıl alacağın % 20’si üzerinden hesap edilen ¨112.947,72 icra inkâr tazminatının davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE,
3-Alınması gerekli ¨ 49.912,45 karar ve ilam harcından peşin alınan ¨8.824,74 harcın mahsubu ile bakiye ¨41.087,71 harcın davalıdan alınarak hazineye İRAT KAYDINA,
4-Davacı tarafından ödenen ¨35,90 başvurma Harcı ile ¨8.824,74 Peşin Harcın davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE,
5-Davacı tarafından yapılan 1 adet pembe dosya ücreti ¨1,00 ile bir bilirkişi inceleme ücreti ¨2.100,00 olmak üzere toplam ¨2.101,00 yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE,
6-Davacının kendisini bir vekil ile temsil ettirdiği anlaşıldığından karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre hesap edilen ¨53.583,78 ücreti vekaletin davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE,
7-Kararın kesinleşmesine kadar yapılan yargılama giderlerinin davacı tarafça peşin olarak yatırılan ¨195,00 yargılama gider avansından mahsubu ile bakiye kısmın karar kesinleştiğinde davacıya İADESİNE,
5235 sayılı Kanunun geçici 2’nci maddesine göre ,Bölge Adliye Mahkemeleri’nin kurulmasına ve 20 Temmuz 2016 tarihinde göreve başlamalarına dair kararların 07/11/2015 tarih ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği anlaşılmakla;6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 341 ilâ 360’ncı madde hükümleri uyarınca,mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye verilecek dilekçe ile kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde veya istinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf,başvuru hakkı bulunmasa veya başvuru süresini geçirmiş olsa bile, mahkememize veya aynı sıfattaki başka bir mahkemeye vereceği cevap dilekçesi ile iki hafta içerisinde İSTİNAF yolu açık olmak üzere asıl davada davacı birleşen davada davalı vekili ile asıl davada davalı birleşen davada davacı vekilinin yüzlerine karşı oybirliği ile verilen karar açıkça okunup,usulen anlatıldı.
06/02/2020

Başkan ….
☪e-imzalıdır.☪
Üye ….
☪e-imzalıdır.☪
Üye ….
☪e-imzalıdır.☪
Kâtip ….
☪e-imzalıdır.☪

“İŞ BU EVRAK 5070 SAYILI ELEKTRONİK İMZA KANUNUNUN 5. MADDE UYARINCA GÜVENLİ ELEKTRONİK İMZA İLE İMZALANMIŞ OLUP, 22. MADDE UYARINCA DA ISLAK İMZA İLE İMZALANMAYACAKTIR.”