Emsal Mahkeme Kararı Bakırköy 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2021/518 E. 2022/106 K. 22.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. BAKIRKÖY 2. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2021/518 Esas
KARAR NO : 2022/106

DAVA : Marka Hükümsüzlüğü, Unvan Terkini
DAVA TARİHİ : 13/07/2021
KARAR TARİHİ : 22/06/2022
KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 21/07/2022

Mahkememizde görülmekte bulunan Marka Hükümsüzlüğü davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA : Davacı vekili dava dilekçesi ile, Almanya’da mukim müvekkilinin, teknik muayene, kontroller ve yönetim sistem belgelendirmesi için yetkilendirilmiş 150 yılı aşkın bir geçmişe sahip dünyanın en önemli denetim ve kontrol kuruluşlarından biri olduğunu, müvekkilinin … markasını ve türevlerini dünya çapında bilinen, tanınmış markalar haline getirdiğini, … markasının tüketicilerin gözünde bir güven simgesi olduğunu, bir markanın tescil edildiği ülkelerin sayısı ve bunların coğrafi kapsamı, marka tanınmışlığının en önemli kriterlerinden biri olduğunu, tarihçesi 1866 yılına uzanan müvekkilinin, … ibaresini dünya çapında 100’den fazla ülkede marka tescilleri ile koruma altına da aldığını, … markasının ise, ilk defa dünya çapındaki … ŞİRKETLERİ’nin ortak kuruluşu olan …adına 1990 yılında Almanya’da 41, 42 ve 44.sınıflarda başvuruya konu edildiğini, 1991 yılında … numarasıyla tescil edilmiş olduğunu, halen koruma altında olduğunu, müvekkilinin %33 hisse sahibi olduğu … ŞİRKETLERİ, Türkiye’de periyodik araç muayenesinde yetkili ve görevli tek kuruluş olarak uluslararası standartlarda gerçekleştirdiği periyodik araç muayenesi hizmeti ile trafik ve araç güvenliğine katkı sağlamayı hedefleyen, konusunda uzman kuruluşlar olduğunu, … esas unsurlu markaların bir türevi olan … … markasının “….” şeklinde değişik renklerle kullanılmakta olup, ortalama tüketicinin zihninde bu kullanımı ile yer edindiğini, davalı …’nun diğer davalı … A.ş.’yi 10/06/2015 tarihinde tek ortak olarak kurduğunu, dava dışı …’ın, … Şirketi’nin halihazırdaki tek ortağı ve aynı zamanda bu şirketin davalılardan … ile birlikte müdürü olduğunu, … şirketindeki pozisyonları bile davalı … ile … arasındaki ticari ilişkiyi tartışmasız biçimde gösterdiğini, …’ın, müvekkilinin … markasını birebir içeren www…net alan adını 02/06/2012 tarihinde kendi adına tescil ettirdiğini, …’ın aynı zamanda davalı … şirketi tarafından kullanılmakta olan www….com şeklindeki alan adının da sahibi olduğunu, davalıların gerçekleştirdikleri eylem ve işlemlerin bir bölümünü … üzerinden yaptıklarını, ancak bunların arkasında davalıların olduğunu, müvekkilince www….com, www…. ve www…. alan adları fark edilince, davalılardan …’ya Beyoğlu …. Noterliği’nin 22/04/2014 tarih ve … yevmiye nolu ihtarname gönderildiğini ve bahse konu alan adlarının iptal edilmesi ve dahi … ibaresini içeren varsa her türlü kullanımı da son vermesinin istendiğini, ihtarnamenin ayrıca e-posta yoluyla da gönderildiğini, …. com e-posta adresinden taraflarına gönderilen 02/05/2014 tarihli cevabi e-posta ile alan adlarının müvekkiline ve markasına zarar verebilecek biçimde kullanılmayacağı taahhüdünde bulunularak müvekkilinin … ve türevi markalarına ilişkin hak sahipliği açık biçimde, …’nun konu alan adları ile ilişkisinin de zımmen kabul edildiğini, www….org ve www…. alan adlarının, www… şeklindeki alan adına yönlendirildiğini, davalı …’nun … ibaresini içeren ilgili alan adı, ticaret unvanı, marka tescili gibi başvurularda bulunduğunu ve/veya bunların arkasında olan kişi olduğunu, müvekkilinin … ve türevi markaların gerçek hak sahibi olduğunu, müvekkilinin … ve türevi markaları için dünya çapında ve Türkiye’de 42.sınıfı da kapsayan sayısız tescile sahip olduğunu, müvekkilinin Türkiye’deki iştiraklerinden … Limited Şirketi (eski unvanıyla …. Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi) adına geçmişte başvuruya konu edilen …. nolu “… … ” başvuru da, … … ibaresinin ilk olarak müvekkilince yaratıldığını gösterdiğini, müvekkilinin “…”, “… …” ve türevi markalarını dava konusu markalardan önce Türkiye’de de kullandığını, müvekkilinin davalılardan çok önce menşei ülkesi Almanya’da ve dünya genelinde … ve türev markalarını ve bunlardan biri olan … … markasını kesintisiz bir biçimde kullanarak tanınmış hale getirdiğini ve … … markasının Almanya’da tescil edildiğini, davalının markalarının, müvekkilinin markasına ve kullanım şekline taklit ettiğini, müvekkilinin “…” üzerinde alan adı ve ticaret unvanı çerçevesinde de öncelikli ve üstün hak sahibi olduğunu, davalının markalarının, müvekkili markasının bir serisi olarak algılanacağını, markaların birebir aynı hizmetleri kapsadığını, müvekkiline ait … esas unsurlu markaların tanınmış olduğunu, davalı …’nun, markalarını kötüniyetle tescil ettirdiğini, tarafların aynı alanda faaliyet gösterdiğini, davalı … şirketinin ticaret unvanının, müvekkilinin haklarını zedelediğini, açıklanan nedenlerle, davalıların dava konusu markaları kullandığı malların-ambalajların, reklam/tanıtım ve iş evraklarının ve bunların üretiminde kullanılan makine, araç ve her türden vasıtanın tedbiren toplatılmasına el konulmasına ve muhafaza altına alınmasına ve nihai olarak bunların imhasına, https://www….com.tr şeklindeki alan adının iptaline, davalı … adına tescilli ..,…,…, … tescil numaralı markaların hükümsüzlüğüne, davalıya ait “…. A.Ş.” şeklindeki ticaret unvanından “…” ibaresinin çıkarılmasına/silinmesi ile ibarenin sicilden terkinine, karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP : Davalılar vekili cevap dilekçisi ile, müvekkili … ve müvekkili firmanın belgelendirme çalışmaları, eğitim hizmetleri ile muayene ve test çalışmaları alanlarında başarılı çalışmalarıyla maruf bir firma/iş adamı olup, “…” ve benzeri ibareleri yıllardır markasal olarak kullanmakta olduğunu, müvekkili firmanın hem ulusal hem de uluslararası yetkili kuruluşlar tarafından yayınlanarak uygulamaya konulan standartlar ve yasa, yönetmelik, tüzük ve benzeri yasal düzenlemeler doğrultusunda belgelendirme çalışmaları yaparak hem yurtiçi sektöre hizmet etmekte hem de uluslararası sektörde alanda ülkemizi başarıyla temsil ettiğini, firmanın dava konusu www…. ve www…. alan adlarını 2015 yılında kendi adına tescil ettirerek bu tarihten itibaren aktif olarak kullandıklarını, müvekkili firmanın yıllardır ilgili sektördeki başarılarıyla maruf firma /iş adamı olup davacı yanın mesnetsiz iddialarının müvekkillerini sayın mahkeme nezdinde müvekkili marka kopyacısı/taciri olarak lanse etmeye çabalarından ibaret olduğunu, davacı yanın huzurdaki davayı açma konusunda 5 yıllık hak düşürücü süreyi geçirdiğini, müvekkillerinin markasal kullanımları ve marka tescil işlemlerine sessiz kaldığından, huzurdaki davanın SMK m. 25/6 ile TMK m.2 kapsamında öncelikle reddi gerektiğini, markaların SMK m6/1 kapsamında benzer görülebilmesi için salt hizmetlerin benzer olması yeterli olmadığını, davacı yanın soldan sağa okunma ilkesini gerekçe göstererek “…” ibarelerini benzeştirmeye çalışsa da söz konusu iki kelimenin ülkemizde ayrı kelimeler olduğu herkesçe bilinen ve kolayca anlaşılabilen farklı kelimeler olduğunu, her ne kadar “…” kelimesinin tek başına bir anlamı bulunmasa da buna mukabil “…” ibaresinin ülkemizde yaygın biçimde hususiyetle markalarda kullanılmakta olduğunu, davacı yanın SMK m6/9 çerçevesindeki kötü niyet iddiaları gerçeğini yansıtmadığını, bu sebeple dava konusu müvekkili markasının kötü niyet sebebiyle hükümsüz kılınması taleplerinin reddi gerektiğini, mahkemece verilen 14.07.2021 tarihli ara karar ile verilen tedbir kararına karşı itirazda bulunduklarını, söz konusu karara karşı İstinaf başvurusunda bulunduklarını, davacı yanın sessiz kalmaya bağlı hak kaybına ve davanın esasına ilişkin detaylı açıklamaları çerçevesinde müvekkile ait tescilli markaların devrine yada lisansına dahi kısıtlama konulması huzurdaki davada müvekkilini zarara uğratmakta iken davacı yanın haksız sair taleplerinin kabulünün mümkün olmadığından davacı yanın bu yöndeki taleplerinin reddine, söz konusu davanın marka hükümsüzlük davası olması nedeniyle dava konusu markalar hususunda sahipliği bulunmayan müvekkil … A.Ş. bakımından husumet itirazının kabulü ile müvekkili şirket bakımından davadan doğrudan reddine, davacının huzurdaki davasının bütünüyle reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE;
Türk Patent ve Marka Kurumu’ndan davacı ve davalı adına tescilli marka sicil kayıtları celp olunmuştur.
Dosya, a) Davalı … adına tescilli …, …, …, … tescil no.lu markaların önceye dayalı hak sahipleri, iltibas kötü niyet ve tanınmışlık sebebiyle hükümsüzlük koşullarının oluşup oluşmadığı, davacının sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğrayıp uğramadığı, b) Davalı şirket unvanından “…” ibaresinin terkini koşullarının oluşup oluşmadığı, c) Davalılar adına olan www…com.tr alan adının iptali koşullarının oluşup oluşmadığı, www….com.alan adının ise davacı marka haklarına tecavüz nedeniyle erişimin engellenmesi koşullarının oluşup oluşmadığı yönünden rapor tanzimi için bilirkişi heyetine tevdi edilmiş, bilirkişiler 18/05/2022 havale tarihli ayrıntılı ve gerekçeli raporlarında; “Davalı markaları açısından SMK m.6/1 kapsamında iltibasa dayalı olarak HÜKÜMSÜZLÜK ŞARTLARININ mevcut OLDUĞU, Davacının kullanımının, davalıların marka tescili için başvuru tarihi olan 04.02.2015 tarihinden daha eskiye dayalı markasal nitelikte bir kullanım olduğu, … … markasının Türkiye’de markasal etki yaratacak şekilde fiilen sertifikalandırma faaliyetlerinde kullanıldığına dair bilgi ve belgelerin dosyada yer aldığı, … … markasının gerçek (eskiye dayalı) ve öncelikli hak sahibinin davacı olduğu, Davacının 42. sınıfta markayı kullandığı ve bu kullanıma bağlı olarak ilgili sınıfta hak elde edildiği, Hükümsüzlüğü istenen Davalı markalarının tescil kapsamında aynı şekilde 42. sınıf olduğu, dolayısıyla, Dava konusu ..,..,…,… ve …tescil no.lu markaların 42. Sınıf içinde yer alan hizmetler açısından SMK m.6/3 ve 25/1 uyarınca hükümsüzlük şartının mevcut olacağı, Davalı markasının tescilinde kötüniyetin bulunup bulunmadığı hususunun ve buna bağlı olarak SMK m.6/9 kapsamında verilecek hükümsüzlük kararının takdirinin mahkemeye ait olduğu, SMK m.6/4 kapsamında davacı markasının Paris Sözleşmesi anlamında tanınmış marka olduğuna dair yeterli belge dosya içinde yer almadığından bu konuda bir değerlendirme yapma imkanı olamadığı, ancak davacının Türkiye’de belli bir tanınmışlık seviyesine ulaşmış olduğu, dolayısıyla SMK. m.6/5’te sayılan hükümsüzlüğe ilişkin koşulların mevcut olacağı, Dava konusu markaların tescil edildikleri tarihten itibaren SMK m.25/6 kapsamında 5 yıllık süre dolmadan huzurda bulunan davanın açıldığı bu sebeple sessiz kalma yoluyla hak kaybına ilişkin şartların mevcut olmayacağı, Davalı tarafça tescil edilen 2015 tarihli ticaret unvanının gerek TTK gerekse de SMK m.7/3-e uyarınca terkinin mümkün olduğu, İltibas ve karıştırılma ihtimalinin mevcudiyeti ve tarafların faaliyet alanlarının benzerliği nedeniyle, ilgili URL adreslerine erişimin engellenebileceği ve alan adının iptal edilebileceği” hususlarını tespit ve rapor etmişlerdir.
Davalılar vekili 06/06/2022 havale tarihli dilekçesi ile, bilirkişilerin davacı yanın huzurdaki davayı açma konusunda 5 yıllık hak düşürücü süreyi geçirmediği yönündeki tespitlerin gerçeği yansıtmadığından, davanın SMK m.25/6 ile TMK m.2 kapsamında reddi gerektiğini, bilirkişi raporundaki özensiz, hatalı ve çelişkili tüm tespitlerin aksine dava konusu … sayılı marka başta olmak üzere tüm müvekkili markaları ile davacıya ait markaların SMK m.6/1 anlamında benzerlik teşkil etmediğini, bilirkişi raporundaki SMK m. 6/3 ve m. 6/5 uygulamasına aykırı hatalı/çelişkili tespitlerin mevcut olduğunu, dosyanın, masrafı müvekkillerinden karşılanarak alanında uzman sektör bilirkişisi, marka/patent vekili ve marka hukukunda uzman akademisyenden oluşan yeni bir heyete tevdi ile yeniden rapor alınmasına, mahkeme aksi kanaatte ise itirazlarının karşılanması yönünde ek rapor alınmak üzere dosyanın bilirkişi heyetine tevdine karar verilmesini talep etmiştir.
Dava, davalıların dava konusu markaları kullandığı malların-ambalajların, reklam/tanıtım ve iş evraklarının ve bunların üretiminde kullanılan makine, araç ve her türden vasıtanın tedbiren toplatılması, el konulması ve nihai olarak bunların imhası, davalı şirket adına kayıtlı https://www…com.tr şeklindeki alan adının iptali, davalı … adına tescilli …,..,…,… tescil numaralı markaların hükümsüzlüğü ve davalıya ait “… A.Ş.” şeklindeki ticaret unvanından “…” ibaresinin terkini talebine yöneliktir.
Davacı hükümsüzlük ve tecavüz taleplerini önceye dayalı gerçek hak sahipliği, markalar arasında karıştırma ihtimali doğuran benzerlik, tanınmışlık ve kötüniyet iddialarına dayandırmıştır.
SMK’nun 6/3.maddesine göre “Başvuru tarihinden veya varsa rüçhan tarihinden önce tescilsiz bir marka veya ticaret sırasında kullanılan bir başka işaret için hak elde edilmiş ise, bu işaret sahibinin itirazı üzerine, marka başvurusu reddedilir.”
SMK’nun 7/1 ve 6/3 maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, tescil ile marka korumasının başlayacağı yönündeki ilkenin istisnasının kullanım yolu ile marka hakkının elde edilmesi olduğu, tescil başvurusundan önce o markayı ihdas eden, kullanan, piyasada maruf hale getiren ve marka üzerinde hak elde eden kimsenin tescil sahibine karşı bu hakkını hükümsüzlük davası yolu ile ileri sürebileceği kabul edilmektedir.
Somut olayda, davacı yan ¸ ibareli marka bakımından tescil sahibi olmamakla birlikte gerçek hak sahipliği iddiasına dayanmaktadır. Bu iddiaya dayanak olarak yurtdışı tescilleri ile aynı ibarenin markasal olarak Türkiye’de yer alan şirketlere yönelik olarak sertifikalandırma faaliyetlerine dayanmakta ve delil olarak sunmaktadır. Ne var ki ülkesellik prensibi gereğince yurtdışında gerçekleştirilmiş tesciller üstün hak sahipliği iddiası yönünden ispata elverişli kabul edilemez. Aynı prensipten hareketle “davacının” davalı tescilinden önce Türkiye’de üzerinde hak iddia edilen işareti markasal olarak kullanmış olması aranacaktır. Ancak davacı yanın dosyaya delil olarak ibraz etmiş olduğu sertifikaların tümünün davacı tarafça değil, dava dışı (…) firmalarca düzlendiği anlaşılmaktadır. Nitekim davacı vekili de, 06/06/2022 tarihli rapora karşı beyan dilekçesinde, müvekkillerinin 1987 tarihinden bu yana “iştirakleri” vasıtasıyla “Türkiye’de faaliyetlerini yürüttüğünü kabul ve beyan etmiştir. Söz konusu firmalar gerek davacının iştiraki, gerekse finansal olarak başka bir bağı olan firmalar olsun, yine de davacıdan farklı tüzel kişiliğe haiz olmakla, söz konusu dava dışı tüzel kişiler tarafından yapılan fiili markasal kullanımların davacı yararına marka üzerinde önceye dayalı gerçek hak sahipliğini kazandırması; bu iddiaya delil olarak değerlendirilmesi mümkün olamaz. İddianın tabiatı gereği davacı ancak kendi kullanımlarına dayalı olarak hak elde ettiği bir marka yönünden hükümsüzlük davası açma hakkına sahiptir. Ancak davacı yan sunmuş olduğu deliller ile kendisi yönünden kullanım yolu ile hak iddiasını ispatlayabilmiş değildir.
Davacı yan aynı zamanda tanınmışlık iddiasına da dayanmıştır. Söz konusu iddiaya dayanak taraf her somut olayda bu iddiasını ispat külfeti altındadır. Tanınmışlığı tespit eden TPMK kararı tek başına delil olarak değerlendirilemez. Yerleşmiş Yargıtay uygulamalarına göre tanınmışlık iddiasına dayanan taraf her somut olayda ayrıca bu iddiasını ispat külfeti altındadır. Davacının dayandığı deliller topluca değerlendirildiğinde, söz konusu markanın sektördeki firma ve kişiler nezdinde belli bir bilinirliğe ulaştığı, ancak sektör dışında herhangi bilinirliğinin bulunmadığı yahut dosyaya sunulan deliller ile ispat edilemediği kanaatine ulaşılmıştır. Kaldı ki tescilsiz söz konusu marka yönünden tanınmışlık yerleşmiş Yargıtay uygulamalarına göre yeterli olmayacak, ayrıca Türkiye’de “davacı tarafça” markasal kullanım da aranacaktır. “556 sayılı KHK 6. maddesi uyarınca marka koruması tescille elde edilir ve tescil ve korumada ülkesellik ilkesi geçerlidir. Öte yandan, ülkemizin de taraf olduğu Paris Sözleşmesi ve TRIPS hükümleri dahilindeki bir marka sahibinin Türkiye’de tescilli olmasa dahi ülkemizde ticari faaliyette bulunması koşuluyla öncelik ve fikri ve sınai haktan kaynaklanan üstün hak sahipliği iddiasına dayanması, tanınmışlık halinde de üçüncü kişilerce gerçekleştirilen başvuruya itiraz ve tescil halinde de hükümsüzlük davası açma hakkı mevcuttur. Bir markanın Paris Sözleşmesi anlamında tanınmış marka sayılabilmesi için Türkiye’de ilgili sektördeki kişilerin geneli bakımından tanınmış olduğu ispat edilmelidir. Ancak, yukarıda belirtilen bilirkişi raporuna göre, başvuru tarihi itibariyle davacı markası tanınmış olmadığı gibi, bu tarihten önce davacının Türkiye’de ticari faaliyeti ve bu kapsamda markasal bir kullanımı da bulunmamaktadır. Bu durumda, 2010 yılında gerçekleşen marka başvurusu tarihinde davacı markasının tanınmış olduğu ispat edilemediği gibi, tanımlayıcılığa yakın ibarelerin başkalarınca tescil ettirilmesinin kötü niyetle tescil olarak kabulü mümkün olmadığı halde mahkemece yazılı gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmediğinden Dairemizin 07.12.2017 tarih, … E. ve … K. sayılı onama ilamının kaldırılarak mahkemece verilen kararın açıklanan gerekçe ile bozulmasına karar vermek gerekmiştir.” (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 18/09/2019 tarih, … .. E-K)
Bu durumda davacının tescilsiz ¸ markaya dayanarak hükümsüzlük iddiaları ispatlanamamıştır ve reddi gerekir.
Davacının benzerlik ve karıştırma ihtimali iddialarına dayanak tescilli markaları bakımından yapılan değerlendirmede;
Davacının tescilli markaları “¸, ¸, ¸, ¸, ¸, ¸, ¸, ¸, ¸, ¸” şeklindedir. Davalı markaları ise “¸, ¸, ¸, ¸” şeklindedir.
SMK’nun 6/1 md’sine göre, tescil başvurusu yapılan bir markanın tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile aynılığı ya da benzerliği ve kapsadığı mal veya hizmetlerin aynılığı ya da benzerliği nedeniyle, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile halk tarafından ilişkilendirilme ihtimali de dahil karıştırılma ihtimali varsa itiraz üzerine başvuru reddedilir.
Markalar arasında benzerlikten doğan karıştırma ihtimali, öğretide genel itibariyle “Markalar arasında benzerliğin, alıcıları satın almayı düşündükleri mal yerine başka mal satın almak durumunda bırakması veya alıcıların iki farklı marka karşısında bulunduklarını anlamalarına rağmen bu markaların aynı işletmeye ait olduğunu sanmaları ya da bu malları üreten işletmeler arasında örgütsel ya da ekonomik bir bağlantının bulunduğu düşüncesine kapılmaları tehlikesi” (ARKAN, Sabih, Marka Hukuku) olarak tanımlanmaktadır.
Markalar arasında benzerlik incelemesi yapılırken, markalar görsel, fonetik, anlamsal ve sınıfsal bakımdan bütüncül bir değerlendirme ile kıyaslanmalıdır. Davacının … tescil numaralı ¸ markası ve… tescil numaralı ¸ markası aynı şekilde karakterize edilmiş siyah sekizgen içerisinde yer alan … ile … kelime unsurlarından oluşmaktadır. Davacının … tescil numaralı ¸ markası ise “…” kelime unsuruna sahiptir ve şekil unsurunu haiz değildir. Temel olarak bütüncül değerlendirmede kelime unsurunun, şekil unsurundan daha dikkat çekici ve akılda kalıcı olduğu değerlendirilse de şekil unsurunun kelime unsuruna baskın olarak öne çıktığı durumlar da vardır. Buna göre davacı markalarında yer alan … …. şeklinin kelime unsuruna baskın olduğu söylenemez. Kelime unsurlarında ise ortak ve ayırdedici unsur “…” ibaresidir. Davalı markalarından … tescil numaralı ¸markası … zemin üzerine … harf karakterleriyle şekil unsurundan oluşmaktadır. Öne çıkan kelime unsurları ” …” kısmıdır. “….” kelime unsurları ise göreceli olarak markada daha küçük konumlanmıştır…. tescil numaralı ¸ marka … zemin üzerine …. harf karakterleri ile şekil unsurundan oluşmaktadır. … tescil numaralı ¸ markası ise … tescil numaralı marka ile benzer şekilde karakterize edilmiş olmakta renk unsuru farklıdır(…) ve kelime unsurları “…” şeklindedir. Her üç markada da şekil unsuru kelime unsuruna baskın nitelikte bir orjinalliğe sahip değildir. Markalar arasında “…” ibaresi ortak unsur olmakla birlikte “…” ve “…” ibareleri ile aynı boyut ve güçte yerleştirilmiştir. Bu durumda taraf markaları arasında benzer olan “…” ve “…” ibarelerinin markaların bütününde yukarıda anılı ilkeler ışığında ortalama hitap edilen tüketici nezdinde karıştırma ihtimali yaratacak bir benzerliği oluşturup oluşturmadığı hususu değerlendirilmelidir. Taraf markalarının okunuşlarında söz konusu “…” ve “…” ibarelerinden kaynaklı kısmi bir fonetik benzerlik bulunmaktadır. Ne var ki davalı markalarında yer alan “…”, “…”, “…” ve “…” ibareleri bu fonetik benzerliği dar kapsamda bırakmaktadır. Yine bütünsel görsel değerlendirmede gerek renk, gerek şekil unsurlarının ortak bir özellik arzetmemesi, gerekse kelime unsurları arasındaki farklılıklar nazara alındığında taraf markalarında görsel manada bir benzerlik bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Anlamsal yönden yapılan kıyaslamada ise taraf arasında kısmi fonetik benzerlik oluşturan unsurların anlamsal olarak tamamen ayrıştığı, davalı markalarında yer alan “…” ibaresinin Türkçe’de “….” anlamında bir karşılığının bulunduğu, davacı markalarında yer alan “…” ibaresinin Türkçe’de bir karşılığı ve anlamının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda taraf markalarının kısmi fonetik benzerliğine karşı, görsel ve anlamsal olarak benzerlik bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Davalı yana ait … tescil numaralı ¸ markası ise gerek şekil unsurunun markanın ayırdediciliğini arttıran orjinallik ve dikkat çekicilikte olması, gerekse “…” ibaresinin küçük ve geri planda kalarak diğer kelime unsurlarının ön planda yer alması karşısında davacı markaları ile benzerlik içermediği kanaatine ulaşılmıştır.
Taraf markaları arasında 42.sınıfta tescilli olmaları karşısında sınıfsal benzerlik bulunmaktadır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus taraf markalarının hitap ettiği tüketici kitlesidir. Davacı ve davalı firmalar denetim, kontrol ve sertifikasyon hizmetleri sunmakta ve markalarını da bu hizmetler yönünden kullanmaktadırlar. Söz konusu hizmetlerin tüketicisi, yine tüzel kişiliği haiz tüccar sıfatlı firmalardır. İşin doğası gereği ise küçük ölçekli ve sektörel olarak iddiasız firmalardan ziyade ticari olarak daha iddialı firmalar hizmet ve ürün kaliteleri yönünden bu tip bir sertifikasyon hizmeti almak yoluna gitme ihtiyacı hissederler. Yani taraf hizmetlerinin hitap ettiği tüketici kitlesi söz konusu hizmetleri alım sürecine ortalamanın üzerinde süre ayıran, dikkat ve bilgi seviyesi yüksek, satın alma sürecinde kurumsal karar mekanizmalarını kullanan ticari şirketlerdir. Bu durumda yukarıda ayrıntısı gösterilen kısmi fonetik benzerlik dolayısı ile davacı hizmetini satın alma saiki ile davalı hizmetini satın alacakları yahut başka bir karıştırma ihtimali bulunduğu düşünülemez. Tüm bu nedenlerle mahkememizce aksi yönde görüş belirten bilirkişi raporundaki ilgili tespitlere iştirak edilmemiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 08/06/2016 tarihli, 2014/11-696 esas, 2016/778 karar sayılı kararında da belirtildiği üzere:
“…
Karıştırılma (iltibas) tehlikesi hukuki bir kavram olup, şu şeklide tanımlanabilir: İki ayrı marka karşısında bulunan kişilerin, bu markaların benzerliği sebebiyle, sunulan mal veya hizmetlerin ayrı işletmeye veya ekonomik olarak bağlantı içerisinde bulunan işletmelere ait olduğunu düşünmeleri veya düşünme ihtimalleridir (Savaş Bozbel, Fikri Mülkiyet Hukuku, İstanbul 2015, s. 408- 409). Diğer bir tanıma göre karıştırılma ihtimali, bir -tescilsiz- işaretin veya tescil edilmiş bir markanın daha önce tescil edilmiş bir marka ile şekil, görünüş, ses, genel izlenim vs. sebeple ya aynı ya da benzer olduğu için önce tescil edilmiş marka olduğu zannını uyandırması tehlikesidir (Ünal Tekinalp, Fikri Mülkiyet Hukuku, 5. Bası, İstanbul 2012, s. 436, N. 18).
Yapılacak incelemede karıştırılma (iltibas) ihtimalinin araştırılmasına ilk önce markalar arasında ayniyet ya da benzerlik bulunup bulunmadığından başlanması gerekir. Bunun için de ilk önce markalar arasında ayniyet veya benzerlik ve daha sonra mal ve/veya hizmetler arasında ayniyet veya benzerlik olup olmadığı araştırılmalıdır. Burada iltibas tehlikesinin belirlenmesinde, benzerliğin vasat düzeydeki tüketicilerin ilk bakışta ürün veya hizmetin karıştırılmasına sebep olması veya karıştırma tehlikesinin bulunması ölçütü esas alınır. Ancak özel alıcı grubu olan hedef kitle de somut olayda nazara alınabilir (Savaş Bozbel, s. 411).
Karıştırılma tehlikesinin belirlenmesinin hukuki bir kavram olduğunu belirledikten sonra hâkimin hukuku uygulaması ve hukuki konularda bilirkişiden görüş alıp alamayacağı konuları üzerinde durulması gerekir.
Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 76. maddesinde yer alan, hâkim re’sen Türk kanunları mucibince hüküm verir, hükmü sadeleştirilerek 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun “hukukun uygulanması” başlıklı 33. maddesinde; hâkim, Türk hukukunu resen uygular, şeklinde yer verilmiştir.
Burada hem usul hukuku, hem maddî hukuk aynı düzeyde madde kapsamı içerisinde bulunduğu konusunda duraksama bulunmamaktadır.
Diğer taraftan hâkimin bilirkişiye başvurması konusunda HUMK’nun 275. maddesine göre; mahkeme, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez. Ayrıca aynı Kanunun 286. maddesinde de bilirkişinin rey ve mütalaasının hâkimi takyit etmeyeceği düzenlemesine yer verilmiştir.
Benzer düzenlemeye HMK’nın “bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller” başlıklı 266. maddesinde yer verilmiş olup, sözkonusu hükme göre; mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Yine aynı Kanunun 282. maddesinde, hâkimin, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendireceği açıklanmıştır.
Bilindiği üzere; HMK’nın 266. maddesinin gerekçesinde hâkimin, genel hayat tecrübeleri uyarınca sahip olunması gereken bilgilerle çözümleyeceği konularla, hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konular hakkında, bilirkişiye başvuramayacağı; ancak, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlarda, bilirkişiden yararlanabileceği açıkça hüküm altına alınmıştır. Burada sözü edilen özel bilgiden maksat, hukuk bilimi dışında, belirli bir bilim dalının araştırıp ortaya koyduğu sonuçlara ilişkin bilgidir. Ancak, yer yer, hukukun spesifik alanlarına ilişkin hukukî bilginin de, özel bilgi kavramının kapsamı içerisinde mütalaa edilip bilirkişilik kurumunun kapısının aralanmaya çalışılması yönünde bir eğilimin belirmesi nedeniyle, maddede, özel bilgiye işaret edilirken, açıkça, “hukuk bilimi dışında” seklinde bir vurgu yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Teknik bilgi ile kastedilen ise fizik, kimya, matematik gibi, pozitif bilimlerin verilerini uygulamaya yeterli bilgidir. Yine, belirli bir işletme boyutunu aşan, genel nitelik kazanmış, yetkili kişi, kurum ve kurullarca tespit edilmiş olan teknik standartlar da, teknik bilgi kavramının kapsamı içerisinde yer alır. Öte yandan, hukuk kurallarını re’sen araştırıp bulma ve olaya uygulama, zaten hâkimin işidir. Bu kural uyarınca, hukukî sorunların en yetkin bilirkişisi, hâkimin kendisidir. Sözü edilen kuralı öngören ve HMK’nın 33. maddesinde yer alan “Hukukun uygulanması” başlıklı düzenleme de (1086 sayılı Kanun m.76, 1,c.), hâkimin hukukî sorunlarda, bilirkişiye başvurmasının mümkün olamayacağının bir başka kanıtını teşkil etmektedir.
Yine, anılan kurala paralel olarak, Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasında, hâkimin, Türk kanunlar ihtilâfı kurallarına göre, yetkili olan yabancı hukuku da re’sen uygulamakla ödevli olduğu hususu hükme bağlanmıştır. En genel çerçevede ise hukuka uygun olarak hüküm verme işinin, münhasıran hâkimin işi olduğuna, Anayasanın 138. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde açıkça işaret edilmiştir.
Bütün bunlar gözetildiğinde, Hukuk Muhakemeleri Kanunun, hukukî sorunlarda hâkimin bilirkişiye başvuramayacağını öngören kuralının, Anayasanın 138. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde, HMK’nın 33. maddesinde (1086 sayılı Kanunun 76. maddesinin birinci cümlesinde) ve Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan düzenlemelerin, somut plânda bir uygulanma biçimi olduğu söylenebilir.
Aksine tutum, Türk Milleti adına hüküm vermeye tek yetkili “Hâkim”in yerine “bilirkişi”nin konulması sonucunu doğurur. Ayrıca yargılamanın sürat ve az masrafla yapılması ilkesini de zedeler. Bu nedenle yasal düzenlemenin yorumlanması ve somut olaya uygulanması hâkime aittir. Hukuki bilgiyi gerektiren bu husus bilirkişi düşüncesine terk edilemez.

Yukarıda da açıklandığı üzere 556 sayılı KHK’nin 8/1-b maddesi anlamında markalar arasında karıştırılma ihtimalinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi hukuki bir konu olduğundan bilirkişinin oy ve görüşüne başvurulamayacağı, aksine davranışın yukarıda açıklanan yasal mevzuata aykırılık oluşturacağı, diğer bir deyişle hâkimin yerine bilirkişinin konulması sonucunu doğuracaktır…”
Yukarıda yer alan Hukuk Genel Kurulu kararında açıkça belirtildiği gibi mahkememiz hakimlik mesleğinin genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi görüşüyle bağlı olmadığı gibi markalar arasında karıştırma ihtimalinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi hukuki bir okun olup yine mahkememizin hukuki takdir alanındadır. Dolayısıyla bilirkişi raporuyla mahkememiz bağlı değildir.
Davacı yanın kötüniyetli tescil yönündeki iddiaları bakımından yapılan değerlendirmede ise; hukukumuzdaki genel prensiplere göre iyiniyet asıldır. Kötüniyet iddiasına dayanan bu hususu ispat külfetindedir. Kötüniyet ise sunulan bu iddia ve delillere göre her somut olayın özellikleri ışığında değerlendirilmelidir. “Kötüniyetle marka tescilinin varlığı her somut olayda değişmekle birlikte, dairemizin bazı yerleşik uygulamalarına (01/03/2021 tarih ve 2020/1726 e., 2021/1838 k.; 03/03/2021 tarih ve 2020/1913 e., 2021/1928 k.) göre, daha ziyade markanın ticari faaliyetlerde ayırdedici işaret olarak kullanılması amacıyla değil, başkalarının ticaretine engel olmak, daha önce verilmiş bir mahkeme kararının etkisini azaltmak ya da kendisine duyulan güveni kötüye kullanarak markayı kendi adına tescil ettirmek, sözleşme hükmüne aykırı olarak markayı adına tescil ettirmek gibi hususlar genel kötüniyet sebepleri olarak görülmektedir. Bu anlamda tanınmış markanın aynısını veya benzerini tescil ettirmek tek başına kötüniyetli marka tescili olarak yorumlanamaz” (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 01/04/2022 tarih, 2020/7912 E., 2022/2683 K.)
Somut olayda benzerlik de tespit edilmeyen davalı tescillerinin kötüniyetli olduğundan bahsedilemeyeceği, söz konusu nedene dayanarak da hükümsüzlük talebinin kabul edilemeyeceği kanaati hasıl olmuştur.
Yine yukarıda zikredilen gerekçeler ile davalılardan …. Belgelendirme A.Ş.’nin ticaret unvanının davacı markaları yahut ticari unvanı ile benzerlik ve karıştırma ihtimali oluşturmadığı terkin koşullarının oluşmadığı, haksız rekabetin bulunmadığı kanaatine ulaşılmıştır.
Her ne kadar taraf markaları arasında benzerlik tespit edilmediğinden marka tecavüzünün koşullarının da oluşmayacağı kabul edilmiş ise de; davalı tarafa ait ve davacı yanca erişim engeli ve iptal talep edilen www…com alan adının 02/05/2013 tarihinde; www…. net alan adının ise 02/06/2012 tarihinde tescil ettirilmiş olması karşısında tecavüz fiili bakımından hak düşürücü sürenin de geçmiş olduğu, bu yönden de taleplerin reddi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Yukarıda açıklanan gerekçeler ile davacının sübut bulmayan tüm talepleri yönünden davasının reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M : Yukarıda açıklanan gerekçelerle;
1-Davacının davasının REDDİNE,
2-Alınması gereken 80,70 TL harçtan, 59,30 TL harcın mahsubu ile bakiye 21,40 TL harcın, davacıdan alınarak hazineye irad kaydına,
3-Davalılar kendilerini vekille temsil ettirmekle, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre red edilen marka hükümsüzlüğü talebine yönelik 7.375,00 TL vekalet ücretinin, davacıdan alınarak davalılara verilmesine,
4-Davalılar kendilerini vekille temsil ettirmekle, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre red edilen alan adı ve unvan terkini talebine yönelik 7.375,00 TL vekalet ücretinin, davacıdan alınarak davalılara verilmesine,
5-Davacı tarafından yapılan yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına,
6-Karar kesinleştiğinde kalan gider avansının yatıran tarafa iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren 2 haftalık süre içinde mahkememize verilecek dilekçe ile İstanbul Bölge Adliyesi nezdinde istinaf yolu açık olmak üzere taraf vekillerinin yüzlerine karşı verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.22/06/2022

Katip …
¸

Hakim …
¸