Emsal Mahkeme Kararı Antalya 4. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/140 E. 2022/743 K. 19.10.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
ANTALYA
4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2021/140
KARAR NO : 2022/743
DAVA : Alacak
DAVA TARİHİ : 10/03/2021
KARAR TARİHİ : 19/10/2022

Mahkememizde görülmekte olan alacak davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin, davalı bankadan 21/05/2014 tarihinde 18.537,95 TL tarım kredisi ve 27/06/2014 tarihinde 27.808,98 TL tarım kredileri kullandığını, bu kredileri ödeyemediğinden davalının 25/06/2015 tarihinde toplam 46.346,93 TL üzerinden takip hesabına aktardığını, müvekkilinin yine aynı bankadan 31/05/2012 tarihinde 42.000,00 TL tarım kredisi kullandığını, kullanmış olduğu bu kredinin son taksiti olan 30/05/2015 tarihli kredi taksitini ödeyemediğinden 25/06/2015 tarihinde 17.036,10 TL kalan taksitin takip hesabına aktarıldığını, müvekkilinin yine 25/06/2013 tarihinde davalı bankadan 50.000,00 TL tarım kredisi kullandığını, kullanmış olduğu bu kredinin ilk taksitini ödediğini, 25/06/2015 tarihli kredisi ödenmediği gerekçesi ile kredi ana para bakiyesi olan 36.056,44 TL ve 315,94 TL BSMV ile birlikte toplam 36.342,38 TL ile takip hesabına aktarıldığını, müvekkilinin yine davalı bankadan 12/06/2014 tarihinde 50.000,00 TL tarım kredisi kullandığını, bu kredinin ilk taksiti olan 12/06/2015 tarihinden önce 25/06/2015 tarihinde kredinin ana para KKDF ve BSMV olarak toplam 52.062,59 TL ile kanuni takip hesabına aktarıldığını, müvekkilinin bu borçları için 17/09/2015 tarihinde 50.000,00 TL ve 01/10/2015 tarihinde 187.000,00 TL toplam … TL haricen banka hesabına ödeyerek borcunu kapattığını, öncelikle müvekkilinin kanuni takip hesabına aktarıldığında kalan ana para borcunun 151.788,10 TL olduğu, 2015 yılı AAÜT gereği davalı bankanın vekilinin hak etmiş olduğu vekalet ücretinin 14.507,00 TL olduğu, müvekkilinin borcunu haricen ödemiş olduğundan müvekkilinden alınması gerekli tahsil harcının 6.906,00 TL olduğu ve müvekkilinin kredi ödeme planlarında da belirtildiği üzere akdi faiz oranlarının yıllık %18,60, yıllık %16,20, yıllık %20,28 oranlarında olduğu, davalının sözleşme hükümleri gereği sözleşmede anlaşma sağlanmış temerrüt faizi oranları uygulayabileceği aksi takdirde sözleşmede belirtilmemiş ise kanun uyarıca faiz uygulaması gerektiğinin açık olduğu, davalının sözleşmeye aykırı faiz uygulayarak fazla tahsilat yaptığı, alınan ücretlerin iadesinin gerektiği, takip hesabına aktarmaların yanlış olduğu, süresinde önce aktarmaların olduğu, bankanın kötü niyetle takip başlattığı beyan edilerek, şimdilik 3.000,00 TL’nin davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davanın yetkisiz mahkemede açıldığını, yetkili mahkemenin İstanbul Ticaret mahkemeleri olduğunu, zaman aşılı def-inde bulunduklarını, belirsiz alacak davası açılamayacağını, davacının tarım kredisi kullandığını, bankanın haksız bir kesinti yapmadığını beyan ederek ; davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Dava, haksız alındığı iddia edilen bedelin iadesi talebinden ibarettir.
Öncelikle, kamu düzeninden olan ve mahkemece re’sen göz önüne alınması gereken mahkememizin görevli olup olmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Davacı tarım kredisi kullanmıştır ve bu husus dosyadaki belgeler, taraf vekillerinin beyanlarından da anlaşılmakla, uyuşmazlık konusu değildir. Kredi tarım kredisi olduğundan ve bu da kişinin mesleği ile ilgilli olduğundan dosyada tüketici mahkemesi görevli değildir. Bu tespitten sonra, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin … tarihli ilamı ile Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin … tarihli ilamında da açıklandığı üzere 6102 sayılı TTK’nın 4/f bendinde ise “Bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para verme işlerine ilişkin düzenlemelerde öngörülen hususlardan doğan hukuk davalarının” ticari dava sayılacağı, 5/1’inci maddesinde de asliye ticaret mahkemelerinin tüm ticari davalara bakmakla görevli olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle, mahkememiz uyuşmazlıkta görevlidir.
Davalı, yetki itirazında bulunmuştur.
Genel yetkili mahkeme, davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir. Yerleşim yeri, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre belirlenir.(HMK m. 6) Sözleşmeden doğan davalar, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde de açılabilir.(HMK m. 10) HMK’nın 14/1. maddesi uyarınca “Bir şubenin işlemlerinden doğan davalarda, o şubenin bulunduğu yer mahkemesi de yetkilidir.” Diğer yandan Türk Medeni Kanununun 51. maddesi uyarınca “Tüzel kişinin yerleşim yeri, kuruluş belgesinde başka bir hüküm bulunmadıkça işlerinin yönetildiği yerdir.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.04.2008 gün ve 2008/10-329 E. – 2008/334 K. numaralı ilâmında da “Davaya konu uyuşmazlık tüzel kişilere karşı açılacak davalarda genel yetkili mahkeme, tüzel kişilerin yerleşim yerinin, yani merkezinin bulunduğu yer mahkemesi olmakla birlikte, şube işlemleri nedeniyle açılacak dava, taraf olarak bağlı bulunulan merkez davalı gösterilerek, şubenin bulunduğu yerde de açılabilir. “Kurum adına işlem yapmaya yetkili bulunmak” şubenin tanımından ortaya çıkan bir sonuç olup, şubenin bulunduğu yer mahkemesinin yetkili olmasında tek başına yeterli değildir. Şubenin bulunduğu yer yetkisi, o şubenin yapmış olduğu işlemlerden, davacıya ait işlemlerin yürütülmesinden doğan uyuşmazlıklarda geçerli bulunmaktadır” görüşü benimsenmiştir.
Davaya konu işlemlerin yapıldığı şube Antalya … şubesidir ve mahkememiz yargı yetkisindedir. Bu yönden bir hukuki sorun olmamakla beraber, davalı yetki sözleşmesi yapıldığını ve İstanbul mahkemelerinin kesin yetkili olduğunu ileri sürmektedir ve bu itirazın karşılanması gerekmektedir.
HMK’nun yetki sözleşmesini düzenleyen 17. maddesinde ise; “Tacirler veya kamu tüzel kişileri, aralarında doğmuş veya doğabilecek bir uyuşmazlık hakkında, bir veya birden fazla mahkemeyi sözleşmeyle yetkili kılabilirler. Taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça, dava, sadece sözleşmeyle belirlenen bu mahkemelerde açılır” düzenlemesine yer verilmiştir. Görüldüğü üzere, yetki sözleşmesi düzenleyebilecek şahıslar sadece tacirler veya kamu tüzel kişileri olarak belirlenmiştir. Yetki sözleşmesine ilişkin olarak yapılan bu düzenlemede, tacirler veya kamu tüzel kişileri ile diğer kişiler, yetki sözleşmesi yapmak açısından birbirinden ayırt edilmiştir. Tacirler veya kamu tüzel kişileri, kendi aralarındaki hukuki ilişkilerde hukuken eşit konumda sayılabilirler. Buna karşılık, tacirler veya kamu tüzel kişileri, gerçek kişiye göre, daha güçlü konumda bulunmaktadır. Daha zayıf konumda olan kişilerin daha güçlü olan tacir veya kamu tüzel kişilerine karşı korunma ihtiyacının ortaya çıkması nedeniyle kanun koyucu böyle bir düzenlemeye gitmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, bu düzenlemeye bakıldığında, tacirler veya kamu tüzel kişileri dışındaki diğer kişilerin, kendi aralarında yetki sözleşmesi yapmaları da kabul edilmemiştir. Söz konusu düzenleme ile ilgili olarak belirtilmesi gereken bir başka husus da, yetki sözleşmesi yapılmasında, tarafların tacir veya kamu tüzel kişisi olmasının aranmasıdır. Diğer bir anlatımla, maddedeki tacirden anlatılmak istenen, işin ticari nitelikte olması değil, tarafların kanunlarda tacir olarak tanımlanan kişiler olmasıdır. Sözleşmenin konusunun ticari iş olması gerçek kişilere yetki sözleşmesi yapma imkanı vermemektedir. 6102 sayılı TTK’nun 12/1. maddesinde gerçek kişi tacir; bir ticari işletmeyi, kısmen de olsa, kendi adına işleten kişi olarak tanımlanmıştır. (Yargıtay 12. HD., 2021/9483 E, 2022/3882 K) Bunun yanında yetki sözleşmeleri yapılması durumunda dahi bu kesin yetkiyi göstermez ve bu bir ilk itiraz olarak göz önüne alınır.
Davacının kullandığı kredilerin tarım kredisi olduğu uyuşmazlık dışıdır. Her ne kadar davalı ticaret şirketi olup, tacir olduğu kesin olsa da davacının tacir olduğunu gösterir bir bilgi ve belge de yoktur. Uyuşmazlığın mahkememizde görülmesinin sebebi, yukarıda da belirtildiği üzere, davacının da tacir olması değil, 6102 sayılı TTK’nın 4/f’dir. Yetki sözleşmesi için aranan koşul ise, tacir olmadır. Bu nedenle, taraflar arasında yetki sözlşemesi yapılamaz. Davalının yetki itirazı yerinde değildir.
Dosyaya bakıldığında, taraf delilleri toplanmış ve mahkememizce yazışmalar yapılmıştır.
Aşamalarda mahkememizce dosya bilirkişiye tevdi edilmiştir ve Sn. … tarafından iki kez eksiklikler nedeniyle ön rapor niteliğinde raporlar hazırlanmış aşamalarda banka ile yazışmalar yapılmıştır. Ön raporlarda, “belki” hali hazırda da rapor hazırlanabileceği ancak eksik belgelerin gelmesinin daha doğru olabileceği şeklinde belirlemeler yapılmıştır.
Mahkememizce, bilirkişi değişikliği yapılarak Sn. …’dan rapor alınmıştır.
07/06/2022 tarihli bilirkişi raporunda özetle; yapılan incelemeler sonucu banka talep sınırları dikkate alındığında, 03/08/2015 takip tarihi itibariyle banka alacağının 186.836,67 TL olarak hesaplandığı, davacı tarafından yapılan ödemeler sonrası, tarafların karşılıklı anlaşarak, “… … Şubesi ile davacı …’ın 14/10/2015 tarihi itibariyle asaleten ya da kefaleten borcu kalmadığı, borçlu ve bankanın birbirlerini karşılıklı olarak gayri kabili rücu ibra ettiklerine” dair ibraname imzaladığı, 4.426,23 TL tahsil harcının davacı tarafından ödendiği, ne kadar vekalet ücreti ödendiğine dair dosyada bir belgeye rastlanmadığı, keza tahsil harcının ve vekalet ücretinin hesabının uzmanlık alanı dışında olduğu belirtilmiştir.
Bilirkişi raporu taraflara tebliğ edilmiştir ve itirazlar/beyanlar alınmıştır.
İtirazların değerlendirilmesi amacıyla bilirkişiden ek rapor aldırılmıştır.
24/09/2022 tarihli bilirkişi ek raporunda özetle; kök rapor teyit edilmiştir.
Bilirkişi raporu taraflara tebliğ edilmiştir ve itirazlar/beyanlar alınmıştır.
Davacı aşamalarda, taleplerini ıslah etmiş ve ıslah dilekçesi davalıya tebliğ edilmiştir.
Dosyaya bakıldığında, bankacı bilirkişinin de değindiği üzere; taraflar arasında ibraname düzenlendiği, … … Şubesi ile davacı …’ın 14/10/2015 tarihi itibariyle asaleten ya da kefaleten borcu kalmadığı, borçlu ve bankanın birbirlerini karşılıklı olarak gayri kabili rücu ibra ettiklerine dair ibranamenin dosyada olduğu, buna karşı bir itirazın mevcut olmadığı görülmüştür. İbranamade belirtilen tarihin haricen tahsil tarihinden sonra olduğu, her hangi bir ihtirazi kayıt vb bir şerhin de olmadığı/görünmediği anlaşılmaktadır.
Türk Borçlar Kanunu’nun 132. maddesine göre “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir”. Alacaklı ve borçlunun aralarında mevcut bir borcu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmaya ve bu suretle borçlunun borçtan kurtulmasına yönelik sözleşmeye “ibra sözleşmesi” denir. Bu özelliğiyle ibra, borcu sona erdiren sebeplerden birini oluşturur. İbra sözleşmesinin geçerli olması için, tarafların karşılıklı irade beyanlarının ibra sebebi üzerinde birbirine uygun olması gerekir. Bu sözleşmenin zorunlu içeriği, alacaklı ve borçlunun belirli bir alacağı ortadan kaldırma iradeleridir. İbra edilen borç bütün kapsamıyla kesin olarak belirtilmelidir. Genel sözlerle geçiştirilen, içeriği tam belli olmayan ibra sözleşmeleri dar yorumlanmalıdır. (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2020, s. 1407 vd.)
Somut olayda, taraflar arasında ibra sözleşmesi mevcuttur ve hukuka aykırılığı gösterir bir durum kabule göre yoktur. Taraflar birbirlerini gayri kabili rücu ibra etmişlerdir.
Emsal;
“Davacı banka vekili, davalının dava dışı … Gıda Ltd.Şti.ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun kararı ile müvekkili banka bünyesinde devren birleştirilmiş olan … A.Ş.arasında imzalanan genel kredi sözleşmesinin kefili olduğunu, kredi sözleşmesine istinaden verilen teminat mektubunun iade edilmediğini, komisyon bedellerinin ödenmediğini, keşide edilen ihtarnameden de sonuç alınamayınca teminat mektubu tutarının deposu ile komisyon bedellerinin tahsili için girişilen icra takibine itiraz edildiğini belirterek itirazın iptaline, takibin devamına, % 40’dan az olmamak üzere tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, bankaca düzenlenen 07.03.1997 tarihli ibraname ile müvekkilinin kefaletten doğan borcundan ibra edildiğini bildirerek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece yapılan yargılama sonunda, banka tarafından düzenlenen 07.03.1997 günlü ibranamede belirtildiği şekilde davalının gayri kabili rücu ve kesin olarak ibra edilmiş olması nedeniyle sorumluluğunun kalmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2-Davacı, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 140.maddesi gereğince harçtan muaf olduğu halde maktu ret harcı ile sorumlu tutulması doğru değil ise de bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 438/7.maddesi uyarınca hükmün düzeltilerek onanması uygun görülmüştür.
SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin öteki temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte belirtilen sebeplerle hüküm fıkrasının (2.) bendinde yer alan harca ilişkin cümlenin hükümden çıkarılarak yerine; “davacı harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına” sözcük dizisinin yazılması suretiyle hükmün düzeltilerek ONANMASINA, vekili Yargıtay duruşmasında hazır bulunan davacı yararına takdir edilen 1.100,00 TL duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, 09.04.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.”
(Yargıtay 19. HD., 2014/11214 E, 2015/5123 K)
Tüm dosya kapsamı, ibra sözleşmesi göz önüne alınarak, davacının iddiasında haksız olduğu anlaşılmakla; davanın reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM/Ayrıntısı gerekçeli kararda açıklandığı üzere;
1-Davanın REDDİNE,
2-Davacı tarafça yatırılan 59,30 ₺ (TL) başvurma harcının mahsubu ile hazineye gelir kaydına,
3-Hükmün niteliği ve tarihi dikkate alınarak, alınması gerekli 80,70 ₺ (TL) maktu karar ret harcının, davacı tarafça yatırılan 59,30 ₺ (TL) peşin harç ve aşamalarda yatan 386,00 ₺ (TL) ıslah harcı toplamından mahsubu ile hazineye gelir kaydına, bakiye harcın karar kesinleştiğinde istek halinde davacıya iadesine,
4-Davacı tarafça yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı kendisini vekili ile temsil ettirdiğinden; 9.200,00 ₺ (TL) vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6-Davacı tarafça yatan gider avansından harcanmayan kısmın hüküm kesinleştiğinde UYAP üzerinden kontrolü de sağlanarak davacı tarafa iadesine,
7-6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu 18/13 ve Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu Yönetmeliği 26/2. Maddeleri, 6100 sayılı HMK 297/1-ç, 326.maddeleri uyarınca, arabuluculuk faaliyeti sonunda tarafların anlaşamamaları halinde iki saatlik ücret tutarı tarifenin birinci kısmına göre ileride haksız çıkan taraftan tahsil olunmak üzere Adalet Bakanlığı bütçesinden ödeneceği öngörüldüğünden; 1.320,00 ₺ (TL) nin davacıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
Dair, davacı vekili Sn. Av. …’nın yüzüne karşı kararın tebliğinden itibaren 6100 Sayılı Kanunun 345.maddesi gereğince 2 hafta içerisinde ilgili İstinaf Dairesi Başkanlığına sunulmak üzere Mahkememize verilecek dilekçe ile İstinaf yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 19/10/2022

Katip …
¸e-imzalıdır

Hakim …
¸e-imzalıdır