Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi 2021/1876 E. 2023/617 K. 01.03.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ BAM 4. HUKUK DAİRESİ
T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
4. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO : 2021/1876
KARAR NO : 2023/617

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
K A R A R

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ANKARA 11. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 09/06/2021
NUMARASI : 2017/653 E. 2021/510 K.
DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLİ :
DAVANIN KONUSU : İtirazın İptali
KARAR TARİHİ : 01/03/2023
KARARIN YAZIM TARİH : 02/03/2023

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonucunda mahkemece verilen karara karşı davacı tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dosya incelendi. Gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava, avukatlık ve danışmanlık hizmetinin bedelinin tahsili için başlatılan icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece, “davanın reddine, tarafların şartları oluşmayan icra inkar ve kötü niyet tazminat taleplerinin reddine” dair verilen karara karşı davacı tarafından, sözleşmenin avukatlık sözleşmesi olduğu var sayıldığında Tüketici Mahkemesinin görevli olduğu, sözleşmenin şirket namına imzalandığı, 09/08/2016 tarihli sözleşmenin müşavirlik sözleşmesi olduğu, tüm yükümlülüklerin yerine getirildiği, temerrüdün gerçekleştiği, sözleşme davalı tarafından feshedildiğinden bedelin ödenmesi gerektiği, sözleşme süresinin sonuna kadar sorumluluklarını yerine getirdiği, tanık dinlenmesine onayının olmadığı, tanık beyanının hükme esas alınamayacağı, yapılan faaliyetin Avukatlık Kanunu’nun 35. maddesini kapsamadığı, davalının hukuki yardım istemediği, sözleşmenin avukatlık hükümlerinin yok hükmünde olduğu, ancak çalışma müşavirliği adı altında ayakta olduğu, davalının fesih bildiriminde bulunmadan sözleşmeyi feshederek haksız olarak hizmet bedelini ödemediği, mahkeme kararının hukuka ve hakkaniyete aykırı olduğu ileri sürülerek istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
Gerek istinaf sebebi yapılan ve gerekse HMK’nın 355. maddesine göre kamu düzeni nedeniyle resen dikkate alınması gereken hususların incelenmesinde;
Taraflar arasındaki ihtilaf, yapılan sözleşme nedeni ile davacının davalıdan talep edebileceği alacağının olup olmadığı konusundadır. Bu noktada öncelikle taraflar arasında yapılan sözleşmenin, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ve sözleşmenin kurulduğu tarihte yürürlükte olan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu hükümlerine göre geçerli olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Bu kapsamda hemen belirtmek gerekir ki, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 1.maddesinde “Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir. Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder.” hükmü, 2. Maddesinde “Avukatlığın amacı; hukuki münasabetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır. Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder. Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür. Bu belgelerden örnek alınması vekaletname ibrazına bağlıdır. Derdest davalarda müzekkereler duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabilir.” hükmü, 35.maddesinde “Kanun işlerinde ve hukuki meselelerde mütalaa vermek, mahkeme, hakem veya yargı yetkisini haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak, adli işlemleri takip etmek, bu işlere ait bütün evrakı düzenlemek, yalnız baroda yazılı avukatlara aittir. Baroda yazılı avukatlar birinci fıkradakiler dışında kalan resmi dairelerdeki bütün işleri de takip edebilirler.” hükmü düzenlenmiştir. Buna göre, Avukatlık Kanunu’nun 35.maddesinde gösterilen iş ve işlemler sadece avukatlar tarafından yapılabilir. Başka bir ifadeyle kanunda açıkça sayılan iş ve işlemler yönünden avukatlara tekel hakkı tanınmıştır. Bu düzenleme emredici olup buna aykırı olarak avukatlık yapma hakkı bulunmayan gerçek veya tüzel kişilerle yapılan sözleşmeler kesin olarak geçersiz sayılır. Her ne kadar Türk Borçlar Hukuku’nun temelini “sözleşme serbestisi ilkesi” oluşturmuş ve sözleşme serbestisi veya özgürlüğü, Anayasa’nın 48.maddesinde “Herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir.” hükmüyle temel hak ve özgürlükler arasında sayılarak anayasal güvence altına alınmış ise de, bu kural mutlak değildir. Kanunla, bu özgürlüğe sınırlama getirilebilir.
Mülga 818 sayılı BK’nın 19.maddesinde “Bir akdin mevzuu, kanunun gösterdiği hudut dairesinde, serbestçe tayin olunabilir. Kanunun kat’i surette emreylediği hukuki kaidelere veya kanuna muhalefet; ahlaka(adaba) veya umumi intizama yahut şahsi hükümlere müteallik haklara mugayir bulunmadıkça, iki tarafın yaptıkları mukaveleler muteberdir.” şeklinde düzenleme bulunmaktadır. Yine 6098 sayılı TBK’nın 26.maddesinde “Taraflar, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler.” hükmü düzenlenmiştir. “Kesin hükümsüzlük” başlıklı TBK’nın 27.maddesinde ise “Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkansız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür. Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin olarak hükümsüz olur.” düzenlemesi bulunmaktadır.
Yukarıda yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere, TBK’nın 26.maddesinde (818 sayılı BK’nın 19.maddesi) yapılan düzenleme uyarınca Türk Hukukunda esas olan sözleşme özgürlüğüdür. Diğer taraftan Anayasa’nın 13.maddesinde bir temel hak ve özgürlük olan sözleşme özgürlüğüne, özellikle sözleşmenin içeriğini düzenleme özgürlüğüne, özüne dokunmamak şartı ile genel sınırlamalar getirilmiştir. Düzenleme özgürlüğünün sınırları TBK’nın 26.maddesinde yapılan düzenlemede ifade edildikten sonra bu sınırlar TBK’nın 27/1 maddesinde gösterilmiştir. Benzer düzenleme mülga 818 sayılı BK’nın 19 ve 20.maddesinde yapılmıştır.
TBK’nın 27/1 maddesinde yapılan düzenleme uyarınca, sözleşme içeriğini belirleme özgürlüğünün ilk sınırı, emredici hukuk kurallarına aykırı olmamasıdır. Kendisine mutlak surette uyulması gereken kurala emredici hukuk kuralı denir. Taraflar yaptıkları sözleşmelerde emredici hukuk kurallarının aksini kararlaştıramazlar. Taraflar, emredici normların aksine sözleşme yapmış olsalar bile bu sözleşme değil emredici hukuk kuralları uygulanır. Zira bu kurallar, irade özerkliğinin sınırlarından birini oluşturur. (Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2020, s.378)
Emredici hukuk kuralları, kanunda açıkça düzenlenebileceği gibi bazen kanunda yapılan açık düzenleme ile ilgili hükmün aksinin kararlaştırılamayacağı belirtilerek de oluşturulabilir. Bununla birlikte, kuralın emredici niteliği yorum yolu ile de tespit edilebilir. Emredici hukuk kuralları, ya tarafların her ikisini ya da sadece birini korumak veya genel ahlak amaçları ile konulur. Taraflardan yalnız birini korumayı amaçlayan emredici normlara “tek taraflı emredici normlar” denir. Tek taraflı emredici normlar hangi tarafı koruyorsa onun aleyhine değiştirilmesi, sözleşme yapılması mümkün değildir. (Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2020, s.378) Bu açıklamalara göre 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 35/1 maddesinde yer alan düzenleme değerlendirildiğinde, mahkeme, hakem veya yargı yetkisine haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak yetkisi sadece avukatlık mesleğine verilmiş olup kanunda yapılan bu düzenleme, avukatlar lehine tek taraflı emredici bir norm niteliğindedir. (Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 10/03/2022 tarih, 2022/808-2130 sayılı ilamı)
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; taraflar arasında 09/08/2016 tarihinde “çalışma müşavirliği ve avukatlığı sözleşmesi” yapıldığı, sözleşmenin taraflarının iş sahibi (davalı şirket), çalışma müşaviri/ avukat (davacı şirket) olarak yazıldığı, sözleşmenin konusunun, iş sahibine çalışma müşavirliği hizmeti ile idari para cezalarının iptali davalarında ve işçilik alacaklarına ilişkin davalarda avukatlık hizmetinin verilmesi olarak düzenlendiği, sözleşmenin sonunda davalı şirket yetkilisinin davalı şirketin kaşesinin yanına imza attığı, diğer imzanın davacı şirket adına atıldığı, sözleşmeyi çalışma müşaviri/ avukat olduğunu yazan … isimli kişinin imzaladığı, sözleşmenin davacı şirket adına imzalandığı, limited şirket olan davacının avukatlık yapmasının mümkün olmadığı, dava dosyasında yer alan Ankara Baro Başkanlığının yazısından …’nin 28/12/2016 tarihli avukatlık ruhsatnamesi ile mesleğe başladığının bildirildiği, bu kişinin anılan sözleşmeyi avukat olarak imzaladığı tarihte aslında avukat olmadığı, yapılan sözleşme kapsamında verilen hizmetin temelini, Avukatlık Kanununun 35/1. maddesi gereği yalnız avukatlar tarafından takip edilmesi gereken işlerin oluşturduğu anlaşılmaktadır. Buna göre, dava konusu sözleşme yukarıda değinilen emredici düzenlemeye aykırı olarak düzenlenmiştir. Emredici hukuk kuralına aykırı olarak sözleşme yapılamaz ve hukuksal bir tasarrufta bulunulamaz. O halde, yapılan sözleşmenin, Türk Borçlar Kanununun 27. maddesine göre kanunun emredici hükmüne aykırılık nedeni ile kesin olarak hükümsüz olduğu ve geçersiz olan sözleşmeye dayalı olarak davacının talepte bulunamayacağı dikkate alınarak, davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya uygun bulunmuştur.
Dosya kapsamı, mevcut delil durumu, davacının hakkını dayandırdığı sözleşmenin geçersiz olduğu, bu sözleşmeye dayanarak verdiğini iddia ettiği hizmetin bedelini isteyemeyeceği ve ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından, davacının istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM :Yukarıda açıklanan nedenlerle,
1-Davacının istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1/b/1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-Alınması gereken 179,90-TL istinaf karar ve ilam harcının davacı tarafından yatırılan 284,15-TL harçtan mahsubu ile fazladan yatırılan 104,25-TL’nin davacıya iadesine,
3-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf yoluna başvuran davacı üzerinde bırakılmasına,
4-İstinaf kararının yerel mahkemesince taraflara tebliğine,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 01/03/2023 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

Başkan …

Üye …

Üye …

Katip …