Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 35. Hukuk Dairesi 2022/1561 E. 2023/1622 K. 13.12.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 35. Hukuk Dairesi Esas-Karar No: 2022/1561 – 2023/1622
T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
35. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2022/1561
KARAR NO : 2023/1622

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
K A R A R

BAŞKAN :
ÜYE :
ÜYE :
KATİP :

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ANKARA 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 24/02/2022
NUMARASI : 2021/571 Esas 2022/111 Karar

DAVACILAR :
VEKİLİ :

DAVALI :
VEKİLİ :

DAVANIN KONUSU : Tazminat
KARAR TARİHİ : 13/12/2023
GEREKÇELİ KARAR
YAZILMA TARİHİ : 13/12/2023

Mahalli mahkemesince verilen karara karşı davacılar vekili tarafından süresi içinde istinaf kanun yoluna başvurulmuş olup, başvuru şartlarının yerine getirildiği dosya üzerinde yapılan ön inceleme ile anlaşılmakla yapılan istinaf incelemesi sonunda;
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARI
Davacılar vekili dava dilekçesinde, davalı … A.Ş tarafından sigortalanan ve dava dışı …’in maliki olduğu … plakalı aracın 30/01/2012 tarihinde sebebiyet verdiği kaza sonucu müvekkillerinden …’in eşi, …’ın babası …’in vefat ettiğini, destekten yoksunluk tazminat istemi ile 07/05/2012 tarihinde açılan davada, Ankara Batı 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19/11/2020 tarih, 2018/241 Esas, 2020/323 karar sayılı dosyasında verilen karar ile 07/05/2012 tarihinde itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte 194.614,13 TL’ye hükmedildiğini, kararın Ankara 17. İcra Müdürlüğünün 2019/3480 Esas sayılı dosyasında takibe konulduğunu ve taraflarına ödemenin 13/04/2021 tarihinde yapıldığını, davalının müvekkillerine ödemekle yükümlü olduğu miktarın davanın açıldığı 07/05/2012 tarihi itibari ile belirli olmasına karşın uzun süren yargılama sonunda hüküm altına alınan miktara uygulanan yasal faizin gerçek zararı karşılamaması nedeniyle, fazlaya dayalı hakları saklı kalmak kaydı ile 30/01/2012 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte 10.000,00 TL munzam zararın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde, davacı vekilinin munzam zarar isteminin teminat kapsamı dışında olup, yargılamanın uzun sürmesinde müvekkilinin kusurunun bulunmadığını, yargılamanın uzun sürmesi ile ilgili idare aleyhine tazminat davası açılabileceğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Mahkemece, TBK’nın 122/1. maddesi uyarınca, alacaklı temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe bu zararı da gidermekle yükümlü olduğu, Ankara Batı 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2018/241 Esas sayılı dosyasının incelenmesinden, davacıların desteğinin vefatı ile sonuçlanan 30/01/2012 tarihli kaza sonrasında, kazaya neden olan araç sürücüsü ve sigorta şirketi aleyhine maddi ve manevi tazminat istemi ile başlangıçta sigorta şirketine başvurmadan 11/05/2012 tarihinde dava açıldığı, mahkemece 02/12/2014 tarihinde verilen ilk kararın davalı … Sigorta A.Ş tarafından temyiz edilmesi sonrasında, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 12/02/2018 tarihli ilamı ile mahkeme kararı, davacıların müteveffanın ikinci evliliğinin yaptığı eşi … ve bu evlilikten olan oğlu … olduğunu, davalılardan … ve dava dışı … aleyhine SGK tarafından Bakırköy 1. İş Mahkemesinin 2014/213 Esas sayılı dosyasında iş kazası nedeniyle davacılara ödenen tazminatın rücuen tahsili için açılan rücu davasında verilecek kararın mevcut davayı etkileyeceği yine müteveffanın ilk evliliğinden olan oğlu … ile anne … ile … tarafından yine aynı olay sebebiyle Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/131 Esas sayılı dosyasında davalılar aleyhine açılan dava nedeniyle, poliçedeki teminat limitini aşmayacak biçimde garameten paylaşım yapılması gerektiğinin gözetilmesi gerekliliği belirtilerek mahkeme kararının araştırmalı olarak bozulduğu, başlangıçta davalı olarak gösterilen … ile ilgili verilen ilk karar kesinleşmiş olmakla, davacılar makul süre içerisinde karara bağlanan davada, ilama dayalı olarak alacağını bütünü ile söz konusu davalıdan tahsil edebilecek olmakla, munzam zarar iddiası haklı olmadığı, başlangıçta sigorta şirketine başvurulmadan açılan davada, yine makul sürede verilen kararın Yargıtay ilamında belirtilen haklı gerekçeler ile araştırmalı olarak bozulmuş olup, söz konusu eksiklikler giderilerek verilen karar nedeniyle davanın uzamasında davalı sigorta şirketine atfedilebilecek bir kusur bulunmamakla, davalı sigorta şirketi yönünden munzam zarar iddiası haklı olmamakla davanın reddi gerektiği gerekçesiyle; “davanın reddine” karar verilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ
Davacılar vekili istinaf dilekçesinde, mahkemece, diğer dosyanın davalısı olan dava dışı … hakkındaki takibin derdest olduğu, diğer dosyanın makul sürede sonuçlandığı ve davanın uzamasında davalı Sigorta Şirketi’ne atfedilebilecek bir kusur olmadığı gerekçeleriyle davanın reddine karar verildiğini, dosya kapsamına ve munzam zarara ilişkin yasal düzenlemelere açıkça aykırı bu karara katılma olanağı bulunmadığından, işbu istinaf isteminde bulunulmasının zorunlu olduğu, davalı Sigorta Şirketi tarafından sigortalanan ve dava dışı …’in maliki olduğu … plakalı aracın sebebiyet verdiği 30.01.2012 tarihli kaza neticesinde, müvekkillerin murisi olan …’in vefat ettiği, müvekkillerin uğradıkları zararların tazmini istemli olarak 07 Mayıs 2012 tarihinde açılan davada Ankara Batı 2 nci Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 19.11.2020 tarih ve E: 2018/241, K: 2020/323 sayılı dosyasından verilen karar ile davalı aleyhine ve müvekkiller lehine dava tarihi 07.05.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle toplam 194.614.13 TL’ye hükmedildiğini, kararın takibe konulduğu Ankara 17 nci İcra Müdürlüğü’nün 2019/3480 Esas sayılı dosyasından ödemenin ise 13.04.2021 tarihinde yapıldığını, Ankara Batı 2 nci Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 19.11.2020 tarih ve E: 2018/241, K: 2020/323 sayılı dosyası incelendiğinde görüleceği üzere, senelerce müvekkillere ödeme yapmayan davalının müvekkiller nezdinde sorumlu olduğu miktarın, gerçekte dava tarihi 07.05.2012 tarihi itibariyle likit ve belirli olduğunu, 2918 sayılı Kanunun 97 nci maddesindeki değişikliğin 2016 yılında yapıldığını, davanın konusu olmamakla birlikte gerekçeli kararda, Ankara Batı 2 nci Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 19.11.2020 tarih ve E: 2018/241, K: 2020/323 sayılı dosyasına atıfla bildirilen “Başlangıçta sigorta şirketine başvurulmadan açılan davada” tespitinin aksine, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 97 nci maddesine konu dava açılmasından önce başvuru zorunluluğu 2016 yılında getirilmiş olup, anılan davanın ise 07.05.2012 tarihinde açıldığını, dava dışı …’den alacağın tahsilinin mümkün olmamasının ötesinde, bu kişiye atıfla davanın reddinin yasal olmadığını, mahkemenin gerekçeli kararında, “…davada, ilama dayalı olarak alacağını bütünü ile söz konusu davalıdan tahsil edebilecek olmakla, munzam zarar iddiası haklı değildir” denildiğini, makul süre ve/veya davanın uzamasında davalı sigorta şirketine atfedilebilecek bir kusur bulunmadığı gerekçeleriyle davanın reddi, munzam zarar istemli bir davada açıkça yasal düzenlemelere aykırı olduğunu, Anayasa Mahkemesi’nin 21.12.2017 tarih ve 2014/2267 Başvuru No sayılı kararında da ayrıntılı olarak değerlendirildiği ve sayısız Yargıtay kararına da yansıdığı üzere, ülkemizde varlığı kabul edilen genel ekonomik olumsuzlukların ve bu bağlamda ülkemizdeki cari enflasyon oranları, devlet tahvillerine verilen faiz oranları, yüksek ve değişken döviz kurları, mevduat faizleri, altın fiyatlarındaki artışların “malum ve meşhur” olgular olarak kabulü gereği karşısında, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 105 nci ve yürürlükteki 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 122 nci maddesinde ifadesini bulan ve faizi aşan zarar olarak nitelendirilen munzam zararın müvekkiller yönünden ispatlandığının kabulünün zorunlu olduğunu belirterek kararın kaldırılmasını istemiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE
Dava, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 122. maddesinden kaynaklanan munzam zarar tazmini istemine ilişkindir.
6098 sayılı TBK’nın “Aşkın zarar” yan başlıklı 122. maddesi “Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür. Temerrüt faizini aşan zarar miktarı görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hâkim, esas hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder.” şeklinde düzenlenmiştir.
Yasa uyarınca, alacaklının geçmiş günler faiziyle karşılanamayan zararlarını, borçlu kusurlu olmadığını ispat edemedikçe tazmine yükümlüdür. Borcun kaynağı trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkin olup, davalı sigorta şirketi mahkeme ilamı ile belirlenen ve kesinleşmiş tazminat tutarını icra takibi sonucunda ödemiştir. Davacı tarafından yasal faiz uygulanması ve tazminatın geç ödenmesi nedeniyle geçmiş günler faizi ile karşılanmayan zararı olduğu ileri sürülmüştür.
Uyuşmazlık, davacının geçmiş günler faizinden fazla zararının varlığını somut delillerle ispat etmesinin gerekip gerekmediği noktasındadır.
Alacaklı T.B.K’nın 120. (818 sayılı BK’nın 103. maddesi.) maddesi uyarınca borcun geç ödenmesinden kaynaklanan temerrüt faizini (geçmiş günler faizini) zararın varlığını ve borçlunun kusurunu ispat zorunda kalmaksızın talep edebilir.
Munzam zararda ise, geçmiş günler faizi ile karşılanamayan bir zararı olduğunu kanıtlamak zorundadır.120. madde ile geçmiş günler faizinin nasıl belirleneceği düzenlenmiş iken, 122. (818 sayılı BK’nın 105. maddesi) maddede buna ilişkin bir düzenlemenin yer almamış olması da davacının zarara uğradığını kanıtlama yükünde olduğunu göstermektedir. Salt ülkenin içinde bulunduğu ekonomik olumsuzluklar munzam zararın kanıtı olarak kabul edilemez. O halde davacının munzam zararını genel ekonomik olumsuzluklar dışında, somut vakıalarla kanıtlaması gerekir. Ancak somut zararın kanıtlanması halinde ekonomik veriler dikkate alınarak zarar miktarı belirlenebilir. (HGK’nun 31.10.2007 2007/701-800 Esas, 798 Karar) (Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 18.3.2013 tarih ve 2012/11411 Esas, 2013/3535 Karar sayılı ilamı)
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 9/12/2021 tarih ve 2017/2800Esas, 2021/1629 Karar sayılı kararında da, “Munzam zarar sorumluluğu, kusur sorumluluğuna dayanır. BK’nın 105. maddesi kusur karinesini benimsemiştir. Munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusur, borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur. Farklı bir anlatımla, burada zararın doğmasına yol açan bir kusur ilişkisi aranmaz ve tartışılmaz. Sorumluluk için borçlunun temerrüde düşmedeki kusurunun varlığı asıldır. Munzam zarar alacaklısı, 818 sayılı BK’nın 105. maddesine dayalı tazminat isteminde bulunabilmesi için, kaynağı ne olursa olsun evvela bir alacağı olduğunu, borçlunun temerrütte bulunduğunu ve illiyet bağını, eş söyleyişle bu alacağını tahsil edememesinden veya geç ödeme yapılmasından doğan ve duruma göre malvarlığında azalma veya engellenen kazançlardan oluşan zararını kanıtlamak durumundadır.Alacaklının, borcun yerine getirilmemesinden, kısmen yerine getirilmesinden veya geç ifadan maddi bir zarar veya kazanç yoksunluğuna uğradığını ispat etmiş sayılması için, borçlunun borcunu zamanında gereği gibi yerine getirse idi, zarar ve kar yoksunluğunun önleneceğini kanıtlaması başka bir anlatımla illiyet bağını da kurması zorunludur.
Kanun koyucu, bir para borcunun gününde ödenmemesinden dolayı alacaklının zarara uğrayacağını kabul edip, bu zararın, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik konjonktürü dikkate alarak belli bir oranda olacağını benimsemiştir. Nitekim 818 sayılı BK’nın 103. maddesine göre temerrüt faizi oranı %5 iken, 04.12.1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanun ile bu oranın %30’a çıkarılması ve yine 3095 sayılı Kanunda 15.12.1999 tarihli ve 4489 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucu Merkez Bankasının kısa vadeli kredi işlemlerinde uyguladığı reeskont faiz oranı esas alınarak, değişen faiz oranlarının benimsenmesi bunun kanıtıdır. Bu noktada ülkenin içinde bulunduğu ekonomik olumsuzluklar (enflasyon, yüksek faiz, para değerindeki devamlı düşüş) dikkate alınarak, kanun hükmüyle geçmiş günler faizine ilişkin düzenleme yapılmış iken, aynı olguların 818 sayılı BK’nın 105. maddesinde öngörülen munzam zararın bilinen kanıtları olarak gösterilip, bunların doğurduğu olumsuzluklar gerçek zarar olarak gösterilemez. Burada kanıtlanacak olgular geç ödeme ile davacının maruz kaldığı zararı doğuran vakıalar ve bu vakıalar nedeniyle uğranılan fiili zarardır. Örneğin, alacağını gününde alamayan alacaklının, aynı gün vadesi gelmiş bir borcunu ödemek için, borçlunun ödediği geçmiş günler faizi yerine bunun üzerindeki bir faizle borçlanması, ya da alacaklısına daha yüksek oranda faiz ödemek durumunda kalması; dövizle ödemeyi kabul ettiği borcu için, alacağını gününde tahsil edememesi nedeniyle sonraki günlerde daha yüksek kurdan döviz satın almak zorunda kalması gibi maddi olgularla kanıtlanan zarar söz konusudur. 818 sayılı BK’nın 105. maddesinde öngörülen munzam zararın, aynı Kanun’un 103. maddesi ve 3095 sayılı Kanun ile saptanan faiz oranının dayanağı olan ekonomik olumsuzluklara dayandırılması ve herkesçe bilinenin kanıtlanmasına gerek olmadığı sonucuna varılması mümkün değildir. Bu itibarla 818 sayılı BK’nın 105. maddesinde karşılanması öngörülen faizi aşan zararın, genel ekonomik olumsuzlukların (ülkede cari enflasyon oranı, yüksek ve değişken döviz kurları, mevduat faizleri) dışında, davacının durumuna özgü, somut vakıalarla ispatlanması gerekir. Başka bir anlatımla yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu davacıyı ispat yükünden kurtarmaz. Aksinin kabulü hâlinde 3095 sayılı Kanun ile diğer Kanunlardaki faizle ilgili hükümlerin uygulanması sonuçsuz kalacak, her olayda munzam zarara hükmedilmesi sonucunu doğuracaktır ki, kanun koyucunun 818 sayılı BK’nın 105. maddesinde yaptığı düzenlemenin amacının da bu olmadığı anlaşılmaktadır. O hâlde somut uyuşmazlıkta yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde, somut vakıalara dayanılarak bir zararın gerçekleştiği ileri sürülüp kanıtlanmadığından, 818 sayılı BK’nın 105. maddesi gereğince tazminata hükmedilemeyeceği sonuca varılmıştır. “ denilmektedir.
Anılan kararda, Anayasa Mahkemesi 21.12.2017 gün ve 2014/2267 başvuru numaralı kararında; başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir külfet yüklendiği, bu tespite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine değerlendirilip mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verildiği belirtilerek, fiyatların aşırı yükseldiği, döviz fiyatlarında öngörülmeyen değişikliklerin olduğu dönemlerde gerçekleşen enflasyona bağlı olarak alacaklının alacağını geç alması nedeniyle zararın gerçekleşeceği hayatın olağan akışında herkesce bilinen bir olgu olmakla birlikte, bu gibi durumlarda munzam zararın gerçekleştiğinin karine olarak kabul edilmesinin gerektiği, bu düzeye ulaşmamış olağan yükselmelerde ise bu karinenin uygulanmayacağı görüşü de ileri sürülmüşse de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Açıklanan nedenlerle usul ve yasaya uygun ilk derece mahkemesi kararına karşı davacılar vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b-1. maddesi gereğince esastan reddine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere;
1-Davacılar vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b.1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 269,85 TL istinaf karar harcından peşin alınan 80,70 TL harcın mahsubu ile bakiye 189,15 TL harcın davacılardan alınarak hazineye gelir kaydına,
3-Davacılar tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin kendi üzerlerinde bırakılmasına,
4-HMK’nın 333. maddesi gereğince kullanılmayan istinaf gider avansının karar kesinleştiğinde yatırana iadesine,
5-Kararın taraflara HMK’nın 359/4 maddesi gereğince usulüne uygun şekilde tebliğine,
Dair, duruşma açılmadan dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda, HMK.nın 361/1 maddesi uyarınca kararın usulen tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde temyiz yolu açık olmak üzere 13/12/2023 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

Başkan

Üye

Üye

Katip

* Bu belge, 5070 sayılı Kanun hükümleri gereğince elektronik imza ile imzalanmıştır.