Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 31. Hukuk Dairesi 2022/1071 E. 2023/802 K. 08.06.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ BAM 31. HUKUK DAİRESİ
T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
31. HUKUK DAİRESİ
(İnceleme Aşamasında / Duruşmasız)
(HMK. 353/1-a-3-6 Maddesi Uyarınca Kararın
Kaldırılarak Mahkemesine Gönderilmesi)

ESAS NO : 2022/1071
KARAR NO : 2023/802

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : … (…)
ÜYE : … (…)
ÜYE : … (…)
KATİP : … (…)

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ANKARA 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 14/09/2021
NUMARASI : 2017/871 Esas – 2021/614 Karar

DAVACI : … (TC: …)
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLLERİ :

DAVANIN KONUSU : Eser Sözleşmesine Dayalı Menfi Tespit
KARAR TARİHİ : 08/06/2023
KARAR YAZIM TARİHİ : 12/06/2023

Davacı vekili tarafından davalı aleyhine açılan eser sözleşmesine dayalı menfi tespit istemine ilişkin davada mahkemece davanın reddine dair verilen karara karşı süresi içinde davacı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme neticesinde;
İDDİA :
Davacı vekili; taraflar arasındaki ticari ilişki nedeni ile, davacının davalı şirkete iş makinası ile, taşıma, nakliye, hafriyat ve forklift işi yaptığını, davalının iş bedelini ödememesi üzerine icra takibine başladıklarını, davalının takibe vaki itirazının iptali için açılan Ankara 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2015/535 esas sayılı dosyasında alınan bilirkişi raporunda, … Şubesi’ne ait 285433 nolu 13/12/2013 keşide tarihli 65.000,00 TL bedelli çekin müvekkiline teslim edildiğinden bahisle davalının borcu olmadığının hatta alacaklı olduğunun bildirildiğini, ancak müvekkiline gerçekte teslim edilmeyen müvekkilinin ciro etmediği çek nedeni ile davalının alacaklı olmasının mümkün olmadığını ileri sürerek, davalının bilirkişi raporu uyarınca müvekkili aleyhine cari hesap alacağına dayalı başlattığı Ankara 5. İcra Dairesi’nin 2016/20037 esas sayılı dosyasında müvekkilinin borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA :
Davalı vekili; yetkili mahkemelerin İstanbul Mahkemeleri olduğunu, davacının iddialarının Ankara 7. ATM’nin 2015/535 Esas sayılı dosyası üzerinden değerlendirildiğini, davaya konu ettiği icra takibine itirazı üzerine takibin durduğunu, müvekkilince süresinde itirazın iptali davası açmadığını, bu nedenle davacının menfi tespit davası açmakta hukuki yarar bulunmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; “Taraflar arasında cari hesap ilişkisi bulunduğu yönünde uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık, davacıya verildiği iddia edilen çeke dayalı davalının cari hesap alacağının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Taraflar arasındaki ticari ilişki kapsamında davacının davalı aleyhine başlattığı icra takibine vaki itirazın iptali davasında, davalının çek ile ödeme yapmış olduğu kabul edilerek davacıya borcu bulunmadığı, hatta alacaklı olduğu yönünde bilirkişi raporu düzenlenmiş, davalı da bilirkişi raporunda belirlendiği üzere cari hesaba ilişkin davacıdan alacağı miktar yönünden giriştiği takip nedeni ile borçlu olmadığının tespiti amacıyla eldeki dava açılmıştır. Davacı, bilirkişi raporunda ödeme olarak kabul edilen çekin kendisine teslim edilmediğini, arkasındaki ciranta ismi kendisine ait olsa da imzasının eli ürünü olmadığını iddia etmektedir. Çek bankaya ibraz edilerek tahsil edilmiştir.
İİK’nun 72/son maddesi uyarınca davanın yetkili ve görevli mahkemede açıldığı değerlendirilmiştir. Davalı her ne kadar davanın açılmasında hukuki yarar bulunmadığını savunmuş ise de, davaya konu icra takibinin derdest olduğu ve davanın dayanağı gözetildiğinde savunmanın yerinde olmadığı kanaati ile itibar edilmemiştir.
Adli tıp kurumu raporu ile, çekteki birinci ciranta imzasının davacıya ait olmadığı tespit edilmiştir. Her ne kadar davacı bu sebeple borçlu olmadığını tespit etmiş ise de, kesinleşen Ankara 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2015/535 esas sayılı dosyasında …’in davacının ortağı olduğu ve ortaklık adına çek teslim bordrosunu imzaladığı, ortaklık adına iş takibi yaptığı kanaatine varılmıştır. Maddi vakıalar mahkememizi de bağlar. Çek teslim bordrosunda, dava dışı …’in “ortaklık adına” 14 adet çek aldığı imzası ile sabittir. Bu çeklerden 12 tanesi davacı defterlerine de kaydedilmiştir. Bu hali ile davacının dava dışı …’in ortağı olmadığına ilişkin iddiasına itibar etmek mümkün olmamıştır. Çekte davacıdan sonraki ciranta da …’dir. Davaya konu takip, cari alacağa dayalı olarak yapılmıştır. Çekteki cirantaya ait imzanın davacıya ait olmaması, çek teslim fişi gözetildiğinde davalının ödeme iddiasının aksini ispata elverişli kabul edilemez. Ancak … ile iç ilişkisinde iddia ve ispat konusu olabileceği, kesinleşen Ankara 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2015/535 esas sayılı dosyasında alınan bilirkişi raporunda davalının cari hesaba dayalı alacağı olduğunun tespit edildiği” gerekçesi ile, davanın reddine karar verilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde; yerel mahkemece müvekkili ile dava dışı …’in ortak olduğuna dair kabulünün hatalı olduğunu, ortaklığın hukuki bir müessese olup, gerek TTK’da düzenlenen şirket ortaklıkları, gerek Kooperatifler Kanununda düzenlenen Kooperatif ortaklıkları, gerekse TBK’da düzenlenen adi ortaklık ilişkilerinin tamamında bir kısım unsurun varlığının zorunlu olduğunu, müvekkilinin imzasının çek arkasına sahte olarak atılarak müvekkili adına tahsilatlar yapıldığını, imzanın sahte olduğundan yapılan işlemlerin müvekkilini bağlamayacağını, müvekkilinin davalı şirkete herhangi bir borcunun bulunmadığını, müvekkilinin davacı şirketten böyle bir çek almadığını, sözde bir alacak oluşturularak başlatılan icra takibine karşı açtıkları davanın yerel mahkemece reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu, ATK Fizik İİhtisas Dairesi Başkanlığının 15/06/2021 tarihli Kanaat raporunda, inceleme konusu “… A.Ş. … Şubesine ait 0285433 çek no’lu 13/12/2013 keşide tarihli ve 65.000.TL bedelli çekteki davacı müvekkil …’a atfen atılan 1. ciro imzasının müvekkilin eli ürünü olmadığı” yönünde görüş ve kanaat açıklandığını, bir insanın keşideci ya da ciranta imzası kendisine ait olmayan ve adına sahte atılan imzadan dolayı yine de sorumlu tutulmuş olmasının kabul edilemeyeceğini ileri sürerek, yerel mahkemenin kararının istinaf incelemesi yapılarak kaldırılmasını ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE :
Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan menfi tespit istemine ilişkindir. Davacı yüklenici davalı iş sahibidir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş olup, hüküm davacı tarafça istinaf edilmiştir.
İnceleme, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. madde hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.
Davacı, davalı şirkete iş makinesi ile taşıma, nakliye ve hafriyat işi yaptığını, davalının iş bedelini ödememesi üzerine davalı aleyhine Ankara 12. İcra Müdürlüğünün 2015/13695 Esas sayılı dosyası üzerinden icra takibi başlattığını, davalının takibe itiraz etmesi üzerine Ankara 7. ATM’nin 2015/535 Esas sayılı davasını açtıklarını, Mahkemenin … Bankasının 13/12/2013 tarihli keşide tarihli ve 65.000,00 TL bedelli çekinin davacıya teslim edildiğini, ayrıca davacının davalıyı ibra ettiği gerekçesi ile, davanın reddine karar verdiğini, kararın Ankara BAM. 27. Hukuk Dairesince de istinaf talebinin esastan reddi sureti ile kesinleştiğini, bu sefer davalı iş sahibinin Ankara 5. İcra Dairesinin 2016/20037 Esas sayılı dosyası üzerinden cari hesap alacağına dayanarak, alacağın dayanağı olarak belirtilen … Bankası’na ait yukarıda bahsedilen 65.000,00 TL bedelli çekin gösterildiğini, ancak çekteki ciranta imzasının kendisine ait olmadığını iddia ederek, söz konusu takip nedeni ile, davalıya borçlu olmadıklarının tespitine karar verilmesini talep etmiş, davalı ise, davacının iş bu davaya konu ettiği iddialarının Ankara 7. ATM’nin 2015/535 Esas sayılı dosyası üzerinden yapılan yargılamada değerlendirildiğini, ayrıca icra takibine itiraz edilmesi üzerine itirazın iptali davası açmadıklarını, davacının menfi tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmadığını belirterek, davanın reddini istemiş, mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafça istinaf edilmiştir.
1- Dava, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01/07/2012 tarihinden sonra, 15/12/2017
tarihinde açılmıştır. Her ne kadar mahkemece uyuşmazlığın esası değerlendirilerek davanın reddine kararı verilmiş ise de, burada öncelikli olarak asliye ticaret mahkemesinin davaya bakmakla görevli olup olmadığının belirlenmesi ile davanın ticari niteliğinin ve görevli mahkemenin belirlenmesinde TTK ile getirilen düzenlemelerin değerlendirilmesi gerekir.
TTK’nın 4. maddesine göre, bir davanın ticari dava sayılması için uyuşmazlık konusu işin, taraflarının her ikisinin birden ticari işletmesiyle ilgili olması ya da tarafların tacir olup olmadıklarına veya işin tarafların ticari işletmesiyle ilgili olup olmadığına bakılmaksızın TTK veya diğer kanunlarda o davaya asliye ticaret mahkemesinin bakacağı yönünde düzenleme olması zorunludur. Yine, TTK’nın 19/II. maddesi uyarınca, taraflardan biri için ticari iş sayılan bir işin diğeri için de ticari iş sayılması, davanın niteliğini ticari hale getirmeyecektir. Zira, TTK, kanun gereği ticari dava sayılan davalar haricinde, ticari davayı ticari iş esasına göre değil, ticari işletme esasına göre belirlemiştir. Hal böyle olunca, işin ticari nitelikte olması davayı ticari dava haline getirmez.
TTK’nın 5. maddesi uyarınca ticari davalar asliye ticaret mahkemelerince görülerek karara bağlanır. Diğer taraftan aynı düzenleme gereğince, asliye ticaret mahkemeleri ile diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’ndan ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 6335 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki halinden farklı olarak iş bölümü ilişkisi değil, görev ilişkisidir. Göreve ilişkin düzenlemeler, HMK’nın 1. maddesi uyarınca kamu düzenine ilişkin olduğundan mahkemelerce yargılamanın her aşamasında re’sen incelenir. Bu kuralın tek istisnası, TTK’nın 5/4. maddesinde düzenlenmiş olup, buna göre, yargı çevresinde ayrı bir asliye ticaret mahkemesi bulunmayan yerlerde asliye hukuk mahkemelerine açılan davalarda görev kuralına dayanılmamış olması görevsizlik kararı verilmesini gerektirmeyecektir.
Somut olayda taraflar arasındaki uyuşmazlık, eser sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, bu nevi davaların ticari dava olduğuna ya da asliye ticaret mahkemelerinde görüleceğine ilişkin bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. 6102 sayılı TTK’nın 4.maddesine göre, bir davanın ticari dava sayılması için ya tarafların her ikisinin de tacir olması ve uyuşmazlığın her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğması, yada tarafların tacir olup olmadıklarına veya işin tarafların ticari işletmesiyle ilgili olup olmamasına bakılmaksızın TTK veya diğer kanunlarda o davaya asliye ticaret mahkemesi’nin bakacağı yönünden düzenleme olması gerekmektedir. Anılan kanunun 5.maddesinde ise, aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunun şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın asliye ticaret mahkemesi, tüm ticari davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevli olup, asliye ticaret mahkemeleri ile asliye hukuk mahkemeleri arasındaki ilişkinin görev ilişkisi olduğu düzenlenmiştir.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 22/09/2008 tarih ve 2007/7851 E., 2008/10258 K. sayılı ilamında da açıklandığı üzere; TTK.nun 11. madde (6102 sayılı TTK 11.madde) hükmüne göre, ticarethane veya fabrika (md.12), yahut ticari şekilde işletilen diğer müesseseler (md.13) ticari işletme sayılır. Bir ticari işletmeyi, kısmen de olsa kendi adına işleten kimseye tacir denir (md.14) (6102 sayılı TTK 12.m). Esnafın tanımı 17. maddede yapılmış ve bunların tacir olmadıkları vurgulanmıştır. Esnafın yaptığı işin hacim ve ehemmiyeti, ticari muhasebeyi gerektirdiği ve ona ticari veya sınai bir müessese şekil ve mahiyeti verdiği taktirde, bu müessesenin de ticari işletme sayılacağı 13. maddede hüküm altına alınmıştır. Bir kimsenin Vergi Usul Kanunu’na göre esnaf sayılması, TTK yönünden de esnaf kabul edilmesini gerektirmez. Ticari işletmenin, ticaret siciline kayıtlı olmaması, diğer anlatımla esnaf odasına kayıtlı olması, bu işletme sahibinin tacir sayılmamasını gerektirmez ve tacir olmamanın kesin bir kanıtı da değildir. Vergi mükellefi olup olmamak da tacir-esnaf ayrımında kesin bir ölçüt olarak değerlendirilmez.
TTK.nun 17. maddesi (6102 sayılı TTK 15. madde) uyarınca, iktisadi faaliyeti, nakdi sermayesinden ziyade, bedeni çalışmasına dayanan ve kazancı ancak geçimini sağlamaya yetecek derecede az olan sanat ve ticaret sahipleri esnaftır. 11/06/2002 tarih ve 24782 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Esnaf ve Sanatkar ile Tacir ve Sanayiciyi Belirleme Koordinasyon Kurulu’nun 11 numaralı Kararı’nın 2. maddesinde, imalatla iştigal etmekle beraber, 5590 sayılı Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları, Ticaret Borsaları ve Türkiye Ticaret, Sanayi Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği Kanunu’nun 3. maddesindeki “Sanayici” tanımının kapsamına girenler ile TTK’nın 17. maddesi (6102 sayılı TTK 15. madde) dışında kalanların esnaf ve sanatkar sayılmayacağı belirtilmiştir.
Diğer yandan, TTK’nın 1463. maddesinde de (6102 sayılı TTK 11/2. madde), önce 17. maddeye gönderme yapılarak, 507 Sayılı Kanun hükümlerinin saklı tutulduğu belirtildikten sonra “Bakanlar Kurulu’nun bu konuda kararname çıkarması halinde onlarda gösterilen miktardan aşağı gayrisafi geliri bulunan sanat ve ticaret erbabından başka hiç kimse kanunun 17. maddesinde tarif edilen esnaftan sayılamaz” denmek suretiyle tacir veya esnafın hangi kriterlere göre saptanacağı açık bir biçimde gösterilmiştir. Gerçekten, 19/02/1986 tarih ve 19024 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 25/01/1986 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile TTK.nun 1463. maddesine göre esnaf ve küçük sanatkar ile tacir ve sanayicinin ayrımına dair esaslar tespit edilmiştir. (21/07/2007 tarih ve 26589 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 18/06/2007 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile TTK.nun 1463. maddesine göre esnaf ve küçük sanatkar ile tacir ve sanayicinin ayrımına dair esaslar tespit edilmiştir.) Buna göre;
a-Koordinasyon kurulunca tespit ve yayınlanacak esnaf ve küçük sanatkar kollarına dahil olup da gelir vergisinden muaf olanlar ile kazançları götürü usulde vergilendirilenler ve işletme hesabına göre defter tutanlardan iktisadi faaliyetleri nakdi sermayesinden ziyade, bedeni çalışmalarına dayanan ve kazançları ancak geçimlerini sağlamaya yetecek derecede az olan ve Vergi Usul Kanunu’nun 177. maddesinin 1. fıkrasının 1 ve 3 no’lu bentlerinde yer alan limitlerin yarısını, iki numaralı bendinde yazılı nakdi limitin tamamını aşmayanların esnaf ve küçük sanatkar,
b-Vergi Usul Kanunu’na istinaden birinci sınıf tacir sayılan ve bilanço esasına göre defter tutanlar ile işletme hesabına göre defter tutan ve birinci maddede belirtilenlerin dışında kalanların tacir ve sanayici sayılmaları kararlaştırılmıştır.
Davanın taraflarından davacı gerçek kişi olup, görev hususu re’sen araştırılması gerektiğinden mahkemece davacının tacir olup olmadığı hususu, yukarıda belirtilen şekilde Vergi Dairesi Müdürlüğü’ne müzekkere yazılmak suretiyle araştırılarak sonucuna göre, mahkemenin görevli olup olmadığının tespiti gerekir. Görevli mahkeme açık ve net olarak saptanmadan davanın esası hakkında hüküm kurulması doğru olmamıştır.
2-Davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukuki ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir. (Kuru, Baki İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı (Kuru-El Kitabı), İstanbul 2006, s. 302).
Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır. Eş söyleyişle kendisine karşı icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşse dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise, ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Kuru, Baki İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233).
Menfi tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer; fakat, davacıya (borçluya) düştüğü hâller de vardır; davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukuki ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukuki ilişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Yine kambiyo senedine dayalı olarak başlatılan icra takibine karşı açılan menfi tespit davasında da kural olarak ispat yükü davalı borçluya düşer. (Kambiyo senedinin düzenlenmesi sebebi davacı alacaklı tarafından talil edilirse, ispat yükü alacaklıya düşer.) Davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer.
Somut uyuşmazlık yukarıda yapılan genel açıklamalar çerçevesinde değerlendirildiğinde; davalı, davacı borçlunun icra takibine itiraz etmesi üzerine, itirazın iptali davası açmadıklarını, bu nedenle menfi tespit davası açmakta davacının bir hukuki yararının olmadığını iddia etmektedir. İcra takibi derdest olup, davalı borçlunun itirazı davacı alacaklıya tebliğ edilmemiştir. İtirazın iptali davası açma süresi İİK. 67. maddesi uyarınca itirazın tebliğ tarihinden itibaren 1 yıl olduğundan, davacının menfi tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmaktadır. Davalının bu yöndeki savunması yersizdir.
Davacı icra takibini cari hesaba dayalı olarak 73.329,60 TL asıl alacak ve 6.201,84 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 79.531,04 TL üzerinden başlatmış olup, yargılama aşamasındaki beyanlarından cari hesap alacağının bir kısmının … Bankasına ait 65.000,00 TL bedelli çek olduğunu bildirmiştir. Davalı da icra takibinin dayanağının söz konusu çek olduğundan hareketle savunmalarda bulunmuştur. Söz konusu çek 65.000,00 TL bedelli olup, 8.329,60 TL’lik alacağın sebebi belirsizdir. Bu nedenle mahkemece öncelikle, davalı alacaklıya alacağının dayanaklarının ve miktarlarının açık ve net bir şeklide açıklattırılması gereklidir.
Somut uyuşmazlıkta; davalı alacaklı alacağını cari hesaba dayandırmış olup, ispat yükü davalı alacaklı üzerindedir. Mahkemece takibin dayanağı sadece 65.000,00 TL bedelli … Bankası çeki gibi değerlendirilerek, davacının ortağı … tarafından çekin ciro edildiği, ciranta imzasının davacının eli ürünü olmamasının çek teslim fişi gözetildiğinde, davalının ödeme iddiasının aksinin ispatına elverişli olmadığı, iç ilişkide bu hususun önem taşıyacağı yönünde kabulü isabetli değildir. Nitekim, davalı alacaklı dahi söz konusu icra takibi sonrasında borçlunun takibe itirazı etmesi üzerine bir itirazın iptali davası açarak alacak talep etmediklerini, davacının dava açmakta hukuki yararının bulunmadığını savunmaktadır. Mahkemece yapılması gereken iş davacı tarafça takibin dayanakları açıklandıktan sonra, takibin 65.000,00 TL bedelli … bankası çekine dayalı kısmı bakımından, ATK Başkanlığı Fizik İhtisas Dairesi’nin, söz konusu çek arkasındaki ciranta imzasının davacının eli ürünü olmadığı yönündeki raporu doğrultusunda, çek keşidecisi olan davalı alacaklı şirketin, söz konusu çek nedeniyle davacıdan bir alacağının olamayacağı gözetilmeli, davalı alacaklının çek bedeli üzerindeki kısım nedeniyle, bahse konu çek dışında bir sebebe dayalı olarak alacak talep etmesi durumunda; taraflar arasında iddia edildiği şekilde bir ticari ilişki olup olmadığı hususu araştırılmalı, davacının tacir olması durumunda, tarafların ticari defter ve belgeleri mali müşavir bilirkişiye inceletilmeli ve davacının iddia ettiği nedene dayalı olarak, davalı taraftan alacaklı olduğunu ispat edip edemediği irdelenmeli ve hasıl olacak sonuç doğrultusunda hüküm kurulmalıdır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle eksik inceleme ve değerlendirmeyle yazılı şekilde hüküm kurulması isabetli olmadığından, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esası incelenmeksizin kabulüne, mahkeme kararının HMK’nın 353/1-a-3-6 maddesi gereğince kaldırılmasına, dosyanın Dairemiz kararına uygun şekilde incelenip karara bağlanması için kararı veren mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜNE,
2-Ankara 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2017/871 Esas, 2021/614 nolu kararının HMK’nın 353/1-a-3-6 maddesi gereğince KALDIRILMASINA,
3-Dosyanın Dairemiz kararına uygun şekilde incelenip, karara bağlanmak üzere mahal mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
4-İstinaf başvurusunda bulunan davacı tarafça yatırılan, istinaf karar harcının talep halinde kendisine iadesine,
5-İstinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin ve istinaf başvuru harcının ilk derece mahkemesince verilecek yeni kararda dikkate alınmasına,
6-İstinaf yargılaması sırasında duruşma açılmadığından davacı yararına vekalet ücreti taktirine yer olmadığına,
7-Dosya kapsamında icranın geri bırakılması kararı alınabilmesi için yatırılan bir teminat bulunması halinde, İİK. 36/5 maddesi uyarınca ilgili icra müdürlüğünce teminatın yatıran tarafa iadesine,
8-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğine,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a maddesi gereğince KESİN olmak üzere 08/06/2023 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Başkan …
E-imzalıdır

Üye …
E-imzalıdır

Üye …
E-imzalıdır

Katip …
E-imzalıdır