Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesi 2020/1345 E. 2022/669 K. 10.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 27. HUKUK DAİRESİ
….
T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
27. HUKUK DAİRESİ

….
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
K A R A R
….

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ANKARA 9. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 29/09/2020
NUMARASI …

DAVANIN KONUSU : Menfi Tespit (Eser Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ : 10.06.2022
KARAR YAZIM TARİHİ : 10.06.2022
Eser sözleşmesinden kaynaklanan menfi tespit istemine ilişkin davada mahkemece davanın kabulüne dair verilen karara karşı süresi içinde davalı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine yapılan incelemede;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili özetle; davalı ile dava dışı ….Şirketi arasında 01.05.2018 tarihli taşeronluk sözleşmesinin akdedildiğini, müvekkili tarafından sözleşmeye kaşe basılarak imza altına alınan “sözleşme maddelerine kefilim” ibaresinin kefalet olarak kabul edilemeyeceğini, borcun geçerli olup olmadığının ve miktarının belirli olmadığını, davalı tarafından hakediş faturalarına dayanılarak başlatılan takibe ….Şirketinin itiraz ettiğini, takibin müvekkilinin bilgisi dışında usulsüz olarak kesinleştirildiğini ve haciz yapıldığını, tebligatın iptali ile takibin durdurulması talebiyle açılan 2019/205 Esas sayılı dosyada icra hukuk mahkemesince 7 günlük sürede yapılmadığı gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiğini, müvekkili temerrüde düşürülmediğinden işlemiş faiz talep edilemeyeceğini ileri sürerek davanın kabulü ile müvekkilinin icra takibi nedeniyle borçlu olmadığının tespitine, takibin iptaline ve kötüniyet tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili özetle; davacı şirket ile kefili olduğu ….Şirketinin aynı adreste faaliyet gösterdiğini, mali açıdan zayıf ve borca batık olduğunu, davacı şirket yetkilisi … işin asıl sahibinin davacı şirket olduğunu, sözleşmenin usulen ….Şirketi ile yapıldığını, aynı adreste faaliyet gösterdiklerini ve her iki şirketin merkezinin bulunduğu taşınmazın kendisine ait olduğunu söyleyerek müvekkilini ikna ettiğini, davacının kefil olması üzerine 01.05.2018 tarihli sözleşmenin imzalandığını, kefaletin koşularının oluştuğunu, kefil olmadığı kabul edilse dahi davacının sözleşmedeki menfaati nedeniyle garanti eden kişi olarak kabulünün gerektiğini, müvekkilinin davacı şirketten alacağını tahsil edemeden işçilerinin parasını ödemeyemeden inşaat alanının terk etmek zorunda kaldığını savunarak davanın reddini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesince; ” Somut olayda “sözleşme maddelerine kefilim” şeklindeki beyan sözleşmeye eklenmiş olup, bu söz ile asıl borçlunun sözleşmeden kaynaklanan sorumluluklarının garanti edildiği anlamına gelmeyeceği, bu koşullarda davacının kefil ya da garantör sayılması mümkün olmadığı için aleyhine başlatılan icra takibi nedeni ile davalı alacaklıya borçlu sayılması gerektiğinin kabul edilemeyeceği, davalı icra takibinde haksız olmakla birlikte kötü niyetli icra takibi yaptığı kanıtlanamadığı için davacı ve davalının tazminat isteme koşullarının gerçekleşmediği” gerekçesiyle “Davacının Ankara 11. İcra Müdürlüğü’nün 2018/14787 esas sayılı icra takibi nedeniyle davalıya BORÇLU OLMADIĞININ TESPİTİNE, Davacı ve davalının koşulları oluşmayan kötü niyet tazminatı isteğinin reddine,” karar vermiştir.
Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; ….Şirketinin mali sorunlar yaşaması nedeniyle sözleşmenin hazırlık aşamasında müvekkili tarafından davacı şirkete kefalet benzeri garanti eden ve taraf olarak sözleşmeyi imzalaması şartı getirildiği, davacı şirket yetkilisi … işin asıl sahibinin davacı şirket olduğu, her iki şirketin aynı adreste faaliyet gösterdikleri ve taşınmazın kendisine ait olduğunu belirttiği, 11.06.1969 gün ve 1969/4-6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince davacının kefil olduğu kabul edilmediği takdirde garanti sözleşmesi olarak kabulü gerektiği, her iki sözleşmenin alacaklıya şahsi teminat vermeyi amaçladığı, şirketler arasında organik bağ bulunduğu, buna ilişkin delillerinin toplanmadığı, adreslerinin aynı olduğu, bir şirketin mahalle ve cadde, diğer şirketin ise sokak ve bulvar ismi yazdığı, organik bağın tespiti için SGK’ya yazılarak durumun tespiti talep edilmesine rağmen mahkemece araştırılmadığı nedenleriyle mahkeme kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan menfi tespit talepli olup, mahkemece davanın kabulüne dair verilen karara karşı davalı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İnceleme, Hukuk Muhakemeleri Kanunu 355. madde uyarınca istinaf nedenleriyle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.
Türk Borçlar Kanunu 581 vd maddelerde düzenlenmiş olan kefalet sözleşmesi, kefilin alacaklıya karşı, borçlunun borcunu ifa etmemesinin sonuçlarından kişisel olarak sorumlu olmayı üstlendiği bir sözleşmedir (TBK 581). Kefalet sözleşmesi yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azami miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Yine kefilin sorumlu olacağı azami miktarın, kefalet tarihi ile müteselsil kefil olunması halinde, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifade ile yükümlülük altına girildiği, kefalet sözleşmesinde kefilin kendi el yazısıyla belirtilmelidir (TBK 583).
Garanti sözleşmesi ise kanunda düzenlenmemiş olmakla birlikte garanti sözleşmesinin bir türü olan başkasının fiilini taahhüde ilişkin TBK 128 maddesinin uygulanacağı kabul edilmektedir. Kefalet ve garanti sözleşmelerinde amaç asıl borç ilişkisinin tarafı olmayan üçüncü kişilerce, alacaklıya şahsi teminat sağlanmasıdır. Bununla birlikte belirtilen sözleşmeler arasında farklar bulunmaktadır. Kefalet sözleşmesinin geçerliliği yazılı şekle tabi ve adi kefalette kefilin sorumlu olduğu azami miktar ile kefalet tarihinin kefilin el yazısıyla yazılmış olması geçerlilik koşulu iken garanti sözleşmesinde şekil serbestisi hakim olduğu gibi garanti edenin sorumlu olacağı azami miktarın gösterilmesi de gerekmez. Adi kefalet sözleşmesinde kefilin borcu asıl borca bağımlı ve feri nitelikte olduğundan kefil asıl borçluya ait bütün defileri alacaklıya karşı ileri sürebilir ve adi kefile karşı ancak asıl borçlu aleyhine girişilecek takibin sonuçsuz kalması durumunda başvurulabilir. Garanti sözleşmesinde ise, garanti edenin borcu asıl borçtan bağımsız olduğundan asıl borca ilişkin sözleşmenin geçersiz olması garanti edenin borcunu sona erdirmediği gibi öngörülen riskin gerçekleşmesi durumunda garanti alan derhal garanti verene başvurabilir. Yine kefil borcu ödediği oranda alacaklının haklarına halef olup, asıl borçluya rücu hakkına sahip iken garanti sözleşmesinde garanti edene halefiyet hakkı tanınmamıştır. Bu açıklamalar ışığında garanti edenin sorumluluğunun adi kefilin sorumluluğundan ağır olduğu açıktır.
Kefil ve garanti eden sıfatlarının, sözleşmenin kefalet sözleşmesi mi garanti sözleşmesi mi olduğunun ayırt edilebilmesi hususunda bazı kıstaslar belirlenmiştir. Birinci kıstas sözleşmenin bağımlı/bağımsız, asli/feri nitelikte olmasının, ikinci kıstas kefil ve garanti edenin sorumluluğunun kapsam ve niteliğine ilişkindir. Zira kefalette kefilin sorumluluğu asıl borçlunun borcunu aşamaz iken garanti sözleşmesinde verilen garantinin niteliğine göre garanti edenin sorumluluğu asıl borçlunun yükümlülüğünden daha ağır olabilir. Üçüncü kıstas tartışmalı olmakla birlikte kefalet ilişkisinde genellikle bir menfaat sağlama amacının bulunmadığı, buna karşılık garanti edenin asıl ilişkiden bir menfaatinin bulunduğu kabul edilir. Son olarak kefalette borçlunun şahsı gözetilerek bir teminat verildiği halde garanti sözleşmesinde borçlunun şahsı gözetilmez ve garanti eden asıl borçtan ayrı olarak, bağımsız bir sonucun gerçekleşeceği hususunda teminat verir. Diğer bir ifade ile garanti eden asıl sözleşmedeki borçtan bağımsız ve objektif bir sonucun gerçekleştirilmesini taahhüt etmektedir (Yargıtay HGK, 23.05.2019, 2017/11-1731, 2019/608).
Somut olayda davalı ile dava dışı ….Şirketi arasında gölet yapım işi kapsamındaki kazı ve dolgu işlerinin birim fiyatla yapılmasına ilişkin 01.05.2018 tarihli Taşeron Sözleşmesi başlıklı sözleşmenin akdedildiği, sözleşmenin son sayfasında sözleşmenin taraflarının kaşe ve imzalarından sonra gelmek üzere davacı şirketin kaşesinin basıldığı, imzalandığı, “sözleşme maddelerine kefilim” ibaresinin yazıldığı anlaşılmaktadır. Belirtilen ibarede kefilim kelimesi kullanılmış ise de, kefalet tarihi ve kefilin sorumlu olacağı azami miktar yazılı olmadığından davacının adi kefil olarak değerlendirilemeyeceği, yine asıl sözleşmeden bağımsız olarak taahhüt edilen objektif sonuç belirtilmediğinden garanti eden olarak da kabul edilemeyeceği görülmektedir.
Mahkemece, dosya kapsamındaki bilgi, belge ve toplanan deliller değerlendirilerek yasal düzenlemelere uygun ve isabetli gerekçeyle karar verilmiş olduğu, ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkeme kararında usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b.1 madde gereğince esastan reddine karar verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1-) Davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b.1 madde gereğince esastan reddine,

2-) Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 28.245,48 TL istinaf karar harcından peşin alınan 7.062 TL harcın mahsubu ile bakiye 21.183,48 TL harcın davalıdan tahsili ile Hazine’ye irat kaydına,

3-) İstinaf başvurusu nedeniyle davalı tarafça yapılan yargılama giderlerinin kendisi üzerinde bırakılmasına,

Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK 361. madde gereğince kararın taraflara tebliği tarihinden itibaren 2 hafta içinde Yargıtay’da TEMYİZ yolu açık olmak üzere 10.06.2022 tarihinde oybirliği ile karar verildi.