Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 26. Hukuk Dairesi 2019/2608 E. 2022/291 K. 10.02.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
26. HUKUK DAİRESİ

T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
26. HUKUK DAİRESİ

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
K A R A R

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KAYSERİ 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 18/07/2019
NUMARASI : …..
DAVANIN KONUSU : Tazminat

KARAR TARİHİ : 10/02/2022
GEREKÇELİ KARAR
YAZILMA TARİHİ : 09/03/2022

Mahalli mahkemesince verilen karara karşı davacı vekili ile davalılar … ve … vekili tarafından süresi içinde istinaf kanun yoluna başvurulmuş olup, başvuru şartlarının yerine getirildiği dosya üzerinde yapılan ön inceleme ile anlaşılmakla yapılan istinaf incelemesi sonunda;
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARI
Davacı vekili dava dilekçesinde; 04/10/2013 tarihinde müvekkilinin sevk ve idaresindeki araca, davalı …’ün sürücüsü olduğu, davalı …’ün işleteni olduğu ve davalı … şirketi tarafından ZMMS ile sigortalanan araçla çarpması neticesinde müvekkilinin yaralandığını ve maluliyetinin meydana geldiğini, kazaya davalı araç sürücüsünün kusuru ile neden olduğunu, maddi ve manevi zararlarından davalıların sorumlu olduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 500,00 TL kalıcı iş göremezlik, 500,00 TL sürekli iş göremezlik ve 500,00 TL bakıcı giderinin tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, 50.000,00 TL manevi tazminatın ise sigorta şirketi haricindeki davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar … ve … vekili cevap dilekçesinde; kazanın meydana gelmesinde müvekkili …’ın kusurlu olduğunu kabul etmediklerini, kaza tespit tutanağında müvekkiline kavşak noktasında geçiş önceliğine uymadığından bahisle kusur verilmiş ise de, kusuru kabul etmediklerini, müvekkilinin ana yolda seyrettiği ve geçiş önceliğinin müvekkilinde olduğunu, davacının ise tali yoldan geldiğini ve kazanın meydana gelmesinde kusurlu olduğunu, ayrıca davacının emniyet kemeri takmadığı için yaralandığını, emniyet kemeri takması halinde bu kadar zararının meydana gelmeyeceğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Davalı … vekili cevap dilekçesinde; kaza tarihinde, kazaya karışan aracın müvekkili tarafından ZMMS ile sigortalı olduğunu, zararlarının sigorta limiti kusur ve zarar ile sınırlı olduğunu geçici iş göremezlik ve bakıcı giderinden sorumluluklarının olmadığını, davacının diğer zararlar yönünden ise kusuru, maluliyeti ve zararını kanıtlaması gerektiğini savunarak davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Mahkemece; davanın trafik kazasından kaynaklanan yaralanma nedeniyle TBK’nın 54. maddesi gereğince maddi tazminat, TBK’nın 56. maddesi gereğince manevi tazminat istemine ilişkin olduğu, olay tarihinde kavşak noktasında meydana gelen trafik kazasında, trafik bilirkişisinden ve sonrasında Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinden ve İTÜ Öğretim Görevlilerinden alınan raporlar arasında çelişki olması nedeniyle Karayolları eski Trafik Fen Heyetinden seçilen üç kişilik bilirkişi heyetinden alınan kusur raporuna göre kazanın meydana gelmesinde davalı araç sürücüsünün %75 oranında, davacının ise %25 oranında kusurlu olduğunun tespit edildiği, davacının maluliyetine ilişkin Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu’ndan alınan raporda ise davacının meydana gelen kaza nedeniyle, iyileşme süresinin 18 ayı bulabileceği, sürekli bakıma muhtaç kalmadığı, %100 oranında maluliyetinin bulunduğunun bildirildiği, dosyanın aktüer hesap bilirkişisine tevdiine mahkemece karar verilerek, davacı vekiline sonuçları da hatırlatılarak bilirkişi ücretini yatırması için süre verilmesi sonrasında davacı vekili tarafından verilen süre içerisinde ücreti ikmal etmediği, bu nedenle davacının bilirkişi deliline dayanmaktan vazgeçtiğini, bu nedenle dosya içerisinde bilgi ve belgelere göre karar verilmesi gerektiği, buna göre davacının maddi tazminata ilişkin davasını kanıtlayamadığı, manevi tazminat talebi yönünden ise 40.000,00 TL manevi tazminatın hakkaniyete uygun olduğu gerekçesi ile; maddi tazminat davasının reddine, manevi tazminata ilişkin davasının kısmen kabulü ile 40.000,00 TL manevi tazminatın 04/10/2013 tarihinden itibaren işleyecek olan yasal faizi ile davalılar … ve …’ten müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiş hüküm davacı vekili ve davalılar … ve … vekili tarafından istinaf edilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ
Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde; mahkemece verilen kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, 6 yıl ve 25 celse süren davada müvekkilinin tüm ara kararları eksiksiz yerine getirdiğini, yurt dışında yaşaması ve kardeşinin vefatı nedeniyle müvekkillerine ulaşamamaları sonrasında eksik gider avansı ile davanın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, gelinen aşamada hakimin kendisinin dahi hesaplama yapabileceği dosyada eksik gider avansından davanın reddine karar verilmesinin haksız olduğunu, 14/04/2019 tarihli celsede dosyanın aktüer bilirkişiye verilmesi için bilirkişi ücretini ikmal etmesi hususunda davacı tarafa mehil verildiğini, müvekkilinin yurt dışında yaşaması ve sonradan öğrendiklerine göre kardeşinin vefat etmiş olması nedeniyle kendisine ulaşılamadığından verilen süre içerisinde bilirkişi ücretinin yatırılamadığını, devam eden celsede ise, mahkemeye ücretin neden yatırılmadığı açıklanarak tekrar süre verilmesi halinde eksikliğin tamamlanacağının bildirildiğini, ancak mahkemenin bu husustaki taleplerini değerlendirmeyerek, davalının mazeretlerinin kabulüne karar vermekle yetindiğini, bir sonraki celseden önce de bilirkişi ücretini ikmal ederek mahkemeye, müvekkilinin kardeşinin ölüm belgesi de sunularak dosyanın bilirkişiye verilmesini talep ettiklerini, mahkemece taleplerinin reddedilerek maddi tazminat taleplerinin reddine karar verildiğini, müvekkilinin bilirkişi ücretini elde olmayan nedenlerle ikmal edemediğini, bu nedenle kötü niyetinden söz edilemeyeceğini, sonrasında da bilirkişi ücretinin ikmal edilmiş olmasına göre davanın reddine karar verilmesinin haksız olduğunu, kaldı ki davanın ispatlanamadığının kabul edilemeyeceğini, müvekkilinin maluliyet ve kusur durumunun belirlendiği, basit bir hesaplama ile tazminat tespitinin mümkün olduğunu, bu nedenle de davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu, yine mahkemeye verdikleri dilekçenin eski hale getirme dilekçesi olarak kabul edilmemesinin de hatalı olduğunu, belirterek kararın kaldırılmasını istemiştir.
Davalılar … ve … vekili istinaf başvuru dilekçesinde; mahkemenin maddi tazminata ilişkin kararın isabetli olduğunu, ancak manevi tazminat miktarının ölçülü olmadığı, usul ve esas yönünden Yargıtay içtihatlarına aykırı olduğunu belirlenen manevi tazminatın yüksek olduğunu ileri sürerek kararın kaldırılmasını istemiştir.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE
Mahkemece verilen kararda kamu düzenine aykırılık görülmediğinden, HMK’nın 355. Maddesi gereğince istinaf edenin sıfatına göre ve istinaf sebepleri ile sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda;
Dava, trafik kazasından kaynaklanan cismani zarar nedeniyle bakıcı gideri, sürekli ve geçici iş göremezlik nedeniyle maddi tazminat ve cismani zarar nedeniyle manevi tazminat istemidir.
Mahkemece, manevi tazminat davasının kısmen kabulüne karar verilmiş, maddi tazminat talebinin ise kanıtlanamadığından bahisle reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili ve davalılar vekili tarafından istinaf edilmiştir.
Davacı vekilinin, maddi tazminata ilişkin taleplerinin reddine yönelik istinaf talebinin incelenmesinde;
Davacı vekili, müvekkilinin 04/10/2013 tarihinde meydana gelen trafik kazasında yaralandığından ve maluliyeti meydana geldiğinden bahisle davalılardan maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuş, mahkemece alınan kusur raporları sonrasında, çift taraflı araç kazası olarak meydana gelen kazada davalı araç sürücüsünün %75 oranında, davacının ise %25 oranında kusurlu olduğu ve Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan alınan 03/08/2015 tarihli 13289 no’lu ve 07/09/2016 tarihli …. no’lu raporlarda da, davacının geçirdiği kaza neticesinde %100 oranında malul kaldığı, iyileşme süresinin 18 ay olduğu ve sürekli bakıma muhtaç olmadığı tespit edilmiş, aktüer rapor alınması aşamasında davacının usulüne uygun verilen kesin süre içerisinde bilirkişi ücretini ikmal etmediği, sonrasında ücret yatırılmış ise de, süresinde olmadığı gerekçesi ile davacı maddi zararını kanıtlayamadığı gerekçesiyle maddi tazminat yönünden davanın reddine karar verilmiştir.
Mahkemece, kaza neticesinde davacının malul kaldığı ve kazanın meydana gelmesinde davalı sürücünün %75 oranında kusurlu olduğu kabul edilmiş ve davalıların tespit edilen zararlar açısından sorumlu olacağı değerlendirilmiş, ancak davacının verilen süre içerisinde maddi tazminat miktarının tespiti açısından alınacak aktüer bilirkişi ücretini yatırmaması nedeniyle maddi tazminata ilişkin davasını ispatlayamadığından bahisle reddine, manevi tazminat talebinin ise kısmen kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır.
Haksız fiilden kaynaklanan tazminat davasında, davacı zararını ispatlamakla yükümlü olmakla birlikte, TBK’nın 50/2.maddesinde, “uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hakim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler.” denilmektedir. Bu nedenle mahkemece davacının sürekli ve geçici iş göremezlik zararları olduğu tespit edildiği halde maddi tazminata ilişkin talebin eksik inceleme ve değerlendirme ile reddedilmesi doğru değildir. Diğer yandan tazminatın miktarının tam olarak belirlenmesi davacının delili olduğu kadar Hakim tarafından takdir edilecek zararın, makul olup olmadığının değerlendirilmesi açısından davalının da delili mahiyetindedir.
Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2016/7558 E. 2019/2671 K. sayılı ilamında “6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun delil ikamesi için avans başlıklı 324 üncü maddesinde;“Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler. Taraflardan birisi avans yükümlülüğünü yerine getirmezse, diğer taraf bu avansı yatırabilir. Aksi halde talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılır. Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işler hakkındaki hükümler saklıdır.” hükmü getirilmiştir.
03.04.2012 tarihli … Gazete’de yayınlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliğinin 45. maddesinde “Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Delil avansı, tarafların dayandıkları delillerin giderlerini karşılamak üzere mahkemece belirlenen kesin süre içinde ödemeleri gereken meblağı ifade eder. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler. Taraflardan biri avans yükümlülüğünü yerine getirmediğinde, diğer taraf bu avansı da yatırabilir. Delil avansını yatırmayan taraf, o delilin ikamesinden vazgeçmiş sayılır. Tarafların üzerinde tasarruf edemeyecekleri dava ve işlerle, kanunlardaki özel hükümler saklıdır.” hükmü getirilmiştir.
Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde, karara ulaşmak bakımından, mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler bulunmakta olup, her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile normatif bir değer kazanan bu zaman aralıklarına süre denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, inisiyatifine bırakılmamış olmaktadır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda yer alan sürelerin önemli bir kısmı, taraflar için konulmuş sürelerdir. Tarafların, bu süreler içinde belli işlemleri yapmaları gerekir. Bu süre içinde yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine sonuç doğurur. Taraflar için konulmuş süreler ikiye ayrılır: Birincisi, kanun tarafından öngörülmüş (cevap süresi, temyiz süresi gibi) süreler olup, bu süreler kesindir ve bir işlemin kanuni süresi içinde yapılıp yapılmadığı, mahkemece re’sen gözetilir. İkincisi ise, hakimin tespit ettiği sürelerdir ve kural olarak bu süre kesin değildir. Kural bu olmakla birlikte HMK’nın 94. maddesi gereği hakim, tayin ettiği sürenin kesin olduğuna da karar verebilir. (Kuru, Baki/ Arslan Ramazan/ Yılmaz, Ejder, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sayılı HMK’ya Göre Yeniden Yazılmış 22. Baskı, Ankara 2011, s.749).
Kesin süreye ilişkin ara karar hem hakimi hem tarafları bağlamakla birlikte kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin, bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesi olanaklı değildir. Ancak böyle bir durumda kesin sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için buna ilişkin ara kararın, yasaya ve içtihatlara uygun şekilde hiçbir tereddüte yer vermeyecek derecede açık, yorumu zorunlu kılmayacak, yanlış anlamayı önleyecek, ilgili tarafından kolaylıkla anlaşılacak derecede açık, sade ve sınırlı olması gerekir. Ayrıca verilen sürenin amaca uygun, yeterli ve elverişli olması, kesin süreye uymamanın doğuracağı hukuki sonuçların açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut kanıtlara göre karar verilip, gerektiğinde davanın reddedileceğinin açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması gerekmektedir. (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 5, Altıncı Baskı, İstanbul- 2001, s. 5438 vd.)Kesin sürenin kaçırılması, o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, davanın kaybedilmesine neden olmaktadır. Böyle bir durumda, geciken adaletin adaletsizlik olduğu düşünülerek, davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere getirilen kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır. ……..Diğer yönden, 6100 sayılı HMK’nın delil ikamesi için avansla ilgili 324 üncü maddesi hükümleri de gereği gibi uygulanmamıştır. 6100 sayılı HMK’nun 324 üncü maddesinin yukarıda belirtilen hükümleri uyarınca; tarafların her birinin 324. maddesi gereğince delil avansı yatırması hususunun değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda davalıya ATK bilirkişi delili için avans yatırması hususunda tebligat yapılmamış, bu yönlerle davacı tarafın hak arama hürriyeti ve savunma hakkının kısıtlanmış olduğu görüldüğünden, yasaya ve usule aykırı gerekçeye dayalı karar bozmayı gerektirmiştir.” denilerek, Hak arama ve savunma hakkının çerçevesinde, yasal düzenlemenin değerlendirilmesi gerektiğini, belirtmiştir.
Somut olayda da; mahkemece yapılan yargılamada davacının bir kısım talepleri yönünden zarara uğradığı kabul edilmektedir. Nitekim manevi tazminatın kısmen kabul edilmiş olması kusuru ve bedensel zararın varlığının kabul edildiğini ortaya koymaktadır. Bu durumda TBK’nın 50/2 maddesi gereğice hakkaniyet kapsamında tazminat miktarının belirlemesi mümkün ise de, hakim tarafından belirlenecek tazminat davacının hakkını belirleyeceği kadar davalının yükümlü olduğu bedeli belirleyecek olduğundan, gerçek zararının doğru şekilde tespit edilmesi, davalının da delilli mahiyetindedir. Nitekim davalılar da bilirkişi deliline dayanmıştır.
Mahkemece, ara karar ile ispat yükü kendisinde olan davacı tarafa zararın hesaplanması açısından alınacak bilirkişi ücretini yatırması hususunda kesin süre verilmiş, davacı tarafından bilirkişi ücreti verilen süreden sonra yatırılmış ise de mahkemece bilirkişi ücreti süresinden sonra yatırıldığından bahisle dosya bilirkişiye tevdi edilmemiştir. Zarar varlığının kanıtlandığı durumda, davalının sorumlu olacağı gerçek zararın miktarının hakim takdirine bırakılmasızın belirlenmesi davalının da delili olup, mahkemece bilirkişi ücretinin ikmal edilip edilmeyeceği hususunda, davalı tarafa da süre verilmesi gerekir. Mahkemece davalılara bu hususta süre verilmemiştir. Bu nedenle mahkemece sadece davacı tarafa verilen sürenin usulüne uygun olduğunun kabulü de mümkün görülmemektedir. Gelinen aşamada ise, davacı vekili tarafından bilirkişi ücreti ikmal edilmiş olmasına göre, dosyanın bilirkişiye tevdi edilerek alınacak rapor çerçevesinde davacının gerçek zararı tespit edilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile hak arama ve savunma hakkını kısıtlar şekilde karar verilmiş olması doğru olmadığından davacı vekilinin istinaf sebepleri yerinde görülmüştür.
Bu nedenle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile, mahkemece uyuşmazlığın çözümünde etkili deliller toplanılmadan ve değerlendirmeden karar verilmiş olması nedeniyle, kararın HMK’nın 353/1-a-6 maddesi gereğince kaldırılmasına, davanın yeniden görülerek, yukarıda açıklandığı üzere gerçek zararın tespiti açısından bilirkişi raporu alınarak, sonucuna göre karar verilmesi için dosyanın mahal mahkemesine gönderilmesine, davacı vekilinin sair, davalılar … ve … vekilinin tüm istinaf sebeplerinin şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiş aşağıdaki hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere;
1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile Kayseri 1. Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından verilen 18/07/2019 tarihli 2013/343 Esas 2019/661 Karar sayılı kararın, HMK’nın 353/1-a-6. maddesi gereğince KALDIRILMASINA,
Kararın kaldırılma sebebine göre, davacı vekilinin sair davalılar … ve … vekilinin tüm istinaf taleplerinin İNCELENMESİNE YER OLMADIĞINA,
2-Dosyanın, davanın yeniden görülmesi için mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-İstinaf edenler tarafından yatırılan istinaf karar harcının istek halinde istinaf eden taraflara iadesine,
4-İstinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesinde değerlendirilmesine,
5-Karar tebliği, kesinleştirme, harç ve gider avansı iadesi işlemlerinin ilk derece mahkemesince yapılmasına,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda, HMK.nın 353/1-a maddesi uyarınca KESİN olmak üzere 10/02/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

….

* Bu belge, 5070 sayılı Kanun hükümleri gereğince elektronik imza ile imzalanmıştır.