Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 26. Hukuk Dairesi 2019/1935 E. 2022/268 K. 10.02.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
26. HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No: ….
T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
26. HUKUK DAİRESİ

….

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
K A R A R

….

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ANKARA 6. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 02/05/2019
NUMARASI :…..

DAVANIN KONUSU : Trafik Kazası Nedeniyle Maddi Tazminat
KARAR TARİHİ : 10/02/2022
GEREKÇELİ KARAR
YAZILMA TARİHİ : 07/03/2022

Mahalli mahkemesince verilen karara karşı esas davanın davacısı …. vekili ile birleşen davanın davacısı … vekili tarafından süresi içinde istinaf kanun yoluna başvurulmuş olup, başvuru şartlarının yerine getirildiği dosya üzerinde yapılan ön inceleme ile anlaşılmakla yapılan istinaf incelemesi sonunda;
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARI
Esas davada davacı vekili; 15.11.2016 tarihinde davalı sigorta şirketine zorunlu mali mesuliyet sigortası ile sigortalı aracın davacının kızı …’nın içinde bulunduğu diğer araca çarpması sonucu …’nın vefat ettiğini, davalı sigorta şirketine başvurmalarına rağmen ödeme yapılmadığını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere davacı baba için 100,00TL destekten yoksun kalma tazminatının olay tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Birleşen davada davacı vekili, 15.11.2016 tarihinde davalı sigorta şirketine zorunlu mali mesuliyet sigortası ile sigortalı aracın davacının kızı …’nın içinde bulunduğu diğer araca çarpması sonucu …’nın vefat ettiğini, davalı sigorta şirketine 12.09.2017 tarihinde başvurmalarına rağmen ödeme yapılmadığını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere davacı anne için 100,00TL destekten yoksun kalma tazminatının olay tarihinden, kabul edilmemesi halinde temerrüt tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir.
Davalı Sigorta Şirketi vekili esas davadaki cevap dilekçesinde, eldeki dava ile …’nın eşi ve kızı tarafından açılan Ankara 8 ATM nin 2016/1029 esas sayılı dosyası arasında irtibat bulunduğundan iki dosyanın birleştirilmesi gerektiğini, kazaya karışan 06 J 0451 plakalı aracın davalı sigorta şirketine 17.11.2015-17.11.2016 vadeli zorunlu mali mesuliyet sigortası ile sigortalı olduğunu, kusurun tespiti için dosyanın ATK Trafik İhtisas Dairesine gönderilmesi gerektiğini, davacının davanın ikamesinden önce davalı şirkete yaptığı başvuru neticesinde davalı şirket tarafından 07/03/2017 tarihinde 26.920,88 TL ödeme yapıldığını, destekten yoksun kalma tazminatı ödenmiş olmakla şirket ibra edildiğinden davanın reddini, aksi halde davacı tarafından yapılan ödemenin yetersiz ve fahiş olduğunun ispat edilmesi gerektiğini, yapılan ödemenin yetersiz olduğu tespit edilmesi halinde yapılan ödemenin güncellenerek hesap edilen tutardan düşülmesini, maddi tazminat yönünden yapılan hesaplamanın TRH 2010 tablosu ve 1, 8 teknik faiz esas alınarak hesaplanmasını, tazminattan müteveffanın emniyet kemeri takılı olmadığı için %50 indirim yapılması gerektiğini belirterek esas davanın reddini savunmuştur.
Davalı vekili birleşen davaya verdiği cevap dilekçesinde özetle, öncelikle eldeki davanın aynı kaza nedeniyle vefat edenin babası … tarafından açılan Ankara 6. ATM’ye 2017/337 esas sayılı dosyası ile birleştirilmesi gerektiğini, kazaya karışa,,,,plakalı aracın davalı sigorta şirketine 17.11.2015-17.11.2016 vadeli zorunlu mali mesuliyet sigortası ile sigortalı olduğunu, kusurun tespiti için dosyanın ATK Trafik İhtisas Dairesinden rapor alınmasını, davacının davanın ikamesinden önce davalı şirkete yaptığı başvuru neticesinde davalı şirket tarafından 27/03/2018 tarihinde 29.362,00 TL ödeme yapıldığını, destekten yoksun kalma tazminatı ödenmiş olmakla eldeki davanın reddine, aksi halde maddi tazminat yönünden yapılan hesaplamada TRH 2010 tablosu ve 1,8 teknik faizin esas alınmasını, tazminattan müteveffanın emniyet kemeri takılı olmadığı için %50 indirim yapılması gerektiğini, faiz yönünden dava tarihinden yasal faiz istenebileceğini belirterek birleşen davanın reddini savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Mahkemece, 15/11/2016 tarihinde davalı sigorta şirketine sigortalı 06 J 0451 plakalı araç ile …’nın sevk ve idaresindeki aracın çarpışması neticesi …’nın aracında yolcu olarak bulunan …’nın vefat ettiği, ATK Trafik İhtisas Dairesinden alınan 23/07/2018 tarihli (ceza dosyasında alınan rapor ile uyumlu olan) rapora göre …’nın kazanın meydana gelmesinde %65 oranında, davalı sigorta şirketine sigortalı olan aracın ise %35 oranında kusurlu olduklarının tespit edildiği, dosyaya alınan sigorta poliçesi ve hasar dosyası ve ödeme belgelerinden davalı sigorta şirketince 24/01/2017 tarihinde ölenin eşi … için 91.308,96 TL, çocuğu … için 19.917,47 TL, babası davacı … için 07/03/2017 tarihinde 26.920,88 TL, annesi davacı … için 29.362,00 TL ödeme yapıldığının anlaşıldığı, aktüer bilirkişiden alınan raporda ödeme tarihindeki verilere ve rapor tarihindeki verilere göre ayrı ayrı hesaplama yapıldığı, raporun açık ve denetime elverişli olduğu, yapılan hesaplama sonucu ayrı ayrı tazminat miktarlarının hesaplandığı, yapılan ödemenin tenzil edilmesi ile davacıların karşılanmamış bakiye zararları olmadığı, sigorta şirketinin davacıların destekten yoksun kalma tazminatını karşıladığı anlaşıldığından her iki davanın da reddine karar verilmiş; hükme karşı esas ve birleşen davanın davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ
Esas davanın davacısı … vekili istinaf dilekçesinde özetle; Yerel mahkeme tarafından verilen kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, hükme esas alınan bilirkişi raporunun, karara elverişli olmayıp hesaplamada eksiklikler ve hatalar olduğunu, bilirkişi raporuna karşı itirazlarının dikkate alınmadığını,
05.10.2018 tarihli bilirkişi raporundaki TRH 2010 tablosu gözetilerek yapılan tespit ve değerlendirmeleri kabul etmediklerini, sigorta şirketlerinin, Hazine Müsteşarlığı genelgesinden de güç alarak kendi hesap formüllerini zorla kabul ettirmeye çalışmakta; Yargıtay’ın ilke kararlarını göz ardı ederek aktüerlerine yaptırdıkları tazminat hesaplarıyla daha az tazminat ödeme çabası içinde bulunduklarını, oysa Yargıtay’ca benimsenmemiş hiçbir hesaplama yönteminin, hiç bir formülün yargıda geçerli olmadığını, Yargıtay kararları değişmediği sürece, açılan davalarda görevlendirilen bilirkişilerin, yargıda geçerli yöntem ve formüllere göre tazminat hesabı yapmak zorunda olduğunu, bu konuda, Sigorta Tahkim Komisyonu’nda görülen bir anlaşmazlığa ilişkin olarak Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 09.10.2012 gün E.2011/11066 K.2012/10762 sayılı kararında, tazminat hesaplarının Hazine Müsteşarlığı’nın 2010/4 sayılı Genelgesine ve aktüerlerin uyguladıkları formüllere göre değil, yargıda geçerli yöntemlere göre yapılmasının öngörüldüğünü, Hazine Müsteşarlığı genelgesinin yargıda geçerli olmadığını, Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin kararında görüldüğü gibi, Hazine Müsteşarlığı genelgesinin yargıyı ve yargıcı bağlamayacağını, Yargıtay’ca öngörülen yöntem ve formüllerin uzun yıllar süren bir uzlaşma sonucu yürürlüğe konulduğunu, uzlaşma sağlanmadan değişiklik yapılamayacağını, öte yandan Hazine Müsteşarlığı Genelgesinin mahkemeleri bağlamayacağının Anayasa’nın açık hükmü olduğunu, Anayasa’nın 138. maddesi 2.fıkrasına göre “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” bu itibarla TRH 2010 yaşam tablosu esas alınarak hazırlanan bilirkişi raporunun hükme esas alınmasının kabulü mümkün olmadığını,
Yine bilirkişi tarafından hazırlanan raporda desteğin gelirinde davacı babaya sağlayacağı destek pay oranları hesaplanırken uygulamada hatalar yapıldığını, bilirkişi raporunun 4. sayfasındaki son paragrafta destek payları yönünden müteveffanın babası …’in ve annesi …’in gelirden çıktığı tarihe kadar ki yapılan pay hesaplamalarının uygulanmasında hatalar mevcut olduğunu, bilirkişi raporunda pay oranlarının belirlenmesinde kabul edilen Yargıtay Kararındaki uygulamalar, bilirkişi tarafından anne … ve baba …’in gelirden çıktığı tarihe kadarki pay oranlarının hesaplamasında aynı şekilde uygulanmadığını, bu nedenle de eksik ve hatalı olan raporun hükme esas alınmasının hukuka aykırı olacağını belirterek istinaf isteminin kabulü ile yerel mahkeme kararının kaldırılmasına davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
Birleşen davanın davacısı … vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle;
Kararda herhangi bir gerekçe yazılmadığını, Anayasa’nın 138 ve 141. maddeleri uyarınca Hakimlerin, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verecekleri ve bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılacağını, bu gerekçenin de hukuki esaslara ve kurallara dayanması ve nedenlerinin açıklanması gerektiğini,
6100 Sayılı HMK’un 27. Maddesinde hukuki dinlenilme hakkının kurala bağlandığını, hukukî dinlenilme hakkı, Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen Adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olduğunu,
Hukuki Dinlenilme Hakkı gereğince, davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hakkın yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerdiğini,
Mahkemelerin, kararlarını somut ve açık bir şekilde gerekçelendirmek zorunda olduğunu, eksik, şeklî ve görünüşte gerekçe yazılmasının adil yargılanma hakkının (hukukî dinlenilme hakkının) ihlâli olduğunu, HMK’un 297. maddesinde de, verilecek hükümde tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin yer alması gerektiğinin açıkça vurgulandığını, kararın gerekçesinde maddi olayın saptanması, hukuki niteliği ve uygulanacak hukuki kuralların belirlenmesi, bu konuda gerekli inceleme ve delillerden söz edilmesi, hukuk kuralları somut olaya uygulanarak sonunda hüküm kurulması gerektiğini, maddi olgularla hüküm fıkrası arasındaki hukuki bağlantının da ancak bu şekilde kurulabileceğini, ayrıca yasal unsurları taşıyan bu gerekçe sayesinde, kararların doğruluğunun denetlenebilmesinin mümkün olacağını,
Mahkemece davanın reddine ilişkin verilen kararın gerekçesinin hiçbir bir şekilde açıklanmadığını,
Esas bakımından da kararın tamamen hukuka aykırı olup bu bakımından da kararın bozulması gerektiğini, itiraza konu bilirkişi raporunun kendi içerisinde çelişkiler içerdiğini, rapora karşı itirazlarının değerlendirilmediğini bu hali ile bilirkişi raporunun kabulünün mümkün olmayıp hükme esas alınamayacağını,
Kazada, müteveffanın kusuru bulunmadığından, davalı tüm zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olup müşterek ve müteselsil sorumluluk esaslarına göre dava dilekçesinde talepte bulunulduğunu, bu bağlamda kusur oranına göre yapılan tazminat hesabını kabul etmediklerini, dava dilekçesinde açıkça belirtmiş olduğu üzere davalıdan kusur oranında değil müşterek ve müteselsil sorumluluk esaslarına göre talepte bulunduklarını, bu bağlamda davalı zarardan sigortalısının kusuru oranında değil zararın tamamından sorumlu olduğunu, davalı sigorta şirketinin kusur oranına göre yapılan hesaplamayı kabul etmediklerini, 2918 Sayılı K.T.K.nun 88/1 maddesinde de trafik olayı sebebiyle müteselsil sorumluluk öngörüldüğünden ve 818 Sayılı B.K.nun 146. maddesi uyarınca sorumluların iç ilişkide kusur oranına göre birbirlerine rücu hakları mevcut bulunduğundan, mahkemece davalı sigorta şirketi aleyhine hükmedilen miktar (7.941,91 Euro ) yönünden davalıların müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları göz ardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması da isabetli değildir.
Raporda yer alan pay durumunu kabul etmediklerini, desteğin gelirinden davacı anneye sağlayacağı destek pay oranlarının çok düşük hesap edildiğini, tüm dönemler için anneye ayrılan destek paylarının artırılması gerektiğini, genel şartlara göre yapılan hesaplamayı kabul etmediklerini, “2918 sayılı KTK’nun değiştirilen 90. maddesinde “Tazminatlar, genel şartlarda öngörülen usul ve esaslara tabidir” denilerek, genel işlem şartı (tek yanlı sözleşme) niteliğindeki sigorta genel şartlarına “yasaların üstünde” bir güç tanınmış olup, hiçbir hukuk sisteminde olmayan, hukuk ve adalet ilkelerine aykırı bu düzenlemenin Anayasa’nın 19/son maddesindeki “kişilerin uğradıkları zararların tazminat hukukunun genel ilkelerine göre ödeneceği” hükmüne; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 55. maddesindeki “destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararların, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanacağına” ilişkin emredici nitelikteki hükmüne; 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1451.maddesindeki “Bu kanunda hüküm bulunmayan hallerde, sigorta sözleşmeleri hakkında Türk Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır” hükmüne; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 20.maddesi 4.fıkrasındaki kanun veya yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütülüyor olsa dahi, genel işlem şartı niteliğindeki sigorta genel şartlarının yasalara aykırı hükümlerinin geçersiz olacağı hükmüne aykırı olduğu gibi; ayrıca tüm haksız fiil sorumluları ile sigorta şirketleri arasında fark yaratılarak ve sigorta sektörünün yüzde doksandan fazlasına sahip olan yabancı şirketlere, Sigorta Genel Şartlarını diledikleri gibi ve çıkarlarına uygun biçimde değiştirtme olanağı sağlanarak (kapitülasyonları geri getirircesine) ayrıcalıklar tanınması, eski deyimiyle “imtiyazlar” verilmesinin, Anayasa’nın 10. maddesindeki “eşitlik ilkesine, hiç bir kişiye ve zümreye imtiyaz tanınamayacağına” ilişkin hükmüne aykırı olduğunu; Hazine Müsteşarlığına, Sigorta Genel Şartları yoluyla tazminat ilkelerini ve hesaplama yöntemlerini (bugüne kadar görüldüğü gibi, sigorta şirketlerinin istekleri ve çıkarları doğrultusunda) belirleme yetkisi tanınmasının da, Anayasa’nın 138. maddesindeki hakimlerin görevlerinde bağımsız olduklarına, hiçbir organ ve makamın yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremeyeceğine, genelge gönderemeyeceğine, telkinde bulunamayacağına ilişkin hükmüne aykırı olduğunu, bu bağlamda genel şartlara göre yapılan hesaplamayı kabul etmediklerini, yaşam sürelerinin eksik hesap edildiğini, yerel mahkemece bu itirazlarının hukuka aykırı olacak şekilde değerlendirilmediğini ve hatalı raporun hükme esas alındığını, bu bağlamda beyan ve itirazları doğrultusunda davacı annenin zararının yeniden hesaplanması gerekirken reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, kazada, müteveffanın kusuru bulunmadığından, davalı tüm zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olup müşterek ve müteselsil sorumluluk esaslarına göre dava dilekçesinde talepte bulunulduklarını buna rağmen sadece davalının kusuruna göre karar verilmesinin hatalı olduğunu, yargılama giderlerine hatalı hükmedildiğini, ayrıca kararda yer alan aleyhlerine olacak her türlü husus, hesaplama hataları ve maddi hatalar bakımından da karara karşı istinaf yoluna başvurduklarını belirterek istinaf isteminin kabulü ile mahkeme kararının davacı lehine kaldırılmasını ve davacı zararı yeniden hesaplanmak ve artırım hakkı da dikkate alınmak suretiyle davanın hesap edilen miktar üzerinden tümden kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE
Esas ve birleşen davanın davacıları vekillerinin istinaf sebepleri ile sınırlı olarak, dosya içerisindeki bilgi ve belgeler, mahkeme kararının gerekçesi, dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesi ile yapılan inceleme sonunda;
Esas ve birleşen dava ölümlü trafik kazasından kaynaklanan, yolcu durumundaki desteğin annesi ve babası tarafından karşı aracın ZZMS’na karşı açılan destekten yoksun kalma tazminatına ilişkindir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası’nın 88. maddesinde zarar verenlerin birden fazla olması halinde “Bir motorlu aracın katıldığı bir kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa, bunlar müteselsil olarak sorumlu tutulur.” düzenlemesi yapılmış, yine TBK 61. maddesinde; “Dış ilişkide, birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır.” denilmiş, 62. madde de ise “Tazminatın aynı zarardan sorumlu müteselsil borçlular arasında paylaştırılmasında, bütün durum ve koşullar, özellikle onlardan her birine yüklenebilecek kusurun ağırlığı ve yarattıkları tehlikenin yoğunluğu göz önünde tutulur. Tazminatın kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişi, bu fazla ödemesi için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahip ve zarar görenin haklarına halef olur.” düzenlemesi ile birden çok kişi aynı zarardan aynı sebeple yada çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olabileceği vurgulanmıştır.
Türk Borçlar Kanunun müteselsil borçluluk ve dış ilişki de borçluların sorumluluğu başlıklı 163. maddesinde; “Alacaklı, borcun tamamının veya bir kısmının ifasını, dilerse borçluların hepsinden, dilerse yalnız birinden isteyebilir. Borçluların sorumluluğu, borcun tamamı ödeninceye kadar devam eder” denilerek zarar verenlerin zarar görenlere karşı sorumluluğunun kapsamını düzenlemiştir. Buna göre, zarar gören tazminatın tamamını dilediği takdirde zarar verenlerin hepsinden talep edebileceği gibi, bir kısmından veya sadece birinden de talep edebilir. Burada yasa koyucu zarar görene, tazminatın tamamının zarar verenlerden yalnız birine karşı ileri sürebilmesi imkanı sağlamıştır. Zarar verenlerden biri tazminatın tamamını ödediği takdirde borç ortadan kalkar, dolayısıyla zarar gören öyle bir halde artık diğer zarar verenlerden tazminat talep edemez. Bu nedenle kusursuz zarar görenin zarardan sorumlu olanların birinden, bir kısmından ya da hepsinden zararın tamamını talep etmesi durumunda davalı zarar veren, tazminatın diğer zarar verenlerden talep edilmesi gerektiğini ya da kusuru kadar sorumlu olması gerektiğini ileri süremez. Müteselsil sorumluluk, kanundan doğan bir sorumluluk türü olup müteselsil sorumluların birinden talepte bulunan hak sahibinin, tüm ilgililer bakımından müteselsil sorumluluğa dayandığını ifade etmesine de gerek yoktur. Müteselsil sorumluluk ilkesi gereği, araçta yolcu olarak bulunan desteğin kazanın oluşumunda kusurunun bulunmamasına göre, zararın tamamını, isterse sorumluların tamamından isterse bir kısmından isteyebilir. Ancak TBK.nın 163. maddesinde belirtildiği gibi alacaklının borcun tamamını veya bir kısmının ifasını dilerse borçluların hepsinden dilerse yalnız birinden isteyebileceği düzenlenmiş olmasına göre, tazminatın davalılardan tahsilini isteyen davacının borcun tamamının talep edildiğini açıkça belirtmesi gerekir.
Somut olayda esas ve birleşen davada davacılar vekili, davacıların kızı olan desteğin olayda yolcu olup kusuru bulunmadığını belirterek tazminatın davalı sigorta şirketinden (birleşen davada müşterek müteselsil sadece sigorta şirketinden) tahsilini talep etmişlerdir. Gerek esas gerekse birleşen davada davacılar vekillerinin teselsül hükümlerine dayandığı ve tazminatı davalı sigorta şirketinden müşterek ve müteselsil istediklerinden ve ayrıca kusur oranına göre hesaplama yapılan hükme esas aktüer raporuna bu nedenle itiraz ettiklerinden davacıların itirazları incelenmeden ve kusur oranına göre hesaplanan tazminata ilişkin bilirkişi raporunun hükme esas alınması doğru görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle desteğin yolcu ve kusursuz olduğu talebin de teselsül hükümlerine dayandığı gözönüne alınarak yukarıdaki açıklanmalar doğrultusunda belirlenecek tazminatın tamamından davalı sigorta şirketinin sorumlu olduğu gözönüne alınarak karar verilmesi gerektiğinden esas ve birleşen davanın davacıları vekilinin anılan yönlere ilişkin istinaf sebepleri yerinde görülmüştür.
Mahkemece hükme esas alınan 05.10.2018 tarihli aktüer bilirkişi raporunda, TRH 2010 ve %1, 8 teknik faize göre hesaplama yapıldığı anlaşılmaktadır. Somut olaya bakıldığında, tarafların bilirkişi raporunda kullanılan yaşam tablosuna ve tatbik edilen esaslara açık itirazları olmasa dahi; TBK 51. maddesi uyarınca tazminatın kapsamının hakim tarafından belirlenmesi zaruridir. Gerçek zarar miktarı, hak sahibinin olay tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluşmaktadır. Gerçek zarar hesabı, özü itibariyle varsayımlara dayalı bir hesap olup, gerçeğe en yakın verilerin kullanılması esastır. Hak sahiplerinin bakiye ömürleri önceki yıllarda Fransa’dan alınan 1931 tarihli “PMF” cetvellerine göre saptanmakta iken, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Aktüerya Bilimleri Bölümü, BNB Danışmanlık, Marmara Üniversitesi ve Başkent Üniversitesi’nin çalışmaları ile “TRH 2010” adı verilen “Ulusal Mortalite Tablosu” hazırlanmış olup,….ilk peşin sermaye değerinin hesaplanmasında anılan tabloların uygulanmasına geçilmiştir. Gerek diğer kurumlar ile Yargıtay Daireleri arasında tazminat hesabında birliğin sağlanması açısından ve gerekse bu tablonun ülkemize özgü ve güncel verileri içerdiği de göz önüne alınarak, ülkemizce de tazminat hesaplamalarında TRH 2010 Tablosu’na göre bakiye ömür sürelerinin belirlenmesinin, güncel verilere ve ülkemiz gerçeklerine daha uygun olacağına Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nce de karar verilmekle görüş değişikliğine gidilmiştir. (Yargıtay 17.HD 22/12/2020 tarih, 2019/5206 E. – 2020/8874 K. sayılı ilamı, 14/01/2021 tarih 2020/2598 E. – 2021/34 K. sayılı ilamı) Bu itibarla, tazminat hesaplanmasında TRH 2010 Tablosu’nun kullanılmasında bir isabetsizlik görülmemiş ise de; Anayasa Mahkemesi’nin 17/07/2020 tarih 2019/40-2020/40 sayılı kararı ile; KTK’nun 90.maddesindeki “bu Kanun çerçevesinde hazırlanan genel şartlarda öngörülen usul ve esaslara tabidir” bölümündeki “bu Kanun çerçevesinde hazırlanan genel şartlarda” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar verilmekle; zarar hesaplanmasında ZMMS Genel Şartları ekindeki cetvellerin kullanılması mümkün olmadığından ve %1,8 teknik faiz bu cetvellerle getirildiğinden, artık uygulanması mümkün değildir. Bu itibarla, tazminat hesaplanmasında TRH 2010 Yaşam Tablosu ve progresif rant yöntemi kullanılarak (taraflar lehine oluşan usulü kazanılmış haklar da gözetilerek) hak sahiplerinin bakiye muhtemel yaşam süresinin belirlenmesi ve buna göre tazminat hesabı yapılması gerekirken, TRH 2010 yaşam tablosu kullanılmış ise de, progresif rant yöntemi yerine 1.8 teknik faiz yöntemine göre tazminat hesabı yapılması doğru görülmemiştir.
Kabule göre de, birleşen davada davalı sigorta şirketi tarafından yapılan ödeme dava açıldıktan sonra yapılmış olduğundan konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve davanın açıldığı tarihteki haklılık durumuna göre yargılama giderleri ve vekalet ücretine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetli görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle dosyanın önceki bilirkişiye tevdii ile davalı lehine kazanılmış haklar gözetilerek, davalının ödeme yaptığı hak sahiplerinin muhtemel ve beklenen yaşam süresinin TRH 2010 Yaşam Tablosu’na göre belirlenmesi, bakiye ömürleri esas alınarak, progresif rant tekniği uygulanmak suretiyle tazminat miktarının hesaplanması için ek rapor alınarak, oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi isabetli görülmediğinden esas ve birleşen davanın davacıları vekillerinin istinaf istemlerinin kabulü ile yerel mahkeme kararının kaldırılması ve dosyanın belirtilen gerekçeyle yerel mahkemesine gönderilmesine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere;
1-Esas davanın davacısı … vekili ile birleşen davanın davacısı … vekilinin istinaf taleplerinin ayrı ayrı HMK.nın 353/1-a-6 maddesi gereğince kabulü ile Ankara 6.Asliye Ticaret Mahkemesinin 02.05.2019 Tarih 2017/337 Esas 2019/356 Karar (birleşen Ankara 11.Asliye Ticaret Mahkemesinin 2017/687 Esas 2018/234 Karar sayılı ) Sayılı kararının KALDIRILMASINA,
Yukarıda açıklandığı üzere işlem yapılarak varılacak sonuca göre bir karar verilmesi için dosyanın yerel mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
2-Esas ve birleşen davada davacılar tarafından yatırılan istinaf harcının talepleri halinde kendilerine iadesine
3-Esas ve birleşen davanın davacıları tarafından yatırılan gider avansından varsa artan kısmın yatırdıkları oranda karar kesinleştiğinde kendilerine iadesine,
4-İstinafa gelen esas ve birleşen davanın davacıları tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece Mahkemesince verilecek kararda gözetilmesine,
5-Karar tebliği, kesinleştirme, harç ve gider avansı iadesi işlemlerinin ilk derece Mahkemesince yapılmasına dair,
Duruşma açılmadan dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda, HMK.353/1-a-6 maddesi uyarınca kesin olmak üzere 10.02.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

…..

* Bu belge, 5070 sayılı Kanun hükümleri gereğince elektronik imza ile imzalanmıştır.