Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 23. Hukuk Dairesi 2022/483 E. 2022/1645 K. 27.10.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ BAM 23. HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No: 2022/483 – 2022/1645
T.C.
A N K A R A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ
23. H U K U K D A İ R E S İ
(İ S T İ N A F B A Ş V U R U S U N U N
E S A S T A N R E D D İ)
(D Ü Z E L T E R E K Y E N İ D E N
E S A S H A K K I N D A K A R A R)
ESAS NO : 2022/483
KARAR NO : 2022/1645
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN:
MAHKEMESİ : ANKARA 9. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 14/09/2021
ESAS-KARAR NUMARASI : 2020/352 E.-2021/528 K.ve 09.12.2021 tarihli Ek karar
DAVACI :
VEKİLİ :

Taraf vekillerince, yukarıda belirtilen karara karşı istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK m.) 352. maddesi uyarınca, yapılan ön inceleme sonucu, eksiklik bulunmadığı anlaşıldığından inceleme aşamasına geçildi. İncelemenin dosya üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra, dosya incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ :
İDDİA VE SAVUNMALARIN ÖZETİ :
Davacı vekili; davalılar … Endüstri Tesisleri İmalat ve Montaj A.Ş. ve … Güç Sistemleri Mühendislik ve Taahhüt A.Ş.’nin davalı … Holding A.Ş.’ye bağlı şirketler olduklarını, şirketlerin ortaklarının aynı kişiler ve/veya yakın akrabalardan oluştuğunu, şirket merkezlerinin aynı adreste bulunduğunu, muhasebelerinin aynı kişilerce tutulduğunu, üç şirketin holding bünyesinde her konuda aynı kişilerce alınan ortak kararlarla, birlikte faaliyet gösterdiğini, işbu davaya konu borçlar ile ilgili de birlikte hareket ettiklerini, borçtan müşterek ve müteselsilen sorumlu olduklarını,
…’nın “… şirketinin alt yüklenicisi olarak Suudi Arabistan’da inşaat ve elektrik mekanik montaj işlerinin yapılması işini yüklendiğini ancak …’nın sözleşmeyi bazı ticarî avantajlar sağlamak amacıyla … ile kendisinin imzalamadığını, tamamen kontrolünde olan Suudi Arabistan mevzuatına göre kurdurduğu/kurduğu Suudi Arabistanda “…” olarak bilinen … … LTD. (…) şirketi ile … şirketi arasında sözleşmenin imzalanmasını sağladığını, bütün süreçlerde planlamaların ve bütün kararların … yetkilileri ile …
yetkilileri arasında yapılan görüşmeler ile alındığını ve uygulandığını,
…’nın alt yüklenici olarak yapımını üstlendiği mekanik işlerinin yapımı ile ilgili olarak hem teknik danışmanlık almak hem de imalat yaptırmak için bu alanda uzman olan müvekkili ile (…) görüşmeler başlattığını, toplantılar yapıldığını ve mail yazışmaları bulunduğunu, … yetkililerinin, Suudi Arabistan mevzuatına göre vergisel ve sair avantajlardan yararlanmak düşüncesiyle müvekkili ile … arasında sözleşme yapılmasını sağladığını,
Davalılar … Endüstri Tesisleri İmalat ve Montaj A.Ş. ve … Güç Sistemleri Mühendislik ve Taahhüt AŞ.’nin Suudi Arabistan’daki Şubelerinin …’nın Suudi Arabistan’da kurduğu “… … … Ltd.” (…) ile aynı binada …’nın ofisinin içerisinde bulunduğunu, … merkez yetkilisi …’nın sözleşmenin imzalanması için müvekkili yetkilisini 22.06.2016 tarihinde …’nın Ankara merkez adresine davet ettiğini, müvekkili şirket yetkilisi …’nun … ile Teknik Danışmanlık Sözleşmesini …’nın Ankara merkez binasında imzaladığını, müvekkili adına sözleşmeleri imzalayan …’nun bugüne kadar yurt dışına hiç çıkmadığını,
İcra takibi ile …’dan talep edilen işbu davanın konusu alacağın Teknik Danışmanlık Sözleşmesinden kaynaklandığını, müvekkilinin işin sahibinin … olmasına güvenerek … yetkilileri ile görüşmeler yaptığını ve … yetkililerinin yönlendirmeleri ile güvene dayalı olarak sözleşmeleri imzaladığını, 1.651.478,00 SAR alacağının ödenmesini de daha önceki ödemelerin yapılmasına karar veren ve ödemeleri yapan … yetkililerinden talep ettiğini, … yetkililerinin …’in kendilerine ödeme yapmadığını gerekçe göstererek ödeme yapmadığını, ihtarname tebliğine rağmen ödeme yapılmaması üzerine … aleyhinde Ankara 4. İcra Müdürlüğünün 2019/13995 sayılı icra dosyası ile icra takibi başlattıklarını, davalının itirazı üzerine icra takibinin durduğunu,
…’in kendisine ait aktif bir WEB sayfası, mail adres sisteminin bulunmadığını, …’nın WEB sayfasını, mail adresini, amblemini ve logosunu birebir aynı şekilde kullandığını, … adına mail gönderen kişilerin mail adreslerinin uzantısının @….tr olduğunu, …’in Suudi Arabistan’da … olarak bilindiğini, …’nın Suudi Arabistan’daki tüm ticari faaliyetlerini Ankara merkezden gönderdiği talimatlarla Suudi Arabistan’da kurduğu organizasyonlar üzerinden yürüttüğünü, …’in …’nın direktifleri dışında bağımsız olarak gerçekleştirdiği faaliyetinin bulunmadığını, müvekkili şirket yetkililerinin … ile ilgili temas kurduğu kişilerin tamamının … merkezinde çeşitli kademelerde görevli ve yetkili kişiler olduklarını, bu kişilerin Arabistan’a … merkezden görevlendirilerek gönderildiklerini,
…’nın bir taraftan aleyhinde yapılan icra takibine “Husumet” yönünden itiraz ettiklerini, diğer taraftan da davacı yetkilileri ile yapmış oldukları görüşme ve yazışmalarda borçlarının varlığını kabul ederek itirazlarında haksız olduklarını kabul ettiklerini, davalıların “Yetki (Tahkim) yönünden” itirazlarının hukuka aykırı olduğunu, dava konusu alacakla ilgisi olmamasına rağmen …’nın icra takibine yaptığı itirazda ileri sürdüğü davacı ile … arasında imzalanan yapım sözleşmesinin 10 uncu maddesindeki “tahkimle” ilgili düzenlemenin uluslararası tahkim hukukuna ve ülkemiz hukukuna uygun, geçerli bir düzenleme olmadığını,
İleri sürerek, itirazın iptali ile takibin devamına, %20’den az olmamak üzere icra inkâr tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; müvekkili şirketlerin davacı ile … … Ltd. Şti arasında imzalanan 01.07.2016 tarihli sözleşmenin tarafı olmadıklarını, müvekkili şirketlere husumet yöneltilmesinin mümkün olmadığını, sözleşmelerin tarafı olan …’in 1984 tarihinde kurulmuş, Suudi Arabistan ticaret siciline kayıtlı, ayrı bir muhasebesi, ayrı banka hesapları ve ayrı bir yönetimi olan Suudi Arabistan Şirketi olduğunu, müvekkili şirketlerin borçların nispiliği ilkesi gereği taraf olmadıkları, dava dışı …’in imzaladığı sözleşmelerden kaynaklandığı iddia edilen bir borçtan mesul tutulmasının hukuken mümkün olmadığını,
Dava dışı … ile davacı arasında imzalanan 01.07.2016 tarihli sözleşmelerde uyuşmazlıkların tahkim oluyla çözümlenmesinin kararlaştırıldığını, buna göre uyuşmazlığın Zürih İsviçre’de Uluslararası Ticaret Odasının (ICC, Paris) Tahkim Kuralları uyarınca, bu kurallara uygun olarak çözümlenmesi gerektiğini, HMK’nın 413 ve Milletlerarası Tahkim Kanununun 5. maddeleri uyarınca başvurunun usulden reddi gerektiğini, davacı vekilinin tahkim şartının geçersiz olduğuna yönelik iddiasının da yersiz ve hatalı olduğunu,
Davacı ile dava dışı … arasında imzalanan sözleşmelerin adı geçenler arasında müzakere edildiğini, basiretli tacir olması beklenen davacının sözleşmeyi Suudi Arabistan kanunlarına göre kurulmuş olan dava dışı … ile imzalarken …’in tüzel kişiliğinin ve tüm malvarlığının Suudi Arabistan’da olduğunu bildiğini,
Tüzel kişiler kendi malvarlıklarıyla sınırlı sorumlulukta olup tüzel kişiliği oluşturan ortakların veya kardeş şirketlerin ortaklığın borçlarından sorumlu olmaması genel ilkesinin istisnasının ancak alacaklıya zarar verme kastının olduğu durumlarda uygulama alanı bulan organik bağ teorisi ile mümkün olduğunu, Yargıtay kararlarına göre organik bağ teorisinin uygulanabilmesi için iş yerinin devredilmiş olması veya faaliyet konusunun, adresin, yönetim kurulunun aynı olması yahut organik bağ kurulan şirketin borçlunun mallarını muvazaalı olarak edinmiş veya devralmış olması ya da borçlu ile organik bağı bulunduğu iddia edilen şirkette kapanan iş yeri veya yöneticileri ile ilgili belge vs. bulunması veyahut bunların bir kaçının bir arada bulunması ve nihayet bu suretle üçüncü kişilere kasıtlı olarak zarar verilmiş olması gerektiğini, somut olayda ise organik bağ teorisinin uygulanmasına yer olmadığını, öncelikle müvekkili Şirketlerin davacıya verdikleri bir zarar olmadığını, ortada davacı ile dava dışı bir Şirket arasındaki olağan bir ticari ilişki ve bu ilişki neticesinde ödenmediği iddia edilen bir borç bulunduğunu,
Dava dışı …’in, … Grubu üyesi olan bir tüzel kişilik olduğunu, bu bağlamda tüm … Grubu şirketleri gibi …’nın amblemini, logosunu ve mail uzantısını kullanmasının doğal olduğunu, ancak bu durumun dava dışı …’in borçlarından müvekkili şirketin sorumlu tutulabileceği sonucunu doğurmadığını,
Dava dışı …’in ayrı bir malvarlığı bulunmadığı iddiasının gerçek dışı olduğunu, müvekkili Şirketlerin üçünün ortakları ve yöneticileri birbirinden farklı olduğu gibi dava dışı … ile de hem ortakları hem de yöneticilerinin farklı olduğunu, dolayısıyla davacının müvekkil Şirketler ile dava dışı …’in ortaklarının ve yöneticilerinin aynı olduğu iddiasının gerçek dışı olduğunu,
Müvekkili Şirket ile dava dışı …’in farklı adreslerde faaliyet gösterdiklerini, müvekkili şirketlerin sorumlu olması gerektiği iddiasının dinlenebilmesi için öncelikle müvekkili Şirketler ile dava dışı … arasında muvazaalı bir işlem olduğunun ileri sürülmesi gerektiğini, oysa davacının böyle bir iddiası olmadığını,
Davadışı …’in kuruluş tarihi olan 1984’ten bu yana Suudi Arabistan’da 19 adet proje yaptığını, sözleşmelerin konusu olan proje için davacı gibi 135 adet taşeron, tedarikçi ile sözleşme imzaladığını, halihazırda faaliyetlerini sürdürebilecek düzeyde sermayeye ve malvarlığına sahip olduğunu, iflasının, kapatılmasının söz konusu olmadığını, davacının imza attığı sözleşmeleri görmezden gelerek sırf Suudi Arabistan’da nasıl dava açacağını bilmediği, tahkim yargılaması da pahalı geldiği için Mahkemeyi zorlama yorum ve afaki iddialarıyla meşgul ettiğini,
Müvekkil Şirketlerin Türk Ticaret veya Borçlar Kanunu uyarınca da davacıya borcu olmadığını, müvekkil Şirketler ile davacı arasında bir borç doğmasına sebebiyet verecek herhangi bir hukuki ilişki bulunmadığını, dava dilekçesinde adı geçen personelin ne … ne de dava dışı … adına taahhüt verme yetkilerinin bulunmadığını,
Davacının fatura kesmiş olmasının hizmet sunulduğu anlamına gelmeyeceğini, davacının müvekkili Şirketlere hizmet verdiğini kanıtlamakla mükellef olduğunu,
Savunarak, davanın öncelikle pasif husumet yokluğu sebebiyle, aksi halde tahkim itirazı nedeniyle usulden, bu talepleri yerinde bulunmaz ise esastan reddine, haksız ve kötü niyetli takip yapan davacı hakkında İİK’nın 67/2 maddesi uyarınca %20’den az olmamak üzere tazminatın tahsiline, davacının HMK md. 329 uyarınca ayrıca müvekkili şirket ile aralarındaki avukatlık ücretine ve yasada öngörülen disiplin cezasına çarptırılmasına karar verilmesini istemiştir.

İLK DERECE MAH. KARARI ÖZETİ :
İlk derece Mahkemesince; “İlke olarak tüzel kişi kendisini oluşturan kişilerden ve organlarının üyelerinden bağımsız bir kişiliğe ve kendine ait ayrı bir malvarlığına sahiptir. Tüzel kişi hak ehliyetinin yanı sıra fiil ehliyeti ve dava ehliyetine de sahiptir; hakları elde edip borçlar yüklenebilir. Dolayısıyla temel hukuk kurallarının en önemlilerinden bir tanesi alacak haklarının nisbiliği ilkesidir. Alacak hakkı ancak hukukî ilişkinin tarafları arasında ileri sürülebilir. Kural olarak borç ilişkinin dışında bir başka gerçek ya da tüzel kişiye karşı borç ilişkisinden doğan alacak hakkı ileri sürülemez. Ticaret şirketlerinde ise sınırlı sorumluluk ilkesi ayrı ve bağımsız malvarlığı oluşumunu yaratmaktadır. Tüzel kişi ile ortakları arasında malvarlığı ile sorumluluk ayrılmaktadır. Ticaret şirketlerinde sınırlı sorumluluk ya da ayrı malvarlığı ilkesinin alacaklıların menfaatlerine zarar verecek şekilde kötüye kullanılması durumunda alacaklıların hak ve menfaatlerini korumak için Kıta Avrupası ve Anglo-Sakson hukuk sistemlerinde ‘Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması Teorisi’ geliştirilmiş ve tüzel kişiliğin arkasına sığınarak durumu kötüye kullanan ortakları veya kardeş şirketleri sorumlu tutma imkanı getirilmiştir. Teorinin amacı, hakkaniyet gerektirdiği zaman tüzel kişilik perdesinin arkasına sığınılmasının önlenmesidir. Teorinin uygulanmasının yasal dayanağı olarak dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağını düzenleyen MK’nın 2. maddesi kabul edilmektedir.
Dürüst davranma, doğrulukla ve dürüstlükle karşısındakinin kendisine gösterdiği güvene uygun şekilde hareket etmeyi gerektirir. Tüzel kişilik perdesinin aralanması (kaldırılması) teorisinde tüzel kişilik yapısının kötüye kullanılması gerektiğini öne süren sübjektif teoride, tüzel kişilik yapısının kötüye kullanılmasının tüzel kişi yardımı ile ya kanunun dolanılması ya sözleşmeye aykırılık ya da haksız bir şekilde üçüncü kişilerin zarara uğratılması olarak gerçekleştiğini öne sürer. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması açısından, hukuk düzeninin amacına objektif olarak aykırı hareket edilmesi yeterli görülmemekte, ayrıca aykırılık niyeti olan sübjektif unsurun varlığı aranmaktadır ki bu de sübjektif kötüye kullanmadır. Bu teoriye karşın sübjektif teori benimsendiğinde kötüye kullanma niyetinin ispatının güçlüğü nedeniyle objektif kötüye kullanma teorisi ileri sürülmüştür. Tüzel kişinin kendi amacına göre değil hukuk düzeninin amacı doğrultusunda faaliyette bulunması gerektiği kabul edilir. Türk Hukukunda umumiyetle dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağını düzenleyen MK’nın 2. maddesi kabul edilmek suretiyle soruna çözüm getirilmeye çalışılmaktadır. Hakikaten önceki 743 sayılı Medeni Kanun’un 2’nci maddesi şöyleydi: ‘Madde 2 – Herkes haklarını kullanmakta ve borçlarını ifada hüsnüniyet kaidelerine riayetle mükelleftir. Bir hakkın sırf gayri izrar eden suiistimalini kanun himaye etmez.’ Sübjektif teoriyi destekleyen ‘zarar verme kastı’ arayan bu madde yerine 4721 sayılı TMK’nın 2’nci maddesi şu şekilde değiştirilmiştir: ‘Madde 2 – Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.’ Bu madde, hakkın dürüstlük kurallarına açıkça aykırı kullanılmasının hakkın kötüye kullanımı demek olacak şeklinde anlaşılmalıdır. Bir hakkın, dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. Burada ayrıca ‘ızrar kastı’ aranmamalıdır.
Eldeki davada, davacı iddiaları hakkın dürüstlük kurallarına aykırı kullanıldığı, zarar verme kastı olduğu yönünde olmakla birlikte sözleşmenin tarafı olan … Şirketine başvurulmadan doğrudan tüzel kişilik perdesi aralanarak davalı şirketlere başvurunun mümkün ve usule uygun olup olmadığı irdelenmelidir.
Tüzel kişiliğin varlığı asıl olup borcun yükümlüsü olan bir tüzel kişilik bulunmakta iken bu tüzel kişiliğin malvarlığının alacaklarının zararına olarak kötüye kullanılması durumu iddia edilip kanıtlanmadığında şirketin ortaklarına ya da başka bir şirkete karşı bu borçtan dolayı yönelinemeyecektir. Ancak tüzel kişiliğin kötüye kullanıldığı bazı istisnai hallerde tüzel kişilik perdesi aralanmak suretiyle gerçek ya da tüzel kişi ortakların sorumluluğu cihetine gidilebilecektir.
Davacı vekilinin 17/05/2021 tarihli dilekçesinden ve 14/09/2021 tarihli oturumdaki imzalı beyanından, asıl borçlu şirkete alacağın tahsili için yasal yollara başvurulmadığı anlaşılmıştır.
Burada tartışılması gereken sorun perdenin önünde duran sözleşmenin akidi tüzel kişi dururken ve ona başvuru yapılmadan perdenin aralanarak arkasında olan gerçek veya tüzel kişilere başvuru imkanının bulunup bulunmadığı hususudur.
Belirtmek gerekir ki, tüzel kişiliğin varlığı asıldır ve borcun yükümlüsü olan tüzel kişilik varken bir başka şirkete ya da şirketin ortaklarına karşı bu borçtan dolayı takip yapılamaz. Bu kural Türk şirketler hukukunun ve icra iflâs hukukunun temel kurallarındandır.
Türkiye’de bu konuda belkide ilk çalışmalardan birini yapan Prof. Dr. Veliye Yanlı; ‘…sınırlı sorumluluk ilkesi karşısında, tüzel kişilik perdesinin kaldırılarak ortaklık alacaklılarına karşı ortakların sorumlu kılınması istisnai bir durum olduğu için, önce tüzel kişiye başvurma gereği vardır…’ görüşündedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 01/07/2020 tarih, 2019/11-808 E, 2020/50 K. sayılı ilâmında….ve 06/09/2020 tarih, 2020/19-94 E., 2020/358 K. sayılı ilâmında…..zarara yol açan tüzel kişinin sorumluluğuna hükmedebilmek için ise başka bir yasal nedene dayanılmasının mümkün olmadığı durumlarda başvurulmalıdır. Aksi hâlde tüzel kişilere tanınmış olan mal ayrılığı güvencesinin zedelenmesi durumuyla karşı karşıya kalınabilineceği vurgulanmıştır.
Somut uyuşmazlık bakımından, davacının sözleşme yapmış olduğu … … LTD. (…) şirketi hakkında herhangi bir takip yapmadan ve alacağın tahsili için yasal yollara başvurmadan tüzel kişilik perdesinin kaldırılması istemli olarak davalı grup şirketlerine müracaat edilmiştir. Perdenin önünde olan sözleşme tarafı şirkete karşı yasal nedenlerden ötürü başvuru yapılmalı, alacağın tahsiline girişilmelidir; bu işlem yapılmadan açılan dava ön şartı yokluğundan eksiklik taşır. Bu ön şartın gerçekleşmemesi tüzel kişilere tanınan mal ayrılığı güvencesini zedeler. Bu sebeple, asıl borçlu şirkete karşı yasal yollara başvurulup alacağın tahsili imkanı arandıktan sonra eldeki davanın açılması gerekirken bu yola başvurulmadan doğrudan açılan davanın ‘ön şart’ yokluğundan usulden reddine karar verilmelidir.” gerekçesiyle davanın dava ön şartı yokluğundan dolayı usulden reddine karar verilmiştir.
Davalılar vekilince 12.11.2021 tarihli dilekçeyle davacı tarafın kötüniyet tazminatına mahkum edilmesine yönelik istemleri konusunda bir karar verilmediği belirtilerek HMK’nın 305/A maddesi uyarınca bu istemlerinin kabulüne karar verilmesinin istenmesi üzerine 09.12.2021 tarihli Ek Kararla; “HMK’nun 305/A maddesine göre ‘tarafların talep ettikleri ……. kısmen yada tamamen karar verilmeyen konularda ek karar verilmesini talep edebilirler’ şeklindeki düzenleme karşısında;
Ek karar verilmesini isteyenlerin haklarında başlatılan icra takibine itiraz edip, icra takibini durdurmaları sonrası haklarında açılan itirazın iptali davasına karşı verdikleri cevap dilekçesi ile açıkça ‘Kötüniyet tazminatı’ talep ettikleri, itirazın iptali davasının reddine karar verildiği halde, kötüniyet tazminatı konusunda karar verilmediği anlaşılmakla davalıların kötüniyet tazminatı isteklerinin HMK 305/A maddesi uyarınca ek karar ile değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Yapılan değerlendirmede; davacı icra takibi başlatmakta haksız olarak kabul edilse dahi dava ve cevap dilekçeleri içeriğine göre davacı aleyhine, davalılar lehine kötüniyet tazminatı verilebilmesi için ayrıca talebin kötüniyetli olarak yapıldığının kanıtlanması gerekli olup, davacının icra takibini kötüniyetli başlattığı kanıtlanmadığı” gerekçesiyle, davalıların kötüniyet tazminatı isteklerinin reddine karar verilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davacı vekili 09.12.2021 tarihli Ek Karara yönelik istinaf dilekçesinde; Ek Kararın hüküm kısmının sonucu itibariyle müvekkili lehinde ise de “Davacı icra takibi başlatmakla haksız kabul edilse dahi” şeklindeki ifade edilen ve yine ilâmın hüküm kısmında “Davacı tarafından başlatılan icra takibi haksız olmakla birlikte” şeklinde ifade edilen gerekçenin dosya içerisindeki delillere aykırı olup, hatalı olduğunu, mahkemenin “dava ön şartı” yokluğundan bahisle hukuka aykırı olarak davayı reddetmeyip, esasa girmiş olsaydı davacının davasında haklı olduğunu tespit edeceğini, müvekkilinin davalı aleyhinde icra takibi yapmakta ve itirazın iptali davası açmakta haklı olduğunu, itirazın iptali davalarında takip alacaklısının haksız ve kötüniyetli olduğunun tespiti için davanın esasına girilmesi gerektiğini belirterek, İlk derece Mahkemesinin 09.12.2021 tarihli Ek Kararının kaldırılmasına ve gerekçesi düzeltilerek davalıların kötüniyet tazminatı taleplerinin reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili 09.12.2021 tarihli Ek karara yönelik istinaf dilekçesinde; cevap dilekçesindeki savunmalarını tekrar ederek, İlk derece mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda isabetli şekilde, davacının sözleşme ilişkisi içerisinde bulunduğu … hakkında herhangi bir takip yapmadan ve alacağın tahsili için yasal yollara başvurmadan açmış olduğu işbu davanın –kanaatlerine göre- hukuki menfaat yokluğundan reddine karar verildiğini ancak butün bu maddi gerçeklere rağmen davacı aleyhinde kötü niyet tazminatına hükmedilmesi taleplerinin Ek Kararla haksız olarak reddedildiğini, davacının gerçek borçlusunun … olduğunu bilmesine ve bunu yargılama sırasında bizzat kendisi de ifade etmesine rağmen adı geçen şirket aleyhinde bir takip yapmak yerine kendisine hiçbir borcu bulunmadığını bildiği müvekkili şirketleri işbu davaya muhatap kıldığını, bu sebeple müvekkillerinin kayda değer tutarda emek ve masraf kaybına maruz kaldıklarını, öğretiye ve Yargıtay uygulamasına göre alacağının bulunmadığını bildiği veya bilmesi gereken bir durumda olduğu halde icra takibine girişen alacaklının kötüniyetli kabul edildiğini, davacının alacaklarının bir kısmını …’den tahsil ettiği, belirli bir aşamadan sonra ise Sözleşme’ye konu alacakların ihtilaflı hale geldiği hususlarının davacının da kabulünde olduğunu, davacının alacağının kalan bölümü için de borçlusu …’i dava ve takip etmesi beklenirken, sırf Suudi Arabistan mahkemelerinde dava açmak kendisine zor geldiği için bir takım zorlama teorilerle söz konusu borçtan müvekkili şirketlerin sorumlu olduğunu iddia edip, Türk İcra Dairelerini ve Mahkemelerini hukuka aykırı takip ve davalarına alet etmeye çalışmasının dürüstlük kuralına aykırı olduğunu ve davacının kötüniyetli olduğunu gösterdiğini, bu nedenlerle davacının kötüniyetli olduğunun ispatı için başkaca bir delil sunulması gerekmediğini, dolayısıyla mahkemenin müvekkili şirketin “Kötüniyeti ispatlayan delil sunmadığı” gerekçesinin sözde kaldığını, müvekkillerinin hukuki dinlenilme ve adil yargılanma haklarını ihlal ettiğini, mahkemenin ikna olmamış olması halinde yemin deliline de dayanmış olduklarını gözetmesi gerektiğini belirterek, İlk derece Mahkemesinin 09.12.2021 tarihli Ek Kararının kaldırılmasına ve davacı hakkında İİK’nın 67/2. maddesi uyarınca %20’den az olmamak üzere tazminata hükmedilmesini istemiştir.

Davacı vekili 14.09.2021 tarihli karara yönelik istinaf dilekçesinde; İlk derece Mahkemesinin delillerinin büyük bir kısmını toplamadığını, cevaba cevap dilekçelerini ve delil dilekçelerini dikkate almadığını, HMK’nın 136/2 fıkrasının “Davacının cevaba cevap, davalının da ikinci cevap dilekçesi hakkında, dava ve cevap dilekçelerine ilişkin hükümler, niteliğine aykırı düşmediği sürece kıyasen uygulanır.” hükmü ve 141’inci maddesinin “Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.” hükmü dikkate alındığında cevaba cevap dilekçelerindeki beyan ve iddialarının önemi ve dikkate alınmasının zorunluluğunun ortaya çıktığını, mahkemenin “Dava, tüzel kişilik perdesinin aralanması suretiyle girişilen icra takibine yapılan itirazın iptaline ilişkindir.” şeklindeki hukuki değerlendirmesinin dosya kapsamına aykırı olduğunu, tüm dilekçelerinde bilinçli bir şekilde “Tüzel kişilik perdesinin aralanması” hukuki müessesinden kesinlikle bahsetmediklerini, dilekçelerinde ve sözlü beyanlarında … ile … arasındaki ilişkinin “organik bağı da aşan bir birliktelik” şeklinde olduğunu beyan ve iddia ettiklerini, ispatı içen delillerini bildirdiklerini, Mahkemenin kararına dayanak gösterdiği Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 01.07.2020 tarih, 2019/11-808 E, 2020/50 K. sayılı ilâmının 27., 28., 29. ve 30. paragraflarında, “Organik Bağ” teorisinin ne olduğu ve “Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması” teorisinden farklarının yer aldığını, Mahkemenin beyan ve delillerini dikkate almadığı gibi YHGK kararlarındaki organik bağ ile ilgili açıklamaları da dikkate almadığını,
… şirketinin kağıt üzerinde kurulu, formalite gereği bir şirket olduğu, fiiliyatta olmadığı, bağımsız bir yönetim kadrosunun bulunmadığı, malvarlığı olmadığı, alacaklılarına borçlarını ödemediği için Suudi Arabistan yetkili makamlarınca …’in faaliyetinin durdurulduğu,
iş …’ya ait olduğundan … Merkez kadrolarının işin sahibi olarak, iş sürecinde her kararı … olmaksızın ve …’e danışmadan doğrudan aldıkları, sözleşme görüşmelerinin … ile davacı şirket yetkilileri arasında yapıldığı, … ile imzalanmış gibi gösterilen sözleşmenin …’nın Ankara merkez adresinde,
… merkez kadrolarının katılımı ile, herhangi bir … yetkilisinin bulunmadığı
ortamda, davacı şirket yetkilisince bir nüsha ve tek yanlı imzalanarak … yetkililerine teslim edildiği, davacı şirket yetkililerinin sözleşme görüşmeleri aşaması dahil işin hiçbir aşamasında bağımsız olarak karar alan ve uygulayan herhangi bir … yöneticisi ile muhatap olmadığı, davaya konu alacağın yasal yollara başvurmadan önce anlaşarak tahsili amacıyla yapılan görüşmelerin … merkez yönetimi ile yapıldığı, … merkez yöneticilerinin dava açılana kadar davacı şirket yetkilileri ile irtibatlarını sürdürdükleri, muhatap olunan … merkez yöneticilerinin karar özetinde bahsedilen iki kişi ile sınırlı olmadığı, davacı şirket yetkilileri ile muhatap olan … yetkilerinin …’nın organı oldukları, tüm ödeme talimatlarının altında imzalarının bulunduğu, bu kişilerin yaptıkları iş ve işlemleri yazdıkları maillerde …’nın en üst düzey yetkililerine cc ettikleri, bu kişilerce yapılan onlarca iş ve işlem bulunduğu, …’nın işbu işlemleri onayladıkları, işbu davayı ikame etmeden önce son bir kez …’e ödeme için izlenecek yolun ne olduğu sorulduğunda; dava dilekçesi ekinde ibraz ettikleri 22-23 Temmuz 2020 tarihlerinde yazılan maillerde borcun …’nın borcu olduğunu ikrar ettikleri, …’in %90 hissesinin davalılardan … Endüstri Tesisleri İmalat ve Montaj A.Ş.’ye ait olduğu, …’in Türk yöneticilerinin aynı zamanda … üst düzey yöneticileri olduklarını, Suudi Arabistan’da davalı şirket şubelerinin ve …’in aynı
adreste olduğu, …’in …’dan bağımsız bir tüzel kişilik değil …’nın bir müdürlüğü olarak faaliyet gösterdiği, … üzerinden yapılan para ödeme işlemleri dahil tüm işlemlerin … Merkez yetkililerinin emir ve talimatı ile yapıldığı şeklindeki vakıaların … ile … arasında organik bağı da aşan bir birliktelik olduğunu açıkça gösterdiğini,
Davalı … organlarında görev yapan kişilerin/yetkililerinin davacı tarafça noterden ihtarname keşide edildiği tarihe kadar davacının kendilerinden 1.651.478,00 SAR alacaklı olduğunu kabul ettikleri, borcun meblağı ile borcun … tarafından ödeneceği yönünde taraflar arasında çekişme/muaraza olmadığı, … yetkililerinin borçlarını ödemek için sürekli olarak yeni süre talebinde bulundukları, ancak verilen sürede borçlarını ödemediklerine dair delillerini bildirdiklerini,
… şirketinin …
merkez yöneticileri tarafından yönetilen ve hiçbir malvarlığı olmayan, göstermelik olarak Suudi Arabistan mevzuatının lehe olan düzenlemelerinden yararlanmak amacıyla … tarafından kurulmuş bir şirket olduğunu, 10.000 payından 9.000 payının davalılardan … Endüstri Tesisleri İmalat ve Montaj A.Ş.’ye, 1.000 payının ise …’a ait olduğunu, … adına alınan bütün kararların …’da çalışanları tarafından alındığını ve uygulandığını, %10 hissedarı olan şahsın müvekkili şirket yetkililerince tanınmadığını, …’in Suudi Arabistan’da veya başka bir ülkede malvarlığının olmadığını, bu nedenle … aleyhinde Suudi Arabistan’da alacaklarını tahsil amacıyla yasal yollara başvuran onlarca … alt taşeronu veya tedarikçisi olarak faaliyet gösteren firmaların hiç birinin tahsilat yapamadığını, bu durumu davalıların da bildiklerini,
Delil dilekçelerinde …’in borçlarını ödeyemediği,
malvarlığının olmadığı gerekçesiyle Suudi Arabistan yetkililerince faaliyetlerinin durdurulduğunu belirtmelerine ve delillerini sunmalarına rağmen Mahkemece “alacağını tahsil amacıyla öncelikle … aleyhinde icra takibi yapmak gerekir” şeklindeki gerekçeyle davanın usulden reddine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu,
…’dan iş alan müvekkili şirket ve diğer alt yüklenicilerin “Hak ediş” raporunu hazırlayarak …’ya müracaat ettiğini, şantiyedeki … çalışanlarının …’nın dokümantasyon sisteminde kayıtlı “ÖDEME TALEP FORMU”nu hazırladıklarını, bu formun sırasıyla …’nın şantiyedeki muhasebe ve mali işler sorumluları ve proje müdürünce kontrol edilip onaylandığını, daha sonra
…’nın Ankara Merkezdeki Projeler Müdürünün onayı ve ardından da …
merkezdeki Genel Müdür Muavinince ödemenin onayı yapıldıktan sonra ödeme yapılmasının serbest bırakıldığını, davacı şirket ve diğer alt yüklenicilere yapılacak ödemelerle ilgili, … yetkilileri tarafından düzenlenen 11 (onbir) adet “Ödeme talep form” örneğini delil dilekçeleri ekinde ibraz ettiklerini,

…’in diğer hususlarda olduğu gibi, alt taşeronlara yapılacak ödemeler konusunda da ortada olmadığını, söz sahibi olmadığını, …’nın tüm ödemeleri bu prosedürle yaptığını, davacı şirkete daha önce yapılan ödemelerin de bu proserür ile yapıldığını, bu nedenle alacağın …’dan talep edildiğini,
İlk derece Mahkemesinin hükmüne esas aldığı “ön dava şartı’nın kanunla yapılmış bir düzenleme olmadığını, karara aynen yazılan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararlarında yer almadığını,
… aleyhinde icra takibi yapıp,
Suudi Arabistan mevzuatına uygun aciz vesikasını alıp Mahkemeye ibraz edebilme imkanı da bulunduğunu, alt yüklenici olarak çalışan çok sayıda alacaklı firmanın Suudi Arabistan yetkili makamlarından almış oldukları aciz vesikaları da bulunduğunu, Mahkeme yargılamaya devam etmiş olsa ve delilleri toplamış olsa idi …’in
ne geçmişte ne de şimdi hiçbir mal varlığının olmadığını ve borçlarını ödemediğini, bağımsız bir tüzel kişilik olarak ödeme kabiliyetinin ne geçmişte, ne de şimdi, hiçbir zaman
olmadığını kolayca tespit edebileceğini, Mahkemenin var olduğunu iddia ettiği “dava önşartı”nın sonradan giderilebilecek nitelikte olduğunu belirterek, İlk derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ,
HUKUKİ SEBEP VE GEREKÇE :
I-Davacı vekilinin 14.09.2021 tarihli karara yönelik istinaf itirazları yönünden;
Dava, dava dışı … … LTD (…) ile davacı şirket arasındaki Teknik Danışmanlık Sözleşmesinden kaynaklanan alacağın, adı geçen şirket ile organik bağı bulunduğu iddia edilen davalılardan tahsili için başlatılan icra takibine yönelik itirazın iptali istemine ilişkindir.
Dosya kapsamındaki yazı, belge ve bilgilere, yasaya uygun gerektirici nedenlere, İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesinde dayanılan delillerle, delillerin tartışılması sonucu maddi olay ve hukuki değerlendirmede usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, incelemenin istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılıp, kamu düzenine aykırılığın da tespit edilmemesine göre, İlk derece Mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığından, HMK.’nın 353/(1)-b.1 ve 359/(3) maddeleri uyarınca davacı vekilinin 14.09.2021 tarihli karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir.
II-Taraf vekillerinin 09.12.2021 tarihli Ek Karara yönelik istinaf itirazları yönünden;
1-Davalı vekilinin istinaf itirazları yönünden;
Dosya kapsamındaki yazı, belge ve bilgilere, yasaya uygun gerektirici nedenlere, İlk Derece Mahkemesi Ek Kararının sonucu itibariyle doğru olmasına göre HMK.’nın 353/(1)-b.1 ve 359/(3) maddeleri uyarınca davalı vekilinin 09.12.2021 tarihli Ek Karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir.
2-Davacı vekilinin istinaf itirazları yönünden;
İİK’nın 67/2. maddesi, “Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir.” hükmünü içermektedir.
İlk derece Mahkemesince davanın ön şart yokluğundan usulden reddine karar verilmiş, davalılar vekilince kötüniyet tazminatı istemleri hakkında bir karar verilmediği belirtilerek başvuruda bulunulmuştur.
İİK’nın 67/2. maddesinin açık hükmüne göre, davanın esastan reddine karar verilmesi halinde davalı lehine kötüniyet tazminatı verilmesi koşulları tartışılacak olup, davanın usulden reddi halinde bu hükmün uygulama olanağı bulunmamaktadır.
Bu durumda İlk derece Mahkemesince davalılar vekilinin kötüniyet tazminatı isteminin bu gerekçelerle reddine karar verilmesi gerekirken, uyuşmazlığın esası incelenmemesine karşın takibin haksız ve kötüniyetli olup olmadığının tartışılması doğru olmamıştır.
Buna göre Dairemizce, davalılar vekilinin 09.12.2021 tarihli Ek Karara yönelik istinaf başvurusunun kabulüne, HMK’nın 353/(1)-b.2. maddesi uyarınca, düzeltilerek yeniden karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM :
Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
I-HMK.’nın 353/(1)-b.1 ve 359/(3) maddeleri uyarınca, yukarıda (I) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin 14.09.2021 tarihli karara yönelik; (II-1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin 09.12.2021 tarihli Ek Karara yönelik İSTİNAF BAŞVURULARININ ESASTAN REDDİNE,
II-Yukarıda (II-2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, HMK’nın 353/(1)-b.2. maddesi uyarınca, Ankara 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2020/352 E., 2021/528 K. sayılı, 09.12.2021 tarihli Ek Kararını DÜZELTEREK YENİDEN ESAS HAKKINDA KARAR VERİLMESİNE,
Buna göre;
“Kararın niteliğine göre davalılar vekilinin kötüniyet tazminatı isteklerinin REDDİNE”
III-Ek Karar yönünden Harçlar Kanunu uyarınca alınması gereken 80,70 TL. istinaf karar harcından peşin alınan 59,30 TL’nin mahsubuyla kalan 21,40 TL.’nin davalılardan alınarak Hazine’ye gelir kaydına,
IV-Ek Karar yönünden davacı tarafça yatırılan istinaf karar harcının istek halinde iadesine,
V-Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde gideri içerisinden alınarak iadesine,
VI-Taraflarca istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
VII-Karar tebliği, harç tahsil müzekkeresi düzenlenmesi, harç ve avans iadesi işlemlerinin Dairemizce yerine getirilmesine,
27.10.2022 tarihinde, HMK’nın 361/(1). maddesi uyarınca, kararın tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde Yargıtay nezdinde temyizi kabil olmak üzere, oybirliği ile karar verildi.

GEREKÇELİ KARAR YAZIM TARİHİ : 27/10/2022

Başkan
Üye
Üye
Katip