Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 23. Hukuk Dairesi 2022/28 E. 2022/95 K. 26.01.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 23. HUKUK DAİRESİ ..
T.C.
A N K A R A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ
23. H U K U K D A İ R E S İ
(İ S T İ N A F B A Ş V U R U S U N U N
E S A S T A N R E D D İ)

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

….

İNCELENEN KARARIN:
MAHKEMESİ : Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 01/09/2020
ESAS-KARAR NUMARASI :…….

Davalı ………vekili tarafından, yukarıda belirtilen karara karşı istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK m.) 352. maddesi uyarınca, yapılan ön inceleme sonucu, eksiklik bulunmadığı anlaşıldığından inceleme aşamasına geçildi. İncelemenin dosya üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra, dosya incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ :
Dava satım sözleşmesinden doğan alacağın tahsil edilememesi rizikosu için yapılan alacak sigortası sözleşmesi çerçevesinde girişilen icra takibine yönelik itirazın iptali istemine ilişkindir.
İlk derece mahkemesince dava tefrik edilerek davacı bakımından zorunlu arabuluculuk dava şartı yokluğu nedeniyle (HMK m.114-115) davanın usulden reddine karar verilmiş; karar davalı vekili tarafından sadece vekalet ücretine yönelik olarak istinaf edilmiştir.
HUKUKİ SEBEP VE GEREKÇE :
HMK’nın 341/(4). maddesi hükmüne göre alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, asıl istemin kabul edilmeyen bölümü, anılan kesinlik sınırını geçmeyen davacı tarafın istinaf hakkı bulunmadığı gibi davanın tamamen reddi halinde de davalının istinaf hakkı bulunmamaktadır.
Somut olayda dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmiş, davalı bakımından asıl talep bakımından herhangi bir yükümlülüğe karar verilmemiştir.
Alacak (ve bu bağlamda itirazın iptali) davalarında istinaf (kesinlik) sınırı belirlenirken, yalnız alacağın aslı (asıl talep) nazara alınır: faiz, icra tazminatı (İİK m. 67, m. 69, m. 72) ve (ihtarname, delil tespiti ve yargılama giderleri gibi) giderler hesaba katılmaz. (Prof. Dr. Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medenî Usul Hukuku, Ağustos 2016, s.672)
Kesin olan kararlara yönelik istinaf istemleri yönünden HMK’nın 346/(1) maddesi uyarınca mahkemece bir karar verilebileceği gibi, aynı Kanun’un 352. maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesi’nce de karar verilebileceğinden, HMK’nın 346/(1) ve 352/(1)-b. maddeleri uyarınca davalılar vekilinin istinaf dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekmiştir.
KARAR :
Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere:
1-6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 346/(1) maddesi ile 352. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi gereğince, davalılar vekilinin İSTİNAF DİLEKÇESİNİN REDDİNE.
2-492 sayılı Harçlar Kanunu’na ekli (1) sayılı tarife gereğince, peşin alınan istinaf harçlarının ve gider avansından harcanmayan kısmın davalılara iadesine.
3-Davalılar tarafından yapılan istinaf posta giderlerinin üzerinde bırakılmasına, avansın kullanılmayan kısmının karar kesinleştiğinde gideri içerisinden karşılanarak iadesine.
4-Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 302. maddesinin (5) numaralı fıkrası gereğince kesinleşme kaydı ve kesinleşme kaydı yapılan kararların yerine getirilmesi için gerekli bildirimlerin; 359. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince de karar tebliği, harç tahsil müzekkeresi yazılması ve gider avansı iadesi işlemlerinin İlk Derece Mahkemesi tarafından yapılmasına.
26.01.2022 tarihinde, dosya üzerinde yapılan ön inceleme sonucu HMK’nın 362/(1)-a maddesi uyarınca KESİN olmak üzere OYÇOKLUĞUYLA karar verildi.
GEREKÇELİ KARAR YAZIM TARİHİ : 28/01/2022

……

KARŞI OY YAZISI
I
Dairemiz çoğunluğu ile aramızdaki görüş ayrılığı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341’inci maddesinin 1 sayılı fıkrasının 4’üncü bendinde yer alan “asıl talep” ibaresinin ne şekilde yorumlanacağı ve miktar itibariyle kesinliğin ne şekilde belirleneceği noktalarında toplanmaktadır.
II
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İstinaf yoluna başvurulabilen kararlar” başlıklı 341’inci maddesi şu şekildedir:
“MADDE 341- (1) İlk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir.
(2) Miktar veya değeri binbeşyüz Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir.
(3) Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda binbeşyüz Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir.
(4) Alacağın tamamının dava edilmiş olması durumunda, kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü binbeşyüz Türk Lirasını geçmeyen taraf, istinaf yoluna başvuramaz.
(5) İlk derece mahkemelerinin diğer kanunlarda temyiz edilebileceği veya haklarında Yargıtaya başvurulabileceği belirtilmiş olup da bölge adliye mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işlere ilişkin nihai kararlarına karşı, bölge adliye mahkemelerine başvurulabilir.”
Görüldüğü üzere madde ilk derece mahkemesinde görülen asıl talebin miktarını bir kesinlik (ya da istinaf) ölçütü olarak kabul etmiş, belirtilen tutarın altında kalan kararların istinaf edilemeyeceği noktasında bir tercih yapmıştır. Düzenleme alacağın kısmen ya da tamamen mahkeme önüne getirilmesine göre hesaplamanın ne şekilde yapılacağını da göstermiştir. Madde ilk bakışta, taraflar arasındaki ihtilafın sadece ihlal edilen subjektif hak üzerinde çıkabileceği fikrinden yola çıkmıştır. Ancak aşağıda açıklamaya çalışacağım nedenlerle mahkemeden korunma istenen ve fakat dava konusu dışında kalan taleplerin de bu kapsamda kaldığında tereddüt olmamalıdır.
III
Bir davada kural olarak bir ya da birden çok asli talep ve bunlara bağlı fer’i talepler bulunur (ayrıntı için bkz. Karakaş, C.F.: Temyiz ya da Bozma Kapsamı Dışında Kalan Hüküm Sonucu Parçalarının Bozma Üzerine Yapılan Yargılama Sonunda Tekrar Oluşturulması Gerekliliği, Yargıtay Dergisi, C.XLIV, Ekim 2018, S.4, s.1566 vd.). Örneğin davacı belirli bir alacağının tahsili yanında temerrüt tarihinden itibaren işleyecek faizin ya da ceza koşulunun da tahsiline karar verilmesini isteyebilir. İtirazın iptali davasında itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesi yanında icra inkar tazminatının (İİK m.67/II) ya da borçsuzluğun tespiti (menfi tespit) ile birlikte kötü niyetli alacaklının tazminatla sorumlu tutulmasının (İİK m.72) hükme bağlanması istenebilir.
Böyle bir durumda mahkemeden korunması istenen hak asli talebin dayandığı subjektif haktır fakat çekişme (niza) bu hakla birlikte fer’i talepler bakımından da cereyan etmektedir. Bir diğer ifade ile yargılama faaliyeti sadece asli talebe ilişkin hak bakımından değil, bu talebe eklenen fer’i talepler (haklar) ve nihayet yargılama giderleri bakımından da icra edilir. Bazen davanın konusu sadece fer’i talepler de olabilir; ezcümle taraflar arasında asıl alacağın varlığı ihtilaf konusu değilken, temerrüt tarihi veya faiz oranı ve dolayısıyla işlemiş faizin miktarı tek başına dava konusu edilebilir. Yukarıdaki örneklerden yola çıkılarak denilebilir ki, yargılama asıl alacağın varlığının saptanması ile sona ermeyip faize hükmedilebilmesi için temerrüdün ve icra inkar tazminatına karar verilebilmesi için alacağın likit olduğunun da tespiti bakımından sürdürülür.
Buna paralel olarak davalı da aleyhinde açılmış bir davanın sonucunda karşı yan vekalet ücretine, kötüniyetli dava açılması nedeniyle vekili ile arasındaki vekalet ücretinin karşı taraftan alınmasına (HMK m.329/1), kötüniyet tazminatına (İİK m.67/II) hak kazanabilme olanağı bulmaktadır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “hükmün kapsamı” başlıklı 297’nci maddesinin 2 numaralı fıkrasında da bu durum teyit edilmektedir. Düzenlemeye göre hükmün sonuç kısmında “taleplerden her biri” hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların “sıra numarası altında” açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir. Bir diğer ifade ile yasa koyucu bir davada birden çok talebin olabileceği ve buna ek olarak dava sonunda (icra inkar tazminatı, yargılama gideri, vb.) bir kısım yeni hak ve sorumluluklar doğacağını kabul etmektedir.
Gelinen noktada Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341/1 maddesinin (4) numaralı bendindeki “asıl talep” ibaresinin nasıl yorumlanması gerektiği üzerinde durulmalıdır.
Kanaatimce yasa koyucu burada “asıl talep” ibaresi ile medeni usul hukuku anlamında “asli talep”ten değil “talep sonucu”ndan söz etmektedir. Modern usul hukuku teorisinde “dava konusu”nun talep sonucuna göre belirleneceği kabul edilmektedir ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu da bu yönde tercihte bulunmuştur (Tanrıver, S.: Medenî Usûl Hukuku, C.I, 3.b., Ankara 2021, s.492; Postacıoğlu, İ. E./Altay, S.: Medeni Usul Hukuku Dersleri, 8.b., İstanbul 2020, s.404, n.796 ve s.411, n.811). Ancak talep sonucu dava konusunu teşkil eden asli talep dışında başka talepleri de içermektedir.
Gerçekten de davacı açtığı dava ile mahkemeden neyi talep ettiğini dava dilekçesinin talep sonucu kısmında gösterir (HMK m.119/1-ğ). Dava da artık bu talep sonucu çerçevesinde şekillenir. Davanın türü, iddianın (ve savunmanın) değiştirilmesi ya da genişletilmesi yasağı, taleple bağlılık, dava konusunun devri, derdestlik ve kesin hüküm hep talep sonucu ile belirlenmiş dava konusuna göre değerlendirilir. Davacı dava dilekçesinde asli talepleri ile buna ilişkin fer’ileri ister. Söz gelimi faiz ve inkar tazminatı gibi fer’iler ile harçlar, yargılama giderleri çoğu zaman müstakil bir davanın konusu olmazlar; giderler ve vekalet ücretleri talep olmasa dahi hakim tarafından hükme bağlanır. İşte yasa koyucu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341/1-4’te asli talep yerine asıl talep diyerek bunu (yani talep sonucunu) kastetmiştir.
Hakim de kararında talep sonucunda kendisinden istenen dava konusuna göre gerek asli talepler gerek fer’iler ve gerek giderler konusunda hüküm sonucu kısmında ayrı ayrı hüküm oluşturmalıdır (HMK m.297/2; Karakaş, s.1567 vd.).
Yasa yolları sadece asli talebe ilişkin kararı değil, diğer hüküm sonucu parçalarını da kapsar. Asli talebi tamamen kabul edilmiş kimse, diğer talepleri hakkında hiç karar verilmemiş ya da hatalı karar verilmişse istinaf ve temyiz yollarına başvurabilir. Aksi takdirde mahkemeler asli talebi tam olarak kabul ettiklerinde, diğer kalemler hakkında karar vermeyebilir ve bu anlayışla haklılığı mahkemece belirlenmiş olan davacı üzerinde bırakılan yargılama giderleri, hata ile kendisine yüklenen karşı yan vekalet ücreti, faiz başlangıcı, faiz oranı, inkar tazminatı vb. gibi kalemlerin yasa yollarına başvuru konusu yapılması imkanı ortadan kaldırılmış olur.
Davanın devamı sırasında davalının asıl alacağı, işlemiş faizi, dava öncesi masrafları (ihtarname vs.) tam olarak ödemesi halinde hakim yargılamaya devam ederek, davanın açıldığı tarihteki haklılık durumunu belirlemek ve yargılama harç ve giderleri ile vekalet ücreti hakkında hüküm kurmak zorundadır. Davadan feragat halinde de benzer değerlendirmeler davalı yararına yapılacaktır. Çoğunluğun görüşünün kabulü halinde ise asli talep hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilerek yargılamaya derhal son verilmelidir. Zira bu görüşe göre, ortadan kalkmış ya da dava konusu olmaktan çıkmış bir asıl talep karşısında yargılama harç ve giderleri ile vekalet ücreti hakkında da niza sona ermiş sayılmaktadır.
Somut olaya dönüldüğünde davanın özel dava şartı yokluğundan usulden reddi, davalı yararına vekalet ücreti tayinini gerektirmekte olup, bu da yasal olarak verilmesi gereken bir karar niteliğindedir ve mahkemece bu yönde verilen (veya verilmeyen) karar istinaf denetimi dışında bırakılmamalıdır.
IV
Bu noktada yasa yoluna başvurmada hukuki yarar konusuna da değinilmelidir. Hukuki yarar dava şartı olduğu gibi yasa yoluna başvurmada da aranan bir şarttır. Hukuki yarara iki açıdan bakılmalıdır. Yasa yoluna başvurmak için hukuki yararın varlığı şart olduğu gibi bir kimsenin hukuki yararının bulunduğu sabit olan hususlarda ona (yasayla öngörülmüş istisnalar dışında) yasa yolunu kapatmak da hukuki yarar kavramına atfedilen önemle çelişir.
Somut olayda dava usulden reddedilmiş, davalı yararına vekalet ücreti verilmemiştir. Yasal gerekliliğin yerine getirilmemesi, vekalet ücreti tutarının yasada gösterilen tutarı aşması kaydıyla kaldırma sebebi sayılmalıdır. Bu bakımdan davalının yasa yoluna başvurmakta hukuki yararı da bulunmaktadır.
V
Kesinliğe ilişkin parasal sınırın ne şekilde belirleneceği, bir diğer ifade ile asli talep dışındaki fer’i taleplerle taraflara yüklenen yargılama giderlerinin de buna dahil edilip edilmeyeceği konusunda yasada açık bir düzenleme bulunmamaktadır.
Çoğunlukla aramızdaki diğer görüş farkı bu noktada ortaya çıkmaktadır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’ndan önce yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun göreve ilişkin 1’inci maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesinde faizin, icra tazminatı ile giderlerin görevin tespitinde dikkate alınmayacağı açıkça gösterilmişti. Bu düzenleme taraflar arasındaki temel çekişme konusunun belirlenmesi ve o dönemde davanın değerine bakılarak sulh ve asliye mahkemeleri arasında görevin tespiti bakımından isabetli idi.
Peki, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda açıkça yer almamakla birlikte bu ilkenin bugün dahi geçerli olduğunu söylemek mümkün müdür?
Öğretide bir kısım yazarların ve Yargıtay’ın bazı dairelerinin görüşünün bu yönde olduğu, saygıdeğer çoğunluğun gerekçesinde vurgulanmıştır.
BUDAK/KARAASLAN’ın –benim de katıldığım– görüşü şu şekildedir: Yasa yoluna başvurma hakkı hak arama hürriyetinin bir unsurudur ve ancak açık bir yasa hükmü ile sınırlanabilir (TC Anayasası m.36). Yasada açıklık bulunmayan hallerde hak arama özgürlüğünden yararlanacak olan taraf lehine yasa yolunu kapatmayacak yorum tarzı tercih edilmeli (Budak, A.C./Karaaslan, V.: Medenî Usul Hukuku, 5.b., İstanbul 2021, s.404, n.24), yani şartları varsa istinaf sınırının hesaplanmasında faiz, icra tazminatı ve masraflar hesaba katılmalı ve vekalet ücreti de dahil olmak üzree sırf bunlar istinafa getirilebilmelidir.
Görevin belirlenmesi sırasında faiz ve tazminat gibi kalemlerin dava değerine dahil edilip edilmeyeceğine ilişkin düzenleme Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda yer almamaktadır. Bunun temel sebebi sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemeleri arasındaki miktara dayalı görev sınırının ortadan kaldırılmış olmasıdır.
Ancak istinaf ve temyiz sınırları belirlenirken mesele bu kadar kolaylıkla halledilebilecek gibi değildir.
Yasa yolu incelemesi ilk derece incelemesinden farklıdır. Asli talep tam olarak kabul edilmiş olsa bile fer’i talepler veya giderlere ilişkin konularda verilen kararlar da istinaf ya da temyiz yoluna getirilebilir. Bu halde istinaf ya da temyiz incelemesinde (yasa yoluna gelinmeyerek) taraflar arasında niza konusu olmaktan çıkmış (usuli müktesep hak oluşturmuş) asli talebin tutarına bakmanın hiçbir anlamı yoktur. İstinaf ve temyiz incelemesi sadece bu işi yapan mahkemelerin önüne getirilen tutarlarla sınırlı olarak yapılacaktır. Bu nedenle istinaf incelemesinde asıl alacağın tutarına ve ne kadarlık kısmının kabul veya reddedildiğine değil, istinafa konu edilen tutara bakılmalıdır.
Daha açık belirtmek gerekirse istinaf sınırını aşması kaydıyla asli talebin dışında kalan talep sonucu parçaları ve mahkemece hükmedilen yargılamaya ilişkin (harç, gider ve vekalet ücreti) alacak kalemleri pek tabiidir ki asli talepten bağımsız olarak istinaf edilebilir ve istinaf incelemesine tâbi tutulabilir.
VI
Sonuç olarak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341/1-4 maddesindeki “asıl talep” kavramı asli talebi değil talep sonucunu ifade etmektedir ve talep sonucuna dahil bütün unsurlar (ifade ettikleri parasal değerin yasal sınırı aşması kaydıyla), asli talepten bağımsız olarak istinaf ve temyiz edilebilirler.
Nitekim somut olayda reddedilen dava üzerine davalı yan hakkında hiçbir sorumluluğa hükmedilmemiş olması, onun vekalet ücreti verilmemesi hususunun istinafen incelenmesi gerektiği kanısında olduğumdan sayın çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılamıyorum.
….