Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 23. Hukuk Dairesi 2022/2079 E. 2022/1855 K. 23.11.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ BAM 23. HUKUK DAİRESİ
T.C.
A N K A R A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ
23. H U K U K D A İ R E S İ (İ S T İ N A F D İ L E K Ç E S İ N İ N
R E D D İ)
ESAS NO : 2022/2079
KARAR NO : 2022/1855
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN:
MAHKEMESİ : ANKARA 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 26/06/2019
ESAS-KARAR NUMARASI : 2017/82 E.-2019/459 K.
DAVACI : … -…
VEKİLİ : …- …
DAVALI : …
VEKİLİ :

Taraflar arasındaki iflas davasının yapılan yargılaması sonunda davanın usulden reddine dair karara karşı davalı vekilince istinaf yoluna başvurulması üzerine HMK’nın 352. maddesi uyarınca yapılan ön inceleme sonucu dosya incelendi;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ :
I-Dava, İİK’nın 177/4 üncü maddesine göre doğrudan iflas istemine ilişkindir.
İcra ve İflas Kanunu’nun 164’üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre iflas davaları sonucunda verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde istinaf yoluna başvurulabilir.
Eldeki dosyada İlk derece Mahkemesince davanın usulden reddine dair karara karşı tebliğden itibaren iki hafta içinde istinaf yoluna başvurulabileceğinin belirtildiği, kararın davalı vekiline 11.10.2022 tarihinde tebliğ edildiği, davalı vekilince yasal on günlük sürenin dolmasından sonra 22.10.2022 tarihinde kayda alınan istinaf dilekçesi sunulduğu görülmüştür.
II-Hukuk Yargılamasında Sürelerin Özellikleri ve Etkileri Bakımından Yasal Düzenlemeler;
Hukuk uygulamasında “süre” bir yükümün yerine getirilmesi veya bir işlemin yapılması için yasa veya yargıç tarafından belirlenen zaman dilimidir. Hukuk yargılamasında süre kavramı daha teknik bir anlama sahiptir. Buna göre: “Dava ile ilgili bir işlemin yapılması amacıyla mahkeme veya ilgililer için yasayla ya da yasanın verdiği yetkiye dayanarak hakim ya da ilgili kimse tarafından tayin olunan belirli bir zaman dilimine süre denmektedir” (bkz. Tercan, E.: Medeni Usul Hukukunda (Kesin Sürelerin Kaçırılması Halinde) Eski Hale İade – Hali Sabıka İrca-, Ankara 2006, s.38; Taş Korkmaz, H.: “Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’na Göre Hakimin Belirlediği Süreler ve Bu Sürelerin Hukuki Dinlenilme Hakkı ile İlişkisi”, MİHDER 2008/10, s.413; Akil, C./Gül, M. A.: “Medeni Yargıda Hakimin Kanuni Süreyi Kararında Yanlış Göstermesi Problemine İlişkin Düşünceler”, TBBD 2018/136, s.168).
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun çok açık düzenlemesine göre “Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez.” (HMK m.90/1).
Yasa ile belirlenmiş bir süreye uymamanın sonucu o hakkın düşmesi, kendiliğinden son bulmasıdır. Taraflardan birine tanınan hakkın süresinde kullanılmayarak düşmesi halinde karşı taraf lehine de kazanılmış bir usuli hak doğar.
Eldeki dava İcra ve İflas Kanunu’nun 177’nci maddesi uyarınca açılan doğrudan iflas davasıdır. İflas davalarında istinaf ve temyiz sürelerinin kararın tebliğinden başlamak üzere 10 (on) gün olduğu, anılan Yasa’nın 164’üncü maddesinde çok açık biçimde yazmaktadır.
Burada Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297’nci maddesinin 1 numaralı fıkrasının ç bendinde gösterilen “…varsa kanun yolları ve süresini” de karara yazmak gerektiği yönündeki ilkenin durumu da değerlendirilmelidir. Bilindiği gibi yasal düzenlemeler farklı nitelikte hükümler içerir. Emredici hükümler hakimi ve tarafları bağlarken, yedek veya tanımlayıcı hükümler sadece yol göstericidir. Bu çerçevede emredici hükümler doğrudan bozma sebebi olurken, yedek hükümlere aykırılık açıkça yasa yoluna getirilmedikçe dikkate alınmaz. Bu bağlamda hükmün kuruluşuna ilişkin 279’uncu madde düzenleyici bir hükümdür. Kararın ne şekilde kaleme alınması gerektiğini ifade eder ve hakimden karara karşı gidilebilecek yasa yolu ve süreyi göstermesini ister. Ancak bunun yapılmamış olması tek başına bozma nedeni değildir. Nitekim bu madde çerçevesinde yazılan kararlardaki basit hataların tashih yolu ile (HMK m.304) düzeltilmesi her zaman mümkündür. Oysa hakim bu süreyi hatalı göstermişse devreye aynı Yasa’nın emredici (âmir) nitelikteki 90’ıncı maddesi girer. Bu maddenin düzenlemesi karşısında hakimin bu süreyi on beş gün ya da iki hafta olarak belirleme yetkisi olmadığı gibi bir an için böyle bir belirleme yaptığının düşülmesi halinde bunun tarafları ve özellikle de istinaf edeni ve pek tabiidir ki Bölge Adliye Mahkemesini bağlamayacağı açıktır.
İstinaf veya temyiz yolu kapalı olan bir kararda hakimin yasa yolunun açık olduğunu göstermesi halinde “…varsa kanun yolları ve süresini” göstermeye ilişkin ilke (HMK m.297/1-ç) çerçevesinde (tarafın yanıltıldığı ve hak kaybına uğratılmaması gerektiği endişesiyle) yasa yolu denetimi yapılmadığına göre benzer hata süre için gündeme geldiğinde yine denetim yapılmamalıdır.
III- Davalı Yanın Kendisini Avukatla Temsil Ettirmesi Bakımından
A. Avukatın Hukuki Durumu Bakımından
Davalı kendisini bir avukatla temsil ettirmektedir.
1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Avukatlığın amacı” başlıklı 2’nci maddesinin birinci fıkrası şu şekildedir:
“Avukatlığın amacı; hukuki münasabetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.”
Maddenin ikinci fıkrasında avukatın bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis edeceği hususu ifade edilmiştir.
Bir kimsenin Türkiye’de avukatlık yapabilmesi için Türk hukuk fakültelerinden birinden mezun olması veya yabancı memleket hukuk fakültesinden mezun olup da Türkiye hukuk fakülteleri programlarına göre noksan kalan derslerden başarılı sınav vermiş bulunması, avukatlık stajını tamamlayarak staj bitim belgesi almış bulunması ve baroya kayıtlı olması gerekir (AvK m.3, 4, 6). Baroya kayıt üzerine avukata bir ruhsat verilir (AvK m.9).
Avukatın müvekkili ile arasındaki hukuki ilişkinin vekalet sözleşmesi olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Bu çerçevede vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür (TBK m.506/II). Diğer yandan vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde sıradan bir kimsenin değil, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen “basiretli” bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır (TBK m.506/III).
Türk Borçlar Kanunu’nun “sorumsuzluk anlaşması” başlıklı 115’inci maddesinin birinci fıkrasında ağır kusurdan sorumluluğun sözleşmeyle kaldırılamayacağı belirtildikten sonra üçüncü fıkrasında uzmanlığı gerektiren bir hizmet, meslek veya sanatın sadece yasa ile ya da yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütülebildiği hallerde borçlunun hafif kusurundan dahi sorumlu olacağı hususu vurgulanmıştır.
Bu bağlamda avukatın mesleki sorumluluğu ve buna ilişkin tutum ve davranış gereklerine de değinilmelidir.
Hukukun temel ilkelerinden biri “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” ilkesidir. Bu hukukçu olanları değil eğitimine; sosyal, kültürel ve ekonomik durumuna bakılmaksızın herkesi kapsayan bir ilkedir. Oysa mesleki gereklilikler ve yukarıda vurgulanan borçlar hukuku kuralları avukatların yasaları bilmek zorunluluğu dışında özellikle açtığı ve takip ettiği bir davada dava ile ilgili yargılama usullerini, süreci, süreleri ve buna ilişkin infaz iş ve işlemlerini bilmesi, bu konuda bilimsel ve yargısal kaynakları incelemesini de zorunlu tutmaktadır (Almanya uygulaması için bkz. Şenocak, Z.: “Avukatın Akdi Sorumluluğunun Şartları”, ABD 1998/2, s.12).
Hatta Türk, İsviçre ve Alman öğretisinde avukatların gerek meslekleri ile ilgili genel bilimsel eserleri ve gerek deruhte ettikleri vekaletler gereği baktıkları davalara ilişkin kaynakları edinmeleri gerektiği; bunlara ilişkin yargı kararlarını takip etmek zorunda bulundukları, bütün bunların “işi özenle ifa” zorunluluğunun bir gereği olduğu da ifade edilmektedir (Şenocak, s.12). Arık İsviçre hukukunda avukatların bölgelerinde yayımlanan mesleki dergilerde paylaşılmış mahkeme içtihatlarını hemen yayımı izleyen günlerde olmasa da birkaç hafta içinde bilmeleri gerektiğini, Federal Mahkemenin bu kararları takip etmeyen ve bilmeyen avukatların sorumluluğuna karar verdiğini nakletmektedir (bkz. Arık, K. F.: “Avukatın müvekkiline karşı mesuliyeti – Avukat yeni içtihatları takip etmemekten mesul müdür?”, Adliye Ceridesi 1944/7 , s.572 vd.).
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de İsviçre’deki bu tutumu kararlarına yansıtmış ve benimsemiştir (Y. 4. HD., 22.02.1974/3098-865 E.K.; bkz. Müderrisoğlu, F.: Avukatlıkta Vekalet ve Ücret Sözleşmesi, Ankara 1974, s.303 vd.).
Avukat sık karşılaşılmayan bir dava türünde vekalet deruhte ediyorsa o konuya özgü yasal düzenlemeleri, yargısal kararları ve bilimsel kaynakları derinlemesine incelemelidir. Nitekim Almanya’da Hamm Eyalet Yüksek Mahkemesi konu ile ilgili bir şerhi incelemeyen avukatı sorumlu tutmuştur (Bkz. Şenocak, s.14). Hatta Tandoğan özel uzmanlığı gerektiren konularda avukatın uzmana danışması veya işi ona bırakması gerektiğini ifade etmektedir (bkz. Tandoğan, H.: Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, C.II, 3.b., Ankara 1987, s.413Bkz. Tandoğan, H.: Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, C.II, 3.b., Ankara 1987, s.413).
Gelinen noktada:
– İflas davalarında istinaf ve temyiz süresinin tebliğden itibaren on gün olduğu İcra ve İflas Kanunu’nun 164’üncü maddesinde tereddüte yer bırakmayacak şekilde gösterilmiştir.
– İflas davalarında yasa yoluna başvuru süresinin tebliğden itibaren on gün olduğuna ilişkin yüzlerce Yargıtay kararı bulunmaktadır. Örneğin: HGK, 08.02.2017 gün ve 2016/19-1612 E, 2017/237 K; 24.05.2017 gün ve 2017/23-857 E, 2017/1010 K.
– İcra ve iflas hukukunun temel eserleri sayılan ve gerek öğretinin gerek Türk, İsviçre ve Alman yüksek yargı mercilerinin benimsemesine göre avukatların edinmek ve incelemek zorunda olduğu kabul edilen eserlerde iflas davalarında yasa yoluna başvuru süresinin tebliğden itibaren on gün olduğu belirtilmektedir. Ezcümle Kuru, B.: İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, 2.b., Ankara 2013, s.1128; Üstündağ, S.: İflas Hukuku (İflas, Konkordato, İptal Davaları), 8.b., İstanbul 2009, s.44; Altay, S.: Türk İflas Hukuku, C.I, İstanbul 2004, s.194, n.214; Kırtıloğlu, S.S.: İflas Davası, Ankara 2009, s.241.
Artık davalı vekilinin Yasanın açık hükmü, yerleşik Yargıtay kararları ve kolaylıkla edilinilebilecek temel bilimsel hukuk kaynaklarını inceleme ve bilme zorunluluğu karşısında süresinde olmayan istinaf istemini kabul etmek mümkün görülmemelidir.
Nitekim Atalı ile Akil ve Gül de yasada açıkça gösterilen süre karşısında hakimin hatalı belirtmesinin tarafa hak kazandırmayacağı görüşündedir (bkz. Atalı, M.: Pekcanıtez Medeni Usul Hukuku, C.III, 15.b., İstanbul 2017, s.1983-1984; Akil/Gül, s.182 vd.).
B. Avukatın Kişisel Durumu Bakımından
Türk hukukunda, ilke olarak, kişilerin mahkemeler huzurunda avukatla temsili zorunlu değildir. Ancak herkes profesyonel hukuki yardımdan yararlanmak suretiyle davasını sağlam bir hukuki temele dayandırmak; iddia ve savunmalarını günlük sıradan dil, kavram ve anlayışlardan kurtararak hukuka uygun biçimde ifade ve dermeyan etmek ve nihayet kendisini mahkemede en iyi biçimde temsil ettirmek isteyebilir. İşte avukatların görevi bu ihtiyaca cevap vermektir.
Avukatlık Kanunu’nun 34’üncü maddesine göre “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler.”
Avukatlık Kanunu’nun 3’üncü maddesinde de ifade edildiği biçimde avukat hukuk fakültesi mezunu olup, meslek stajını tamamlamıştır. Bu ilkeler ve birikim karşısında hakim tarafından yanıltıldığı yönündeki savunmasına itibar edilemez.
Öte yandan yasa yoluna başvuru tarafın (ve dolayısıyla avukatın) aslında mahkemenin somut olayı yanlış yorumlayıp uyguladığı ve böylece hatalı karar verdiği iddiasını da içermektedir.
Tarafın mahkemede bizzat hakkını savunduğu hallerde dahi tolerans gösterilemeyecek ilkeler, avukatla temsil halinde evleviyetle bağlayıcı olacaktır.
IV- Sonuç olarak;
HMK’nın 346 ve 352/(1)-c maddeleri uyarınca, davalı vekilinin istinaf dilekçesinin reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM :
Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere:
1-HMK’nın 346 ve 352/(1)-c maddeleri uyarınca, davalı vekilinin İSTİNAF DİLEKÇESİNİN REDDİNE,
2-Peşin alınan istinaf karar harcının iadesine,
3-Davalı tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, avansın kullanılmayan kısmının karar kesinleştiğinde gideri içerisinden karşılanarak iadesine,
4-Karar tebliği, harç tahsil müzekkeresi yazılması ve gider avansı iadesi işlemlerinin Dairemiz tarafından yapılmasına,
23.11.2022 tarihinde, İİK’nin 164 ncü maddesinin ikinci fıkrası gereğince kararın tebliğ tarihinden itibaren 10 gün içinde, kararı veren bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine yahut temyiz edenin bulunduğu yer bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine veya ilk derece mahkemesine verilebilecek bir dilekçe ile Yargıtay nezdinde TEMYİZ YOLU AÇIK olmak üzere, OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

GEREKÇELİ KARAR YAZIM TARİHİ : 23/11/2022

Başkan …
e-imza
Üye …
e-imza
Üye …
e-imza
Katip …
e-imza