Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 23. Hukuk Dairesi 2022/1832 E. 2022/2132 K. 28.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ BAM 23. HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No: 2022/1832 – 2022/2132
T.C.
A N K A R A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ
23. H U K U K D A İ R E S İ
(İ S T İ N A F B A Ş V U R U S U N U N
E S A S T A N R E D D İ)

ESAS NO : 2022/1832
KARAR NO : 2022/2132

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN:
MAHKEMESİ : ANKARA 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 19/04/2022
ESAS-KARAR NUMARASI : 2021/815 E.-2022/310 K.
DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLİ :

Davacı vekili tarafından, yukarıda belirtilen karara karşı istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK m.) 352. maddesi uyarınca, yapılan ön inceleme sonucu, eksiklik bulunmadığı anlaşıldığından inceleme aşamasına geçildi. İncelemenin dosya üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra, dosya incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ :
İDDİA VE SAVUNMALARIN ÖZETİ :
Davacı vekili 30.12.2021 tarihli dava dilekçesinde; müvekkili şirket tarafından kurularak işletilen lisanssız güneş enerjisi üretim tesisi (tesisat no: …) ile ilgili olarak taraflar arasında Dağıtım Sistem Kullanım Anlaşması imzalandığını, davalı tarafça 2016 yılı sonuna kadar üreticiler arasında herhangi bir ayrım yapılmaksızın tüm üreticilerden aynı bedel (1 Ekim-31 Aralık dönemi için 0,7596 kuruş) alınırken, 01.01.2017 tarihinden itibaren her hangi bir teknik ve hukuki sebebi olmadığı halde üreticiler arasında ayrıma gidilerek lisanssız üreticilerden daha fazla sistem kullanım/dağıtım bedeli alınmaya başlandığını,
6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun 17. maddesine, 6719 sayılı Kanunla (2016 yılında) eklenen 10. fıkranın, “Kurum tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin yetkisi, bu bedellerin, Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.” hükmünü içerdiğini, ancak bu kanun düzenlemesine karşı açılan davada Anayasa Mahkemesinin 28.12.2017 tarih ve 2016/150 E., 2017/179 K. sayılı kararıyla mahkemelerin yargılama yetkisini sınırlandıran kanun hükmünü Anayasaya aykırı bularak iptal ettiğini, karar gerekçesinde, “296. EPDK tarafından gelir ve tarife kapsamında düzenlenen ve tüketicilerden tahsil edilen bedellerin iadesi talebiyle yapılan başvurularda ve açılan davalarda tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin söz konusu bedellerin kurumun düzenleyici işlemlerine uygun olup olmadığının yanı sıra uyuşmazlıkla ilgili diğer mevzuat hükümlerini de gözetmeleri adil yargılanma yapılmasının bir gereğidir. 297. Bu itibarla EPDK tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan davalarda tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin yetkisinin bu bedellerin sadece Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğunu öngören kural, hak arama özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahalede bulunmaktadır.” açıklamalarına yer verildiğini,
Uyuşmazlık konusu elektrik üretim tesislerinin hukuki altyapısının 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun 14. maddesinde düzenlendiğini, bu hükme göre bu tesislerin diğer (lisanslı) üreticilerle aynı hukuki statüye tabi kılındıklarını, hatta bu tesislerin yenilebilir enerji kaynaklarının ülke ekonomisine kazandırılması amacıyla desteklendiklerini ve bu kapsamda “lisans alma” ve “şirket kurma” yükümlülüklerinden de muaf tutulduklarını,
Nitekim 12.05.2019 tarihli 30772 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Elektrik Piyasasında Lisanssız Elektrik Üretim Yönetmeliği”nin 1. maddesinde, lisanssız elektrik üretimiyle “küçük ölçekli üretim tesislerinin ülke ekonomisine kazandırılması ve küçük ölçekli üretim kaynaklarının etkin kullanımının sağlanması” “elektrik şebekesinde meydana gelen kayıp miktarlarının düşürülmesi”nin amaçlandığının belirtildiğini, 5. maddesinde de lisanssız elektrik üretim tesislerinin önlisans ve lisans alma ile şirket kurma yükümlülüğünden muaf tutulduğunu,
Diğer taraftan 6446 sayılı Kanun’un “Dağıtım faaliyeti” başlıklı 9/2 maddesinin, “Dağıtım şirketi, lisansında belirtilen bölgedeki dağıtım sistemini elektrik enerjisi üretimi ve satışında rekabet ortamına uygun şekilde işletmek, bu tesisleri yenilemek, kapasite ikame ve artırım yatırımlarını yapmak, dağıtım sistemine bağlı ve/veya bağlanacak olan tüm dağıtım sistemi kullanıcılarına ilgili mevzuat hükümleri doğrultusunda eşit taraflar arasında ayrım gözetmeksizin hizmet sunmakla yükümlüdür” hükmünü, “Tarifeler ve tüketicilerin desteklenmesi” başlıklı 17/6 maddesinin (a) bendi, “Bağlantı tarifeleri: Bağlantı tarifeleri, ilgili bağlantı anlaşmasına dâhil edilecek olan bir dağıtım sistemine bağlantı için eşit taraflar arasında ayrım yapılmaması esasına dayalı fiyatları, hükümleri ve şartları içerir.”. (ç) bendinin ise “ç) Dağıtım tarifeleri: Dağıtım şirketleri tarafından hazırlanacak olan dağıtım tarifeleri, elektrik enerjisinin dağıtım sistemi üzerinden naklinden yararlanan tüm gerçek ve tüzel kişilere eşit taraflar arasında ayrım gözetmeksizin uygulanacak hizmetlere ilişkin fiyatları, hükümleri ve şartları içerir”.hükümlerini içerdiğini,
6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun 17/6-ç maddesinde ise, “….. Dağıtım tarifeleri; dağıtım sistemi yatırım harcamaları, sistem işletim maliyeti, teknik ve teknik olmayan kayıp maliyeti, kesme-bağlama hizmet maliyeti, sayaç okuma maliyeti, reaktif enerji maliyeti gibi dağıtım faaliyetinin yürütülmesi kapsamındaki tüm maliyet ve hizmetleri karşılayacak bedellerden oluşur…” hükmüyle dağıtım bedellerinin nasıl belirleneceğinin düzenlendiğini, buna göre davalının sistem kullanım/dağıtım bedellerini (lisanslı-lisanssız ayrımı yapmaksızın) tüm üreticiler yönünden eşit şekilde (en fazla varsa ek maliyetler eklenmek suretiyle) uygulaması gerektiğini,
Davalının tarifelerinin 31.12.2015 tarihli 29579 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe konulan “Dağıtım Lisansı Sahibi Tüzel Kişiler ve Görevli Tedarik Şirketlerinin Tarife Uygulamalarına İlişkin Usul ve Esaslar”da düzenlendiğini, Usul ve Esasların 16/2. maddesinde, “… Elektrik Piyasası Kanunu’nun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasının b bendi kapsamındaki lisanssız üreticilere uygulanan dağıtım sisteminin kullanımına ilişkin bedeller, üretim tesislerinin sistem üzerinde oluşturduklar ek maliyetler dikkate alınarak farklılaştırılabilir…” hükmünün düzenlendiğini, tüm üreticilerin dağıtım şirketinden aldığı hizmet tamamen aynı olduğu halde diğerlerine nazaran müvekkilinden daha fazla sistem kullanım/dağıtım bedeli alınmasının herhangi bir teknik veya mali/finansal sebebi bulunmadığını, müvekkilinin diğer üreticilere nazaran dağıtım sistemi üzerinde ek maliyet oluşturduğu ve bu sebeple fazladan sistem kullanım/dağıtım bedeli alındığının iddia edilemeyeceğini,
Taraflar arasındaki Dağıtım Sistem Kullanım Anlaşmasının 4/A/1/7 maddesine göre müvekkilinin dağıtım sistemine bağlanması ve bu surette sistemi kullanması sebebiyle ortaya çıkan tüm maliyetin her halükarda davalı dağıtım şirketine ait olduğunu, hatta bağlantı ve sistem kullanımı sebebiyle ilave yatırım yapılmasına gerek olması halinde dahi yapılacak yatırımın mali yükümlülüğünün her koşulda davalıya ait olacağını, müvekkilinin dağıtım sistemini kullanması davalıya ek maliyet oluştursa dahi (ki böyle bir durumun kesinlikle olmadığını) bundan dolayı müvekkilinden fazladan “sistem kullanım/dağıtım bedeli” alınmasına taraflar arasındaki anlaşmanın dahi imkân vermediğini,
Davalının sunduğu elektrik dağıtım hizmetinin tekel niteliğinde olduğunu, müvekkilinin sistem kullanım/dağıtım bedelinin diğer üreticilerle eşit şekilde fatura edilmesi yönünde davalıya karşı alternatif bir sözleşme imkânı bulunmadığını, Yargıtay uygulamasında dava konusu olayda olduğu gibi hizmeti alan tarafın, sözleşmenin karşı tarafını özgürce seçme imkânının olmaması halinde sözleşmedeki hükümlerin TBK 20-25 bağlamında genel işlem koşulu olduğunun kabul edildiğini, bu bağlamda taraflar arasındaki sözleşmenin önceden tek taraflı olarak hazırlandığını ve tüm benzer olaylarda standart olarak kullanıldığını, sisteme bağlantı yapılması öncesinde müvekkiline dayatıldığını, tüm bunların uyuşmazlık konusu sözleşme kuralının genel işlem koşulu olduğunu ortaya koyduğunu, sistem kullanım/dağıtım bedelinin müvekkilinden fahiş şekilde tahsilinin TMK 2, TBK 25 ve TTK 55/3. maddelerindeki dürüstlük kurallarıyla bağdaşmadığını,
Kaldı ki müvekkili şirketin, “Davalı şirketin katlanmak zorunda olmadığı” bir ek maliyet oluşturması söz konusu olsa bile oluşan ek maliyet somut ve objektif bir şekilde ortaya konulmadan afaki şekilde sistem kullanım/dağıtım bedelinde artış yapılmasının dürüstlük kuralına aykırı olduğunu, eğer bu tesis sistem üzerinde davalı şirketin katlanmak zorunda olmadığı bir ek maliyet oluşturuyorsa genel tarife olan “2,7220 kr/kWh” üzerinden ek maliyet oranında artışa gidilebileceğini,
Davalının verdiği hizmetin tekel niteliğinde olması karşısında TBK 20 ve 25 maddeleri de nazara alındığında sözleşme özgürlüğünde bulunması gerekli güç dengesi bir taraf (Davacı) aleyhine bozulduğundan anılan Kanun hükümleri gereği, uyuşmazlık konusu sözleşmeye müdahale edilerek sözleşme adaletinin sağlanması gerektiğini ileri sürerek,
Belirsiz alacak davalarının kabulüyle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, müvekkilinden fazladan tahsil edilen sistem kullanım/dağıtım bedelleri yanında bunlara işletilen KDV’lerle birlikte oluşan şimdilik 1.000,00 TL.’nin her bir faturada fazla ödenen tutarlara ödeme tarihlerinden itibaren işletilecek bankalarca mevduata uygulanan azami faiz veya en yüksek ticari faiz / değişen oranda avans faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; dağıtım şirketlerinin lisanslı ve lisanssız elektrik üreticilerine uyguladığı tarifelerin Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından belirlendiğini, EPDK’nın düzenleyici nitelikteki bu tarifelerinin dağıtım şirketleri tarafından değiştirilmesi veya uygulanmamasının mümkün olmadığını, Dağıtım Sistem Kullanım Anlaşması EPDK’nın regüle anlaşması olduğu gibi, iki özel hukuk kişisi arasında imzalanmış bir sözleşme gibi görülmekle beraber, sözleşmede, sözleşme konusu işin yürütülmesine ilişkin esasların yanında, mali hükümlerin, karşılıklı edimlerin de, EPDK tarafından belirlendiği sözleşmeler olduğunu, davacı tarafın alacak talebinin EPDK’nın düzenleyici işlemi olan kararları ve bu kararların eki tarifeler olduğu dikkate alındığında açılan davanın görülme yerinin idari yargı olduğunu,
Dava dilekçesinde dayanılan Anayasa Mahkemesi kararının tüketiciler yani elektriği kendi kullanımı için alan kişiler ile ilgili olduğunu, lisanssız elektrik üreticisi olan davacı taraf yönünden uygulanmayacağını,
İdari işlem olan ve idari yargı denetimine tâbi olan EPDK Kurul Kararları ile 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun ilgili hükümlerine göre düzenlenen Yönetmeliklerin dağıtım şirketlerinin uymakla yükümlü bulunduğu düzenlemeler olduklarını, dağıtım şirketlerinin uygulamakla yükümlü oldukları tarifeleri düzenleyen bu idari tasarruflar idari yargı denetiminden geçmeden ve iptal edilmeden bu idari tasarruflara dayalı olarak yapılan alt hukuki muamelelerin (tabi oldukları idari işleme uygun olup olmadıkları dışında) adli yargıda tartışılmasına hukuksal imkân bulunmadığını,
Davayı konu alacağın zaman aşımına uğradığını,
Belirsiz alacak davasının, davanın açıldığı tarihte alacak miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin davacıdan beklenemediği veya bunun imkansız olduğu hallerde, hukuki ilişkinin ve asgari bir miktar veya değer belirtilmek suretiyle açılabileceğini, davacı tarafın hesaplamaya esas her türlü veriyi paylaşıp karşılaştırma tablosunda tahsil edilen miktarı belirtmesine karşın belirsiz alacak davası açtığını, faturaya konu edilen ve tacir olan davacı tarafın ticari defterlerinde kayıtlı olması gereken dağıtım bedelleri için kısmi veya tam alacak davası açılması gerektiğini, bu sebeple davanın usulden reddi gerektiğini,
Dağıtım şirketleri tarafından uygulanacak olan tarifeler, her yıl çeyrek dönemlerde EPDK tarafından yayınlanmakta olup, dağıtım şirketlerinin belirlenen bu tarifeler uyarınca üreticilerden dağıtım bedeli tahsil ettiklerini, bu tarifelerin EPK’nun geçici 20. maddesinin göndermesi nedeniyle aynı Kanun’un 17. maddesi 4. fıkrası uyarınca tüm gerçek ve tüzel kişileri bağladığını,
Yine Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun 5999-3 sayılı kararının 2. maddesine göre dağıtım sistemi kullanıcısı üreticiler hakkında ait olduğu yıla ait Kurul onaylı tarifelerin uygulanacağını,
Lisanslı üreticiler ile lisanssız üreticiler arasında farkın dayanağını oluşturan, Dağıtım Lisansı Sahibi Tüzel Kişiler Ve Görevli Tedarik Şirketlerinin Tarife Uygulamalarına İlişkin Usul Ve Esasların (EPDK’nun 5999-3 sayılı Kurul Kararı) 3. maddesinin 6. fıkrası ile lisanssız elektrik üreticilerinin farklı abone grubuna dahil edildiğini, bu karardan sonra onaylanan tarifelerin bu gruplar dikkate alınarak hazırlanıp onaylandığını, EPDK’nın iptale konu edilmeyen bu kararına dayalı olarak yayınlanan tarifelerin uygulanmasının müvekkili şirket insiyatifinde olmadığını,
EPK’nın 9. maddesi uyarınca, müvekkili şirketin EDPK tarafından verilen lisansla sınırlı olarak ve ilgili Kurumca çıkarılan yönetmeliklere, tarifelere uygun olarak dağıtım faaliyetinde bulunabileceğini, bu düzenlemelere uyma zorunluluğu bulunduğunu, davacı yanın somut olayda TBK’nın sözleşme özgürlüğüne ilişkin ilgili maddelerinin uygulanması gerektiğine ilişkin açıklamalarına itibar edilemeyeceğini,
Bugün Türkiyede yaklaşık 8000 adet lisanssız elektrik üretim santrali bulunduğunu, lisanssız elektrik santrali aynı zamanda üreticinin kişisel elektrik kullanım noktasını beslediği için hepsinin de dağıtım sistemine bağlı olduklarını, bu üretim santrallerinde temel amacın üreticinin kendi ihtiyacı için elektrik üreterek fazlasını elektrik sistemine geri vererek enerji fazlasını satmasını sağlamak olduğunu, lisanssız elektrik üretiminin amacının kişilerin kendi elektriklerini üreterek sadece ihtiyaç fazlasını sisteme geri vermelerini sağlamak olduğunu, bu amaç bakımından bakıldığı zaman bu üreticilerin sisteme getirecekleri yük dikkate alınarak üretim fazlasını sisteme geri vermelerinin getireceği sistemsel yükün ancak sistem kullanım bedelinin farklılaşması ile giderilebilecek boyutta bir yüklenme olduğunu,
EPDK tarafından onaylanan tarifelerin yasal bir uygulama olduğunu ve Danıştay tarafından iptal edilmediği sürece de uygulanacağını, davacı tarafın yürürlükte olan tarifelere dayalı olarak tahsil edilen dağıtım bedellerinin fazla tahsil edildiği iddiasının dinlenemeyeceği hususunda Yargıtay kararları bulunduğunu, (Yargıtay 3. H.D. 11.09.2018 tarih, E.2017/10926- 2018/8303K.,Yargıtay HGK, 13.10.2010 tarih ve E.2010/13-406, K.2010/503. sayılı kararı. Aynı yönde diğer kararlar için Bkz. Yargıtay 13. HD, 18.12.2008 tarih ve E.2008/11001, K.2008/15063; Yargıtay HGK 13.05.2009 tarih ve E.2009/13-122, K.2009/189; Yargıtay 13. HD, 20.05.2009 tarih ve E.2009/733, K.2009/6925.)
Davacı tarafın, Sistem Kullanım Anlaşmasına dayalı olarak düzenlenen faturalara yasal süre olan 8 gün için itiraz etmeyerek fatura içeriğini kabul ettiğini,
Lisanslı elektrik üreticileri ile lisanssız elektrik üreticilerinin farklı kanun, yönetmelik ve abone gruplarına dahil olduklarını, alınan dağıtım bedelinin farklılık göstermesinin Anayasa ile korunan nispi eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmediğini,
Savunarak, öncelikle davanın görevli idari yargı yoluna başvurulmaması sebebiyle usulden reddine; aksi düşünülürse davanın kısmi veya tam davaya dönüştürülmesi için davacıya kesin süre verilmesi ve sonrasında eksikliklerin giderilmemesi halinde dava şartı yokluğundan usulden reddine, nihayetinde esastan reddine karar verilmesini istemiştir.

İLK DERECE MAH. KARARI ÖZETİ :
İlk derece Mahkemesince; “Davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağına itirazının, 2016 yılından bu yana satılan elektrik miktarı ile lisanslı üreticilerle arasındaki dağıtım bedeli farkının ve maliyet farkının hesaplanmasının dava tarihi itibari ile davacıdan beklenemeyecek olması karşısında yerinde olmadığı, zamanaşımına ilişin itirazın ise uyuşmazlığın sözleşmeden kaynaklanması ve davacının 2016 yılından sonraki döneme ilişkin fazla ödemenin iadesini talep etmesi karşısında yerinde olmadığı kanaatine varılmıştır.
Davacı her ne kadar tarife hükümlerinin genel işlem koşulu niteliğinde olduğunu iddia etmiş ise de, tarafların tacir oldukları, TTK’nun 18/2. maddesi uyarınca basiretli davranma zorunlulukları bulunduğu, tacirler arasındaki genel işlem koşullarının daha sıkı kurallara bağlı olduğu, genel işlem koşulunun unsurları; sözleşmenin koşullarını oluşturması, sözleşme kurulmadan önce düzenlenmesi, birden fazla sözleşme ilişkisinde kullanılmak üzere düzenlenmesi ve genel işlem koşulları kullanan tarafından sözleşmeye dâhil edilmek niyetiyle karşı âkide sunulması olup genel işlem koşulu olduğu iddia edilen tarifenin ise sözleşme koşullarından olmayıp sözleşme devam ederken dava dışı EPDK tarafından belirlendiği gözetildiğinde davacının bu iddiasının yerinde olmadığı kanaatine varılmıştır.
Davacının lisanssız elektrik üreticisi olup davalı ile sistem kullanım anlaşması imzaladığı ve bu kapsamda davalıya dağıtım bedeli ödemesi yaptığı taraflar arasında uyuşmazlık konusu değildir. Davacı eldeki davada dağıtım bedelinin 31/12/2016 tarihine dek lisanslı üreticilerle eşit olmasına rağmen, sonrasında tarife değişikliğine gidilerek lisanslı kullanıcılardan farklı olarak ve fazla tahsilat yapıldığı iddiası ile bu bedelin iadesini talep etmiştir. Davacının talebi esasen lisanslı üreticilerle arasındaki tarife farklılığının giderilmesi ve mevzuatta belirtilen maliyet farkının hesaplamada dikkate alınmasıdır.
Aynı mahiyette, lisanssız üreticilere uygulanan dağıtım sisteminin kullanımına ilişkin bedellerin üretim tesislerinin sistem üzerinde oluşturdukları ek maliyetler dikkate alınarak farklılaştırılabileceğine ve lisanslı üreticilerle arasındaki tarife farklılığına sebep olan mevzuat hükümlerinin iptali talebinin Danıştay tarafından reddine ilişkin verilen kararlar, Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun 2021/352 esas 2022/136 karar sayılı ilamı ve 2021/352 esas 2022/136 karar ve 2021/408 esas 2022/137 karar sayılı ilamları ile hükme bağlanmıştır. Kararlarda sonuç olarak; “Lisanssız üreticilerin gerçekleştirdikleri üretimi dağıtım sistemine vermek suretiyle sistemi yoğun bir şekilde kullanımının, sistemin teknik ve ekonomik işleyişini sekteye uğrattığı gibi, üretimlerinin ticarî faaliyete konu edilerek kendilerine tanınan muafiyet sınırının aşıldığı; kanun koyucunun yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretimine yönelik lisanssız üreticileri birtakım yükümlülüklerden muaf tutması, söz konusu üreticilerin lisanslı üreticiler gibi doğrudan piyasa faaliyetine konu edilebilecek elektrik üretimi gerçekleştirecekleri anlamını taşımadığı, aksinin kabulü hâlinde, farklı koşullar ile yükümlülüklere tâbi kılınan lisanslı ve lisanssız üreticilerin aynı amaca matuf piyasa faaliyetinde bulunabileceklerinin öngörülmesinin bekleneceği; oysaki, lisanssız üreticilerin öncelikle tüketimlerini karşılamakla yükümlü kılındığının açık olduğu;
Bu itibarla, lisanssız üreticilerin gerçekleştirdiği üretimin ticarî faaliyete konu edilmesinin sonucu olarak ödeyecekleri dağıtım bedelinin farklılaştırılmasının, eşit taraflar arasında ayrım gözetilmemesi ilkesine aykırı olmadığı anlaşıldığından, dava konusu Kurul kararında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.” Bu hali ile dava dışı EPDK tarafından 31/12/2015 tarihli ve 29579 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5999-3 sayılı kurul kararı uyarınca belirlenen tarifeye göre, dağıtım sistemi kullanım bedellerinin farklılaştırılabilmesinin hukuka uygun olduğuna karar verilmiştir. Eldeki dosyada faturalandırmanın tarifeye uygun olmadığına ilişkin bir iddia ve delil yoktur. Bu hali ile, her ne kadar fatura bedeli davalı tarafça tahsil edilmiş ise de itirazın faturalandırmaya esas tarifeden kaynaklanması nedeni ile davalının husumetinin bulunmadığı dahi değerlendirilebilir. Ancak talep istirdada ilişkin olduğundan davalının husumeti bulunduğu değerlendirilmiştir.
Ek maliyetler belirlenerek tarifenin bu yönden denetlenmesine ilişkin talep yönünden yapılan değerlendirmede ise, davalı tarafça emsal olarak sunulan Gaziantep 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2021/207 esas ve 2022/120 sayılı kararı, Ankara 9. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2021/203 esas sayılı dosyasında alınan bilirkişi raporu ve yukarıda atıf yapılan Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu kararlarında da belirtildiği üzere lisanssız üreticilerin plansız üretimlerinin dağıtım sistemine ek maliyet getirebileceğinin kabul edilebilecek olmasına karşın bu maliyetin uzun süreli araştırma, veri toplama ve tahminler ile diğer üreticilerin üretim miktarı, arz miktarı, arıza ve kesintilerin önceden belirlenemeyecek olması ve diğer değişkenler dikkate alındığında fatura tarihinde ve hatta sonrasında belirlenmesinin mümkün olmayacağının açık olduğu, dağıtım bedellerinin de davalı tarafından değil dava dışı EPDK tarafından belirlenen tarife uyarınca belirlendiği ve davalının yalnız tarife gereği dağıtım bedellerinin tahsilini yaptığı dikkate alındığında talebin sübut bulmadığı değerlendirilmiştir.
Aksinin düşünülmesi halinde dahi davacının talebi, idarece düzenlenen tarifenin denetlenmesi, bir anlamda 2016 yılından önce düzenlenen sözleşmenin, değişen tarife gereği uyarlanmasıdır. Taraflar tacirdir ve taraflar arasında sözleşme ilişkisi bulunmaktadır. TBK’nun 138. maddesi uyarınca sözleşmenin uyarlanmasının talep edilebilmesi için de davacının “borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş” olması halinde bu yönde talepte bulunabileceği, tarifenin yürürlüğe girdiği tarih de dikkate alındığında, davacının bu yönde bir iddia ve delil sunmadığı, davalının ise faturalara itiraz edilmediğine ilişkin savunmada bulunduğu anlaşılmıştır. Tarifenin tüm lisanssız üreticiler yönünden bağlayıcı ve halen yürürlükte olduğu da düşünüldüğünde, tarife geçerli olduğu halde yalnız eldeki davacı yönünden denetlenmesinin de diğer lisanssız üreticiler yönünden eşitlik ilkesine aykırı olacağı dikkate alındığında, talebin sözleşmenin uyarlanması kapsamında değerlendirilmemesi halinde taraflar arasındaki hak ve menfaat dengesinin bozulacağı kanaatine varılmıştır. Davacı yan da, dağıtım şirketinin eşit taraflar arasında ayrım gözetmeksizin hizmet görmesi gerektiğini belirtmiştir.” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davacı vekili istinaf dilekçesinde;
İlk derece mahkemesince, tarafların gösterdiği deliller toplanmadan ve uyuşmazlığa ilişkin esas denetimi dahi yapılmadan ön inceleme duruşmasında davanın esastan reddine karar verildiğini,
İstinafa konu kararın esastan red görünümlü görevden red kararı olduğunu, İlk derece Mahkemesince sürekli olarak neden bu davaya bakılamayacağının izah edildiğini ancak davanın esası olan tahsilatın fazla ya da makul olduğuna ilişkin tartışmaya girilmediğini,
Diğer taraftan ilk derece mahkemesince tarifenin norm denetimine tabi tutulmamasına gerekçe olarak gösterilen “tarifenin yalnız eldeki davacı yönünden denetlenmesinin diğer lisanssız üreticiler yönünden eşitlik ilkesine aykırı olacağı” yönündeki kabulün, hak arama özgürlüğünün ve mahkemeye erişim hakkının ihlâli anlamına geldiğini,
Uyuşmazlığa genel işlem koşullarının uygulanamayacağı yönündeki kabulün, Yargıtay’ın konuya ilişkin yerleşik ve istikrarlı içtihadına aykırı olduğunu, TBK’nın uygulanmasıyla ilgili olarak kişi açısından bir sınırlama yapılmadığını, yani genel işlem koşullarına ilişkin düzenlemelerin, tacirler hakkında da uygulanabileceğini, dolayısıyla uyuşmazlık konusu sistem kullanım/dağıtım bedelinin tekel niteliğinde yürütülen bir faaliyete binaen genel işlem koşulları dahilinde taraflarca müzakere edilmeksizin müvekkilinden fazla ve fahiş surette tahsilinin TMK 2, TBK 25 ve TTK 55/f hükümleriyle bağdaştığının kabul edilemeyeceğini,
Tarifenin farklılaştırılmasına dayanak olan EPDK kararına karşı Danıştay’da açılan davada ek maliyetin miktarına ilişkin herhangi bir değerlendirme veya tespit yokken buna ilişkin araştırma yapılmadan tesis edilen mahkeme kararının eksik incelemeye dayalı olduğunu, kendilerinin de ek maliyet varsa fiyat farklılaştırması yapılmasına itirazları olmadığını, bu davada ek maliyet olmadan yapılan fiyat farklılaştırmasının bunun dayanağı olan Tarife Uygulama Usul Esaslarının 16/2 maddesine aykırı olduğunu iddia ettiklerini, bu bağlamda söz konusu Danıştay kararının işbu davadaki iddialarını destekler nitelikte olduğunu,
Başkaca mahkemeler tarafından alınan bilirkişi raporlarında, dava konusu uyuşmazlık dönemi boyunca lisanssız üretim tesislerinin dağıtım sistemi üzerinde ek maliyet oluşturmadığının ortaya çıktığını, Danıştay’daki söz konusu davada “uyuşmazlık konusu bedellerin belirlenmesine esas olan maliyet unsurlarını gösteren liste” istenmişse de EPDK tarafından Danıştay’a bu listenin gönderilmediğini, zira böyle bir liste olmadığını, bu davada uyuşmazlık konusu tarifenin hazırlanmasına esas olan ve davalı tarafından 6446 sayılı Kanunun 17/6 maddesi uyarınca hazırlanarak EPDK’ya gönderilmesi zorunlu olan “fiyata dönüştürülmüş maliyet analizleri”nin dosyaya kazandırılmadığını, delillerinin celbedilmesi halinde maliyet analizi olmadığı gibi dağıtım şirketi tarafından hazırlanmış ve sunulmuş tarife teklifi olmadığının da ortaya çıkacağını,
İlk derece Mahkemesinin, Ankara 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2021/203 sayılı dosyasında alınan bilirkişi raporunu bu rapora karşı beyan ve itirazları dikkate almadan hükmüne esas aldığını, hükme esas alınan bilirkişi raporunun ihtimale dayalı tespitlerden ibaret olduğundan Yargıtay denetimine de elverişli olmadığını, kendilerince sunulan raporlarda lisanssız santrallerin dağıtım sistemi üzerinde ek maliyet oluşturmadıkları halde lisanssız üreticilerden tahsil edilen fazla bedellerin ve dayanağı olan tarifelerin üst seviyedeki düzenlemelere aykırı olduğunun mütalaa edildiğini,
Bu bağlamda EPDK’nın benzer nitelikteki bir düzenleyici işleminden kaynaklı olarak ortaya çıkan uyuşmazlık hakkında tesis edilen Anayasa Mahkemesinin 15.09.2021 tarih ve B.No: 2018/18975 sayılı kararında, “yargı mercilerinin maddi olayın tespitinde aksi ispat edilemeyecek ve savunma yapmayı değersiz kılacak varsayımlara dayanmaları başvuruculara tanınan usul güvencelerini anlamsız hâle getirebilir. Kuşkusuz Anayasa, mahkemelerin maddi ve hukuki karinelerden hareketle çıkarımlar yapmasını yasaklamamaktadır. Ancak mahkemeler bu tür çıkarımlarda bulunurken muhatabı, kendisini savunmasını anlamsız kılacak ölçüde dezavantajlı konuma düşürmemeye özen göstermelidir. Bu bağlamda idari organlarca tesis edilen işlemlere karşı açılan davalarda idarece yapılan tespitlerin peşinen doğru kabul edilmesi başvurucuların savunma hakkını önemli ölçüde kısıtlar.” dendiğini, İlk derece Mahkemesi kararı ek maliyet olabileceği şeklindeki bir maddi karineye ve yine aynı şekilde de tarifenin de hukuka uygun olduğu karinesine dayalı olup, zikredilen Anayasa Mahkemesi kararına aykırı olduğunu,
İlk derece Mahkemesince TTK 20 bağlamında değerlendirme yapılmayarak davanın “uyarlama davası” olarak kabul edildiğini, kendilerinin uyarlama taleplerinin bulunmadığını, TTK’nın tacirin ücret isteme hakkını düzen altına alan 20. maddesinde, “Tacir olan veya olmayan bir kişiye, ticari işletmesiyle ilgili bir iş veya hizmet görmüş olan tacir, uygun bir ücret isteyebilir. Ayrıca, tacir, verdiği avanslar ve yaptığı giderler için, ödeme tarihinden itibaren faize hak kazanır.” hükmünün düzenlendiğini, somut uyuşmazlıkta sözleşme kapsamında uyuşmazlık konusu sistem kullanım bedelinin miktarına ya da formülüne ilişkin açık bir düzenleme ya da hüküm olmadığına göre müvekkilinden tahsil edilen bedellerin anılan hüküm uyarınca hukuki denetime tabi tutulması gerektiğini,
Mahkemece iddia konusu edilen ek maliyetin ne kadar olduğunun tespit edilmesi ve bu suretle tarifenin norm denetimine tabi tutulması gerektiğini, hakimin uyuşmazlığa konu davaya uygulanacak yasa kuralını ve bu kapsamda idari düzenleyici işlemi yorumlamakla görevli olduğunu,
Hukuka aykırı olduğu ortadayken Danıştay tarafından iptal edilinceye veya idare tarafından geri alınıncaya kadar mahkemelerin idarenin düzenleyici işlemleriyle bağlı olduğunun düşünülmesinin, bu işlemlere kanun seviyesinde değer verilmesi anlamına geleceğini, bu durumun yürütmenin, yargı yetkisini gasbı sonucunu doğuracağını,
Mahkemenin uyuşmazlığa uygulanacak yasa kuralının Anayasaya aykırı olduğunu düşünmesi halinde, somut norm denetimi için Anayasa Mahkemesine başvurma hakkı dahi olduğunu,
“Adliye mahkemesinde açılmış bir davada, dava konusu uyuşmazlığın çözümü, idarenin düzenleyici işleminin uygulanmasına bağlı olabilir. Bu durumda, uygulanacak düzenleyici işlemin hukuka aykırılığı taraflarca iddia edilebilir. Böyle bir durumda acaba mahkeme, idarenin düzenleyici işleminin hukuka aykırılığı iddiasını inceleyebilir mi? Yürürlükteki hukukumuzda adli yargı mahkemelerinin, idarenin düzenleyici işlemlerinin hukuka aykırılığı iddiası yolunda karşılaştıkları talepleri inceleyemeyeceklerini öngören bir yasa kuralı yoktur. Aşağıda izah edileceği üzere Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararlarıyla hükme bağlandığı üzere; adliye mahkemeleri karşılaştıkları bu tür iddiaları “davanın hakimi def’in de hakimidir” ilkesi uyarınca kendileri çözmek zorundadırlar. Dolayısıyla hukukumuzda, adliye mahkemeleri bakmakta oldukları dava dolayısıyla bir düzenleyici işlemin hukuka aykırılığı sorunuyla karşı karşıya kalırlarsa, düzenleyici işlemin hukuka uygun olup olmadığını inceleyebilirler ve bu konuda karar verebilirler. Ancak burada belirtelim ki, adli yargı organları hukuka aykırı olduğu sonucuna vardığı düzenleyici işlemi iptal edemez; bu yetki münhasıran görevli ve yetkili adli yargı yerine aittir. Adliye mahkemesi, hukuka aykırı bulduğu düzenleyici işlemi, önündeki davaya konu teşkil eden olaya uygulamaz. Böylece hukuka aykırı düzenleyici işlem “iptal” değil “ihmal” edilmiş olur. (Şeref GÖZÜBÜYÜK ve Turgut TAN, İdare Hukuku, Cilt II, Ankara 2008, s. 835 vd. ile Kemal GÖZLER, İdare Hukuku CİLT I, Bursa 2009, s. 1281 vd.)”
Anayasa Mahkemesinin 6446 sayılı Kanunun 17/10 maddesini iptal eden E: 2016/150 ve K: 2017/179 sayılı kararında; “…296. EPDK tarafından gelir ve tarife kapsamında düzenlenen ve tüketicilerden tahsil edilen bedellerin iadesi talebiyle … açılan davalarda … mahkemelerin söz konusu bedellerin kurumun düzenleyici işlemlerine uygun olup olmadığının yanı sıra uyuşmazlıkla ilgili diğer mevzuat hükümlerini de gözetmeleri adil yargılanma yapılmasının bir gereğidir.
297. Bu itibarla EPDK tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan davalarda … mahkemelerin yetkisinin bu bedellerin sadece Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğunu öngören kural, hak arama özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahalede bulunmaktadır”. dendiğini, Anayasa Mahkemesi kararıyla uyumlu HGK, özel daire ve BAM kararları bulunduğunu,
Müvekkilinin Uyuşmazlık Mahkemesinin, Yargıtay’ın ve BAM’ın istikrarlı kararları sebebiyle alacak talebini adli yargıda ileri sürmek durumunda kaldığını, artık müvekkilinden tarifenin iptali için idari yargıda dava açmasının beklenemeyeceğini, hatta dava açmaya zorlanamayacağını,
İlk derece Mahkemesinin önüne gelen uyuşmazlığa uygulanacak düzenleyici işlemi, Anayasanın 124 ve 138. maddelerine göre normlar hiyerarşisi çerçevesinde yorumlaması yetkisi ve görevi olduğu sabitken, istinafa konu kararıyla dosyadan el çekmesinin hukuka aykırı olduğunu,
Uyuşmazlık konusu sistem kullanım/dağıtım bedelinin, dağıtım sisteminin kullanılması (üretilen elektriğin sisteme verilmesi) karşılığı alınan bir bedel olduğunu, dağıtım bedellerinin ihtiva edeceği maliyet kalemlerinin 6446 sayılı Kanununun 17/6-ç maddesinde düzenlendiğini, buna göre dağıtım tarifelerinin, bu faaliyetin yürütülmesi kapsamındaki ve maliyetleri karşılayacak bedellerden oluşması gerektiğini,
Bu bedelin nasıl belirleneceği ve tahsil edileceğinin 31.12.2015 tarihli ve 29579 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konulan “Dağıtım Lisansı Sahibi Tüzel Kişiler ve Görevli Tedarik Şirketlerinin Tarife Uygulamalarına İlişkin Usul ve Esaslar”da düzenlendiğini, Uygulama Usul ve Esasların 16/2 maddesinde, “…Elektrik Piyasası Kanunu’nun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasının b bendi kapsamındaki lisanssız üreticilere uygulanan dağıtım sisteminin kullanımına ilişkin bedeller, üretim tesislerinin sistem üzerinde oluşturdukları ek maliyetler dikkate alınarak farklılaştırılabilir.” hükmünün düzenlendiğini, ek maliyet oluşmadığı halde lisanssız üretici olan müvekkili bakımından çok fahiş seviyede fiyat belirlendiğini,
Sistem üzerinde ek maliyet oluşturmadığı halde ve tamamen aynı dağıtım hizmeti alan üreticiler arasında bu denli fahiş oranda (10 kat) ayrım yapılmasının dürüstlük kuralına aykırı olduğunu,
Taraflar arasında sözleşme ilişkisinin varlığı karşısında faturalara itiraz edilmemesinin alacak talebinin ileri sürülmesine engel olmayacağını, uyuşmazlık konusu bedellere ait faturalara müvekkili tarafından ihtirazı kayıt konulmaması ya da itiraz edilmemesi sebebiyle dava hakkının olmadığı yönündeki kabulün, mahkemeye erişim hakkının ihlâli niteliğinde olduğunu, taraflar arasında sözleşme ilişkisinin varlığı karşısında faturalara itiraz edilmemesinin alacak talebinin ileri sürülmesine engel olmayacağını, uyuşmazlık konusu bedellere ait faturalara müvekkili tarafından ihtirazı kayıt konulmaması ya da itiraz edilmemesi sebebiyle dava hakkının olmadığı yönündeki kabulün, mahkemeye erişim hakkının ihlâli niteliğinde olduğunu,
Taraflar arasındaki sözleşmenin 4/A/1-(5) maddesinde, fatura içeriğine itiraz hakkının müvekkili aleyhine son derece kısıtlı şekilde düzenlendiğini, bu hususun sözleşmenin genel işlem koşulu niteliğinde olduğunu gösterdiğini, diğer taraftan sözleşme ilişkisi bağlamında davalı karşısındaki zayıf konumu sebebiyle müvekkilinin uyuşmazlık konusu tahsilatlara itiraz etmesinin kendisi açısından ticareten mahvına sebep olacak şekilde ağır sonuçlara (tesisin sistemden ayrılması ve bir daha üretim yapamaması gibi son derece vahim durumlara) yol açacağını,
Diğer taraftan TTK’nun 21. maddesi uyarınca, faturayı alan kişi itiraz etmemişse kanun hükmünde faturayı alan kişinin fatura içeriğini kabul etmiş sayılacağı belirtildiğinden bu durumun düzenleyen lehine karine teşkil edeceğini ancak bu karinenin aksinin kanıtlanabileceğini,
Genel şartname uyuşmazlık konusu anlaşmanın eki olmadığından Genel Şartnamenin 42. maddesinin uygulanamayacağını, aksi kabul edilse dahi ihtirazi kaydı düzenleyen Genel Şartnamenin 42/a maddesi hakkında, Danıştay İDDK’nun 17/12/2020 tarihli ve 2020/585 sayılı kararıyla yürütmeyi durdurma kararı verildiğini,
5346 sayılı Kanunun 6/A maddesiyle getirilen düzenlemeyle kanun koyucunun, lisanssız üreticinin ihtiyacından fazla enerji üretmesini açıkça istediğini ve hatta bunu destekleyerek açıkça fazla üretim yapılmasını teşvik ettiğini, Kanunun kendisine tanıdığı hakkı, hukuka uygun şekilde kullanan ve 5346 sayılı Kanunun 6/A maddesi uyarınca ihtiyaç fazlası enerji bakımından dağıtım bedelinden muaf tutulan lisanssız üreticinin ihtiyaç fazlası enerji bakımından bu şekilde bir edim yükümlülüğüne tabi tutulmasının kanuna aykırı olduğunu,
5346 sayılı Kanunun 6/A maddesinde, “Kendi tüketim ihtiyacını karşılamaya yönelik olarak yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik enerjisi üreten lisanssız elektrik üretim faaliyetinde bulunan gerçek ve tüzel kişiler; ihtiyaçlarının üzerinde ürettikleri elektrik enerjisini iletim veya dağıtım sistemine vermeleri halinde I sayılı Cetveldeki fiyatlardan on yıl süre ile faydalanabilir. Bu kapsamda iletim veya dağıtım sistemine verilen elektrik enerjisinin görevli tedarik şirketi tarafından satın alınması zorunludur. İlgili şirketlerin bu madde gereğince satın aldıkları elektrik enerjisi, ilgili görevli tedarik şirketi tarafından YEK Destekleme Mekanizması kapsamında üretilmiş ve sisteme verilmiş kabul edilir.” düzenlemesinin yapıldığını, buna göre lisanssız üreticilerince üretilen ihtiyaç fazlası enerjinin dava dışı görevli tedarik şirketince satın alındığını, yani tedarik şirketince dağıtım sistemine verilmiş sayıldığını, buna göre ihtiyaç fazlası enerji için müvekkilinden dağıtım bedeli tahsilinin hukuka aykırı olduğunu,
Sistem Kullanım Anlaşmasının 4. maddesinin,
“A- Mali Yükümlülükler:
1. Dağıtım Sistemi Kullanım Fiyatı Üzerinden Hesaplanan Bedellerin Ödenmesi:
(1) a) Üretim ve tüketim tesislerinin aynı yerde olması halinde sisteme verdiği ve istemden çektiği net enerji miktarları için ayrı ayrı,
b) Üretim ve tüketim tesislerinin aynı yerde olmaması halinde sisteme verdiği ve sistemden çektiği enerji miktarları için ayrı ayrı, dağıtım sistemi kullanım bedeli öder.” hükmünü içerdiğini, bu hükmün müvekkilinin sadece tüketmek için sisteme verdiği enerjiyle ilgili olarak sistem kullanım bedeli ödeyeceğini düzenlediğini, ihtiyaç fazlası enerjiyle ilgili müvekkiline yüklenmiş bir edim bulunmadığını,
Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca, mülkiyet hakkına getirilen sınırlamaların Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını, 35. maddesinde bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceğinin öngörüldüğünü, mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasaya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerektiğini,
Lisanssız üreticilerin dağıtım sistemi üzerinde ek maliyet oluşturmadığı nazara alındığında müvekkilinden 10 kat oranında dağıtım bedeli alınması ölçülülük ve öngörülebilirlik olmaması sebebiyle mülkiyet hakkına aykırı olduğunu, müdahalede seçilen yöntem kanun seviyesinde olmadığından ve herhangi bir şekilde de kanuni dayanağı da bulunmadığından mülkiyet hakkına hukuksuz şekilde müdahale olup Anayasaya ve AİHS ile eki protokollere aykırı olduğunu,
Belirterek, İlk derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın yerinde görülmek üzere dosyanın kararı veren mahkemeye gönderilmesine karar verilmesini istemiştir.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ,
HUKUKİ SEBEP VE GEREKÇE :
Dava, taraflar arasındaki Lisanssız Elektrik Üreticileri İçin Dağıtım Sistem Kullanım Anlaşmasına dayalı olarak davalı tarafça düzenlenen faturalarla istenen ve tahsil edilen sistem kullanım/dağıtım bedellerinin istirdatı istemine ilişkindir.
Dosya kapsamındaki yazı, belge ve bilgilere, yasaya uygun gerektirici nedenlere, İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesinde dayanılan delillerle, delillerin tartışılması sonucu maddi olay ve hukuki değerlendirmede usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, incelemenin istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılıp, kamu düzenine aykırılığın da tespit edilmemesine ve özellikle Elektrik Piyasasında Lisanssız Elektrik Üretim Yönetmeliğinin 23. maddesi uyarınca kendi ihtiyaçlarını karşılamak için üretim yapması esas olan davacının, kendi insiyatifiyle ihtiyaç fazlası olarak ürettiği elektrik nedeniyle davalıya ait dağıtım hatlarını kullanmasından dolayı kullanım/dağıtım bedellerinin EPDK tarafından düzenlenen tarifelerle belirleneceğine ilişkin mevzuat hükümlerine atıf yapan sözleşmeyi, üstelik üretici ve lisanssız üreticiler yönünden sistem kullanım/dağıtım bedellerinin farklılaşmasından sonra imzalamış bulunmasına, sistem kullanım/dağıtım bedellerine ilişkin faturaları defterlerine kaydetmediği yönünde dosyada herhangi bir beyan, delil ve belge bulunmamasına, davalının cevap dilekçesindeki faturaların davacı defterlerine kayıtlı olduğu yönündeki tespite herhangi bir itirazda bulunmamasına, TTK’nın 21/2. maddesi uyarınca tebliğe rağmen faturayı süresinde itiraz ve iade etmeyerek, ticari defterlerine borç kaydeden tacirin, fatura münderecatını aynen kabul etmiş ve faturayı gönderen tarafın, faturaya dayalı bu alacağının varlığını HMK’nın 222. maddesi uyarınca ispatlamış olmasına göre, İlk derece Mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığından, HMK.’nın 353/(1)-b.1 ve 359/(3) maddeleri uyarınca davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM :
Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-HMK.’nın 353/(1)-b.1 ve 359/(3) maddeleri uyarınca davacı vekilinin İSTİNAF BAŞVURUSUNUN ESASTAN REDDİNE,
2-Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
3-Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
4-Karar tebliği, harç tahsil müzekkeresi düzenlenmesi, harç ve avans iadesi işlemlerinin Dairemizce yerine getirilmesine,
28.12.2022 tarihinde, HMK’nın 361/(1). maddesi uyarınca, kararın tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde, kararı veren bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine yahut temyiz edenin bulunduğu yer bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine veya ilk derece mahkemesine verilebilecek dilekçe ile Yargıtay nezdinde temyizi kabil olmak üzere, OYÇOKLUĞUYLA ile karar verildi.

GEREKÇELİ KARAR YAZIM TARİHİ : 29/12/2022

Başkan
e-imza
Üye
e-imza
Üye
e-imza
Katip
e-imza

KARŞI OY YAZISI
I
Saygıdeğer çoğunlukla aramızdaki görüş ayrılığı taraflarca, ilk derece mahkemesince ve istinaf yargılaması sırasında Dairemizce hizmet sözleşmesi olarak nitelendirilen sözleşmenin aslında “taşıma sözleşmesi” olduğu ve burada varılacak sonuca göre ilk derece mahkemesi kararına yönelik istinaf başvuru sebeplerinin incelenmesinin Dairemizin görevi içinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
II
İlk olarak sözleşmenin nitelenmesi konusundaki genel ilkeden söz etmek gerekir.
Türk Borçlar Kanunu’nun 19’uncu maddesinin birinci fıkrasına göre “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.”
Yanlar arasındaki sözleşme “sistem kullanımı” olarak tanımlanmış ve bunun bir hizmetin ifası niteliğinde olduğu kabul edilmiştir. Bu kullanımın gerçek anlamda hukuku bilmeyen ve fakat enerji sektöründeki yasal düzenlemeleri ve (tip/iltihaki) sözleşmeleri kaleme alan “teknisyen”lerin kendi mesleki ve teknik ifade biçiminden ibaret olduğu kabul edilmelidir. Bu noktada Türk Borçlar Kanunu’nun yukarıda gösterilen hükmü devre girmekte ve sözleşmenin nitelendirilmesi ve bu sözleşmeye dayalı uyuşmazlıkların doğru hukuk kuralları çerçevesinde çözümlenmesi görevi mahkemeye kalmaktadır.
III
Hizmet sözleşmesi isimli bir sözleşme olup işgörme sözleşmeleri arasında düzenlenmiştir. Türk Borçlar Kanunu’nun 393’üncü maddesinin birinci fıkrasına göre “Hizmet sözleşmesi, işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi ve işverenin de ona zamana veya yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.”
Hizmet sözleşmesinde işçi kural olarak işi bizzat ve özenle yapmakla, düzenlemelere ve talimatlara uymakla ve işverenin haklı menfaatinin korunmasında sadakatle davranmakla yükümlüdür (TBK m.395 vd.).
İşveren ise işçiye ücretini ödemekle ve onun kişiliğini korumakla yükümlüdür (TBK m.401 vd.).
Yasanın “hizmet” sözleşmesi olarak düzenlediği husus gerçek kişi işçinin bağımlı ve sürekli iş görmesidir.
Ancak uygulamada (ki bu durum gerek Yargıtay’da ve gerek Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun bölge adliye mahkemelerinin daireleri arasındaki işbölümünü belirlediği kararlarında da kendini göstermektedir) gerçek kişilerden başka tüzel kişilerin taraf olduğu, (özellikle bir kısım eser ve pek de belirgin olmayan vekalet sözleşmeleri gibi) iş görme sözleşmeleri için de hizmet sözleşmesi kavramı kullanılmaktadır.
Bunun da temel nedeni Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve Kamu İhale Kanunu gibi –yine teknisyenlerce hazırlanmış- bir kısım yasal düzenlemelerde ve özellikle uygulamada “hizmet sektörü” olarak bilinen sektörde sıklıkla karşılaşılan (satım dışındaki) eser, taşıma vs. gibi sözleşmelerin de “hizmet” olarak nitelendirilmesidir.
Gelinen noktada, İngiliz atasözünde söylendiği gibi “broken norm becomes norm”; yani norm bozulmuş ve yeni fakat sakat bir norm olmuştur. Bu sakatlık sahiplenilmemelidir. Sektörel uygulamalarda kullanılan ifadelerin hukukçular tarafından olduğu gibi kabul edilmemesi, Türk Borçlar Kanunu’nun 19’uncu maddesinde gösterilen süzgeçten geçirilerek değerlendirilmesi gerekir.
Unutulmamalıdır ki, teşhis doğru konulmadıkça doğru tedaviyi bulmak mümkün olmayacaktır. Uyuşmazlığın hizmet sözleşmesine ilişkin ilkeler çerçevesinde çözümlenmesi halinde taraflar için hak kayıpları olacağı gibi (doğru biçimde) taşıma sözleşmesi olarak nitelendirilmesi halinde de -Dairemiz bu alanda uzman olmadığından- tarafların adil yargılanma hakları haleldar olacaktır.
IV
Yanlar arasındaki sözleşme aslında “taşıma sözleşmesi”dir.
Taşıma sözleşmesi bir ticari iş olarak Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenmiştir. Yasa’nın “Taşıyıcı” başlıklı 850’nci maddesine göre taşıma sözleşmesi taşıyıcının eşyayı varma yerine götürmeyi ve orada gönderilene teslim etmeyi veya yolcuyu varma yerine ulaştırmayı; buna karşılık eşya taşımada gönderenin ve yolcu taşımada yolcunun taşıyıcıya taşıma ücretini ödemeyi borçlandığı bir sözleşmedir.
Aşağıda buna ilişkin gerekçelerimi açıklamaya çalışacağım.
V
Sözleşmenin bu nitelendirmesine göre öncelikle elektriğin eşya veya daha doğru bir ifade ile taşınması, iktisap edilmesi, devri ve bu çerçevede sözleşmelere konu olabilmesi bakımından mal sayılıp sayılamayacağı üzerinde durmak gerekir.
Türk Medeni Kanunu’nun 762’nci maddesinin birinci fıkrası edinmeye elverişli olan ve taşınmaz mülkiyetinin kapsamına girmeyen doğal güçleri taşınır mülkiyetinin konusu saymaktadır.
Öğretide sırf bu yasal düzenlemeden yola çıkarak elektriğin eşya olduğunu kabul eden bir görüş bulunmaktadır (Bertan, S.: Ayni Haklar (MK 618-764), C.I, Ankara 1976, s.935). Ancak farklı ve daha derinlemesine değerlendirme yapan yazarlar da benzer sonuca ulaşmıştır. Özellikle konuya borçlar hukuku açısından bakıldığında “edim” kavramı ön plana çıkmaktadır. Buna göre “tabiatta sınırlı olarak bulunan veya insanlar tarafından teknik olarak hazırlanmış olup da ihtiyaçların tatminine yarayan, hareket edebilen, ticari işlem konusu yapılabilen ve değiştirme değeri olan veya buna tahsis edilen her ekonomik değer, eşyadır” (Ertaş Güven, K.: “Elektrik ve Gazın Eşya Olma Niteliği”, Ankara Barosu Dergisi, 1984, S.2, s.230).
VI
Elektriğin hem Türk Medeni Kanunu’nun bir gereği olarak hem de hukuk uygulaması bakımından eşya olduğunun kabulünden sonra taraflar arasındaki sözleşmenin taşıma sözleşmesi olduğu hususu üzerinde durulmalıdır.
Somut olayda davacı kendi güneş enerjisi panelleri sayesinde elektrik enerjisi üretmekte ve bunu davalının işlettiği sisteme vermektedir. Davacı başka bir yerdeki tesisinde bu elektriği enerji kaynağı olarak kullanmak üzere yine davalının işlettiği sistemden çekmektedir. Aslında davalının yaptığı iş elektriği bir yerden alıp başka bir yere taşımaktır.
Bunun elektriği akülere doldurup kamyon kasasında taşınmasından pek bir farkı yoktur.
Benzer şekilde gaz da boru ile taşınabileceği gibi, tüplere doldurulmak ve kamyona yüklemek suretiyle taşınabilir.
Sistemin kullanılması “hizmet=iş görme” ile açıklanabilir mi? Bu ihtimal öğretide sadece “enerjiyi üreten” kimsenin “abone”ye ihtiyaç halinde sunduğu edim bakımından değerlendirilmiş, ancak burada “bağımlılık” unsurunun bulunmaması nedeniyle olumlu bir yanıta ulaşılamamıştır (Ertaş Güven, s.229). Dağıtım ve iletim sistemlerinin hizmetle bir ilgisi yoktur.
Peki: sistem kullanımı nedir?
Bu yine hukuku bilmeyen teknisyenler tarafından kullanılan ve aslında birçok alanda kullanılabilecek genel geçer bir söz dizisidir.
VII
Şöyle bir örnek vereyim:
PTT Türkiye çapında bir posta dağıtım “sistemi” kurmuştur. Bu sistem standart biçimde işlemektedir. Söz gelimi Ankara Bölge Adliye Mahkemesindeki posta merkezi her gün saat 14.00’te, o saate kadar birikmiş gönderileri gelen kamyona yüklemektedir. Bu nedenle 14.05’te gelen posta gönderisi, bir sonraki günün aynı saatindeki kamyonu beklemektedir. Bu kamyon belirli bir merkeze gitmekte, burada postalar gidecekleri yere göre tasnif edilip ilgili taşıma araçlarına yüklenmektedir.
Bir ya da birkaç kişi belirli aralıklarla bu sistemi kullanmak konusunda PTT ile anlaşmıştır. Biri haftanın üç günü üç belgeyi postaya vermekte, posta işletmesi bunları üç ayrı alıcıya ulaştırmakta; alıcılardan biri kendisine gelen posta üzerinde bir değişiklik yapıp ertesi gün yine PTT kanalıyla bir başkasına göndermektedir.
Yani bu kimseler PTT’nin “taşıma sistemini” kullanmaktadır. İşte eldeki dosyada bambaşka bir sözleşme gibi ortaya konulan ve taraflarla mahkemenin uygulanacak hükümler konusunda tıkandığı sözleşme bundan ibarettir.
Elbette taşımaya ilişkin özel durumlar da gözetilmektedir. Eldeki dosyada davalı, sistemde belirli bir güç ve frekansı bulundurmaktadır. Ancak bu bir hizmet değil, taşımanın gereği olarak uygun vasıtanın hazırda tutulması niteliğindedir. Mesela PTT 40’lık bir konteyneri sıradan bir otomobilin bagajına koymamakta (çünkü sığmaz), bunu ancak bir dorseye yükleyerek taşımakta; aynı şekilde tek bir kitabı taşımak için de uçak kargo metodunu tercih etmemekte (çünkü maliyet katlanılmayacak derecede artar), onu motorlu kurye ile göndermektedir.
VIII
Yukarıdan beri gösterdiğim yasal düzenlemeler ve yapmaya çalıştığım açıklamalardan vardığım sonuç sözleşmenin taşıma sözleşmesi olduğu yönündedir. Bu nedenle Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Başkanlar Kurulunun, Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun iş bölümü kararını yorumlamadaki ısrarlı hatasını –sırf Başkanlar Kurulunun aksine ikna olmayacağı endişesi ile- benimseyen çoğunluk görüşüne katılamıyorum. Dosyanın taşıma sözleşmelerinden kaynaklanan hüküm ve kararların istinafen incelenmesi ile görevli Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesine gönderilmesi gerektiği düşüncesindeyim.
Bu çekince altında,
Dairemizin esas hakkındaki kararına katıldığımı ifade etmeliyim.

Hakim – Üye