Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 23. Hukuk Dairesi 2021/1543 E. 2022/520 K. 30.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 23. HUKUK DAİRESİ
T.C.
A N K A R A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ
23. H U K U K D A İ R E S İ (E S A S I İ N C E L E M E D E N
K A R A R I N K A L D I R I L M A S I)
ESAS NO : 2021/1543
KARAR NO : 2022/520
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

BAŞKAN :
ÜYE :
ÜYE :
KATİP :

İNCELENEN KARARIN:
MAHKEMESİ : Ankara 9. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 24.05.2021
ESAS-KARAR NUMARASI : 2016/592 E., 2021/296 K.
DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLİ :
Davalı vekili tarafından, yukarıda belirtilen karara karşı istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK m.) 352. maddesi uyarınca, yapılan ön inceleme sonucu, eksiklik bulunmadığı anlaşıldığından inceleme aşamasına geçildi. İncelemenin dosya üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra, dosya incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ :
İDDİA VE SAVUNMALARIN ÖZETİ :
Davacı vekili 01.07.2016 tarihli dava dilekçesinde; müvekkiline dava dışı … İş Ortaklığı tarafından verilen 05.11.2013 keşide tarihli 87.922,00 TL bedelli çekin karşılığının çıkmadığını, davalı Bankanın çek hesabı açılmaması gereken adi ortaklık adına çek hesabı açarak müvekkilinin zarara uğramasına neden olduğunu, çek hesabı açılırken gerekli özenin gösterilmediğinin Ankara 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2014/1875 E. sayılı dosyasında alınan bilirkişi raporuyla öğrenildiğini, 5941 sayılı Çek Kanununun 2. maddesi uyarınca yasa koyucunun çek hesabı açılmasını “kişiye” bağlı bir hak olarak düzenlediğini, Yargıtay içtihatlarına ve 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 620. maddesine göre (mülga 818 Sayılı BK’nun 520. maddesi) adi ortaklığın tüzel kişiliği bulunmadığından taraf ehliyetinin de olmadığını, Çek Kanunu, çek karnesinin ancak gerçek ya da tüzel kişiye verilebileceğini düzenlemişken davalı Bankanın hiçbir tüzel kişiliği olmayan ve taraf ehliyeti dahi bulunmayan bir “kişi birliğine” çek karnesi vererek yasal yükümlülüğünü ihlâl ettiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere alacak değerinin tam ve kesin olarak belirlendiği aşamada HMK m.107 hükmü gereğince arttırılmak üzere şimdilik 5.000,-TL’nin işleyecek reeskont avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş,
12.04.2021 tarihli ıslah dilekçesiyle, 42.916,-TL’nin 05.11.2013 temerrüt tarihinden itibaren işleyecek reeskont avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkili kurumda çek hesabı açmak isteyenlerin uzman personeller tarafından araştırıldığını ve gerekli şartlar sağlandığı takdirde çek hesabı açıldığını, dolayısıyla davacı vekilinin iddialarının mesnetsiz ve hukuk dışı olduğunu, Ankara 27. İcra Müdürlüğünün 2013/18178 E. sayılı icra takibinde diğer cirantalara karşı takip başlatılmadığını, yalnızca … iş ortaklığını kuran ortak şirketlere karşı icra takibine başlandığını, TMSF’nin müvekkili şirket yönetiminin %63’üne 03.02.2015 tarihinde el koyduğunu, 29.05.2015 tarihinde ise bankanın tamamının TMSF’ye devredildiğini, davacının cirantalardan değil de müvekkilinden para tahsil etme çabasının iyi niyetli olmadığını, müvekkili kurumca yapılan güvenlik araştırmasına ilişkin belgeler, şirkete ait olumlu olumsuz raporlar temin edildiğinde müvekkilinin çek karnesi vermekte üzerine düşen özen ve yükümlülüklerini yerine getirmiş olduğunun anlaşılacağını, Bankalarca adi ortaklık adına hesap açıldığını ve çek karnesi düzenlendiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAH. KARARI ÖZETİ :
İlk derece Mahkemesince; “Bankalar güven kuruluşları olup, müşterilerine kredi kullandırır iken ya da somut olayda olduğu gibi çek koçanı teslim eder iken yasa, banka iç genelgesi ve olağan bankacılık uygulamalarının gerektirdiği özeni gösterip araştırma yaparak, koşulları taşıyan kişilere çek koçanı vermeleri gerekir. Banka açısından durum bu olmakla birlikte davacı gibi tacirlerin de kiminle ticari ilişkiye girdiklerini, ilgilinin ödeme gücü ve ticari geçmişlerini araştırdıktan sonra ticari ilişkiye başlamaları zorunluluğu bulunmaktadır.
Davalı banka ile davacının yapması gereken araştırmaların belirlenmesi, hangi araştırmaların yapıldığı, hangi araştırmaların eksik bırakıldığını tespit için alınan ilk rapor bankacı bilirkişi …’a ait 01/06/2018 tarihli rapordur. Bilirkişinin de raporunda belirttiği gibi, güven kurumu olan bankaların çek hesabı talep eden müşterisi hakkında istihbarat yapması, ödeme gücünü ölçmesi ve hesap açılır iken müşteri tarafından verilen belgelerin sıhhatini araştırması gerekir. Bu yeterli olmayıp bankacılık teammülleri ve yerleşik uygulamalara göre makul bir süre müşterinin bankaya tevdi ettiği mevduatın miktarı ve hesap hareketlerini takip etmeli, ayrıca müşterinin iş yerinde ziyaret edilmesi yolu ile müşterinin faaliyet konusu, iş hacmi, borç ödeme düzenini takip ve izlemesi gerekir. Kural olarak bankanın bir kişiye çek koçanı vermesi o kişinin banka tarafından muteber bir kişi olarak görüldüğü konusunda üçüncü kişilerde kanı oluşturmaktadır.
Somut olayda banka kayıtları incelendiğinde, davalı bankanın iş ortaklığı sözleşmesini temin ettiği, çek genelgeleri ile çek raporlarının yer aldığı görülmüştür. Çek karnesi verilen kişilerin ödenmediği için geri dönen dokuz adet çeki olduğu halde yeterli ölçüde çek raporunun değerlendirilmediği, bankanın yukarıda belirtilen araştırma eksiği bulunmakla birlikte davacının da ticari ilişkiye girdiği kişi ile ilgili olarak benzeri araştırmayı yapması gerektiği, bu hali ile banka ve davacının zararın oluşumunda % 50 oranında kusurlu bulundukları kabul edilmiştir.
Davacının oluşan zararı ile ilgili olarak ilk raporda 43.961,00 TL olarak belirleme yapılmış ise de, aynı bilirkişinin 26/11/2020 tarihli ek raporu ile bankanın yasal ödeme yükümlülüğü dikkate alındığında davalı tarafından karşılanması gereken davacı zararının 42.916,00 TL olduğu, hüküm fıkrasında yazım hatası olarak asıl alacak 49.916,00 TL olarak gösterilmiş ise de bunun maddi hatadan kaynaklandığı, davacının iflas masasına kaydı gereken asıl alacağının 42.916,00 TL olduğu, bu alacağa 03/11/2013 temerrüt tarihinden iflasın açıldığı 17/11/2017 tarihi aralığı için faiz talep etmesinin mümkün olduğu, yapılan hesaplama sonucu davacının banka tarafından karşılanması gereken faiz alacağının 19.301,58 TL olduğu kabul edilmiştir. Davacı vekili de 12/04/2021 tarihli harcı yatırılan dilekçesi ile faiz ve ekleri dışındaki asıl alacak zararının 42.916,00 TL olarak dikkate alınmasını istemiştir.
Davacı zararının bir bölümü çek tazminatı ve eklerinden oluşmakta olup, faiz uygulanması gereken alacak miktarının 48.029,40 TL olduğu, bu miktar için iflasın açıldığı tarihten itibaren İİK nun 195. maddesi uyarınca yasal faiz uygulanması gerektiği, yargılama giderleri ile maktu karar ve ilam harcı ile maktu vekalet ücretinin de davacı alacağı olarak davalının iflas masasına kaydı gerektiği…” belirtilerek, 42.916,00 TL asıl alacak, 19.301,58 TL işlemiş faiz, 29,20 TL başvuru harcı, 59,30 TL karar ve ilam harcı, 194,90 TL tebligat posta gideri, 750,00 TL bilirkişi ücreti ve 4.080,00 TL maktu vekalet ücretinden oluşan toplam 67.330,98 TL’nin davacı alacağı olarak davalının iflas masasına kayıt ve kabulüne karar verilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davalı vekili istinaf dilekçesinde; müvekkili Kurumun çek karnesi düzenlenmesi ve tahsis edilmesi sırasında mevzuatın kendine yüklemiş olduğu bütün sorumlulukları yerine getirdiğini, ilgili mevzuat çerçevesinde tüm inceleme ve istihbarat çalışmaları yapılmış olup dava dışı şirket ortakları ile hem … Bankası hem de Kredi Kayıt Bürosu kayıtlarının incelendiğini, yapılan bu incelemeler neticesinde elde edilen veriler ışığında çek karnesi verilmesine engel bir durum hasıl olmamasından mütevellit çek karnesi verildiğini, dava dışı adi ortaklığı oluşturan şirketlerin 2011, 2012 ve 2013 yılında tüm çeklerinin ödendiğinin tespit edildiğini, Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/450 E. sayılı dosyasında uzman bilirkişi kurulunun, “…Somut olay açısından değerlendirme yapıldığında, davalı bankanın çek karnesi alınmak üzere başvuru yapıldığında gerekli inceleme ve araştırmayı yaptığı, müşterinin herhangi bir olumsuzluğunun bulunmadığı açıktır. Şu halde, bankanın çek karnesi vermeden önce yapmış olduğu istihbaratta basiretsiz davrandığı söylenemeyecektir….Bunun yanında, çek müşterisinin ekonomik yapısının keşide edeceği çekleri karşılayacak yapıda olup olmayacağını önceden saptaması gibi bir sorumluluğun bankaya yüklenemeyeceği düşünülmektedir. Zira banka müşterisinin ne tutarda çek imzalayacağını hiçbir ortamda/şekilde bilemeyeceği gibi, çek müşterisinin garantörü, kefili konumunda da değildir….Olayımızdaki gibi istihbaratı olumlu olmasına rağmen, bankanın basiretli bir tacir gibi davranmadığı düşüncesiyle ödenmeyen çeklerden sorumlu tutulması, bankaların çeklerin garantörü olduğu anlamını yükler ki, hiç bir bankanın çek karşılığını garanti etme gibi bir gayesi olamaz.” görüşünü bildirdiğini, Mahkemece davanın reddine karar verildiğini belirterek, İlk derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne(?) karar verilmesini istemiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ,
HUKUKİ SEBEP VE GEREKÇE :
1-Dava, kayıt kabul istemine ilişkindir.
6100 sayılı HMK’nın 297/1-c maddesinde hükmün gerekçe bölümünün, 2. fıkrada ise hükmün sonuç bölümünün kapsayacağı hususlar düzenlenmiştir. Anılan 297/1-c maddesinde, hükmün, iki tarafın iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri de kapsaması gerektiği; HMK’nın 297/2. maddesinde ise, hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden herbiri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesinin zorunlu olduğu öngörülmüştür. Kararın hüküm fıkrası ile gerekçesi birbirine sıkı sıkıya bağlı olup, arasında çelişki bulunmaması gerekmektedir.
Öte yandan, tarafların tüm delilleri toplanıp, inceledikten ve son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hakimin, HMK’nın 298/3. maddesi uyarınca kararı gerekçesi ile birlikte yazması ve hüküm sonucunu HMK’nın 294/3. maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Ne var ki, uygulamada HMK’nın 294/4. maddesi hükmüne dayanılarak zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucu tutanağa geçirilip, tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.
İşte bu gibi hallerde, HMK’nın 294/3. maddesine uygun olarak tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara uygun olarak gerekçeli kararın yazılması zorunludur. Esasen, kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan el çekmiş olan hakimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak bulunmamaktadır. HMK’nın 298/2. maddesi uyarınca, gerekçeli karar tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili ya da farklı olması, yargılamanın aleniyetine, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasa’nın 141. maddesi ile HMK’nın yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır. Ayrıca, anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir ödevdir. Aksi düşünce ve uygulama yargının, yargıcın ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile bağdaşmaz. Kısa ve gerekçeli karar arasında farklılık ve çelişki yaratılması halinde, 10.04.1992 gün ve 1991/7 Esas, 1992/4 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme kararı çerçevesinde, mahkemece, kısa karar ile bağlı kalınmadan, yeni bir kısa ve buna uygun gerekçeli karar verilmelidir.
Somut olayda İlk derece Mahkemesince tevhim edilen kısa kararda, “49.916,00 TL asıl alacak, 19.301,58 TL işlemiş faiz, 29,20 TL başvuru harcı, 59,30 TL karar ve ilam harcı, 194,90 TL tebligat posta gideri, 750,00 TL bilirkişi ücreti ve 4.080,00 TL maktu vekalet ücretinden oluşan toplam 67.330,98 TL’nin davacı alacağı olarak davalının iflas masasına kayıt ve kabulüne, 19.301,58 TL işlemiş faiz dışındaki alacak olan 48.029,40 TL’ye İİK’nın 195. maddesi uyarınca iflasın açıldığı 16/11/2017 tarihinden itibaren değişen oranlı yasal faiz uygulanmasına,” karar verilmiş;
Gerekçeli kararın hüküm fıkrasında ise, “42.916,00 TL asıl alacak, 19.301,58 TL işlemiş faiz, 29,20 TL başvuru harcı, 59,30 TL karar ve ilam harcı, 194,90 TL tebligat posta gideri, 750,00 TL bilirkişi ücreti ve 4.080,00 TL maktu vekalet ücretinden oluşan toplam 67.330,98 TL’nin davacı alacağı olarak davalının iflas masasına kayıt ve kabulüne,” şeklinde hüküm oluşturulmuştur.
Bu durumda İlk derece Mahkemesince tevhim edilen kısa kararda kayıt ve kabulüne karar verilen toplam alacak miktarı yazıldığından asıl alacak tutarının maddi hataya dayalı olduğu düşünülebilir ise de, kısa karardaki işleyecek faiz ile ilgili paragrafa gerekçeli kararın hüküm fıkrasında yer verilmemek suretiyle kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki oluşturacak şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.
Kanunda belirtilen sınırlar ve kurallar çerçevesinde hem maddi, hem de hukuki denetim yapılan istinaf kanun yolunda, HMK’nın 353/(1)-b-2, maddesi, yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında duruşma yapılmadan karar verileceği düzenlemesini içermekte ise de, somut olayda, kısa karar ile gerekçeli karar çelişkili olup hakimin hangi hükmü oluşturmak istediği belli olmadığından, maddi ve hukuki denetime elverişli bir hüküm bulunduğundan söz edilemez.
Bu durumda Dairemizce, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, esası incelenmeksizin kararın kaldırılmasına ve kısa karar ile hüküm fıkrası çelişmeyen nitelikte karar verilmek üzere davanın yeniden görülmesi için dosyanın İlk derece Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmiştir.
2-Kararın kaldırılması göre davalı vekilinin istinaf itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.
HÜKÜM :
Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere:
1-Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, Ankara 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin 24.05.2021 tarih ve 2016/592 E., 2021/296 K. sayılı kararının KALDIRILMASINA ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
2-Yukarıda (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin istinaf itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına,
3-Davalı tarafça yatırılan istinaf karar harcının istek halinde, istinaf avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde gideri içerisinden alınarak iadesine,
4-Davalı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin İlk derece Mahkemesince esas hükümle birlikte değerlendirilmesine,
5-Karar tebliği, harç tahsil müzekkeresi düzenlenmesi, harç ve avans iadesi işlemlerinin İlk derece Mahkemesince yerine getirilmesine,
30.03.2022 tarihinde, HMK’nın 362/(1)-a. maddesi uyarınca (Ek madde 1 uyarınca yeniden değerleme oranına göre belirlenen 107.090,00 TL. kesinlik sınırının altında kaldığından) KESİN olmak üzere, oybirliği ile karar verildi.

GEREKÇELİ KARAR YAZIM TARİHİ : 30.03.2022

Başkan … Üye … Üye … Katip …