Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesi 2021/1664 E. 2022/6 K. 18.01.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ BAM 22. HUKUK DAİRESİ

T.C.
A N K A R A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ
22. H U K U K D A İ R E S İ

…. KARAR VERİLMESİ)

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : … (…)
ÜYE : … (…)
ÜYE : … (…)
KATİP : … (…)
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ANKARA 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 27/12/2017
ESAS NO : …..
DAVANIN KONUSU : Menfi Tespit
KARAR TARİHİ : 18/01/2022
YAZILDIĞI TARİH : 18/01/2022

Taraflar arasında yukarıda bilgileri belirtilen kararın Dairemizce incelenmesi davalılar tarafından istenmiş, Dairece verilen kararın temyiz incelemesi sonucu bozulması üzerine 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373.maddesi uyarınca, incelemenin duruşmalı yapılmasına karar verildi.

GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ
İDDİANIN ÖZETİ
Davacı vekili; müvekkilinin dava dışı … işyerinde ihracat müdürü olarak çalışmakta iken yapılan bir ihracat işleminden işyerine zarar verdiği iddia edildiğini, şirket sahibi tarafından 300.000TL tutarında senet alınarak müvekkilinin işten çıkarıldığını, şirket sahibinin baskı ile elde ettiği senedi tahsil etmesi amacıyla şirket müdürü …’e verdiğini, ancak para miktarının büyük olması sebebiyle senedin diğer davalı … adına ciro edilerek işleme konulduğunu, anılan kişiler hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu, müvekkilinin iş akdinin haksız feshedildiği istemiyle de Ankara Batı 1 İş Mahkemesi’nin 2012/223 esas sayılı dosyasında işe iade ve tespit davası açtığını, mahkemenin işe iade kararı verdiğini, verilen bu kararın Yargıtay’dan geçerek kesinleştiğini, davalıların senedi tahsil için takip başlattıklarını, takibin haksız olduğunu belirterek, öncelikle takibin tedbiren durdurulmasına, müvekkilinin davalılara borçlu olmadığının tespitine,%40’tan aşağı olmamak kaydıyla kötü niyet tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMANIN ÖZETİ
Davalılar vekili, davaya konu bononun gerçek borç içeren bir bono olduğunu, davacının firmada çalıştığı dönemde, verdiği zararı ödemek amacıyla senedin düzenlendiğini, bu durumun sabit olduğunu, davacıdan zorla senet alınmadığını, bildirerek haksız davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ
Mahkemece; davacının çalıştığı iş yerine ait kayıtlar, işe iade davası sonucunda verilen ve kesinleşen mahkeme kararı, ceza soruşturması, açılan kamu davası, davalıların ceza soruşturmasındaki beyanları ve tüm dosya içeriğine göre, davacının çalıştığı iş yerinde yapılan bir satış nedeniyle meydana geldiği iddia edilen zarardan dolayı davalı …’in lehtar gösterilerek dava konusu bononun düzenlendiği, daha sonra senedin diğer davalı …’ya ciro edildiği ve icra takibi başlatıldığı, icra takibine dayanak bono nedeniyle davacının davalılara herhangi bir borcunun bulunmadığı, davacı tarafın yaptığı satış nedeniyle oluşan zararı talep etme hakkının dava dışı … ait olduğu, davacıların haksız ve kötü niyetli olarak alacaklı olmadıkları bonoya dayanarak icra takibi yaptıkları, davacı tarafın icra takibine dayanak kambiyo senedinden borçlu olmadığı gerekçesiyle, davanın kabulüne, davacı tarafın icra takibine konu bonodan borçlu olmadığının tespitine, davalıların icra takibinde haksız ve kötü niyetli olduğundan İİK m. 72/5 uyarınca likit alacak üzerinden hesaplanan %20 kötü niyet tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmiş, hükme karşı davalılar vekilince istinaf yasa yoluna başvurulmuştur.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davalılar vekili; davacının davasını korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılacağını, davayı TBK 39. maddesinde belirtilen sürede açmadığını, davacının senedi borcundan dolayı verdiğini, ve borcundan dolayı verdiği senede istinaden bir yıllık hak düşürücü sürede talepte bulunmadığını, davacının da borçlu olduğunu, şirketi zarar uğrattığını bildiğini borçlu olduğunu kabul ettiğini, davanın hak düşürücü sürede açılmadığı gerekçesiyle reddi gerekirken kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğunu bedelsizlik iddiasının bulunmadığını bildirerek ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
BOZMA İLAMI:
Dairemizce verilmiş olan karar, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2020/4435 Esas, 2021/6065 Karar Sayılı 18/10/2021 tarihli ilamı ile bozulmuştur.
Bozma ilamında özetle:
”…1-İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik olarak yapılan istinaf başvurusu üzerine HMK’nın 355 vd. maddeleri kapsamında yöntemince yapılan inceleme sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince esastan verilen nihai kararda, dosya kapsamına göre saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı gibi HMK’nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre davacı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2-Davacı, dava konusu bononun dava dışı şirkete verdiği zarar sebebiyle tehdit altında alındığını ve söz konusu zarardan işe iade davası sonucunda davacının sorumlu olmadığının ortaya çıktığı böylece bononun bedelsiz kaldığını iddia etmiş, bölge adliye mahkemesince davacının tehdite yönelik iddiasının hak düşürücü süre yönünden reddine karar verilmiş ancak bedelsizlik iddiası üzerinde durulmamıştır. Bu durumda bölge adliye mahkemesince davacının bedelsizlik iddiası yönünden araştırma ve inceleme yapılarak toplanan tüm deliller hep birlikte değerlendirilerek varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken eksik incelemeyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir…”. denilmiştir.
Dairemizce bozma ilamına uyulmasına karar verilmiştir.
UYUŞMAZLIK KONUSU OLAN HUSUSLAR
Uyuşmazlık, takibe ve davaya konu senedin iradeyi sakatlayan sebeplerle düzenlenip düzenlenmediği burada varılacak sonuca göre davanın hak düşürücü sürede açılıp açılmadığının tayini ile bedelsizlik iddiasına ilişkindir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE
Davalılar vekilinin istinaf sebepleri doğrultusunda, dosya içerisindeki bilgi ve belgeler, mahkeme kararının gerekçesi, dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesi ile yapılan inceleme sonunda;
Dava, korkutma ve tehdit nedeniyle düzenlenen ve ayrıca bedelsizlik iddiasına dayalı bonodan dolayı borçlu bulunulmadığının tespiti istemine ilişkindir.
1-)Türk hukuk öğretisinde kambiyo senetlerinin içerdiği hakkın doğumu konusundaki baskın görüş sözleşme teorisi ile açıklanmakta bu da güven ilkesi ile desteklenmektedir. Bu teoriye göre kambiyo senedinin düzenlenmesi ile içerdiği hak derhal vücut bulmaz, borcun doğumu için ayrıca senedin borç altına girmek kastıyla lehdara da verilmesi yani teslime ilişkin bir de ayni sözleşmenin mevcudiyeti gerekir (Bozer, A./Göle, C.: Kıymetli Evrak Hukuku, 7.b., Ankara 2017, s.21; Yılmaz, A.L.: Kambiyo Senetlerinde Def’iler, İstanbul 2007, s.51; Öztan, s.106; Kınacıoğlu, s.30 vd.). Bu sözleşmenin kurulması Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri gereği karşılıklı ve aynı yöndeki iradelerin açıklanması ile mümkündür. İradelerin açıklanması ve sakatlanması konusunda da aynı Kanunun hükümleri dikkate alınır.
Bir hukuki işlemin ve bu kapsamda bir sözleşmenin kuruluşunda ortaya konulan iradelerin bozulmamış, bir diğer ifade ile fesada uğramamış olması gerekir. İradedeki bozulmanın, sözleşmenin diğer tarafının ya da üçüncü bir kimsenin tehdidi (korkutması) sonucu ortaya çıkması hâlinde beyan sahibi, sözleşmeyle bağlı tutulamaz (bonoların düzenlendiği 27.01.2004 günü yürürlükte bulunan 818 s. BK m.29; TBK m.37). EREN’e göre taraflardan birinin, karşı tarafın veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir irade beyanında bulunması ya da sözleşme yapması hâlinde korkutmadan söz edilir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22.b., Ankara 2017, s.419 vd.; aynı yönde Kocayusufpaşaoğlu, N./Hatemi, H./Serozan, R./Arpacı, A.: Borçlar Hukuku Genel Bölüm, C.I, 6.b., s.471 vd.; Oğuzman, M.K./Öz, M.T.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 3.b., İstanbul 2000, s.97 vd.).
Korkutma fiili maddi bir vakıa niteliğindedir ve kanun koyucu, bu vakıanın senede bağlanmasının mümkün olmadığını öngörerek, ispat vasıtası olarak senet dışındaki delillere başvurulmasına cevaz vermiştir. 6100 sayılı HMK m.203/ç. Bu düzenleme, özellikle yazılı sözleşmeler bakımından, senede karşı senetle ispat kuralının (HMK m.201) önemli istisnalarından birisini oluşturmaktadır (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.II, 6.b., İstanbul 2001, s.2297; Postacıoğlu, İ.E.: Şehadetle İspat Memnuiyeti ve Hudutları, İstanbul 1952, s.208 vd.; Pekcanıtez Medeni Usul Hukuku, C.II, 15.b., s.).
Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında kambiyo senetleri ile bunların düzenlenmesine temel teşkil eden asıl borç ilişkisinden soyut bir borç oluşturulduğu, senedi elinde bulunduran kişinin ayrıca alt ilişkiyi ispatlamak zorunda olmadığı; kambiyo senetlerinin de korkutma suretiyle elde edilebileceği ve korkutma vakıasının da tanıkla ispatlanabileceği sonuçlarına varılmaktadır.
İkrah (korkutma), Türk Borçlar Kanunu 37, 38 ve kısmen 39. maddelerinde belirtildiği üzere bir kimsenin başka bir surette yapmayacak olduğu bir hukuki muameleyi, bir kötülüğün başına geleceği korkusuyla yapmak zorunda bırakılmasıdır. Bu muameleyi yaptığı takdirde aslında irade ile beyan arasında bir uygunsuzluk yoktur, fakat iradenin meydana gelmesi sırasında bir sakatlık (fesad) söz konusu olmaktadır. Korkutma akdin karşı tarafınca yapılabileceği gibi, üçüncü bir şahıs tarafından da yapılabilir. Neticesi bakımından fark yoktur.
İkrah, doktrin ve uygulamada haksız fiilin bir türü olarak kabul edilmektedir. Yapılış tarzına göre ikrah, maddi yada manevi olabilir.
Her korkutma, ikrah olmaz. İkrahın meydana gelmesi için birtakım şartların birlikte gerçekleşmesi gerekir.
Öncelikle ikrahın ciddi olması gerekir. Başka bir anlatımla ikraha uğrayan kişinin (mükrehin) yapılan tehdit sonucu bir zarara uğrayacağı endişesini taşıması ve gerçek bir tehlikenin varlığı hususunda şüphesinin olmaması gerekir. Çünkü her tehdit korkuyu doğurmaz. İkrahın ciddi olup olmaması durumu objektif olarak değil, subjektif yani mükrehin durumuna bağlı olarak değerlendirilir. Normalde bir insan için korku yaratmayan bir durum mağdur bakımından korku yaratabilir. Her somut olayda korkutulanın yaradılışı, kültürü, cinsiyeti, yaşı, mesleği, bilgi düzeyi sosyal ve ekonomik durumu vs. gibi özellikleri göz önüne alınarak değerlendirme yapılmalıdır.
Korkutmanın muameleyi yapana veya yakınlarına karşı olması gerekir. Sadece yakın akrabalar değil kendisine yakından bağlı olan kimselere karşı yapılan korkutma da yasa hükmünün kapsamında yer alır. Hısımlar, dost ve arkadaşlar, sevinci ve tasayı paylaşanlar kişinin yakın çevresini oluşturur. Hizmetçi veya işyerinde çalışan emekli bir müstahdeme yapılan tehdit, ikraha uğrayan şahısta esaslı bir korkunun oluşmasında etkili olabilir. Kuşkusuz bunu belirleme yetkisi hâkime aittir. Bu bağlamda tehlike kişilik haklarına (hayat, sağlık, vücut bütünlüğü, şeref, namus gibi) yönelmiş olabileceği gibi, malvarlığı değerlerine de yönelmiş olabilir.
Söz konusu hukuki muameleyi yaptıracak tehdit hukuka aykırı ve haksız olmalıdır. Mesela hayata veya vücut bütünlüğüne zarar vermeye yönelik tehditleri içerdiği takdirde bu şart gerçekleşmiş sayılır. Buna karşılık tehdit bir hakkın elde edilmesi amacıyla yapılmış ise ikrah söz konusu değildir. Alacağını elde etmek isteyen bir şahsın, borçlusunu, bütün mallarını haciz ettirip sattıracağına yönelik beyanları için bir tehdit bu kapsamdadır.Ancak aşırı çıkar sağlamaması söz konusu durumda yapılan tehdit yine hukuka aykırıdır.
İkrah hemen meydana gelecek ağır bir tehlikeyi içeriyor olmalıdır. Tehlikenin ağırlığı, korkutulan kişinin öznel (subjektif) durumuna göre değerlendirilmelidir, tehdit edilen hukuksal varlığın değerine bağlı olarak, hâkim, korkutmanın ağırlığını belirler. Bu belirleme yukarıda da açıklandığı gibi her somut olayda korkutulanın kişinin karakteri cinsiyeti, yaşı, mesleği, bilgi düzeyi gibi sosyal ve ekonomik durumu göz önünde bulundurularak hâkim tarafından yapılır.Diğer yandan korkutmada kullanılan aracın elverişli olup olmadığı da, önemli olup, bu hususun belirlenmesinde de korkutulanın özel durumu göz önüne alınır.
İkrah cana mala ve hürriyete yöneltilmiş olmalıdır. Maddi ve manevi varlık, TBK’nun 38. Maddesinde “kişilik hakları ve malvarlığı” şeklinde ifade edilmiştir. Kanunda belirtilmemiş olsa da hürriyet de diğerlerine dâhildir.
İlliyet bağlantısı (nedensellik) bulunmalıdır, Korkutma ile yapılan hukuksal işlem arasında nedensellik (neden-sonuç) bağı bulunmalıdır. Öyle ki, korkutma, korkutulan kişinin iradesi üzerinde doğrudan doğruya etkili olmalıdır. Diğer bir ifadeyle korkutulan taraf, böyle bir tehdit olmasaydı da hukuki işlemi aynı şartlar altında yapacaksa artık ikrahtan bahsedilemez.
Ayrıca ikrah hak düşürücü süreye tabi olup, TBK.nun 39.maddesine göre,“Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır.” denilmek suretiyle korkutulanın korkutma etkisi ortadan kalktıktan sonra 1 yıl içerisinde sözleşmeden dönebileceği hüküm altına alınmıştır.
Yukarıda açıklanan ilkeler ve kanun hükümleri göz önüne alınarak somut olaya bakıldığında; dosya kapsamı, sunulan belgeler ve tanık anlatımlarından davalılardan …’in davacının işvereni şirketin müdürü olduğu, dava dışı şirkette çalışırken şirkete zarar verdiğinden bahisle zararın temini için işverenlerinin baskısı sonucu 2011 yılında senedi düzenlendiği, anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümünde öncelikli olarak üzerinde durulması gereken husus korkutma hukuksal nedenine dayalı davanın hak düşürücü sürede açılıp açılmadığına ilişkindir.
Bilindiği gibi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 37. maddesine göre, bir kimse karşı tarafın veya üçüncü bir kişinin kendisi veya yakınlarının maddi veya manevi varlığına yönelik hukuka aykırı ve esaslı korkutması sonucu yaptığı sözleşme ile bağlı sayılamaz. TBK’nin 38. maddesinde belirtildiği gibi, korkutmadan (ikrah-tehdit) söz edilebilmesi için, korkutmanın sözleşmeyi yapan kimsenin veya yakınlarının kişilik haklarına veya mal varlıklarına yönelik olması, korkutmaya maruz kalanın sübjektif durumuna göre ağır ve derhal meydana gelebilecek nitelik taşıması, haksız (hukuka aykırı) sayılması, illiyet bağının bulunması yani sözleşmenin korkunun yarattığı etki sonucu yapılması zorunludur. Bu koşulların varlığı halinde iradesi sakatlanan taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili(makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir.
Sözleşmeyle bağlı olmadığı bildiriminin, 6098 sy TBK 39 maddesinde belirtilen bir yıllık süre içinde karşı tarafa ulaştırılması gerekir. Bildirimde, geçersizlik sebebi tam olarak açıklanamasa dahi, sözleşmeden dönüldüğü, sözleşmeyle bağlı kalınmayacağı, sözleşmenin feshedildiği, sözleşmenin iptal edildiği gibi açıklamaları mutlaka içermelidir.
Öte yandan, sözleşmeyle bağlı olmama bildirimi (iptal beyanı) hiçbir şekle tabi değildir. Şekle bağlı bir sözleşmede de, örtülü irade beyanıyla iptal bildirimi yapılabilir.
Sözleşmeyle bağlı olmama bildiriminde (iptal hakkı) bir yıllık kısa süre, iradeyi sakatlayan sebeplerin öğrenilmesi veya korkunun etkisinin ortadan kalkmasıyla başlar. Bir yıllık hak düşürücü sürenin, daha uzun bir süre ile de sınırlandırılıp sınırlandırılmayacağı doktrinde tartışmalıdır. İradesi bozulan kimse, sözleşmeyi yaptıktan 5, 10 veya 30 yıl sonra yanılma veya aldatmayı öğrenmişse, öğrenme tarihinden bir yıllık süre içerisinde sözleşmeyi iptal edip edemeyeceği konusunda görüş birliği bulunmamaktadır. Bir görüş, sözleşme tarihinden itibaren 10 yıl geçmesi halinde, iptal hakkının son bulacağını ileri sürmekte, diğer görüşe göre ise, TBK m.39.maddesinde kanun koyucunun daha uzun bir süreyi bilerek koymadığı, kanunun açık hükmü karşısında yorum yoluyla yeni kural konulamayacağı, böyle bir süre konulmasının kanun koyucunun amacına aykırı olacağı ve anılan maddenin açık hükmüne aykırı olacağı belirtilmektedir (Eraslan Özkaya, Yanılma, Aldatma Korkutma Davaları, sf, 437-438).
Sözleşmeyle bağlı olmadığı bildirimi, sözleşmeyi kesin olarak geçersiz hale getiren bozucu yenilik doğurucu “inşai” bir haktır (Eraslan Özkaya, Yanılma, Aldatma Korkutma Davaları, sf, 436-437). Bu niteliği itibariyle de şarta bağlı tutulamaz ve bu bildirimden dönülemez. İrade açıklaması, karşı tarafın hakimiyet alanına ulaştığı anda istenen sonucu kendiliğinden doğurmaya yeterlidir. Ayrıca bir iptal davası açmaya, dolayısıyla iptali dava yoluyla ileri sürmeye gerek yoktur ( Prof. Dr. Fikret Eren Borçlar Hukuku Genel Hükümler 18.Baskı. 412 vd. Sayfalar).
Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 11.07.2012 tarih ve 2012/6338 Esas, 2012/11554 Karar sayılı Kararında da “BK 31. madde hükmü uyarınca ikrah ile akit yapmak zorunda kalan kişi, iptal hakkını bir yıllık hak düşürücü süre içinde kullanmak zorunda olup, bu beyanın bir yıllık hak düşürücü süre dolmadan karşı tarafın hakimiyet alanına ulaşması gerekir. İptal beyanının bir şekle tâbi olduğu konusunda kanunda açık bir hüküm bulunmadığından, hukuki niteliği itibariyle bozucu yenilik doğuran bu hakkın kullanılmasının dava açma gibi belirli bir usulde ileri sürülmesi zorunlu değildir.” görüşü kabul edilmiştir.
Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına göre hata, hile, ikrah her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Sözleşmeyle bağlı olmadığı bildirimi (iptal hakkı), irade bozukluğunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir. (1.Hukuk Dairesinin 2014/11612E, 2014/ 14462K, 18.9.2014 tarihli-, 2013/21405E, 2014/50K, 13.1.2014 t.li, 2016/11701E, 22.12.2016 t.li, 2003/52E, 2003/762 K, 22.1.2003 t.li v.d.birçok karar).
Bu durumda gerek akademik görüşler, gerekse Yargıtayın “..bir yıllık hak düşürücü süre içinde karşı tarafa yöneltilecek tek taraflı sarih veya zımni bir irade açıklaması ile sözleşme feshedilebileceği gibi def’i veya dava yoluyla da iptal hakkı kullanılabilir.” şeklindeki yerleşik uygulamaları nazara alındığında, iptal hakkının ileri sürülmesinin hiç bir şekle tabi bulunmadığı, hele hele dava açmanın zorunlu olmadığı anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, korkutma iddiası her türlü delille ispat edilebileceği gibi, iptal hakkının kullanılması da hiçbir şekle bağlı olmayıp korkunun kalktığı tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşme karşı tarafa yöneltilecek tek taraflı sarih veya zımni bir irade açıklaması ile feshedilebileceği gibi def’i veya dava yoluyla da kullanılabilir (TBK’nin 39. m.). Sözleşme iptal edilmekle yapıldığı andan itibaren ortadan kalkacağı için yerine getirilen edim, istihkak davası, bunun mümkün olmadığı hallerde sebepsiz zenginleşme davası ile geri istenebilir.
Kabul edilmelidir ki, TBK’nın 39. (BK’nın 31.) maddesindeki sürenin işlemeye başlamasında, iradeyi sakatlayan nedenin (korkutma) önem derecesi ancak iradesi sakatlanan kimse tarafından doğru şekilde takdir edilebilir. Olaya bu açıdan bakıldığında ikrahın (korkutmanın) önemini yitirdiği an, iradesi sakatlanan kişi için korkunun silindiği, diğer bir deyişle korkutan kişi ya da kişilerin yarattığı korkutmadan kaynaklanan zarar görebilme yönündeki endişenin ortadan kalktığı, kendisini psikolojik açıdan güven içerisinde hissettiği andır.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde davanın yasal süresi içerisinde açılıp-açılmadığının irdelenmesinde:
Yukarıda açıklanan olayların akışından; 6098 sayılı Yasanın 39. maddesindeki, (B.K.nun 31.maddesindeki) sürenin hesabında senedin gerçekte tanzim tarihi olan 24.06.2011 tarihi esas alınmak suretiyle hesaplanması doğru ve adil olacaktır. Zira, iradeyi sakatlayan nedenin (korkutma) önem derecesi, ancak iradesi sakatlanan kimse tarafından doğru olarak takdir olunabilir. Olaya bu açıdan bakıldığında ikrahın önemini yitirdiği an, iradesi sakatlanan için, korkunun silindiği, diğer bir deyişle korkutan kişi ve korkutmanın mahiyetine göre zarar görebileceği yönündeki endişenin ortadan kalktığı, kendisini psikolojik açıdan güven içerisinde hissettiği andır. Davacı aleyhine 13.07.2011 tarihinde icra takibine girişildiği, bunun üzerine davacı tarafından Sincan Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda 15.07.2011 tarihinde bulunulmuş,işveren tarafından iş akdinin haksız feshi nedeniyle işe iade davasını da 22.07.2011 tarihinde açtığı, senet nedeniyle borçsuzluğun tespiti davası ise 23.12. 2015 yılında açılması üzerine davayı yaklaşık senedin tanzim tarihinden dört yıl sonra açtığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda davacının özelinde “davacının işe iade ve tespit davası açması, cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunması”, tehdit edici konumunda rahatlatıcı bir unsur kabul edilerek, senedin düzenlenmesinden dava tarihine kadar olan süre zarfında sürekli korkutma yaşandığının kabul edilmeyerek, davacının davanın açıldığı tarihten önce tehlikeden uzaklaştığı sonucuna varılmalı, tehdit hukuksal nedenine dayalı davasında hak düşürücü sürenin başlangıcında tehdidin vukuu bulduğu tarih değil, ortadan kalktığı tarih olarak dikkate alınması gerekmektedir.
Davacı yanca icra takibine konu senedin tanzim tarihinin 2011 olduğu, 300.000,00TL’lik senedin davalılardan …’in tehdidi ve psikolojik baskısı ile imzalanıp verildiği iddiasında bulunulduğu, davacı yanın dava dilekçesinde belirttiği vakalarla bağlı olduğu, BK’nun 31. maddesi gereğince korkutma sonucunda sözleşme yapan tarafın 1 yıllık hak düşürücü süre içinde sözleşme ile bağlı olmadığını, davalı yana usulüne uygun olarak bildirmediğinden ve bu süre de geçmiş olduğu anlaşıldığından TBK’nun 39. Maddesi gereğince davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi gerekmiştir (19.Hukuk Dairesi: 2015/11959Esas, 2016/5583 Karar 04.04.2016 tarih, 2015/12271Esas, 2016/3131 Karar, 25.02.2016 tarih).
Mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan haller, dava (yargılama) şartlarıdır. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hallere, olumlu dava şartları (görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hallere ise olumsuz dava şartları denilmektedir (kesin hüküm gibi).
Dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan şartlardır. Buna davanın dinlenebilmesi şartları da denir.
Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür.
Dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hakim tarafından kendiliğinden (re’sen) gözetilir; taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine (esastan karara bağlanmasına) muvafakat etseler bile, hakim davayı usulden reddetmekle yükümlüdür.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 114/2 ve 115/2.maddesinde, hak düşürücü süre açıkça dava şartları içerisinde sayılmıştır. Tehdit hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davanın hak düşürücü süre yönünden reddine karar vermek gerekmiştir.
2) Davacının bedelsizlik iddiasının incelenmesine gelince:
Dava konusu bononun davacı tarafça tanzim edildiği ve verildiği konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. İhtilaf; davacı tarafın dava konusu bonodan dolayı borçlu olup olmadığı bononun bedelsiz olup olmadığı hususunun irdelendiğinde;
Ankara 2 İcra Müdürlüğünün 2014/26292 esas sayılı icra dosyasının incelenmesinde, alacaklının …, borçlunun …, … olduğu; 24/06/2011 keşide tarihli, 07/07/2011 vade tarihli 300.000,00 TL tutarındaki bonodan kaynaklanan alacağın tahsili için işlemiş faiz ve masrafları ile birlikte 300.941,18 TL için kambiyo senetlerine mahsus örnek 10 ile icra takibi başlatıldığı, takipten önce Ankara 9 Asliye Ticaret Mahkemesinin 12/07/2011 tarih ve 2011/344 D.İş sayılı dosyası üzerinden ihtiyati haciz kararı alındığı, dayanak bononun kambiyo senedine ilişkin tüm unsurları ihtiva ettiği anlaşılmıştır.
Davacı tarafın, Sincan Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı şikayet üzerine, Sincan 5 Asliye Ceza Mahkemesinin 2013/329 esas sayılı dosyasında açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, mahkeme kararında sanık …’ın 10/06/2011 tarihinde katılandan (Davacı …) baskı ve tehdit ile senet almak sureti ile tehdit suçu sabit görüldüğünden, TCK m. 61, 106/1-1 cümle gereğince, 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, bu kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 04/05/2017 tarih, 2015/8739 E, 2017/14377 K, sayılı kararı ile diğer temyiz sebeplerinin esastan reddedildiği, ancak sanığın katılandan baskı ve tehditle senet almak sureti ile tehdit suçunu işlediğinin kabulü karşısında eylemin TCK 148/2, 150/1 maddesinde düzenlenen yağma suçunu oluşturup oluşturmadığına ilişkin kanıtları değerlendirme ve suçu nitelendirme görevinin ağır ceza mahkemesine ait olduğu gerekçesi ile ilk derece mahkemesi kararı bozulmuştur.
Ankara Batı 1. İş Mahkemesinin 22/07/2011 tarih, 2012/223 E, 2012/56 K, sayılı kararının incelenmesinde; davacının …, davalının …. A.Ş olduğu, davacının işe iade ve tespit talepli dava açtığı, yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne ve davacı işçinin işe iadesine karar verildiği, bu kararın Yargıtay 9. H.D. 06/06/2013 tarih, 2013/1471 E, 2013/17424 K, sayılı kararı ile onandığı ve kararın kesinleştiği anlaşılmıştır.
İlk derece mahkemesince dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.
Bilirkişi kurulu 16/08/2017 tarihli rapor ve ek raporlarında: davacı ….. iş yerinde işçi statüsünde ihracat müdürü olarak çalıştığı dönemde iş yerine verdiği zararı karşılamak üzerine, iş yeri sahibi … tarafından baskı ile dava konusu 300.000,00 TL bedelli bononun alındığı, bu senetten dolayı borçlu olmadığının tespitini talep ettiği, senedin aynı iş yerinde pazarlama müdürü olarak çalışan … lehtar gösterilerek düzenlendiği, daha sonra senedin …’ya ciro edildiği, bu kişinin iş yeri sahibi …’ın kaynı olduğu, senetle ilgili olarak Ankara Batı 5 Asliye Ceza Mahkemesinin 2013/329 esas sayılı dosyasında tehditle senet alınması nedeniyle kamu davası açıldığı, yapılan temyiz üzerine eylemin yağma suçu oluşturabileceği gerekçesi ile Yargıtay 4 Ceza Dairesinin 04/05/2017 tarih, 2015/8739 E, 2017/14377 K, sayılı kararı ile bozulduğu, ayrıca davacının Sincan İş Mahkemesinin 28/02/2012, 2012/223 E, 2012/56 K, sayılı kararı ile işe iade kararı aldığı, bu kararın Yargıtay’dan geçerek onandığı, dava dışı …’ın ceza yargılamasındaki beyanına göre, davacının bu senedi şirkete vermiş bulunduğu zararları karşılamak üzere düzenlendiği, davalı …’nun ceza yargılamasında dava konusu senedin … tarafından kendisine ciro edildiği, kendisinin yardımcı olmak için senedi ciro yoluyla aldığı ve icraya koyduğu, senet lehtarı olan … ile davacı arasında herhangi bir ilişki bulunmadığı, … ile de aralarında herhangi bir ticari ilişki bulunmadığı, davalıların, davacı borçluyu zarara uğratmak kastı ile hareket ettikleri, davacının senetten dolayı herhangi bir borcunun bulunmadığı bildirilmiştir.
Bilirkişi raporu dosya kapsamı ve delil durumuna uygun olup bu nedenle Dairemizce de hükme esas alınmıştır.
Somut olayda; davacı tarafın çalıştığı iş yerinde yapılan satış nedeniyle oluşan zararı karşılamak üzere, davacının borçlu, iş yeri çalışanı davalı … senet lehtarı gösterilerek dava konusu bono düzenlenmiş, daha sonra senet diğer davalıya ciro edilmiş ve icra takibi başlatılmıştır. Davalıların ceza soruşturmasındaki beyanlarına göre davacı tarafın, dava konusu senetten dolayı borçlu olmadığı anlaşılmıştır. Bu nedenle, davacı taraf menfi tespit talep etmekte haklıdır.
Dosya içerisine toplanan deliller, davacının çalıştığı iş yerine ait kayıtlar, işe iade davası sonucunda verilen ve kesinleşen mahkeme kararı, ceza soruşturması, açılan kamu davası, davalıların ceza soruşturmasındaki beyanları ve tüm dosya içeriğine göre, davacının çalıştığı iş yerinde yapılan bir satış nedeniyle meydana geldiği iddia edilen zarardan dolayı davalı …’in lehtar gösterilerek dava konusu bononun düzenlendiği, bilahare senedin diğer davalı …’ya ciro edildiği ve icra takibi başlatıldığı, icra takibine dayanak bono nedeniyle davacının davalılara herhangi bir borcunun bulunmadığı, davacı tarafın yaptığı satış nedeniyle oluşan zararı talep etme hakkının dava dışı …….. ait olduğu, davacılardan takip alacaklısının haksız ve kötü niyetli olarak alacaklı olmadığı bonoya dayanarak icra takibi yaptığı, davacı tarafın icra takibine dayanak bono nedeniyle borçlu olmadığı anlaşıldığından, davanın kabulüne, davacı tarafın icra takibine konu bonodan borçlu olmadığının tespitine, davalılardan …’nun icra takibinde haksız ve kötü niyetli olduğundan İİK m. 72/5 uyarınca likit alacak üzerinden hesaplanan %20 kötü niyet tazminatının anılan davalıdan tahsiline karar vermek gerekmiştir.
Açıklanan nedenlerle bozma ilamı kapsamında ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak, yeniden esas hakkında hüküm kurulması gerekmiş ve aşağıdaki şekilde yeniden esas hakkında karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM :Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile;
2-Ankara 7.Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 2017/48 Esas 2017/994 Karar sayılı 27.12.2017 tarihli kararının HMK’nın 356/2.maddesi gereğince KALDIRILMASINA,
3-YENİDEN ESAS HAKKINDA HÜKÜM KURULMASINA,
4-Davacının tehdit olgusuna yönelik menfi tespit davasının, hak düşürücü süre nedeniyle HMK’nun 114/2. ve 115/2.maddeleri uyarınca USULDEN REDDİNE,
5-Davacının bedelsizlik hukuksal nedenine yönelik davasının KABULÜNE,
Ankara 2. İcra Müdürlüğünün 2014/26292 esas sayılı dosyasında başlatılan icra takibinde takip dayanağı 300.000,00TL bedelli 24/06/2011 düzenleme tarihli borçlusu …, alacaklısı …, ciranta … olan bonodan dolayı davacının BORÇLU OLMADIĞININ TESPİTİNE,
6-İİK.nun 72/5 madde uyarınca takibe konu alacağın % 20’si oranında hesaplanan takdiren 60.188,23TL kötü niyet tazminatının davalılardan …‘dan tahsili ile davacıya ödenmesine,
7-İİK.nun 72/5.maddesi uyarınca icra takibinin derhal DURDURULMASINA, karar kesinleştiğinde ayrıca hükme gerek olmadan icranın kısmen veya tümüyle eski hale İADESİNE,
8-Harçlar Kanunu gereğince alınması gerekli 20.493,00TL harçtan peşin alınan 5.139,33TL harcın mahsubu ile arta kalan 15.353,67TL harcın davalıdan alınarak hazineye irat kaydına,
9-Davacı taraf kendini vekille temsil ettirdiğinden A.A.Ü.T. 3, 13 maddeleri gereğince hesaplanan takdiren 29.450,00TL vekalet ücretinin davalılardan tahsiline, davacı tarafa ödenmesine,
10-Davacı tarafından yapılan tebligat ve bilirkişi ücreti olan 2.271,80TL yargılama giderinin davalılardan alınarak davacı tarafa ödenmesine,
11-Arta kalan gider avansının karar kesinleştiğinde ve talep halinde YATIRANA İADESİNE,
12-Peşin alınan 5.139,33 TL harcın davalılardan alınarak davacıya ödenmesine,
İstinaf aşamasında yapılan harç masraf yönünden
13-İstinaf kanun yoluna başvuran davalı tarafından yatırılan peşin harcın istek halinde yatırana iadesine,
14-İstinaf aşamasında bozma sonrası yasal olarak duruşma açıldığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
15-İstinaf aşamasında davalı tarafından yapılan yargılama giderinin kendi üzerinde bırakılmasına,
16-Davacı tarafından yapılan 61 TL istinaf yargılama giderinin davalılardan alınarak davacıya verilmesine,
17-HMK’nun 333.maddesi gereğince taraflarca istinaf aşamasında yatırılan gider avansından varsa, artan kısmın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davalıya iadesine,
18-Kararın tebliğinin Dairemizce yapılmasına,
Taraf vekillerinin yüzüne karşı, HMK’nin 356.maddesi uyarınca duruşmalı olarak yapılan inceleme sonucunda HMK’nin 361/1.maddesi gereğince kararın tebliği tarihinden itibaren 2 haftalık süre içerisinde kararı veren Bölge Adliye Mahkemesi ya da buraya gönderilmek üzere temyiz edenin bulunduğu yer Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi veya İlk Derece Mahkemesine verilecek dilekçe ile Yargıtay temyiz yasa yolu açık olmak üzere, 18/01/2022 tarihinde oy birliği ile verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.

….

NOT: BU BELGE ELEKTRONİK İMZA İLE İMZALANMIŞ OLUP, AYRICA FİZİKİ OLARAK İMZALANMAYACAKTIR.
“5070 sayılı Kanun m. 5 ve 6098 sayılı TBK m. 15. uyarınca elektronik imza ile oluşturulan belgeler elle atılan fiziki imza ile aynı sonucu doğurur.”