Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ BAM 22. HUKUK DAİRESİ
T.C.
A N K A R A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ
22. H U K U K D A İ R E S İ
ESAS NO : 2020/1243 ( KABUL KALDIRMA)
KARAR NO : 2023/623
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
BAŞKAN : … (…)
ÜYE : … (…)
ÜYE : … (…)
KATİP : … (…)
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ANKARA 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 24/02/2020
ESAS-KARAR NO : 2018/907 E 2020/124 K
DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLİ :
DAVANIN KONUSU : Alacak
KARAR TARİHİ : 28/04/2023
YAZILDIĞI TARİH : 28/05/2023
Taraflar arasında yukarıda bilgileri belirtilen kararın Dairemizce incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 352. maddesi uyarınca, yapılan ön inceleme sonucu, istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği ve eksiklik bulunmadığı anlaşıldığından inceleme aşamasına geçilmiştir. İncelemenin dosya üzerinde yapılmasına karar verildi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ
İDDİANIN ÖZETİ
Davacı vekili; müvekkili ile davalı arasındaki sözleşme gereği hissedilebilir uyarı ve takip yüzeyi ürün satış siparişi verildiğini, davalı tarafından gönderilen malların döşenirken kırıldığını, bir kısmının da mahallinde döşendikten 20 gün sonra kırıldığını, yapılan delil tespiti sonucu malların gizli ayıplı olduğunun tespit edildiğini, akabinde ayıp ihbarının yapıldığını, müvekkilinin davalıdan satın alıp bedelini ödediği malların tamamını döşemesi yapıldıktan sonra, sökerek yerine yenilerini uygulamak zorunda kaldığını, malların tamamının ayıplı çıkması, uygulama yapılan yerlerin sökülerek tekrar yenileri ile değiştirilmesinin ekstra işçilik ve maliyete sebebiyet verdiğini belirterek davacı şirketin ayıplı mallar sebebiyle uğradığı zarar karşılığı (mallar için ödenen bedel, nakliye masrafları, ayıplı malların döşenmesi ve tekrardan sökülmesi sebebiyle, döşeme ve söküm işçilik maliyeti de dahil) fazlaya ilişkin hak ve alacakları saklı kalmak kaydıyla, 20.000-TL’nin davalı tarafından davacıya ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davacı vekili davasını 08/11/2019 tarihli dilekçesi ile ıslah ederek alacak miktarını toplamda 276.730,00-TL’ye çıkartmış, temerrüt tarihinden itibaren ticari faizi ile davalıdan tahsilini talep etmiştir.
SAVUNMANIN ÖZETİ
Davalı vekili, davacının satın almış olduğu metilmetakrilat uyarı ve takip yüzeyi malzemesinin yapılan uygulama sonucu malzemenin ayıplı çıkması nedeni ile satılan malzemelerin bedelinin ödenmesi davası olduğunu, davacının iddiasının tamamen asılsız olduğunu, davacının satın almış olduğu malzemenin dış mekanlara uygulanan malzemeler olduğunu, davalının satın aldığı dış mekan malzemesini aynı zamanda AŞTİ otogar içinde ve dışında uygulamasını yaptığını, sorun yaşanmadığını, bildirerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ
Mahkemece; taraflar arasında 20.12.2017 tarihli Mal Temini Sözleşmesi akdedildiği, “Hissedilebilir Uyan ve Takip Yüzeyi’ malzemesinin (mal) satışından kaynaklanan sözleşmeye dayalı iş ilişkisi olduğu, dava konusu mal bedellerinin davacı firma tarafından davalı firmaya ödendiği, sadece 0,80 TL (seksen kuruş) davacının davalıya borcu kaldığı, davalı tarafından davacıya son malzeme tesliminin 26.01.2018 tarihinde yapıldığı, davacı firma tarafından ayıplı malzeme satıldığı iddiasıyla 13.02.2018 tarihinde Ankara 11. ATM “2018/53 Değişik İş sayılı dosyasında tespit talebinde bulunulduğu ve mahkemece yapılan keşif sonrası bilirkişi kimya mühendisi ve iş güvenliği uzmanı tarafından hazırlanan 02.03.2018 tarihli bilirkişi raporunda davalının satmış olduğu malzemelerin gizli ayıp niteliğinde ayıp mal olduğu ve bu ayıplı malzemenin uygulanması sonucu davalının uğradığı zararın 276.730,-TL olduğu” sonucuna varıldığı, konu ile ilgili 16.04.2018 tarihinde davacı tarafından davalıya usulüne uygun ihtarname gönderildiği ve davalının bu ihtara itirazen cevap verdiği, dava konusu malzemenin davalı tarafından davacıya satıldığı, uygulamasının ise davacı şirket tarafından bizzat yapıldığı ya da dava dışı üçüncü kişilere yaptırıldığı, yapılan imalat, imalatın yapıldığı koşullar ile davalı şirketin, Ankara 11. Asliye Ticaret Mahkemesince da tespit yapıldığı üzere gizli ayıp niteliğinde mal olması nedeniyle davacı tarafça hatalı uygulama yapılmasına neden olunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hükme karşı davalı vekilince istinaf yasa yoluna başvurulmuştur.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davalı vekili; teknik bilirkişi raporu alınmadığını, delil tespiti raporuna itiraz edildiğini, buna rağmen yargılama sırasında rapor alınmadığını, ticari defter kayıtları üzerinde inceleme yapılarak sonuca ulaşılamayacağını, ayıp ihbarının ve muayenenin yerine getirilmediğini, satılan malların ayıplı olmadığını, zemine uygulama hatasından kaynaklandığını bildirerek ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
UYUŞMAZLIK KONUSU OLAN HUSUSLAR
Uyuşmazlık; davalı tarafından teslim edilen malların ayıplı olup olmadığı, ayıbın varlığı halinde süresinde ayıp ihbarının yapılıp yapılmadığı, alacağın tayini hususuna ilişkindir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE
Dava, davalı tarafından davacıya satılan malların ayıp olduğundan bahisle uğranılan zararın tahsili isteminden ibarettir.
İnceleme, 6100 sayılı HMK’nin 355.maddesi uyarınca istinaf dilekçesinde ileri sürülen sebeplerle sınırlı, ancak kamu düzenine ilişkin nedenler resen göz önünde tutularak yapılmıştır.
Davacı tarafça, metil mekrilet hissedilebilir uyarı ve takip yüzeyi ürününün davalı taraf ile mal-alım sözleşmesi yapıldığını, ancak malzemelerin ayıplı çıkması neticesinde zarara uğradığından bahisle davalı şirkete yapılan ödeme ile davalının kusurlu mal teslimine ilişkin malların ayıplı çıkması sonucu sahadan çekme söküm taşıma ve yapım aşamasına ilişkin zarar ile 276.730,00 TL alacağının bulunduğunu belirterek, mal bedeli olarak ödenen miktar ile zararının karşılanmasına yönelik davalıdan alacağın tahsilini talep etmiştir.
Somut olayda; davacının üstlenmiş olduğu hissedilebilir uyarı ve takip yüzeyi yapım işi nedeniyle, davalı şirketten söz konusu işte kullanılmak üzere, metil mekrilat malzemesi satın alındığı ve işte kullanıldığı, bu malzemenin TSE standartlarına uygun olmadığının tespiti neticesinde sökülmesi nedeniyle uğranılan zararın davalıdan istenilmesine ilişkin iş bu davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Davacı vekili, müvekkilinin davalıdan satın alırken malın basit bir araştırma ile tespit edilebilecek bir hususta ayıptan söz edilemeyeceğini iddia etmiş ayıbın gizli ayıp olduğu iddiasına dayanarak ayıplı mal satışından kaynaklanan zararın tahsili isteminde bulunmuştur.
Davalı vekili, ayıplı mal satışının olmadığını, uygulama hatasından kaynaklandığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacı şirkete satılıp teslim edilen malların ayıplı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Uyuşmazlık; tacir olan davacının ayıplı ifa ile ilgili olarak süresinde ve usulüne uygun olarak ayıp ihbarında bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Tarafların tacir olduğu, uyuşmazlığın ise ticari nitelikteki satım sözleşmesinden kaynaklandığı hususu tartışmasızdır.
Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda tacirler arasındaki ihbar ve ihtarların ne şekilde yapılacağı 18/3. maddesinde düzenlenmiş ve”Tacirler arasında, diğer tarafı temerrüde düşürmeye, sözleşmeyi feshe, sözleşmeden dönmeye ilişkin ihbarlar veya ihtarlar noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla, telgrafla veya güvenli elektronik imza kullanılarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile yapılır.” denilmiştir.
Tacirler arasında satışa konu malın ayıplı çıkması halinde, alıcının yasal haklarını kullanabilmesi için (6102 sayılı TTK.’nun 18/1-c) maddesindeki süreler içerisinde ayıp ihbarında bulunması zorunludur. Bu süreler, satılan malın ayıplı olduğu teslim sırasında açıkça belli ise iki gün, açıkça belli değilse sekiz gündür.
Somut olayın incelenmesinde, tacir olan yanlar arasında içme suyu şebekesi yapımı işinde kullanılmak üzere çeşitli ebatlarda PVC boru malzemelerinin alım- satımını içeren sözleşmeye ilişkin malların 20/12/2017 tarihli sözleşme ile teslim edildiği, alıcı şirketin teslim edilen malların tamamının ayıplı ve kullanılamaz vaziyette olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtığı ve teslimi yapılan mallar karşılığında ödediği bedel, malın kullanılması nedeniyle söküm, taşıma, ve çeşitli masraflar nedeniyle uğramış olduğu zararın tahsilini talep ettiği görülmektedir.
Tarafların tacir olup, uyuşmazlığın ise ticari nitelikteki satım sözleşmesinden kaynaklanması nedeniyle olaya dava tarihi itibariyle 6098 sayılı Borçlar Kanunu (TBK) ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
Bununla birlikte satım sözleşmesinde malın ayıplı olması halinde özel hükümler öngörülmüştür (TTK m. 23/1,c). Dolayısıyla tacirler arası satım sözleşmelerine Borçlar Kanunu hükümleri ile birlikte TTK m. 23/I hükmü de uygulanacaktır.
Bu noktada uyuşmazlığın temelini oluşturan “ayıp ve ayıba karışı tekeffül” kavramları üzerinde durmakta yarar vardır:
Ayıba ilişkin hukuki düzenleme, dava konusu uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken 6098 sayılı Borçlar Kanununun 219. maddesinde yer almaktadır. Düzenlemede “Satıcı alıcıya karşı herhangi bir surette bildirdiği niteliklerin satılanda bulunmaması sebebiyle sorumlu olduğu gibi, nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan, kullanım amacı bakımından değerini ve alıcının ondan beklediği faydaları ortadan kaldıran veya önemli ölçüde azaltan maddi, hukuki ya da ekonomik ayıpların bulunmasından da sorumlu olur. Satıcı, bu ayıpların varlığını bilmese bile onlardan sorumludur” denilmektedir.
Öğretide ayıp satılanda, hasarın geçtiği anda, vaad edilen nitelikleri bir diğer ifade ile bulunması gereken bir özelliğin bulunmaması ya da bulunmaması gereken bir kusurun ya da eksikliğin bulunması ya da dürüstlük kuralı gereğince ondan beklenen lüzumlu vasıfları taşımaması hali olarak tanımlanmakta ve maddi, hukuki ya da ekonomik ayıp şeklinde sınıflandırılmaktadır. Maddi ayıp bir malda madden hata bulunmasıdır (örneğin malın yırtık, kırık, bozuk, lekeli olması gibi). Hukuki ayıp malın kullanımının hukuken sınırlandırılmış olmasıdır (malın üzerinde rehin, haciz, intifa hakkı gibi kısıtlamalar bulunması gibi). Ekonomik ayıp ise malın iktisadi vasıflarında eksiklik olmasıdır.
Ayıba ilişkin diğer sınıflandırma, ayıbın açık ve gizli olup olmamasına göre yapılmaktadır. Açık ayıp hemen ilk bakışta ya da yüzeysel bir muayene ile tespit edilebilen ayıptır. Durumun gerekli kıldığı, muayene ile anlaşılamayan ayıplar, gizli ayıptır. Alıcı gizli ayıpları araştırmakla yükümlü değilse de ayıp meydana çıkar çıkmaz hemen ihbar etmelidir (Domaniç, H.: Türk Ticaret Kanunu Şerhi, C.I, İstanbul 1988, s.155; Yavuz, N.: Ayıplı İfa, 2.b., Ankara 2010, s. 107; Karakaş, C.F.: Ticari Satımda Ayıp İhbarının Süresi ve Şekli, XXII. Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, Ankar 2006, s.172). Derhal kavramı, halin icabına uygun fazla vakit geçirmeden bildirim olarak anlamak gerekir. Ancak TTK 23’de malın muayene ve ihbar yükümlülüğü düzenlenmiştir. Eğer alıcı iğfal edilmiş ise yani maldaki ayıp ondan bilerek saklanmış ise Kanunun öngördüğü çözüm satıcı bakımından ağırlaştırılmış bir sorumluluğu gerektirmektedir. Nitekim 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 225. maddesine göre alıcıyı iğfal etmiş olan satıcı, ayıbın kendisine vaktinde ihbar edilmemiş olduğunu ileri sürerek sorumluluktan kurtulamaz.
TK ve BK’daki düzenlemelerin birbirlerine paralel düzenlemeyi içerdiği gözetildiğinde:
Ayıba ilişkin bu genel açıklamadan sonra belirtmek gerekir ki satıcının ayıptan sorumluluğuna da “ayıba karşı tekeffül” denmektedir. Ayıba karşı tekeffül şartlarının gerçekleşmesi durumunda alıcının kendisine tanınan hakları kullanabilmesi için Kanun tarafından kendisine yükletilmiş olan külfetleri yerine getirmelidir. Külfet, alıcının satın aldığı malı muayene etmesi ve bir ayıbın ortaya çıkması halinde bunu satıcıya ihbar etmesidir. Alıcı külfetleri yerine getirmediği takdirde ayıba karşı tekeffül hükümlerinden yararlanamaz.
Külfet teknik anlamda bir yükümlülük veya borç değildir. Külfet, mülkiyetten farklı olarak herhangi bir borç yaratmayan, yerine getirilmediği takdirde o konuda sağlanmış olan hakların kaybedilmesi sonucunu doğuran bir davranış olarak tanımlanabilir. Burada muayene ve ihbar külfetini yerine getirilmemesi halinde alıcının satılanı kabul etmiş sayılacağına dair yasal bir karine söz konusudur. Dolayısıyla külfetlerin yerine getirilmemesi seçimlik hakların kullanılmasına engel olur, alıcı malı o haliyle kabul etmiş sayılır.
Ticari satımlarda muayene ve ihbar külfeti TTK 23/c. maddede düzenlenmiştir. Bu hükme göre “ Malın ayıplı olduğu teslim sırasında açıkça belli ise alıcı iki gün içinde durumu satıcıya ihbar etmeye mecburdur. Açıkça belli değilse alıcı emtiayı teslim aldıktan sonra sekiz gün içinde muayene etmeye veya ettirmeye ve bu muayene neticesinde emtianın ayıplı olduğu ortaya çıkarsa, haklarını korumak için durumu bu süre içinde satıcıya ihbarla yükümlüdür.” Ancak ayıp ihbarının bu süre içinde satıcıya ulaşması şart değildir. Bu süre içinde satıcıya ulaşmasa bile alıcı haklarını korumuş olur. TTK 23/c. maddede gizli ayıbın sonradan ortaya çıkması halinde Borçlar Kanunun 223. maddesinin uygulanacağı belirtilmiştir. Borçlar Kanunun 223/2. maddesinde ayıbın sonradan ortaya çıkması halinde bildirimin derhal yapılması aksi halde alıcı malı ayıp ile beraber kabul edilmiş sayılacaktır.
Alıcı ihbar külfetini yerine getirmiş ise zamanaşımı süresi içinde Borçlar Kanunun 227 maddesinin kendisine tanınan hakları dava yoluyla talep edebileceği düzenlenmiştir.
Ayıp ihbarının yasal sürede yapılıp yapılmadığını kimin kanıtlaması gerektiğini bulabilmek için hukukumuzda “ispat yükü”nün nasıl düzenlendiğine bakmak gerekmektedir.
Bir davada çekişmeli olguların kimin tarafından ispat edilmesi gerektiği konusuna, ispat yükü denir.
Her iki taraf da ispat yükünün kime düştüğünü gözetmeden delil göstermişler ise bu halde hâkimin ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmasına gerek yoktur. Çünkü hâkim, ilk önce tarafların gösterdikleri delilleri incelemekle yükümlüdür.
İki tarafın (veya bir tarafın) gösterdiği deliller ile davaya ilişkin bütün çekişmeli olgular aydınlanmış ise yine ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmakta bir yarar yoktur. Buna karşılık, gösterilen delillerin hâkime dava hakkında tam bir kanaat vermemesi halinde, ispat yükünün hangi tarafa düştüğünün tespit edilmesinde yarar vardır.
Delillerin davayı etkileyecek çekişmeli hususlarda gösterileceği ve ispat faaliyetinin çekişmeli vakıalar için söz konusu olduğu hususu göz önünde bulundurulmalıdır ( 6100 sayılı HMK m.187/1).
Türk Medeni Kanunun 6. maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” denilmiştir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 190. maddesinde ise bu düzenlemeye paralel bir düzenleme getirilmiştir. Anılan maddede “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” denilmiştir.
İspat yükü ilk önce kural olarak davacıya düşer; yani davacı davasını dayandırdığı olguları ispat etmelidir. Hâkimin kendisine ispat yükü düştüğünü bildirdiği taraf, uyuşmazlık konusu olguyu ispat edemezse davayı kaybeder. O taraf davacı ise davası reddedilir, davalı ise mahkûm edilir.
Kendisine ispat yükü düşmeyen taraf, karşı (kendisine ispat yükü düşen) tarafın iddiasını (olguyu) ispat etmesini bekleyebilir. Kendisine ispat yükü düşen taraf iddiasını ispat edemezse, diğer (kendisine ispat yükü düşmeyen) tarafın onun iddiasının aksini (hilafını) ispat etmesine gerek yoktur; o olgu ispat edilmemiş (yani dava bakımından yok) sayılır.
Somut olayda davacının kendisine teslim edilen malların ayıplı olduğuna dair davacıya bildirimde bulunduğu tespit edilmemiştir. Bu durumda, ayıp ihbarının yapıldığına dair ispat yükü davacı taraftadır. Davacı davalıya anılan sürelerde ihbarda bulunduğunu usulüne uygun bir delille ispatı gerekmekte ise de dosyaya herhangi bir delil sunulmamıştır. T. B.K.nun 231/2. maddesine göre, satıcının alıcıyı iğfal edip etmediği hususu da ispat edilmiş de değildir. Satın alınan malların 26/01/2018 tarihinde son teslimin yapıldığı, delil tespitine kadar herhangi bir muayene ihbarın yapıldığı anlaşılmadığı gibi delil tespiti raporu 02/03/2018 tarihinde alınarak bu rapor davalı yana 14/03/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Teslime konu malın incelemesinin delil tespiti ile yapıldığı gibi dava da 17/12/2018 tarihinde açılmıştır.
Açıklanan nedenlerle TTK’nin 23.maddesine göre alıcı malı teslim aldıktan sonra 8 gün içinde incelemek veya incelettirmek ile ve bu inceleme sonucu malın ayıplı çıkması halinde durumu satıcıya bildirmekle yükümlü olduğu, 8 günlük muayene ve ihbar yükümlülüğüne uymayan alıcının malı o hali ile kabul etmiş sayılacağı, ayıplar için kanunun kendisine tanıdığı hakları kaybedeceği, süresinde ayıp ihbarında bulunmayan davacının TBK’nun 227/1 maddesinden de yararlanamayacağı, yargılama sırasında ise satıma konu malın ayıplı olup olmadığına dair sektör bilirkişisinden bir rapor alınmadığı gibi sadece ticari defter kayıtlarını inceleyen mali müşavirden rapor alındığı, teknik bilirkişi heyetinden rapor alınmadan ayıbın açık ya da gizli olup olmadığı tespit edilmen, ayıba dair yapılan açıklamalardan da basit bir muayene ile ayıbın tespit edip edilebileceği, kaldı ki gizli ayıp bulunduğu varsayılsa bile ayıbın sonradan ortaya çıktığı tarihte derhal bildirimde bulunma yükümlülüğünün de bulunduğu yükümlülüğe de uyulup uyulmadığı, davalının sözleşmeye aykırı davrandığının usulüne uygun delillerle kanıtlanması gerekmektedir.
Açıklanan bu nedenlerle mahkemece eksik araştırma ve incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir. Bu durumda, davacının davasını ispat noktasında yukarıda belirtilen yasa maddeleri kapsamında bir değerlendirme yapılarak gerektiğinde teknik bilirkişi heyetinden alınacak rapor ile satıma konu malın ayıplı olup olmadığı ayıbın niteliği belirlenmek suretiyle oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, dava dosyasının kapsamı ile mevcut delil durumu ve ileri sürülen istinaf sebepleri birlikte değerlendirildiğinde; mahkemenin hüküm kurmasını sağlayacak olan tüm esaslı delillerin toplanmamış, mahkemece değerlendirilmemiş olması nedeniyle, davalı yanın istinaf başvurusunun açıklanan nedenlerden ötürü kabulüne, kararının 6100 sayılı HMK’nun 353/1-a-6.maddesi uyarınca kaldırılmasına ve dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM :Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile;
Ankara 7. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2018/907 Esas, 2020/124 Karar ve 24/02/2020 tarihli kararının KALDIRILMASINA,
2-HMK.’nin 353/1-a-6.maddesi uyarınca davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
3-İstinaf başvurma harcı dışında alınan istinaf karar ilam harcının istek halinde yatırana İADESİNE,
4-İstinaf yargılaması sırasında duruşma açılmadığından istinaf kanun yoluna başvuran lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
5-Davalı tarafça yapılan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,
6-Kararın tebliğinin ilk derece mahkemesince yapılmasına,
HMK’nin 362/1-g maddesi gereğince kesin olmak üzere dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu 28/04/2023 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Başkan…
e-imzalıdır
Üye…
e-imzalıdır
Üye…
e-imzalıdır
Katip…
e-imzalıdır
NOT: BU BELGE ELEKTRONİK İMZA İLE İMZALANMIŞ OLUP, AYRICA FİZİKİ OLARAK İMZALANMAYACAKTIR.
“5070 sayılı Kanun m. 5 ve 6098 sayılı TBK m. 15. uyarınca elektronik imza ile oluşturulan belgeler elle atılan fiziki imza ile aynı sonucu doğurur.”