Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ BAM 22. HUKUK DAİRESİ
T.C.
A N K A R A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ
22. H U K U K D A İ R E S İ
…
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
BAŞKAN : … (…)
ÜYE : … (…)
ÜYE : … (…)
KATİP : … (…)
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ESKİŞEHİR ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 20/12/2018
ESAS-KARAR NO :….
DAVANIN KONUSU : İtirazın İptali
KARAR TARİHİ : 30/12/2021
YAZILDIĞI TARİH : 28/01/2022
Taraflar arasında yukarıda bilgileri belirtilen kararın Dairemizce incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 352.maddesi uyarınca, yapılan ön inceleme sonucu, istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği ve eksiklik bulunmadığı anlaşıldığından inceleme aşamasına geçilmiştir. İncelemenin dosya üzerinde yapılmasına karar verildi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ
İDDİANIN ÖZETİ
Davacı vekili, müvekkil ile borçlu arasında ticari ilişki kapsamında borçlu yana 2016 yılı içerisinde beton satışı gerçekleştiğini ve karşılığında fatura düzenlendiğini, davacı … A.Ş. tarafından davalı … (… Ltd. Şti) adına düzenlendiği faturalardan kısmi tahsilat sonrası bakiye 6.609,64TL asıl alacağının ödenmediğini iddia ederek icra takibi başlatıldığını, davalının takibe itirazı üzerine takibin durduğunu belirterek, davanın kabulü ile itirazın iptaline, takibin devamına, borçlunun %20’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMANIN ÖZETİ
Davalı vekili; davacı ile gerçekleştirilen alışveriş sebebiyle …. nolu fatura da dahil olmak üzere 3 adet fatura kesildiğini,bu fatarular itibariyle davacıdan toplam 16.399,64TL’lik mal/ürün satın alındığını, mal alımına karşılık nakit ve banka halvalesi yolu ile fatura bedellerinin davacıya ödendiğini, hatta davacıya fazla ödeme yaptıklarını, davacının kendilerine 391,36-TL borcu bulunduğunu belirterek, haksız ve mesnetsiz açılan davanın reddine, müvekkil aleyhine başlatılan icra takibinin iptaline, %20’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatının davacıdan alınarak davalıya verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ
Mahkemece, Eskişehir 7.İcra Müdürlüğünün 2016/12308 sayılı dosyasında davalının itirazının yerinde olup olmadığı, davacının davalıdan bu takip nedeniyle icra takip tarihi itibariyle alacağının ne miktarda olduğu noktalarında taraflar arasında uyuşmazlık olduğu, taraflar arasında hazır beton alım satımından kaynaklı ticari ilişki olduğu, davacının davalıya 3 adet toplam 16.399,64TL bedelli fatura kestiği, davacı defterleri üzerinde yaptırılan bilirkişi incelemesi neticesinde davalının davacıya 2 adet tahsilatı bulunduğu ve icra takip tarihi itibariyle bakiye 6.609,64TL alacağı bulunduğu anlaşılmış, ancak davalı defterleri üzerinde yaptırılan incelemede ise davalının davacıya 3 adet ödeme kaydı bulunduğu ve davalının davacıdan 390,36TL alacaklı olduğu belirlenmiş olup, her ne kadar taraf ticari defterleri arasında çelişki bulunmakta ve davalı tarafından 3 adet ödemenin yapıldığı bildirilmiş ise de davalının dosyaya sunduğu ödeme belgelerinden bir adet banka dekontu olan 07/06/2016 tarihli 6.900,00TL’nin davalının davacıya 06/06/2016 tarihinde elden yapılan tahsilatın davacı çalışanı … tarafından davalının borcuna mahsuben banka hesabına yatırıldığı yönündeki davacı savunması yerinde bulunmakla, ayrıca davalının davacıya borcundan fazla miktarda ödeme yapmasının da hayatın olağan akışına uygun olmadığı değerlendirilerek davanın kısmen kabulü ile alacak likit olduğundan davamına karar verilen asıl alacağın % 20’si oranındaki icra inkar tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davalı vekili, müvekkil …, yetkilisi olduğu şirket adına …. ile ticari alışverişte bulunduğunu, … no’lu fatura da dahil olmak üzere 3 adet fatura kesildiğini, davacıdan toplam 16.399,64-TL’lik mal-ürün satın alındığını, davacı ile gerçekleştirilen alışveriş sebebiyle mal alımına karşılık nakit ve banka havalesi ile fatura bedelleri davacıya ödendiğini, ödemelerin bilirkişi raporu ile de tespit edildiğini, müvekkilinin davacıya hiçbir borcu olmadığını, davacıdan alacaklı olduğunu, ödemelerin gerçekleşmesine rağmen davacının başlattığı icra takribine itiraz ettiklerini, ödemenin …-… adına gerçekleştiğini, 6.900,00TLnin müvekkili tarafından nakit olarak şirkete verilmesi nedeniyle şirket çalışanının banka havalesini gerçekleştirdiğini, davalı defterleri üzerinde yapılan incelemede davalının davacıya 3 adet ödeme kaydı bulunduğu ve davalının davacıdan 390,36TL alacaklı olduğunun belirlendiğini, istinaf başvurusunun kabulü ile yerel mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmesini istinaf etmiştir.
UYUŞMAZLIK KONUSU OLAN HUSUSLAR
Uyuşmazlık, takibe konu faturalar bedelinin ödenip ödenmediği noktasında toplanmaktadır.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE
Dava, ticari satım sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili için girişilen takibe vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.
İnceleme, 6100 sayılı HMK’nin 355. maddesi uyarınca istinaf dilekçesinde ileri sürülen sebeplerle sınırlı, ancak kamu düzenine ilişkin nedenler resen göz önünde tutularak yapılmıştır.
Davacı yan ile davalı yan arasındaki ticari ilişki kapsamında davacının düzenlemiş olduğu 3 adet takibe konu edilen faturaların davalı defterinde kayıtlı olduğu, bu durumun fatura içeriğindeki malların davalı tarafından teslim alındığının karinesini teşkil ettiği, zira davalı yanca da aksi yönde bir iddia ileri sürülmediği, ancak takibe konu fatura bedellerinin ödendiği yönünde vakıa ileri sürüldüğü, bu durumda ödeme iddiasının davalı yanca ispatı gerektiği anlaşılmaktadır.
Davalı yanın ödeme iddiasının ispatı yönünden sunmuş olduğu deliller ile 2 adet tahsilatın varlığı yine taraflar arasında çekişmeli değil ise de, 07.06.2016 tarihli 6.900,00.-TL tutarlı havalenin de ayrı bir ödeme olarak davacı yanca yapıldığı ileri sürülmüş ise de, esasen davalının elden yapmış olduğu ödemenin davacı çalışanı tarafından davacı şirket hesabına yapılan havale olduğunun anlaşılması karşısında bu yöndeki iddiasını ispat edememiş olup mahkemenin davanın kısmen kabulünde usul ve yasaya aykırılık bulunmamaktadır.
Ancak bir vakıayı ispat yükü kendisine düşen taraf o vakıayı başka delillerle ispat edemezse diğer tarafa yemin teklif eder. Yemin teklifini ispat yükü kendisine düşen taraf yapar. Yemin teklifine dayanan taraf bunu dava dilekçesinde veya cevap dilekçesinde açıkça belirtmesi gerekir. Mahkeme ancak bu halde (dava dilekçesinde veya cevap lahiyasında yemin deliline dayanıldığının bildirilmesi halinde) yemin teklifini hatırlatmakla yükümlüdür. Kendisine yemin teklif edilen taraf, yemin teklifinin kabulünden sonra, usulüne uygun biçimde (HMK m. 233) yemin eder ise, yemin teklif eden tarafın iddia ettiği vakıanın mevcut olmadığı kesin delil ile ispat edilmiş olur. Yemin teklif eden taraf, bundan sonra iddiasını ispat için başkaca delil gösteremez.
Buna göre davalı yan iddialarını göstermiş olduğu deliller ile ispat edememiş olup yemin deliline de dayandığı nazara alınarak yukarıda ki paragrafta açıklanan biçimde yemin teklifi hatırlatılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Davanın esasıyla ilgili olarak gösterilen “uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin” toplanmaması ile anlaşılması gerekenin hakimin belirli bir yargıya vararak karar vermesinde etkili/esaslı nitelikteki deliller sözedilmekte olup bu özellikte delillerin toplanmaması tahkikatın büyük ölçüde yeniden yapılmasını gerektirir nitelikte ise HMK’nin 353/I-a-6.maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira somut olayda olduğu gibi davalı yanın takip nedeni ile borçlu olup olmadığının belirlenmesi için yukarıda açıklanan yönlerden tahkikat yapılması zorunlu olup anılan araştırma ile delil toplanmaması ve bu delillerin değerlendirilmemiş olması halinde yargı sistemimiz bakımından benimsenmiş olan dar istinaf sisteminden uzaklaşılarak ilk derece mahkemesince değerlendirilmemiş olan konularda ilk defa istinaf mahkemesince bir delile ilişkin olarak tartışma yapılarak yargıya varılacaktır ki bu da iki dereceli yargılama olan istinaf yargı sistemi ile bağdaşmayacaktır.
Bu bakımdan ilk derece mahkemesince davanın esasına yönelik uyuşmazlığın giderilmesi için yukarıda açıklanan delillerin toplanmaması ve bu delillere ilişkin herhangi bir değerlendirme yapılmamış olması bakımından davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nin 353/1-a-6. maddesi uyarınca kabulüne ve ilk derece mahkemesinin kararının anılan gerekçelerle kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM :Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜNE,
2- Eskişehir Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2017/836 Esas, 2018/1022 Karar sayılı ve 20/12/2018 tarihli kararının KALDIRILMASINA,
3-HMK.’nin 353/1-a-6.maddesi uyarınca davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
4-İstinaf başvurma harcı dışında alınan istinaf karar ilam harcının istek halinde davalıya İADESİNE,
5-İstinaf yargılaması sırasında duruşma açılmadığından istinaf kanun yoluna başvuran lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
6-Davalı tarafça yapılan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,
7-HMK m. 359/4 uyarınca kararın tebliğinin ilk derece mahkemesince yapılmasına,
HMK’nin 353/1-b-1 maddesi uyarınca yapılan inceleme sonucunda HMK’nin 362/1-a maddesi gereğince kesin olmak üzere 30/12/2021 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
…
Sayın çoğunluk ile somut olaya ilişkin belirlemeler bakımından her hangi bir görüş ayrılığı bulunmadığından bu noktalara yer verilmemiştir.
Çoğunluk görüşü ile ayrışılan nokta, eldeki istinaf incelemesine konu olayda olduğu gibi ispat yükü kendi üzerinde olan ve diğer delilleri ile iddiasını ispat edememiş olan yanın dayanmış olduğu yemin delilinin mahkemece hatırlatılmamış olması halinde bu hususun kendisine hatırlatılmadığını istinaf sebepleri arasında dile getirmemiş olmasına karşın yemin delilinin hatırlatılması gerektiği kamu düzeni gerekçesi ile Bölge Adli Mahkemesince kararın kaldırılmasına karar verebilip veremeyeceği noktasındadır.
Savunulan görüşün açıklanması bakımdan öncelikle yargı sistemimizce benimsenen istinaf incelemesinin sınır ve kapsamı ile kamu düzeni kavramına değinilmesinde yarar bulunmaktadır.
İstinaf, ilk derece mahkemesince verilen nihai kararlara karşı başvurulan bir kanun yolu olup istinafın kapsamı her ülkenin hukuk sistemine göre farklılık göstermektedir. İstinaf incelemesinin kapsamı dar veya geniş kanun yolu olarak sınıflandırılabilmektedir. Türk hukukunda kanun koyucunun daha çok dar istinaf sistemini benimsediği görülmektedir. Dar istinaf sisteminin, yeniden tahkikat yapılarak ilk derece mahkemesinin yapmış olduğu tahkikatın tekrarlanması değil hükmün denetlenmesi ve hatalarının giderilmesi modeli ile şekillendiği anlaşılmaktadır (Akkaya Tolga; Medeni Usul Hukukunda İstinaf, Ankara 2009, s. 102-103).
Dar istinaf sisteminin kabul edildiğini gösteren önemli ölçütlerden biri olan istinafa başvuran yanın istinaf dilekçesinde “istinaf sebepleri ve gerekçesi”ne yer vermesi zorunluluğu HMK 342/2-e bendinde düzenlenmiştir. Ancak kanun koyucu HMK’de hangi hususların istinaf sebebi olabileceğini ayrıca ve açıkça düzenlememiştir.
HMK’nin 342. maddenin 3. fıkrasında istinaf dilekçesinin, başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, 355. madde çerçevesinde gerekli inceleme yapılacağı düzenlenmiştir. Kamu düzenine aykırılık bulunmadığı takdirde ise, istinaf sebep ve gerekçelerinin gösterilmemesi, HMK m. 352 uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince ön incelemede istinaf başvurusunun reddi nedeni olarak düzenlenmiştir.
Bu anlamda istinaf yargılamasının temelini istinaf dilekçesi, bu dilekçenin temelini ise, “istinaf sebep ve gerekçeleri” oluşturur. İstinaf dilekçesi adı altında sunulan bir dilekçe, içinde istinaf iradesini taşısa da, bu sadece istinaf başvurusunun yapılmış olmasını sonuçlar. İstinaf yargılamasının yönünü çizen esaslı unsur istinaf dilekçesi içindeki sebep ve gerekçelerdir (Çiftçi, Murat Özgür; Medeni Yargılama Hukukunda İstinaf, 3. B., Ankara 2016, s. 215).
HMK’nin 355. maddesinde ise istinaf incelemesinin kapsamı, “istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı” olduğu yönünde belirlenmiştir. İstinaf sebebi olarak ileri sürülmeyen hususlar dikkate alınamaz. Ancak, “kamu düzenine aykırılık” görüldüğü takdirde bu durum “resen” gözetilecektir.
Kanun koyucu, istinaf yoluna başvurmak isteyen tarafları istinaf sebeplerini göstermekle yükümlü kılmıştır. İstinaf sebeplerinin en önemli etkisi, istinaf incelemesinin kapsamı konusunda ortaya çıkmaktadır. İstinaf mahkemesinin ilk derece kararını kaldırarak esas hakkındaki kararı değiştirebilmesi için bunu gerekli kılan hataların veya eksikliklerin istinaf sebepleri arasında gösterilmesi gerekir. Bu zorunluluk kamu düzenine ilişkin olanlar hariç tüm istinaf sebepleri bakımından geçerlidir.
İstinafa başvuran tarafın, istinaf sebeplerini yeterince somutlaştırması da gerekmektedir. İstinaf sebeplerini sadece şekli bir koşulu yerine getirmek amacıyla genel ifadeler kullanılmak suretiyle ileri sürülmesi yeterli değildir (Akil, Cenk; İstinaf Kavramı, Ankara 2010, s. 374). İlk derece yargılaması ve kararıyla ilgili somut hatalar veya eksiklikler belirtilmelidir. İlk derece mahkemesi kararının sadece usul ve yasaya aykırı olduğu ya da sadece delillerin yanlış ve eksik değerlendirildiğini ileri sürmek somutlaştırma açısından yetersiz kalacaktır (Akkaya, a.g.e, s. 214-215).
HMK m. 355 hükmünde istinaf incelemesinin kapsamı ileri sürülen sebeplerle sınırlı tutulmuş ise de, Kanun koyucu, kamu düzenine aykırılık teşkil eden halleri, istinaf sebepleri ile bağlılık ilkesinin istisnası olarak öngörmüştür. Diğer bir deyişle Bölge Adliye Mahkemesi resen inceleme yetkisinin sınırı ….. kavramı ile çizilmiştir. Bu anlamda kamu düzeni kavramına verilecek anlama göre Bölge Adliye Mahkemesinin resen inceleme yetkisi dar veya geniş olmasını sonuçlayacaktır. Kavramın geniş yorumlanması durumunda, istinafta sınırlı yargılama amacı ile düzenleme yapan kanun koyucunun hedeflediği bu amacın aşılmasına neden olacağı söylenebilir.
Buna karşın Hukuk Mahkemeleri Kanununda ve diğer kanunlarda, kamu düzeni kavramının bir tanımı yapılmamıştır. Kavramın niteliği gereği herkesçe kabul edilecek ve her zaman geçerliliğini koruyacak bir tanımını yapmakta güçlük arz etmektedir. Öğretide ve yargısal içtihatlarda da yapılan tanımlar farklılık arz etmekte, zamana göre de verilen anlamda değişimler yaşanmaktadır. Kamu düzeni kavramı, doğrudan devlet düzeni ve toplumsal yapı ile ilgili olduğundan, devlet düzeni ve toplumsal yapıdaki değişimle birlikte değişmesi ve verilen anlamda da farklılık arz etmesi olağan olmakla birlikte, hukukumuzdaki tartışması çok daha ileri boyuttadır. Genel bir tanım yapmak mümkün ise de, kapsamını çizmek oldukça güçtür. Zira her hukuk dalının kendi konusu ve amacına göre yorumlanmakta ve o hukuk dalının ihtiyaçlarına göre sınırları çizilmektedir. Kamu hukuku ve özel hukukun kamu düzeni kavramını yorumlaması farklılık arzettiği gibi özel hukukun alt dalları arasında dahi kamu düzenim anlayışına dair farklılar vardır (Aktepe Arık, Sezin; “İstinaf Kanun Yolunda Kamu Düzeni Kavramı”, TBB Dergisi, Y. 2018, S. 134, s. 257-292). Buna bağlı olarak, bu konuda gerek anayasa mahkemesince verilen kararlar gerek diğer yüksek mahkemelerce verilen kararlar ciddi tartışmalara sebep olmuştur.
Anayasa mahkemesi, kamu düzeni kavramını, sıklıkla Anayasanın 13. maddesi gereğince temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasını değerlendirirken ele almıştır. Bir kararında kamu düzeni hakkında, “toplumun huzur ve sükununun sağlanmasını, devletin ve devlet teşkilatının muhafazasına hedef tutan her şeyi ifa ettiği, başka bir deyimle cemiyetin her sahadaki düzeninin temelini teşkil eden kuralları kapsadığı sonucuna varılmaktadır” ifadesinde bulunmuştur. (Dayınlarlı, Kemal; Milli ve Milletlerarası Kamu Düzeni ve Tahkime Etkileri, Ankara 1994, s.8). Anayasa’nın 13.maddesinde, 2001 yılında yapılan değişiklikten sonra madde daha özgürlükçü bir hüviyet kazanmıştır. Anayasa’nın 13. maddesi, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerindeki sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” hükmünü içermektedir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 10.02.2012 tarih ve 2010/1 esas, 2012/1 karar sayılı İçtihâdı Birleştirme Kararında kamu düzenini; tarafların uymak zorunda oldukları, kamu hukukundan ve özel hukuktan doğan, ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri kurallar olarak tanımlamıştır. Yine aynı kararda, kamu düzeninin çerçevesini; “Türk hukukunun temel değerlerine, Türk genel adap ve ahlak anlayışına, Türk kanunlarının dayandığı temel adalet anlayışına, Türk kanunlarının dayandığı genel siyasete, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklere, milletlerarası alanda geçerli ortak prensip ve özel hukuka ait iyi niyet prensibine dayanan kurallara, medeni toplulukların müştereken benimsedikleri ahlak ilkeleri ve adalet anlayışının ifadesi olan hukuk prensiplerine, toplumun medeniyet seviyesine, siyasi ve ekonomik rejimine, insan hak ve özgürlüklerine aykırılık” şeklinde çizmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 30.09.2015 tarih ve 2013/13-1847 esas, 2015/2020 karar sayılı kararında, “devletlerin vazgeçemeyeceği temel ilkeler, kamu düzenini ilgilendiren kurallar olup, genel olarak, kamu menfaat ve düzenini koruma amacını güden emredici kanun hükümlerine aykırılık, ahlaka ve temel hak ve özgürlüklere aykırılık, kamu düzeninin müdahalesini gerektiren hususlardır” ifadesi ile kamu düzeninin sınırlarını çizerken, İç hukukta da kamu düzenini, Türk toplumunun temel yapısı ve temel çıkarlarını koruyan kuralların bütünü olarak tanımlamıştır.
Yine kamu düzenini; toplumun genel çıkarlarını gözeten, uyulmasında devlet ve toplumun menfaati bulunan, kişilerin uymak zorunda oldukları, kamu hukukundan ve özel hukuktan doğan kurallar bütünü olarak tanımlamak mümkündür. Kişilerin üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri, aksini kararlaştıramayacakları, emredici nitelikteki kurallardır. İç hukukta kamu düzeni, irade serbestisinin sınırlarını belirlemektedir. (Gökyayla, Cemile Demir; Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizde Kamu Düzeni, Seçkin Yayınları, Ankara 2001, s.36).
HMK’nin 355. maddesinde kamu düzenine aykırılıkların maddi ya da usul hukuku alına ilişkin olması yönünden her hangi bir ayrım yapılmamıştır. Kamu düzenine ilişkin hükümler maddi hukukta olabileceği gibi usul hukukunda da bulunmaktadır. Yargılama usulü şekli bir hukuk alanı olması nedeni ile Kanunda doğrudan ve açıkça kamu düzeni kavramını zikreden veya bu ölçütü kullanan kurallar az ise de, bir çok usul kuralının kamu düzeniyle ilgili olduğu öğreti ve Yargıtay tarafından kabul edilmektedir. Hangi usul kuralının kamu düzeninden olduğu hususunda çeşitli ölçütler konulabilir ise de, özellikle tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri ve uygulanmasından feragat edemeyecekleri, davanın yürütülmesi ve yargı örgütüyle ilgili kuralların genel olarak kamu düzenine ilişkin olduğu söylenebilir (Akkaya, a.g.e., s. 266-267; Konuralp, Haluk; Medeni Usul ve İcra-İflas Hukukçuları Toplantısı – VI, TBB Yayınları, Y. 2007, Ankara 2008, s. 133-150).
Yukarıda da belirtildiği gibi HMK’da istinaf sebepleri tek tek belirtilmemiştir. Bu durumda istinaf sebepleri, maddi hukuk kurallarına aykırılık (hukuki sorunun yanlış çözülmesi), usul kurallarına aykırılık (hatalı veya eksik yargılama yapılması) ve maddi sorun hakkında yanlış sonuca varılması (vakıa tespitlerindeki hatalar) olmak üzere üç grupta değerlendirilebilir. Bölge Adliye Mahkemesi maddi hukuk kurallarına aykırılık itirazları ile bağlı olmayıp resen somut olaya ilişkin hukuk kuralarını uygular. Usul kurallarına aykırılık bakımından ise mutlak istinaf nedenleri resen dikkate alınması gereken önemli ve ağır usul hatalarıdır. Bunun dışında kalan nispi nitelikteki usul kurallarına aykırılık, maddi sorun hakkında yanlış sonuca varılması ancak istinaf dilekçesinde taraflarca ileri sürülmeleri halinde incelenebilecektir (Atalı, Murat / Ermenek, İbrahim / Erdoğan, Ersin; Medeni Usul Hukuku, B. 3, Ankara 2020, s. 608-611; Akkaya, a.g.e, 262).
Bu anlamda HMK’nin 353. maddesinin 1. fıkrası (a) bendinin 1 ila 6. bentlerinde düzenlenen yargılama hatalarının ağır yargılama hatası olarak görüldüğü ve Kanun koyucu tarafından anılan hataların varlığı halinde duruşma yapılmaksızın yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verebileceği düzenlenmiştir. Anılan hataların Bölge Adliye Mahkemesince resen dikkate alınması gereken usulü eksiklikler/hatalar olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak bununla birlikte, burada somut uyuşmazlık bakımından da önemi bakımından şunu vurgulamak gerekmekte yarar görülmekte olup, Bölge Adliye Mahkemesi’nin resen inceleme yetkisinin kapsamının sınırını “kamu düzeni” olarak belirlenmiştir (HMK m. 355). Bu noktada HMK m. 353/1-a-6. bendinde düzenlenen ve “uyuşmazlığın çözümünde etkili ölçüde önemli bir delilin toplanmamış olması ya da değerlendirilmemiş olması” durumu resen araştırma ilkesinin uygulandığı yargılamalarda kamu düzenine aykırılık hali oluşturacaktır. Bu bakımdan eldeki somut uyuşmazlıkta olduğu gibi taraflarca getirilme ilkesinin uygulandığı yargılamalarda toplanmayan delille ilgili olarak ayrıca ve açıkça istinaf sebebi yapılmamış ise kamu düzenine ilişkin yukarıda yapılan açıklamalar ışığında yemin delilinin hatırlatılmaması kamu düzenine aykırılık oluşturmayacağı kanısındayım.
Sonuç olarak somut uyuşmazlıkta yemin deliline dava/cevap dilekçesinde dayanmış olan yana ispat külfeti bakımından yemin delilinin hatırlatılmaması hususu kamu düzenine aykırılık teşkil etmeyeceği ve ancak istinaf sebebi olarak açıkça ileri sürülmesi halinde Bölge Adliye Mahkemesince nazara alınabileceğinden, istinaf istemleri yerinde olmaması nedeni ile esastan red yerine sayın çoğunluğun yemin delilinin hatırlatılması gerektiği gerekçesi ile kararın kaldırılması yönündeki kararına iştirak edemiyorum.
NOT: BU BELGE ELEKTRONİK İMZA İLE İMZALANMIŞ OLUP, AYRICA FİZİKİ OLARAK İMZALANMAYACAKTIR.
“5070 sayılı Kanun m. 5 ve 6098 sayılı TBK m. 15. uyarınca elektronik imza ile oluşturulan belgeler elle atılan fiziki imza ile aynı sonucu doğurur.”