Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesi 2019/2189 E. 2022/1083 K. 14.07.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ BAM 22. HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No: 2019/2189 – 2022/1083

T.C.
A N K A R A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ
22. H U K U K D A İ R E S İ

ESAS NO : 2019/2189 ( KABUL KALDIRMA)
KARAR NO : 2022/1083

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ANKARA 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 29/03/2019
ESAS-KARAR NO : 2011/681 E 2019/243 K

DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLİ :
DAVANIN KONUSU : Alacak|Tazminat
KARAR TARİHİ : 14/07/2022
YAZILDIĞI TARİH : 27/07/2022

Taraflar arasında yukarıda bilgileri belirtilen kararın Dairemizce incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 352. maddesi uyarınca, yapılan ön inceleme sonucu, istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği ve eksiklik bulunmadığı anlaşıldığından inceleme aşamasına geçilmiştir. İncelemenin dosya üzerinde yapılmasına karar verildi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ
İDDİANIN ÖZETİ
Davacı vekili, davalı şirketler ile yaptığı sözleşme uyarınca davalıların davacı şirket adına canlı besicilik sığır ithalatı için teknik ve sağlık şartnamesine uygun olarak 256 adet 0-12 ay yaş aralığında ve canlı ağırlığı 250 Kg’dan hafif herefort ve argus ırkı büyükbaş canlı hayvan ithal ederek davacı şirkete teslim etmeyi kabul ve taahhüt ettiğini, sözleşme kapsamında satım bedelinin …. AŞ’ye ödendiğini, teslim edilmesi gereken hayvanların zamanında teslim edilmediğini, sözleşmeye göre hayvanların 12 ayın altında olması sınırlaması konulmuş olmasına rağmen kesim zamanında hayvanların belirtilen yaşın çok üzerinde 2-4 yaş aralığında olduğunu, yaşlarının büyük olması sebebiyle kilo alımlarının taahhüt edilen kilo alımlarından çok çok altında kaldığını, davacının kesim sırasında gizli ayıbı öğrendiği anda 18.08.2011 tarihinde ayıp ihbarında bulunduğunu belirterek sözleşmeye aykırılık nedeniyle davacının oluşan 50.000,00 TL zararının, geç teslim nedeniyle mahrum kalınan 50.000,00 TL karın ve 10.000,00 TL manevi tazminatın davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMANIN ÖZETİ
Davalı … AŞ vekili; davalı ile davacı arasında sözleşme yapılmadığını, ithalatçı firmadan hayvan alabilmek için davalı ile bağlantı kurduğunu, bu şekilde yapılan satım sonucu hayvanların parasının davalı hesabına yatırıldığını, davanın zamanaşımı içinde açılmadığını ayrıca davacının işletmesinin mandıra olup süt üretimi sağlandığını, hayvanlar satın alınırken gerekli özeni göstermediğini, hayvanların kilo alımı düşüklüğünde de davacının kusurlu olduğunu bildirerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalı … Ltd. Şti vekili, davacı ile davalı arasındaki sözleşme uyarınca davalı tarafından Uruguay’dan şartnameye uygun olarak getirilen hayvanların Gümrük Müdürlüğünde görevli veteriner hekimler kontrolünde ithal edildiğini, sözleşmeye göre davacının gizli ayıp olarak nitelendirmeye çalıştığı şikayetlerin alıcıya ait olduğu, aksi halde hayvanların ithalinin mümkün olmayacağını, hayvanların ayıplı oldukları iddiasının kabul edilmediğini bildirerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MEHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ
Mahkemece; davacı tarafından davalı … firması tarafından işlemleri yapılmak üzere Uruguay’dan 256 adet hayvan ithalinin yapıldığı, bakanlık tarafından yurtdışından ithal edilecek besilik sığırların hangi koşullarda ithal edileceğini düzenleyen teknik ve sağlık şartnamesinin 2. Fıkrasına göre “ithal edilecek hayvanların 12 aylık küçük ve 300 kg az olacağı” koşulunun belirlendiği, davacı tarafından yetkililerince bizzat kabul edilen 184 adet hayvanın Uruguay’daki seçiminin bakanlık tarafından gönderilen veterinerler kontrolü ile 11078 hayvan seçildiği, davacı için … yetkililerince seçildiğinin anlaşılamayacağı, davacı tarafından 2.nci partide kabul edilen 72 adet hayvanın davalı … firması adına seçimini bakanlık tarafından görevlendirilen veterinerlerin gerçekleştirildiği , Davalı Sağlık Bakanlığı aleyhine açılan dava yönünden idari yargı görevli olmakla tefrik edildiği, Diğer davalılar ile davacı arasında satımda ayıba karşı tekeffül hükümleri uygulanması gerektiği, satım sözleşmesi ve dava tarihinde yürürlükte olan 6762 sayılı TTK’nın 25/3 maddesi uyarınca alıcının açık ayıpları 2 gün içinde ihbar etmesi açık ayıp yoksa aldığı malı 8 gün içinde muayene ettirerek satıcıyı ihbar etmesi gerektiği, hayvan alım satımını düzenleyen 818 sayılı Borçlar Kanunun 195. Maddesi uyarınca satıcı hayvan satışında ancak yazılı olarak üstlendiği durumda ya da alıcıyı açıkça aldatmışsa ayıptan sorumlu olacağı belirtilmiştir. 199 maddeye göre alıcı teslim itibaren 9 gün içinde ayıp ihbarını yapmakla yükümlü olduğundan davacının 184 hayvanı 15/01/2011, 72 adet hayvanı ise 07/03/2011 tarihinde teslim aldığı anlaşılmakla TTK’da düzenlenen 8 günlük süre ve BK’da düzenlenen 9 günlük süre içinde ihbar yükümlülüğünü yerine getirmediği, ihtar tarihinin 16/08/2011 tarihi olduğu ve açıklanan nedenlerle ayıp ihbarının süresinde yapılmadığı, ayrıca Ordu 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin tespit raporunda sadece 19 hayvan üzerinde tespitin gerçekleştirilmesi yapılan tespitin 256 adet dava konusu hayvan üzerinde yapılmamış olması dikkate alınarak ayıp iddiası da kanıtlanamamış olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hükme karşı davacı vekilince istinaf yasa yoluna başvurulmuştur.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davacı vekili; sözleşme kapsamında 11.12.2010 tarihinde ithali ve teslimi gereken hayvanlar zamanında teslim edilmemiş şirketimizin iyi niyetli ve yoğun takibi neticesinde 184 tanesi 15.01.2011 tarihinde, geri kalanı ise 07.03.2011 tarihlerinde teslim edildiğini, Sözleşmenin 3.maddesinde yer alan ve en önemli unsur olan “teknik şartlar” kısmında açık şekilde yazıldığı ve ithalat tebliği kapsamında ithale konu hayvanların 12 ayın altında olması sınırlaması konulmuş olmasına rağmen, kesim zamanında hayvanların belirtilen yaşın (1 yaş) çok üzerinde ve 2-4 yaş aralığında olduğu, yaşlarının büyük olması sebebi ile kilo alımlarının taahhüt edilen kilolardan çok çok aşağıda kaldığını,15.01.2011 tarihinde alınan hayvanların karantina sürelerinin haziran ayında (120 gün + 21 gün ) dolmuş ve hayvanlar görüntü olarak irileştiğini, et fiyatlarının ramazanın başlangıcında artacağı düşüncesi ile 07.03.2011 tarihinde teslim alınan hayvanların da karantina süresini doldurarak Ağustos ayından itibaren kesim yaptırmaya başladığını, sözleşme kapsamında hayvanların 12 aylık veya daha küçük olması ve 6-7 aylık besleme süresi sonunda et ağırlığı olarak 400 – 700 kilo aralığında bir ağırlığa erişmesi taahhüt edilmiş ise de, belirtilen süre sonunda bu taahhütlerin tamamen aldatmacadan ibaret olduğu, hayvanların yaşlı olduğu ve kilo almaya müsait olmadığının anlaşıldığını, kesim aşamasında gizli ayıbı öğrendiği anda hemen davalı firmalarla irtibata geçtiği gibi, Noter vasıtasıyla 18.08.2011 tarihinde ayıp ihbarında da bulunduğunu, bu durumun hayvanların yaşlılığı sebebi ile oluştuğunu, söz konusu yaş unsurunun bakanlık veterinerlerince göz ardı edildiğini, Hayvanlar, ithal sırasında , Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının veterinerleri tarafından yurtdışından getirilmeden önce ithalat şartnamesine uygun olduğunun kontrolü yapılarak Türkiye’ye sokulduğunu, yani ithal hayvanların Türkiye’ye girebilmesi için “İthalat Şartnamesi” ne uygun vasıflarda olduğunun onayının Bakanlık Veterinerlerince verilmesi gerektiğini, gümrük ve karantina işlemleri sırasında kontrolden geçirilen hayvanların yaşlı oldukları, ithalat şartnamesi kapsamına aykırı oldukları ve bu nedenle ithal edilemeyecekleri tespit edilmediğini, gümrük kapılarından devlet kontrolü altında geçen hayvanlarda bu ayıbın olması beklenemeyeceğini, davacının bu yönden de yanıltıldığını, bunun ötesinde hayvanların nitelikleri sözleşme konusuna uymadığının müvekkilinin aldatıldığı iğfal üzerinde durulmadığını eksik inceleme ve araştırmayla karar verildiğini, sözleşmede öngördükleri vasıflardan biri teslim edilen şeyde bulunmazsa artık ayıplı teslim değil satılandan başka bir şeyin teslimi söz konusu olacağını , satılan hayvanlar Besilik Hayvan Sağlık Şartnamesine uygun bulunmadığını, yurtiçine sokulmasına müsaade dahi edilmemesi gereken hayvanların müvekkil firmaya satıldığını, bu hususun göz ardı edilerek sadece 2 ve 8 günlük ihbar süresi gerekçe yapılarak davanın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya hakkaniyet ilkelerine aykırı bulunduğunu belirterek ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
UYUŞMAZLIK KONUSU OLAN HUSUSLAR
Uyuşmazlık; hayvan satışından kaynaklanan alım satım sözleşmesi gereği taahhüt edilen edimin gereği gibi yerine getirilmemesi nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE
Dava, ayıplı hayvan satışı nedeni ile uğranılan zararların tazmini istemine ilişkindir.
İnceleme, 6100 sayılı HMK’nin 355. maddesi uyarınca istinaf dilekçesinde ileri sürülen sebeplerle sınırlı, ancak kamu düzenine ilişkin nedenler resen göz önünde tutularak yapılmıştır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, satış sözleşmesine konu canlı hayvanların ayıplı olup olmadığı, ayıbın niteliği, ayıplı kabul edilmesi halinde davalıların davacı alıcıyı iğfal edip etmediği ihbar sürelerine uyulup uyulmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Mahkemece; muayene ve ayıp ihbarının süresinde yapılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Taraflar tacir olup, uyuşmazlığın ise ticari nitelikteki satım sözleşmesinden kaynaklanması nedeniyle olaya 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
865 sayılı Ticaret Kanununun ticari bey’i düzenleyen hükümleri 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununa alınmamıştır. Borçlar Kanunu’nun satım sözleşmesine dair hükümlerinin (BK m. 182 vd) esasen tacirler arasında yapılan satım sözleşmelerine de uygulanması benimsenmiştir. Bununla birlikte satım sözleşmesinde malın ayıplı olması halinde özel hükümler öngörülmüştür (TTK m. 25/1, 3). Dolayısıyla tacirler arası satım sözleşmelerine Borçlar Kanunu hükümleri ile birlikte TTK m. 25/I hükmü de uygulanacaktır.
Satım sözleşmesi 818 sayılı Borçlar Kanununun 182. maddesinde “satım bir akittir ki onunla satıcı satıcının ilzam ettiği semen mukabilinde alıcıya teslim ve mülkiyeti ona nakleylemek borcunu tahammül eder” şeklinde tanımlanmıştır. Satım sözleşmesi synallagmatik, başka deyişle tam iki tarafa karşılıklı borçlar yükleyen bir sözleşmedir. Tam iki yanlı sözleşmelerde, her iki yan birbirine karşı birer asli edim ile çeşitli yan ve tali edimler yüklenirler. Eş deyişle bu sözleşmeler nitelikleri gereği yanlardan her birini zorunlu olarak alacaklı ve borçlu kılar. Yanlardan her biri karşı edimi elde etmek için borç altına girer. Satıcının malın teslimi ve mülkiyetinin alıcıya geçirilmesi yükümlülüğü yanında satılanın ayıplardan ari olmasını sağlama yükümlülüğü de bulunmaktadır.
Bu noktada uyuşmazlığın temelini oluşturan “ayıp ve ayıba karışı tekeffül” kavramları üzerinde durmakta yarar vardır:
Ayıba ilişkin hukuki düzenleme, dava konusu uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanununun 194. maddesinde yer almaktadır. Düzenlemede “Satıcı alıcıya karşı satılanın zikir ve vaadettiği vasıflarını mütekeffil olduğu gibi maddi veya hukuki bir sebeple kıymetini veya maksut olan menfaatini izale veya ehemmiyetli bir surette tenkis eden ayıplardan salim bulunmasını da mütekeffildir. Satıcı, bu ayıpların varlığını bilmese bile onlardan mesuldür” denilmektedir.
Öğretide ayıp satılanda, hasarın geçtiği anda, vaad edilen nitelikleri bir diğer ifade ile bulunması gereken bir özelliğin bulunmaması ya da bulunmaması gereken bir kusurun ya da eksikliğin bulunması ya da dürüstlük kuralı gereğince ondan beklenen lüzumlu vasıfları taşımaması hali olarak tanımlanmakta ve maddi, hukuki ya da ekonomik ayıp şeklinde sınıflandırılmaktadır. Maddi ayıp bir malda madden hata bulunmasıdır (örneğin malın yırtık, kırık, bozuk, lekeli olması gibi). Hukuki ayıp malın kullanımının hukuken sınırlandırılmış olmasıdır (malın üzerinde rehin, haciz, intifa hakkı gibi kısıtlamalar bulunması gibi). Ekonomik ayıp ise malın iktisadi vasıflarında eksiklik olmasıdır.
Ayıba ilişkin diğer sınıflandırma, ayıbın açık ve gizli olup olmamasına göre yapılmaktadır. Açık ayıp hemen ilk bakışta ya da yüzeysel bir muayene ile tespit edilebilen ayıptır. Durumun gerekli kıldığı, muayene ile anlaşılamayan ayıplar, gizli ayıptır. Alıcı gizli ayıpları araştırmakla yükümlü değilse de ayıp meydana çıkar çıkmaz hemen ihbar etmelidir (Domaniç, H.: Türk Ticaret Kanunu Şerhi, C.I, İstanbul 1988, s.155; Yavuz, N.: Ayıplı İfa, 2.b., Ankara 2010, s. 107; Karakaş, C.F.: Ticari Satımda Ayıp İhbarının Süresi ve Şekli, XXII. Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, Ankar 2006, s.172). Derhal kavramı, halin icabına uygun fazla vakit geçirmeden bildirim olarak anlamak gerekir. Ancak TTK 25/4’de zamanaşımı süresi altı ay olduğunun belirlenmesi nedeniyle gizli ayıplarda azami ihbar süresi altı aydır. Eğer alıcı iğfal edilmiş, yani maldaki ayıp ondan bilerek saklanmış ise Kanunun öngördüğü çözüm satıcı bakımından ağırlaştırılmış bir sorumluluğu gerektirmektedir. Nitekim 818 sayılı Borçlar Kanununun 200. maddesine (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 225. maddesine) göre alıcıyı iğfal etmiş olan satıcı, ayıbın kendisine vaktinde ihbar edilmemiş olduğunu ileri sürerek sorumluluktan kurtulamaz.
Ayıba ilişkin bu genel açıklamadan sonra belirtmek gerekir ki satıcının ayıptan sorumluluğuna da “ayıba karşı tekeffül” denmektedir. Ayıba karşı tekeffül şartlarının gerçekleşmesi durumunda alıcının kendisine tanınan hakları kullanabilmesi için Kanun tarafından kendisine yükletilmiş olan külfetleri yerine getirmelidir. Külfet, alıcının satın aldığı malı muayene etmesi ve bir ayıbın ortaya çıkması halinde bunu satıcıya ihbar etmesidir. Alıcı külfetleri yerine getirmediği takdirde ayıba karşı tekeffül hükümlerinden yararlanamaz.
Külfet teknik anlamda bir yükümlülük veya borç değildir. Külfet, mülkiyetten farklı olarak herhangi bir borç yaratmayan, yerine getirilmediği takdirde o konuda sağlanmış olan hakların kaybedilmesi sonucunu doğuran bir davranış olarak tanımlanabilir. Burada muayene ve ihbar külfetini yerine getirilmemesi halinde alıcının satılanı kabul etmiş sayılacağına dair yasal bir karine söz konusudur. Dolayısıyla külfetlerin yerine getirilmemesi seçimlik hakların kullanılmasına engel olur, alıcı malı o haliyle kabul etmiş sayılır.
Ticari satımlarda muayene ve ihbar külfeti TTK 25/3. maddede düzenlenmiştir. Bu hükme göre “ Emtianın ayıplı olduğu teslim sırasında açıkça belli ise alıcı iki gün içinde keyfiyeti satıcıya bildirmeye mecburdur. Açıkça belli değilse alıcı emtiayı teslim aldıktan sonra sekiz gün içinde muayene etmeye veya ettirmeye ve bu muayene neticesinde emtianın ayıplı olduğu ortaya çıkarsa, haklarını muhafaza için keyfiyeti bu müddet içinde satıcıya bildirmeye mecburdur.” Ancak ayıp ihbarının bu süre içinde satıcıya ulaşması şart değildir. Bu süre içinde satıcıya ulaşmasa bile alıcı haklarını korumuş olur. TTK 25/3. maddede gizli ayıbın sonradan ortaya çıkması halinde Borçlar Kanunun 198. maddesinin uygulanacağı belirtilmiştir. Borçlar Kanunun 198/3. maddesinde ayıbın sonradan ortaya çıkması halinde bildirimin derhal yapılması aksi halde alıcı malı ayıp ile beraber kabul edilmiş sayılacaktır.
Alıcı ihbar külfetini yerine getirmiş ise zamanaşımı süresi içinde Borçlar Kanununun 202 ve 203. maddelerinde kendisine tanınan hakları dava yoluyla talep edebileceği gibi zamanaşımı süresi dolsa bile kendisine karşı açılan davada ayıptan doğan defi hakkını ve seçimlik haklarını ileri sürebilir. Bu halde artık alıcının ayıpları bildiği ya da bilmesi gerektiği konusunda ispat yükü satıcıya aittir. Zira bu suretle satıcı yasal olarak kendisine düşen bir sorumluluğu reddetmektedir.
Ayıp ihbarının yasal sürede yapılıp yapılmadığını kimin kanıtlaması gerektiğini bulabilmek için hukukumuzda “ispat yükü”nün nasıl düzenlendiğine bakmak gerekmektedir.
Bir davada çekişmeli olguların kimin tarafından ispat edilmesi gerektiği konusuna, ispat yükü denir.
Her iki taraf da ispat yükünün kime düştüğünü gözetmeden delil göstermişler ise bu halde hâkimin ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmasına gerek yoktur. Çünkü hâkim, ilk önce tarafların gösterdikleri delilleri incelemekle yükümlüdür.
İki tarafın (veya bir tarafın) gösterdiği deliller ile davaya ilişkin bütün çekişmeli olgular aydınlanmış ise yine ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmakta bir yarar yoktur. Buna karşılık, gösterilen delillerin hâkime dava hakkında tam bir kanaat vermemesi halinde, ispat yükünün hangi tarafa düştüğünün tespit edilmesinde yarar vardır.
Delillerin davayı etkileyecek çekişmeli hususlarda gösterileceği ve ispat faaliyetinin çekişmeli vakıalar için söz konusu olduğu hususu göz önünde bulundurulmalıdır (1086 sayılı HUMK m. 238/1; 6100 sayılı HMK m.187/1).
Türk Medeni Kanunun 6. maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” denilmiştir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 190. maddesinde ise bu düzenlemeye paralel bir düzenleme getirilmiştir. Anılan maddede “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” denilmiştir.
İspat yükü ilk önce kural olarak davacıya düşer; yani davacı davasını dayandırdığı olguları ispat etmelidir. Hâkimin kendisine ispat yükü düştüğünü bildirdiği taraf, uyuşmazlık konusu olguyu ispat edemezse davayı kaybeder. O taraf davacı ise davası reddedilir, davalı ise mahkûm edilir.
Kendisine ispat yükü düşmeyen taraf, karşı (kendisine ispat yükü düşen) tarafın iddiasını (olguyu) ispat etmesini bekleyebilir. Kendisine ispat yükü düşen taraf iddiasını ispat edemezse, diğer (kendisine ispat yükü düşmeyen) tarafın onun iddiasının aksini (hilafını) ispat etmesine gerek yoktur; o olgu ispat edilmemiş (yani dava bakımından yok) sayılır.
Davacı vekili ilgili bakanlığın ithalata ilişkin yasal izin ve denetimi doğrultusunda müvekkilinin davalı şirketlerden 256 adet besi dana satın aldığını, sözleşmeye konu hayvanların 0 -12 aylık olması ve 300 kgr dan hafif olması gerekirken sözleşmede belirlenen yaş ve ağırlıkta olmadığının daha sonra yapılan incelemede ortaya çıktığını, yaşlı hayvan olmaları nedeniyle belirlenen ağırlığa ulaşamadığı için ayıp ihbarında bulunulduğunu, ayıplı mal teslimi, geç teslim nedeniyle uğranılan maddi zararla birlikte ayrıca manevi tazminat da talep edilmiştir.
Mahkemece; davacının süresi içinde muayene ve ayıp ihbarında bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacının, davalı … …A.Ş. aracılığıyla diğer davalı şirketten büyükbaş hayvan satın aldığı ve söz konusu hayvanların davacıya teslim edildiği hususlarında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Dava dilekçesinde de belirtildiği üzere söz konusu hayvanların bizzat davacı tarafından seçildiği ve kulaklarına küpeleme işlemi yapıldığı, akabinde de seçilen hayvanların davalı tarafından tesliminin sağlandığı anlaşılmaktadır. Davacının, seçtiği hayvanların haricinde başka hayvanların teslim edildiği yönünde bir iddiası bulunmamaktadır. Sadece davalı şirket tarafından sözleşmede belirlenen yaş aralığında ve belirlenen tarihte hayvanların kendisine teslim edilmediği iddiasındadır. Buna göre söz konusu iddianın ayıplı hayvan satışı kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
Ayıp satılanda, hasarın geçtiği anda, vaad edilen nitelikleri diğer ifade ile bulunması gereken bir özelliğin bulunmaması ya da bulunmaması gereken bir kusurun ya da eksikliğin bulunması yahut dürüstlük kuralı gereğince ondan beklenen lüzumlu vasıfları taşımaması hali olarak tanımlanmaktadır.(Yargıtay HGK’nın 24.05.2017 tarih, 2017/19-1633 E.- 2017/1013 K. sayılı kararı)
Sözleşme tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’da; ayıplı hayvan satışı nedeniyle satıcının sorumluluğu aşağıda gösterilen maddelerde hüküm altına alınmıştır. Buna göre;
BK’nun Madde 195; “Hayvan satışında satıcı, tahriren kefalet etmedikçe yahut alıcıyı iğfal etmiş olmadıkça tekeffül etmiş addolunmaz.”
BK’nun 199.Maddesinde ise; “Hayvan alım satımında kefalet müddeti tahriren tayi edilmemiş olupta kefalet hayvanın bir vasfına müteallik değil ise satılanda keşfedilen ayıptan satıcının mesuliyeti teslim vaki olduğu veya alıcının kabızda temerrüdü tahakkuk ettiği günden itibaren dokuz gün içinde satıcıya ihbar edilmekle beraber hayvanın ehli vukuf marifetiyle muayenesinin icrası yine bu müddet zarfında merciinden talep olunmasına mütevakkıftır.”
BK’nun 199. Maddesindeki ayıp ihbarına ilişkin süre hak düşürücü süre olup, satıcının ayıptan kaynaklı sorumluluğuna yönelik koşulların mahkemece resen gözetilmesi gerekir.
Somut olayda; hayvan satışına ilişkin dosya kapsamında taraflar arasında yazılı bir sözleşmenin bulunduğu, davalı satıcının ayıp sebebiyle sorumlu olacağı yönünde yazılı bir taahhüdünün olduğu anlaşılmaktadır. Hayvanların sözleşmede belirlenen yaş aralığı ve teslim için belirlenen tarih aralığında teslim olmamasına ilişkin iddiasının satıcının ağır kusuru çerçevesinde değerlendirilmesini gerektirecek niteliktedir.
Davacı ile davalılardan ….Ltd.Ş. arasında imzalanan ithal besilik dana alım satım sözleşmesi incelendiğinde toplamda 172 adet dananın ithal edileceği ve toplam mal bedeli ile … Limanından 26/02/2011- 10/03/2011 tarihleri arasında mal tesliminin gerektiği belirlenmiştir.
Mal teslimi ise; Gıda ve Hayvancılık Bakanlığının veterinerlerinin kontrolü ile hayvan seçimi için görevlendirilen heyetin düzenleyeceği bakanlığın belirleyeceği şartlar dahilinde hayvan ithalatı yapılacağı belirlenmiştir. Seçim heyetinin yurt dışından ithal edilen canlı hayvanların ülkeye girişinde düzenlenen rapor esas alınacağı, basit bir muayene ile hayvanların sözleşmede belirlenen yaş aralığında olup olmadığının belirlenemeyeceğine yönelik yargılama aşamasında alınan bilirkişi kurulu raporlarıyla tespit edilmiştir.
Mülga 818 sayılı BK’nın 207. maddesi; “Bayi daha uzun müddet için kefalet etmemiş ise, mebii ayıba karşı tekeffülden mütevellit her türlü dava, mebideki ayıp daha sonra meydana çıksa bile müşteriye teslim vukuundan itibaren bir sene geçmekle sakıt olur.
Fakat müşterinin, bayi tarafından aleyhine ikame edilen davaya karşı mebiin tesliminden itibaren bir sene geçmeksizin ihbar ettiği ayıptan dolayı defi hakkı sene geçmekle sakıt olmayıp devam eder.
Bayi müşteriyi iğfal etmiş ise bu bir senelik müruru zamandan istifade edemez.”Şeklinde düzenlenmiştir.
Mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 25/3. maddesine göre ticari işlerde ayıp açıkça belli ise iki gün, açıkça belli değil ise sekiz gün içinde muayene etme ve tespit edilen ayıbın ihbarı zorunludur. Ayıbın gizli olması hâlinde, anılan 25. maddenin BK’nın 207. maddesine atfı nedeniyle nihayet altı ay içinde bu konudaki davanın açılması gerekmektedir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince:
Mahkemece somut olay bakımından, iddia edilen ayıbın süresinde yapılacak bir muayene ile belirlenebilecek nitelikte olup olmadığı, buna göre süresinde ayıp ihbarında bulunulup bulunulmadığı, sonradan ortaya çıksa bile gizli ayıbın öğrenildiği andan itibaren derhal ayıp ihbarında bulunulup bulunulmadığı hususlarının araştırılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bu yönler gözetilmediği gibi, gerekçeli kararda da, olayda davalının ağır kusuru yada iğfal sonucu doğurabilecek nedenler bulunup bulunmadığı tartışılmamıştır.
Bu durumda mahkemece, olayın akabinde yapılan delil tespiti dosyası içerisindeki belgeler, tespitler ve bilirkişi raporu da incelenmek suretiyle, davalıların ağır kusurunun ya da iğfal durumunun bulunup bulunmadığı hususlarında, ayrıca davacı tarafın rapora itirazlarının da değerlendirildiği ek rapor veya yeni bir heyetten rapor alınarak, davacı yanın sözleşmeye aykırı teslim edilen mal nedeniyle uğradığı zararın maddi ve manevi olarak tahsili yanı sıra geç teslim nedeniyle kar mahrumiyeti talebin de de bulunduğu da gözetilerek davacının tüm talepleri hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve araştırma ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Davanın esasıyla ilgili olarak gösterilen “uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin” toplanmaması ile anlaşılması gerekenin hakimin belirli bir yargıya vararak karar vermesinde etkili/esaslı nitelikteki deliller söz edilmekte olup bu özellikte delillerin toplanmaması tahkikatın büyük ölçüde yeniden yapılmasını gerektirir nitelikte ise HMK’nin 353/I-a-6.maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Yukarıda açıklanan yönlerden tahkikat yapılması zorunlu olup anılan araştırma ile delil toplanmaması ve bu delillerin değerlendirilmemiş olması halinde yargı sistemimiz bakımından benimsenmiş olan dar istinaf sisteminden uzaklaşılarak ilk derece mahkemesince değerlendirilmemiş olan konularda ilk defa istinaf mahkemesince bir delile ilişkin olarak tartışma yapılarak yargıya varılacaktır ki bu da iki dereceli yargılama olan istinaf yargı sistemi ile bağdaşmayacaktır.
Bu bakımdan ilk derece mahkemesince davanın esasına yönelik uyuşmazlığın giderilmesi için yukarıda açıklanan delillerin toplanmaması ve bu delillere ilişkin herhangi bir değerlendirme yapılmamış olması bakımından davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nin 353/1-a-6. maddesi uyarınca kabulüne ve ilk derece mahkemesinin kararının anılan gerekçelerle kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM :Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacı vekili ile davalı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜNE,
2-Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2011/681 Esas, 2019/243 Karar sayılı ve 29/03/2019tarihli kararının KALDIRILMASINA,
3-HMK.’nin 353/1-a-6.maddesi uyarınca davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
4-İstinaf başvurma harcı dışında alınan istinaf karar ilam harcının istek halinde davacıya İADESİNE,
5-İstinaf yargılaması sırasında duruşma açılmadığından istinaf kanun yoluna başvuran lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
6-Davacı tarafça yapılan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,
7-Kararın tebliğinin ilk derece mahkemesince yapılmasına,
HMK’nin 353/1-a maddesi gereğince kesin olmak üzere dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu 14/07/2022 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Başkan

Üye

Üye

Katip

NOT: BU BELGE ELEKTRONİK İMZA İLE İMZALANMIŞ OLUP, AYRICA FİZİKİ OLARAK İMZALANMAYACAKTIR.
“5070 sayılı Kanun m. 5 ve 6098 sayılı TBK m. 15. uyarınca elektronik imza ile oluşturulan belgeler elle atılan fiziki imza ile aynı sonucu doğurur.”