Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesi 2019/2074 E. 2022/402 K. 21.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ BAM 22. HUKUK DAİRESİ

T.C.
A N K A R A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ
22. H U K U K D A İ R E S İ

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ANKARA 13. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 16/07/2019
ESAS-KARAR NO ….
DAVANIN KONUSU : Alacak
KARAR TARİHİ : 21/03/2022
YAZILDIĞI TARİH : 25/03/2022

Taraflar arasında yukarıda bilgileri belirtilen kararın Dairemizce incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 352. maddesi uyarınca, yapılan ön inceleme sonucu, istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği ve eksiklik bulunmadığı anlaşıldığından inceleme aşamasına geçilmiştir. İncelemenin dosya üzerinde yapılmasına karar verildi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ
İDDİANIN ÖZETİ
Davacı vekili; müvekkilinin 06/05/2010 tarihinde davalı şirketten…… şasi nolu aracı 06/05/2010 tarih seri A …. sıra numaralı fatura ile satın aldığını ve … plaka no ile kendi adına tescil ettirerek kullanmaya başladığını, 12/04/2017 tarihinde müvekkili şirkete Bakırköy 1 Ağır Ceza MAhkemesine 2017/20 esas sayılı dosyasında beyan için çağrı yapıldığını, burada KDV ve ÖTV ödemelerinin eksik yapılması nedeniyle devletin zarara uğratıldığını ve bu doğrultuda resmi belgede sahtecilik ve aldatıcı işlem ile gümrük vergileri eksik ödenerek ülkeye sokma suçlarından iddianame tanzim edildiğini ve araç üzerine tedbir şerhi konulduğunu oysa aracın kendilerine 0 km olarak satıldığını, müvekkiline satılan aracın bu şekilde ayıplı olup doğan zararın tazmini gerektiğini, davalı yanın zapta karşı tekeffül hükümleri uyarınca sorumlu olduğunu, anılan eylem nedeniyle müvekkilinin iki kez zarar gördüğünü, belirterek faize ilişkin talepleri bu aşamada saklı tutarak 207.349,60 TL’nin ödeme tarihi olan temerrüt tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte taraflarına ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMANIN ÖZETİ
Davalı vekili; müvekkilinden satın alınan aracın davacı tarafından halen kullanılmaya devam edildiğini, Bakırköy 1. Ağır Ceza Mahkemesince satılamaz- devredilemez şerhi konmasıyla ilgili hususun 3. kişileri bilgilendirmek ve iyi niyetli şahıslara satışın önlenmesi amacını taşıdığını, Ağır Ceza Mahkemesinde sonuç olarak beraat kararı verilebileceğini, aracın 0 km olup yurtdışında tescilli olmadığının açıkça belli olduğunu, öncelikle ağır ceza mahkemesindeki davanın bekletici mesele yapılmasını ayıp ihbarı yönünden TBK ve TTK’daki ihbar sürelerinin tamamlandığını, bu nedenle zamanaşımı yönünden süresinde dava açılmadığını bildirerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ
Mahkemece; satıcının ayıba karşı tekeffül borcu kapsamında TBK’nun 214 ila 227. Madde hükümlerindeki koşullar davacı lehine gerçekleşmiş bulunmakla satış bedeli ihtilafsız olan ve ancak satın alan aleyhine tasarruf hakkının kısıtlandığı, hukuki ayıptan kaynaklı davalının davacı nezdinde bedelinin aynen iadesi konusunda davacının açmış olduğu, araç satışının gerçekleşmesini takiben davacı kullanımında olduğunu, araç bedelinin iadesine aracın iadesi koşuluyla karar verileceği, her ne kadar davacı tarafça bedelin iadesi konusunda ihtarname keşide edilmiş ise de temerrüdün ihtarname tebliğinden değil yararlanmanın sona erdiği an olan teslim tarihinden itibaren gerçekleşeceği ve bu nedenle aracın iade tarihi temerrüt başlangıç tarihi olmak üzere bedelin tahsili tarihine kadar ( bu tarih aralığı gerçekleşir ise) işletilecek avans faiziyle birlikte tahsil edileceği gerekçesiyle davanın kabulü ile, satıcının ayıba karşı tekeffülünden kaynaklı davada, bedelinin tahsili istenilen hukuken ayıplı … plakalı ….. nolu aracın davalı yana iadesi koşulu ile 207.349,60 TL’nin davalıdan aracın iade tarihi temerrüt başlangıcı olmak üzere tahsil tarihine kadar işletilecek avans faizi ile birlikte alınarak davacıya verilmesine, faizin başlangıcı isteğinin ihtar tebliği ile gerçekleşmediğine, karar verilmiş, hükme karşı davalı vekilince istinaf yasa yoluna başvurulmuştur.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davalı vekili; davacının 06.05.2010 tarihinde müvekkil davalıdan satın aldığı aracın yurda kaçak yollardan sokulduğu tespit edilerek el konulduğunu, aracın kullanılmış ve ikinci el olmasına rağmen müvekkiline “0” km ve yeni olarak satıldığını, iddia ederek Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına müvekkil şirket yetkileri hakkında dolandırıcılıktan da suçu duyurusunda bulunmuş olup Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/141544 soruşturma numarası ile yapılan soruşturmada Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, mahkemenin atadığı bilirkişiler raporlarında da aracın kullanılmamış olduğunu açıkça belirtildiğini, yine davacı Bakırköy 1. Ağır Ceza mahkemesindeki kamu davasında bulunan birikişi raporunda dava konusu aracında olduğu araçları hakkında; eksik ödenen bir vergi olmadığı ve araçların 0 kilometre olduğu kullanılmamış olduğunun belirtilmesi üzerine kendi lehlerine de olan bilirkişi raporuna itiraz ederek kötü niyetli olduğunu bir kez daha gösterdiğini, ayrıca davacı, müvekkilinin 06.05.2010 tarihinde müvekkil davalıdan satın aldığı aracın yurda kaçak yollardan sokulduğu tespit edilerek el konulduğunu, belirterek dava açılmış olup Bakırköy 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/20 E sayılı dosyasında gümrük bilirkişilerince iki defa inceleme yapılmış ve aracın eksik ödenmeyen bir vergisi olmadığı ayrıca aracın kullanılmış olmadığının tespit edildiğini, her ki raporda dosyaya UYAP üzerinden sunulmuş olup mahkemece dikkate alınmadığını, aracın satış sözleşmesindeki bedeli belirlenerek davanın kabulüne karar verilmesi talep edilerek aracın, satış tarihinden satılamaz devredilmez şeklindeki tedbir tarihine kadar, davacının zilyetliğinde kalmış olması araçtan 7 yıldan fazla faydalanmış olması nedeniyle, Borçlar Kanunu’nun 192. maddesinin 1. bendi gereğince, “alıcının istihsal ettiği yararlanmanın” da satış bedelinden tenzil edilmesi gerektiğini, dolayısı ile satılanın tedbir şerhi ile birlikte, alıcının satılandan elde ettiği faydaların da, sebepsiz zenginleşme kurallarına göre hükmedilen alacaktan mahsubu gereklidir. (Bkz. 13 daireye ait 2001/12719 Esas, 2002/3023 Karar sayılı, 22.03.2002 tarihli; 1983/6286 Esas, 1983/7556 Karar sayılı, 03.11.1983 tarihli kararlar da aynı doğrultudadır.), ceza mahkemesince verilen, beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hakimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır. Ancak, hemen belirtilmelidir ki, gerek öğretide ve gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hakiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusuyla hukuk hakiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır. Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre, maddi olgunun tespitine dair ceza mahkemesi kararı hukuk hakimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı olmadığını, Bakırköy 1. Ağır Ceza mahkemesince aracın yurda yasal yollardan geldiği şeklinde hüküm kurulduğu araç üzerindeki satılamaz şerhinin zaten kaldırıldığını, buna rağmen ceza mahkemesi sonucunda verilen kararın esasa etkisi olacağı açık olmasına rağmen haksızca bekletici mesele yapılmadan aksi yönden karar verildiğini, bildirerek ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
UYUŞMAZLIK KONUSU OLAN HUSUSLAR
Uyuşmazlık; satıcının zapta karşı tekeffül hükümleri kapsamında sorumlu tutulup tutulamayacağı ve ceza yargılaması sonucunun bekletici mesele yapılıp yapılamayacağı hususuna ilişkindir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE
Dava, satıcının ayıba karşı tekeffül hükümleri kapsamında ayıplı aracın satış (fatura) değerinin iadesi istemine ilişkindir.
Taraflar arasında davaya konu… …. şasi nolu araç satışının davalı tarafından davacıya fatura değeri olan 207.349,60 TL üzerinden 06/05/2010 tarihinde A seri … sayılı fatura ile gerçekleştirildiği, bu tarihten sonra davacı şirketin aracı malik sıfatıyla kullandığı ve halen de aracın davacı zilyetliğinde olduğu konularında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Araç yönünden ve bundan başka yine aynı nitelikli birden fazla araç için yapılan soruşturma ve kaçakçılık bürosu işlemleri neticesi davalı hakkında Bakırköy 1.Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/20 esas sayılı dosyasında resmi belgede sahtecilik eşyayı, aldatıcı işlem ve davranışlarla gümrük vergileri kısmen veya tamamen ödenmeksizin ülkeye sokmak atılı eylemlerinden dava açıldığı ve dava tarihi itibariyle bu ceza davasının derdest olduğu, davaya konu edilen aracında ceza yargılamasına konu araçlardan biri olduğu anlaşılmıştır.
Öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar vardır:
6098 sayılı TBK. ’nun 207/1. maddesine göre; satıcı, satılan malı alıcının ödemek zorunda olduğu bedel karşılığında alıcıya teslim ve mülkiyeti ona devretmek borcu altına girer.
Taşınır sözleşmesinde satıcının taşınırı teslim etmek ve mülkiyeti alıcının üzerine geçirmek gibi asıl borcu yanında satılan malı saklama ve gerektiğinde taşıma masraflarını ödeme borcu gibi tali nitelikte borçları da bulunmaktadır.
Satıcının diğer bir borcu ise Borçlar Kanunun 214 ile 218. maddelerinde düzenlenen zabta karşı teminat borcudur.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 214. maddesinde zabttan sorumluluk:
“Satış sözleşmesinin kurulduğu sırada var olan bir hak dolayısıyla satılanın tamamı veya bir kısmı bir üçüncü kişi tarafından alıcının elinden alınırsa satıcı bundan dolayı alıcıya karşı sorumlu olur şeklinde tanımlanmıştır.
Satıcının bu borcu ile ilgili olarak öğretide “zabta karşı tekeffül satılan malın bir üçüncü kişinin iddia ettiği üstün bir hak yüzünden alıcının elinden alınmasından veya iddia olunan bu hak sebebi ile alıcının mülkiyet hakkını gereği gibi kullanmamasından dolayı satıcının sorumlu olmasıdır” şeklinde tanımlanmaktadır(Tandoğan H. Borçlar Hukuku- Özel Borç İlişkileri, C.1/1, 4. Bası, Ankara 1988 s.148 ).
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 683. maddesine göre ise; bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Bir zapt tehlikesinin bulunması halinde malikin, yani alıcının, bu yetkilerini kullanması engellenmiş, mülkiyet hakkı gereği gibi kullanılamamış olur. Bu nedenle satım hukukunda zapta karşı tekeffül sorumluluğunun varlığı zorunludur.
Satıcının zabta karşı tekeffül borcu satım sözleşmesinin kanun bir hükmi olması dolayısıyla kanuni bir borçtur. Satım sözleşmesinde bu hususta bir taahhüt bulunulmasının sonucu değildir. Ne var ki, taraflar bu sorumluluğu kaldıran veya daraltan sözleşme yapabilirler.
Satıcının zabta karşı tekeffül borcundan sorumlu olması için aranan koşullar; satılan malın alıcıya teslim edilmiş olması; mala el koyan üçüncü kişinin satılan üzerinde zabtı sağlayacak bir hakka sahip olması ve bu hakkın en geç sözleşmenin kurulması sırasında mevcut olması; üçüncü kişinin kısmen veya tamamen zapta girişmiş olması; TBK’nun 215 .maddesinin 1. fıkrasına göre; satılanın elinden alınması tehlikesiyle karşılaşan alıcı , kendisine karşı açılan davayı satıcıya bildirmesi ; TBK’nun 214.maddesinin 2. fıkrası uyarınca alıcının satım sözleşmesinin kurulması zamanında elinden alınma tehlikesini bilmemesi; TBK’nun 214 maddesi 3. fıkrası gereğince satım sözleşmesinin tarafları arasında zapta karşı tekeffül borcunu kaldıran veya sınırlayan bir anlaşmanın bulunmaması olarak sayılabilir.
Bu şartların bulunması halinde satıcının sorumluluğunun kapsamı satılanın kısmen veya tamamen zaptedilmiş olmasına göre değişecek ve satıcı bu zabıttan dolayı sorumlu tutulacaktır.
Satıcının ayıba karşı tekeffül borcuna gelince; bu borç 6098 sayılı Borçlar Kanunu(TBK)’nun 219 ilâ 231. maddeleri arasında düzenlenmiştir.
Anılan Kanunun “Ayıba Karşı Tekeffül”e ilişkin 219maddesinde:
“Satıcı, alıcıya karşı herhangi bir surette bildirdiği niteliklerin satılanda bulunmaması sebebiyle sorumlu olduğu gibi, nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan, kullanım amacı bakımından değerini ve alıcının ondan beklediği faydaları ortadan kaldıran veya önemli ölçüde azaltan maddi, hukuki ya da ekonomik ayıpların bulunmasından da sorumlu olur. Satıcı, bu ayıpların varlığını bilmese bile onlardan sorumludur.

hükmü yer almaktadır.
Ayıba karşı tekeffül, doktrinde; satılan şeyde satıcı tarafından zikir ve vaad edilen vasıfların bulunmamasından veya satılan şeyin değerini yahut akit gereğince ondan beklenen faydaları azaltan veya kaldıran noksanları bulunmasından satıcının sorumlu tutulması şeklinde tarif edilmektedir(Edis S. Satıcının Ayıba Karşı Tekeffül Borcu Ankara 1963, Ajans-Türk Matbaası, s. 7). Şu hale göre ayıba karşı tekeffül ya zikir ve vaad olunan vasıfların bulunmaması ya da satılanın lüzumlu vasıflarının olmaması sebebiyle gerçekleşir.
Ayıba karşı tekeffül borcu, satıcının mülkiyeti geçirme borcunun tamamlayıcısıdır. Çünkü satımda alıcının amacı, istediği maksat için kullanabileceği, yararlı bir malın mülkiyetine sahip olmaktır. Satıcı, malın değerini veya yararını azaltan eksikliklerin bulunmadığını ayrıca garanti etmese bile; bu borç kanunen mevcuttur. Bu nedenle satıcının bu borcunu kanuni bir borç olarak nitelendirmek mümkündür (Tandoğan, H., a.g.e, s.163; Yavuz, C., Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, İstanbul 1996, s.91).
Satıcı satış sözleşmesine konu taşınır malın niteliği ve kullanım amacı bakımından malın değerini ve kullanım amacını azaltan veya ortadan kaldıran mülkiyet hakkının sonucu olan tasarrufi işlemler yapmasını engelleyen bir eksikliğin bulunmamasını sağlama borcu altındadır. Satıcının bu borcunun söz konusu olabilmesi için satılanda bu çeşit eksikliklerin var olduğunu bilmesi gerekmediği gibi satılandaki bulunması gereken vasıfları ayrıca zikir ve vaad etmesine de gerek yoktur.
Ayıp sözüyle, bir şeyde bulunmaması gereken objektif bozukluklar ve eksiklikler kastolunmaktadır. Ayıp maddi şekilde olabileceği gibi hukuki veya ekonomik bir ayıp şeklinde de ortaya çıkabilecektir.
Bir eşyanın aynı cinsten normal parçalarla karşılaştırıldığında kendi değerini veya elverişliliğini kaldıran ya da azaltan her türlü kötü nitelik maddi ayıptır.
Satım sözleşmesinin yerine getirilmesi için geçirilen hakkın, objektif bir hukuk kuralından ötürü sakatlanmış bulunması, satılanın objektif bir hukuk kuralı nedeniyle öngörülen amaca hizmet edememesi ise “hukuki ayıp” olarak nitelendirilmektedir. Satılanın değerine ve ondan beklenen yarara etki eden ve objektif hukukun koyduğu bir takım sınırlama ve yasaklardan doğan eksiklikler “hukuki ayıp” olarak ifade edilebilir.
Hukuki ayıpların tayin ve tespiti maddi ayıplarda olduğu gibi kolay değildir.
Özellikle “zapt” ile “hukuki ayıp teşkil eden noksanlıklar” ın birbirinden ayrılması güçlük arz eder. Bunun başlıca nedeni taahhüt edilen hak ile ilgili olmasıdır.
Hukuki ayıp “zapt” mahiyetinde olmamakla beraber, zikir ve vaad edilmiş vasıfların yokluğunu intaç eden yahut şeyin değerine veya tahsis cihetinden beklenen faydalara tesir eden hukuk nizamında doğmuş noksanlıklardır. İşbu hukuk nizamından doğan noksanlıklar şeyin değerine veya ticarette alım satımına tahdit koyan yahut o şeyin alım ve satımını tamamen yasaklayan hükümler dolayısıyla ortaya çıkabilir(Edis S. Satıcının Ayıba Karşı Tekeffül Borcu Ankara 1963, Ajans-Türk Matbaası, s. 14).
Hukuki ayıp, satılanın mutlaka alıcının elinden alınması sonucunu doğurmaz. Bu hal satıcının zabta karşı tekeffül sorumluluğuna değil, ayıba karşı tekeffül sorumluluğuna yol açar. Kamu hukukuna dayanan bir sınırlamanın varlığı; örneğin, ithal edilen bir aracın ithalatında problem olması hukuki ayıp olarak kabul edilebilir. Ancak bu ayıbın sözleşmede yarar ve hasarın alıcıya geçmesi anında satılanda var olması, mevcut ayıbın gizli olması ve o malın değerini veya kullanım amacını ciddi surette azaltması veya kaldırması gereklidir.
Satıcının bu yükümlülüğünün ortaya çıkması için alıcının satılanı muayene etmesi ve iddia olunan ayıpları satıcıya ihbar etmesi gereklidir. Bunun aksine davranan alıcının ayıba karşı tekellüf hükümlerinden faydalanma olanağı yoktur.
Ayıba karşı tekeffül borcuna ait BK.’nun 219 ila 226. maddeleri arasında belirtilen koşullarının gerçekleşmesiyle, alıcı aynı Kanunun 227 ve devamı maddeleri kapsamında kendisine tanınan seçimlik haklarını satıcıya karşı kullanabilecektir.
Alıcı, satılan malın ayıbının bulunması halinde BK’nun 227. maddesine göre satılanı redde hazır olduğunu beyanla satış sözleşmesini fesh edebileceği gibi; satılanı alıkoyup kıymetinin noksanı karşılığında satım parasının indirilmesini de isteyebilecektir.
Diğer taraftan, anılan maddeye göre, satılanın miktarı muayyen misli şeylerden ise, alıcıya dilerse fesih veya semenin tenzilinden hiçbirini talep etmeyip; satılanın ayıpsız bir benzeriyle değiştirilmesini talep hakkı da tanınacaktır.
Satım sözleşmesinden dönme beyanı, bozucu yenilik doğuran bir hak niteliğinde olup, bir irade açıklaması olarak, satıcıya vardığı anda hükümlerini doğurur ve sözleşmeyi geçmişe etkili olarak ortadan kaldırır.
Dönme üzerine sözleşmenin geçmişe etkili olarak ortadan kalkmasının doğal bir sonucu olarak, tarafların edimlerinin karşılıklı olarak aynı anda ifası gerekir.
Dolayısıyla davacı/alıcı, elindeki aracı davalı/satıcıya fiilen teslim ve tescil şartıyla, satım bedelini alabilecektir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:
Dava konusu araç davalı firma tarafından ithal edilmiş ve 06/05/2010 tarihinde davacıya 207.349,60 YTL bedel ile satılmıştır.
Araç; davacı şirkete teslimi ve şirket adına tescilinden sonra; davacı yan yedinde iken 06/04/2017 tarihinde … tarafından gümrük vergilerinin eksik ödenmesi nedeniyle ile zaptedilmiştir.
İthalatçı firma yetkilileri hakkında, Bakırköy 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2017/20 esas sayılı dosyasında resmi evrakta sahtecilik ve teşekkül halinde kaçakçılık iddiası ile kamu davası açılmış olup; yargılama aşamasında bu davanın derdest olduğu dosya kapsamı ile belirgindir.
Ceza yargılaması sırasında, Bakırköy 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2017/20 esas sayılı dosyasında verilen teminat mukabilinde ve “satılamaz ve devredilemez” şerhi ile davacıya teslim edilmiştir.
Açıklanan tüm bu gelişmeler gözetildiğinde: davacı şirket ile davalı şirket arasında ticari satıma ve eldeki davaya konu aracın açık biçimde hukuken ayıplı olduğu, burada zapta değil ayıba karşı tekeffül hükümlerinin uygulama alanı bulacağı belirgin olup; her türlü duraksamadan uzaktır.
Bu ayıp nedeni ile davacının mülkiyet hakkının içeriğini düzenleyen 4721 sayılı TMK’nun 683. maddesinde belirtilen yetkilerine sahip olamadığı ve bunları kullanamadığı da kuşkusuzdur.
Araç her ne kadar davacıya ceza mahkemesi kararı ile teslim edilmiş ise de bu teslim, tescil kaydı üzerine “devredilemez ve satılamaz” kaydı konulması koşuluyla gerçekleşmiştir.
Davacı, kendisine satılmasından önce vukubulan bir suça konu olması nedeniyle resmi mercilerce zaptedilen aracı, zabıt tarihinden; teslim aldığı tarihine kadar olan dönemde hiç kullanamamış; bu tarihten sonra da sicil kaydındaki şerh nedeni ile dilediği gibi tasarruf etme olanağı bulamamıştır.
Dolayısıyla, davacının satın aldığı mala, kendisinin herhangi bir kusuru olmaksızın, kamu gücüyle el konulmuş; tasarruf hakkı kısıtlanmıştır.
Hal böyle olunca; satın alan davacı açısından, o maldan elde edeceği faydanın, dava konusu menkule resmi makamlarca kamu gücüne dayanılarak el konulması tarihinde ortadan kalktığının kabulü gerekir ve böylece ortaya çıkan hukuki ayıptan -satıcının ayıba karşı tekeffülüne ilişkin hükümlere göre- davalı satıcı şirket sorumludur; burada davalının hukuki ayıbın ortaya çıkmasında kusurlu olup olmaması da sonuca etkili değildir.
O halde, Bakırköy 1. Ağır Ceza mahkemesinde davaya konu aracı ithal eden firma yetkilileri hakkında açılan kamu davasında verilecek kararın- ki bu dava satıcı hakkında olsa dahi – satıcının ayıba karşı tekeffülüne dayalı eldeki davaya herhangi bir etkisi bulunmamaktadır.
Mahkemece, aynı hususlara işaretle, hukuki ayıbın varlığının ve davalı satıcının bu ayıp nedeniyle, kusurlu olup olmadığına da bakılmaksızın, sorumluluğunun kabulü ile ceza davasının sonucu beklenmeden, sonuçta; satıcının ayıba karşı tekeffülü hükümleri çerçevesinde değerlendirme yapılarak, hükme varılmış olması yerindedir. Mahkeme kararında usul ve esas yönünden hukuka aykırılık olmadığından davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nin 353/1.b.1. maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir.

HÜKÜM :Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-b.1.maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 14.164,05TL istinaf karar ve ilam harcından, peşin alınan 3.541,01TL harcın mahsubu ile bakiye 10.623,04 TL harcın istinaf eden davalıdan alınarak Hazineye irat kaydına,
3-İstinaf eden tarafından yapılan istinaf posta giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
4-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından karşı taraf lehine vekalet ücretine hükmedilmesine yer olmadığına,
5-HMK’nin 333.maddesi gereğince gider avansından kalanının karar kesinleştiğinde yatırana iadesine,
6-Kararın tebliğinin Dairemizce yapılmasına,
HMK’nin 353/1-b-1 maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda 361/1. maddesi gereğince kararın tebliği tarihinden itibaren 2 haftalık süre içerisinde kararı veren Bölge Adliye Mahkemesi ya da buraya gönderilmek üzere temyiz edenin bulunduğu yer Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi veya İlk Derece Mahkemesine verilecek dilekçe ile Yargıtay temyiz yasa yolu açık olmak üzere, 21/03/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

….

NOT: BU BELGE ELEKTRONİK İMZA İLE İMZALANMIŞ OLUP, AYRICA FİZİKİ OLARAK İMZALANMAYACAKTIR.
“5070 sayılı Kanun m. 5 ve 6098 sayılı TBK m. 15. uyarınca elektronik imza ile oluşturulan belgeler elle atılan fiziki imza ile aynı sonucu doğurur.”