Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesi 2019/1806 E. 2022/994 K. 05.07.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ BAM 22. HUKUK DAİRESİ ….

T.C.
A N K A R A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ
22. H U K U K D A İ R E S İ

…. ESAS HAKKINDA KARAR VERİLMESİ)

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
……
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ANKARA 14. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 13/11/2017
ESAS NO ……
DAVANIN KONUSU : Tazminat
KARAR TARİHİ : 05/07/2022
YAZILDIĞI TARİH : 18/07/2022

Taraflar arasında yukarıda bilgileri belirtilen kararın Dairemizce incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 352. maddesi uyarınca, yapılan ön inceleme sonucu, istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği ve eksiklik bulunmadığı anlaşıldığından inceleme aşamasına geçilmiştir. İncelemenin dosya üzerinde yapılmasına karar verildi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ
İDDİANIN ÖZETİ
Davacı vekili; davalılardan … …Ltd Şti’nin 06/04/2015 tarihli ihale ile … … yapım işini üstlendiğini, diğer davalılar ……. yapım işini 14/05/2014 tarihli ihalle ile üstlendiğini, Davalı şirketler arasında yapım işinin görülmesi için adi ortaklık kurulduğunu, müvekkil şirketten … bölümü yapım işi yapan ….. Sistemi satın aldığını, malların karşılığında da; müvekkiline 116.000,00 TL bedelli keşidecisi davalı … olan çekin verildiğini, müvekkilinin 2015 yılında klima ve havalandırmayı gıda mühendisliğine monte ettiğini, Ödeme için çeki bankaya ibraz ettiğinde, …’in borca batık olduğunu öğrendiğini, çeke dayalı davalı … hakkında icra takibinde bulunduğunu, ancak alacağın tahsil edilemediğini, müvekkili tarafından yapılan araştırmada davalı şirketlerin ticari ilişkilerinde aktif arttırımını sağlayacak, hak edişlerini şirket üzerinden, pasif yükü altına sokacak borçlanmaları ise davalı keşideci … üzerinden yaptıklarının ortaya çıktığını, davalı şirketler ile davalı … arasında organik bağ bulunduğunu, davalıların bu yolla borçtan kurtulmayı amaçladığını, davalı şirket ortakları ve temsilcileri arasında organik bağ olup bu ilişkinin akrabalık ilişkisine dayandığını, davalıların danışıklı işlemleri nedeniyle borçta sorumlu olduğunu, zira …’in …… Ltd Şti’nin kurucu ortağı olduğunu, diğer kurucu ortağın ise …-… Adi Ortaklığının yetkilisi … … olduğu, …’in 2013 yılında hissesini dava dışı …’a devrederek ortaklıktan ayrıldığını, sonrasında şirket hisselerinin devrediliğini, kuvetle muhtemel devralanlarında … ile bağlantılarının bulunduğunu, …… Ltd Şti yönünden ise şirketin ortaklarının ….. isimli şahıslar iken sonrasında hisselerinin tamamını alan …’ın şirketin tek sahibi olduğunu, her iki şirketin son ortakları arasında akrabalık ilişkisinin bulunduğunu, şirketler arasında geçmişten gelen muvaazalı ilişkiler bulunduğunu, nitekim daha önce … ve … Ltd Ştinin birlikte ihalelerde teklif vermesinin de bu bağı ortaya koyduğunu, müvekkili şirketten alınan klima ve havalandırma sistemlerinin takıldığı … Fakültesinin yapım işini alan davalı … LTD Şti’nin ortaklarının ise … ve … olduğunu, …’ın şirketteki hisselerinin bir kısmını 26/06/2007 tarihinde …’e devrettiğini, Daha sonra …’in hisselerini …’a devrederek ortaklıktan çıktığını, 3 şirketinin de ortaklarının akraba olduklarını, davalıların danışıklı hareketleri ile müvekkilinin alacağını tahsil edemediğini belirterek davanın kabulü ile müvekkili şirketin zararı hesaplanarak, davalı şirketlerin tüzel kişilik perdelerinin aralanması suretiyle Ankara 13.icra Müdürlüğünün 2016/7184 sayılı dosyası ile tekerrür oluşturmamak kaydıyla tüm davalılardan avans faizi ile tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davacı davasını kısmi dava olarak açarak harca esas değeri 10.000,00 TL göstermiştir.
SAVUNMANIN ÖZETİ
Davalı …… Ltd Şti vekili ; müvekkili ile davalı … arasında eski tarihlerde ticari ilişki olmuş ise de, bu durumun tüzel kişilik perdesinin aralanmasını gerektirecek bir husus olmadığını, davalı …’in şirket hisselerini şimdiki ortağa yaklaşık 9 yıl önce devrettiğini, bu durumun mahkemece nazara alınması gerektiğini, bildirerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalı … … vekili ; davanın hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, davacının yapmış olduğu ticaret ile müvekkilinin ilgisinin bulunmadığını, zira alınan çekinde müvekkiline ait olmadığını, bildirerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalı …; davaya konu … Yerleşkesindeki Klima ve Havalandırmaları kendisinin tedarik ederek ticaret yapmaya çalıştığını, Çeki de satın aldığı ürünler karşılığında verdiğini, faturasını da aldığını, ancak firmasının ticari sıkıntılara düşmesi üzerine çek bedelini ödeyemediğini, ödeme imkanının da olmadığını, firmasının da hali hazırda borca batık durumda olduğunu, bildirerek davanın reddini istemiştir.
Davalı … Ltd Şti davaya cevap vermemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ
Mahkemece; davacının, …. … fakültesinin yapım işi kapsamında davalıların mekanik taşeronluğunu üstlenen … aracılığıyla klima ve havalandırma sistemleri sattığı, borca karşılık çek veren …’in borca batık olduğu, diğer şirketler ile organik bağı olduğu, diğer şirketlerin bir takım ihalelerde adi ortaklık kurduğuna dayandırarak ispatlamaya çalıştığı ancak bir kişinin birden fazla şirkete ortak olmasında yasal bir engel olmadığı gibi, ortaklık yapısı nedeniyle aralarında bağ kurulan şirketlerin birlikte bir takım ihalelere girmiş olmasının da, yasal olarak mümkün olduğu, söz konusu tespitler sermayeleri ile sınırlı sorumlu olan şirketleri, perdenin aralanması suretiyle sorumlu hale getirmeyeceği, şirketlerin bir takım ihalelerde adi ortaklı olarak hareket etmesinin ortaklık yapılarının aynı olmasının şirketler arasında fiili birleşmenin olduğu şeklinde değerlendirme için yeterli olmadığı, Kaldı ki davacının iddialarının gerçek şahıs olan davalı borçludan alacaklının şirketlerin sorumlu olması gerektiğine dayalı olup teknik manada perdenin aralanması suretiyle sorumluluğundan da söz edilemeyeceği, davacı tarafından, davalı …’in perdenin aralanması suretiyle sorumluluğuna hükmedilmesi talep edilmiş ise de, davalının söz konusu borçtan verdiği çek nedeniyle sorumluluğu olmasına göre davalı hakkında dava açılmasında hukuki yarar bulunmadığı, davacının alacaklı olduğu kişinin çek kapsamında …, temel alacak kapsamında dava dışı … olmasına göre asıl borçlunun gerçek kişi olması halinde tüzel kişilerde uygulanması gereken perdenin aralanmasına ilişkin içtihatlarında da uygulanması ihtimali bulunmadığı gerekçesiyle diğer davalılar yönünden de davanın reddine karar verilmiş hükme karşı davacı vekilince istinaf yasa yoluna başvurulmuştur.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davacı vekili; iddialarının ayrıntılı olarak araştırılması bu amaçla alanında uzman kişilerden oluşan üç kişilik bilirkişi heyeti vasıtasıyla inceleme yapılması sonuca göre karar verilmesi gerekirken davanın eksik inceleme ve araştırma sonucu reddine karar verildiğini, davalı şirketlerin tüzel kişilikleri nedeni ile borçtan sorumlu olmadığının düşünülmesi hak ve nesafet ilkeleriyle bağdaşmadığını, aralarında organik bağ bulunan kişilerden birinin borçlandırılmak suretiyle diğerlerine karşılıksız ve haksız kazanç sağlanamayacağını, davalı şirketlerin tüzel kişilik perdelerinin kaldırılması suretiyle diğer davalı borçlu … ile birlikte borçtan sorumlu olduklarının kabulü gerektiğini belirterek ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
UYUŞMAZLIK KONUSU OLAN HUSUSLAR
Uyuşmazlık; davalı şirketler arasında organik bağ bulunup bulunmadığı ve tüzel kişilik perdesinin aralanması koşullarının oluşup oluşmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalı asıl borçlu ile birlikte davalı şirketlerin asıl borçlu diğer davalı gerçek kişinin borcundan sorumlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE
Dava, alacağın varlığının tespiti ve tüzel kişilik perdesinin ters olarak kaldırılması suretiyle tahsili istemine ilişkindir.
İnceleme, 6100 sayılı HMK’nin 355.maddesi uyarınca istinaf dilekçesinde ileri sürülen sebeplerle sınırlı, ancak kamu düzenine ilişkin nedenler resen göz önünde tutularak yapılmıştır.
Davacı vekili; dava dışı …’a sattığı ve davalı … …… Ltd Şti’nin yapımı üstlendiği Klima ve Havalandırmaların montajının, davalı … ……Ltd.Ş. tarafından yapılan … Yapıldığı halde, kendisine iş karşılığı … Tarafından verilen çekin karşılıksız çıktığı, … ve davalılar arasında organik bağ bulunduğu, davalıların birlikte hareket ile müvekkilinin zararına sebebiyet verdiklerini, perdenin aralanması yolu ile davalılarında borçtan sorumlu olduğunun tespiti ile alacağının tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Taraflar arasında alacağa konu çekin klima ve havalandırma satım ve montajı karşılığında verildiği, montajın davalı … …Ltd.Ş. tarafından üstlenilen inşaat alanına yapıldığına ilişkin uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Genel anlamıyla borç; bir kişinin, diğerine karşı bir edimi yerine getirme, bir şey verme, bir şey yapma veya yapmama yükümlülüğü altına sokan hukuki bağ anlamına gelmektedir. Borçlunun sorumluluğu ilkesi gereğince; bir edimi yerine getirmekle yükümlü olan borçlu borcunu ifa etmediği takdirde, alacaklı, Devlet zoruyla alacağını veya alacağının yerine geçecek olan bir miktar parayı elde edebilecektir. Borç ilişkisi ise daha geniş bir anlam olan; taraflar arasındaki çeşitli borçların kaynağını oluşturan hukuki ilişkiyi ifade etmektedir (Oğuzman, M.K./Öz, M.T.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2018, s. 3 vd.; Reisoğlu, S: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2004, s. 33 vd.; Eren, F: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2018, s. 21vd.).
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “dürüst davranma” başlıklı 2. maddesine göre; herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır ve bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Aynı Kanun’un “iyiniyet” başlığını taşıyan 3. maddesinde; Kanun’un iyiniyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, aslolanın iyiniyetin varlığı olduğu belirtilmiş; ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimsenin iyiniyet iddiasında bulunamayacağı da açıkça vurgulanmıştır. TMK’nın 5. maddesinde ise; TMK ve Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) genel nitelikli hükümlerinin, uygun düştüğü ölçüde tüm özel hukuk ilişkilerine uygulanacağı kuralı getirilmiştir.
Borçlar hukuku ile ticaret hukuku ve TMK arasındaki ilişki uyuşmazlığın meydana geldiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan ve somut olaya uygulanması gereken aynı kural, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6102 sayılı TTK) “ticari hükümler” başlıklı yer almıştır: Madde aynen;
“(1) Türk Ticaret Kanunu, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun ayrılmaz bir parçasıdır. Bu Kanundaki hükümlerle, bir ticari işletmeyi ilgilendiren işlem ve fiillere ilişkin diğer kanunlarda yazılı özel hükümler, ticari hükümlerdir. (2) Mahkeme, hakkında ticari bir hüküm bulunmayan ticari işlerde, ticari örf ve âdete, bu da yoksa genel hükümlere göre karar verir.” şeklindedir.
Hukukumuzda kişiler; gerçek kişiler ve tüzel kişiler olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuştur. Başlı başına bir varlığı olmak üzere örgütlenmiş kişi toplulukları ve belli bir amaca özgülenmiş olan bağımsız mal toplulukları kendileri ile ilgili özel hükümler uyarınca tüzel kişilik kazanırlar. Amacı hukuka veya ahlâka aykırı olan kişi ve mal toplulukları ise tüzel kişilik kazanamaz (TMK m. 47). Tüzel kişiler, cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildirler (TMK m. 48) ve kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehliyetini kazanırlar (TMK m 49).
Türk hukuku ticaret ortaklıklarında sınırlı sayı ilkesini kabul etmiştir. Ticaret şirketleri tüzel kişiliğe haiz olup kanuni istisnalar haricinde TMK’nın 48. maddesi çerçevesinde bütün haklardan yararlanabilir ve borçları üstlenebilirler 6102 sayılı TTK m. 125. Ticaret ortaklıkları tüzel kişiliğe sahip olduklarına göre, istisnalar hariç olmak üzere ortaklık malvarlığının sahibi, aktif ve pasif malvarlığına sahip olan kişi tüzel kişidir (Poroy, R/ Tekinalp, Ü/Çamoğlu, E: Ortaklıklar Hukuku I, İstanbul, 2019, s.105).
Tüzel kişinin iradesi, organları aracılığıyla açıklanır. Organlar, hukukî işlemleri ve diğer bütün fiilleriyle tüzel kişiyi borç altına sokar ve kusurlarından dolayı ayrıca kişisel olarak sorumludurlar (TMKm. 50).
TMK’nın 50. maddesinde kullanılan organ kavramının özel hukuk tüzel kişileri için ne şekilde uygulanacağı ise yine 6102 sayılı TTK’nın 1 ve 126. Maddeleri hüküm altına alınmıştır. 6102 sayılı TTK’nın 126. maddesinde“Her şirket türüne özgü hükümler saklı kalmak şartıyla, Türk Medenî Kanununun tüzel kişilere ilişkin genel hükümleri ile bu Kısımda hüküm bulunmayan hususlarda Türk Borçlar Kanununun adi şirkete dair hükümleri her şirket türünün niteliğine uygun olduğu oranda, ticaret şirketleri hakkında da uygulanır.” kuralına yer verilmiştir.
O hâlde tüzel kişiliğin söz konusu olabilmesi için, oluşturulacak kişiliğin kendine özgü bir malvarlığı olmalı ve bu malvarlığı bir amaç içinde ve bağımsız olarak ortaya konmalıdır. Onu oluşturan ve koyan üyelerin, ortaklarının malvarlığından da bağımsız olması gerektiğini belirten bu temel prensibe “malvarlığının bağımsızlığı” veya “mal ayrılığı” prensibi denilmektedir [Antalya, G: Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması Teorisi, Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu (Editör: Ulusoy, E: T Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Sempozyum Kitabı, İstanbul, 2008, s.143 vd.)]. Ayrılık ilkesi gereği tüzel kişilik; tüzel kişiliği meydana getirenler ile üçüncü kişiler arasına sanki bir perde olarak çekilmektedir. Üçüncü kişiler muhatap oldukları tüzel kişilik bir perde olarak kullanıldığında, perdenin arkasındaki üye ya da ortaklara ulaşamamaktadır [Ulusoy, E.: Şirketler ve Bankacılık Hukukunda Kapsama Alma ve Sorumlu Kılma Amacıyla Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması, Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu (Editör: Ulusoy, E: T Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Sempozyum Kitabı, İstanbul, 2008, s. 352 vd). Ancak tüzel kişi ile üyeleri arasındaki bu ayrılık prensibinin mutlak olarak her durum ve koşulda uygulanması bazı haksız durumların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Hukuk kuralları dolanılmak suretiyle kanuna karşı hile yapılması, ayrı tüzel kişilik kavramına sığınarak onun ardında yer alan gerçek kişilerin taraf oldukları sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini ihlal etmeleri ya da üçüncü kişilere zarar vermeleri, sonra da tüzel kişilik kavramının ardına gizlenilmesi dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı ilkelerine açıkça aykırı olup hukuk düzenince de korunamaz. Bu gibi durumda tüzel kişilik perdesi aralanmalı ve perdenin ardında yer alanlar gerektiğinde sorumlu tutulmalıdır [Sağlam, İ: Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanmasına Genel Bir BakışTüzel Kişilik Perdesinin Aralanması I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu ( Editör: Ulusoy, E: T Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Sempozyum Kitabı, İstanbul, 2008, s. 154 vd.)].
Eş söyleyişle tüzel kişiye hukuk hayatında ayrı bir hukuki varlık tanınması ve sermaye şirketlerinde ortakların sınırlı sorumlu olması gibi sonuçlar, ancak TMK 2. madde çerçevesinde kurallara uygun hareket edilmesi ve tüzel kişiliğin ortakları veya yöneticileri tarafından kötüye kullanılmaması hâlinde söz konusu olabilir. “İyiniyet kurallarına riayet edilmemesi, tüzel kişiliğin kötüye kullanılması (abus de la personnalite morale) hâllerinde tüzel kişilik perdesinin kaldırılması veya delinmesi (liftingpiercing of theveil) veya yok sayılması (disregard of thecorporateent-tiy) ve tüzel kişilik perdesinin arkasındaki gerçek duruma göre bir sonuca varılması gerekmektedir. Özel hukuk alanında çok geniş bir uygulaması olan tüzel kişiliğin yok sayılması, bu topluluklara yasalarla kişilik tanımanın amaçlarıyla ters düşen uygulamalar dolayısıyla ortaya çıkmıştır (Battal, A.:Bir Alan Araştırması Işığında Sermaye Şirketlerinin Sorumluluğu Konusundaki Hukuki Bilgi Eksikliğinin Olumsuz Sonuçları Ve Perdenin Kaldırılması Teorisi Yardımıyla Giderilmesi, Yargıtay Dergisi, Ekim 1998, C24, s 659 vd.).
Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması, bazı şartların varlığı hâlinde, tüzel kişilik dikkate alınmadan, mevcut kişiliğin arkasına saklanan kimsenin borçtan sorumlu tutulması veya çiğnediği yasağın sonuçlarına katlanmasıdır. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasından, tüzel kişinin kişiliğine ve mal varlığına ilişkin ayrılık ilkesinin uygulanmaması ve onun hukuki bağımsızlığının bir nevi dikkate alınmayıp onun bertaraf edilmesini anlayabiliriz. Bu kavram hukukumuzda ve yabancı hukuklarda düzenlenmemiş olup; mahkemeler hukuku (caselaw) ve öğreti ile özellikle de bankacılık sektörü ve sermaye piyasasındaki yolsuzlukların önlenmesi gayesiyle ortaya çıkmıştır. Türk Hukukuna ise ilk defa 1963 yılında giren tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisi öğretide kimi zaman tülün kaldırılması, tüzel kişilik perdesinin aralanması, örtünün delinmesi ya da ışıldak gibi değişik terimlerle ifade edilmiştir (Antalya –s. 152; Poroy/ Tekinalp/Çamoğlu-s.106; Çamoğlu, E.: Ticaret Ortaklıkları Bakımından Perdenin Kaldırılması Kuramı ve Yargıtay Uygulaması, BATİDER, C.32, S.2, Haziran 2016; Memiş, T./ Öztek, S: Şirketler Hukuku ve İcra İflas Hukuku İlkeleri Karşısında Borçlu Şirketin Alacaklılarının Hakim Ortağa Karşı Korunması (Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu (Editör: Ulusoy, E: T Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Sempozyum Kitabı, İstanbul, 2008, s. 197 vd.) Akıncı, Ş: Alacaklılardan Mal Kaçırmak İçin Kurulan Yeni Şirkete Müracaat İmkânı Bakımından; Muvazaa, Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması ile Organik Bağ Kavramlarının Elverişliliği ve Yargıtay Uygulamaları, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.27, S.3, 2019, s.652 vd.; Yüksel, K.: Şirketler Hukukunda Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması Örtünün Aralanması, Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu (Editör: Ulusoy, E: T Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Sempozyum Kitabı), İstanbul,2008,263 vd. ).
Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması kuralı yalnızca ticaret hukukunda değil iş hukuku, vergi hukuku, icra ve iflas hukuku ve diğer hukuk dallarında da uygulama alanı bulmuş; hatta 6183 sayılı Kanun, Çek Kanunu, Grev ve Lokavt Kanunu gibi kanunlarda kamu yararı gibi özel menfaatlerin korunması amacı güdülerek gerektiğinde bu teorinin uygulanması ve sorumluluğa karar verilebilmesi için birtakım düzenlemeler yapılmıştır. Elbette, kanundan kaynaklanan bu gibi durumlarda tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasını tartışmaya gerek bulunmamaktadır. Yine muvazaa, kanuna karşı hile gibi durumlarda ise bazen perdenin kaldırılması teorisi uygulanmadan da sorumluluğa hükmedilebilmektedir.
Yargıtay içtihatlarında benimsenerek öğretide de vurgulandığı gibi; malvarlığının bağımsızlığı ve sınırlı sorumluluk ilkelerinin istisnası olan tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisi ancak istisnai ve sınırlı durumlarda titizlikle uygulanması gereken bir teoridir. Bu kurala ihtiyatlı bir biçimde yaklaşılmalı; istisnai bir kural olduğundan mümkün olduğunca dar yorumlanmalı ve bu teorinin uygulanmasına ancak tüzel kişilik kavramının arkasına saklanılarak dürüstlük kuralına aykırı davranıldığı, kendisine tanınan hakkın kötüye kullanılarak üçüncü kişilerin zarara uğratıldığı, zarara yol açan tüzel kişinin sorumluluğuna hükmedebilmek için ise başka bir yasal nedene dayanılmasının mümkün olmadığı durumlarda başvurulmalıdır. Aksi hâlde tüzel kişilere tanınmış olan mal ayrılığı güvencesinin zedenlemesi durumuyla karşı karşıya kalınılabilir. Belirtmekte yarar vardır ki, mahkeme kararıyla kaldırılmasına hükmedilen şey tüzel kişilik değil, tüzel kişiliğin perdesidir (Akıncı, s. 661; Çamoğlu, s. 12; Antalya, s.152; Tekinalp, G./Tekinalp, Ü.: Perdeyi Kaldırma Teorisi, …’a Armağan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1995, s.395 vd.; Poroy/ Tekinalp/ Çamoğlu s. 107 vd.).
Tüzel kişi ile ortaklarının faaliyet alanlarının ve malvarlıklarının iç içe geçmesi birbirine karışması, bir şirketin ticari defterlerinin ya da ticari sır kabul edilen belgelerinin diğer şirkete ait iş yerinde bulunması, ikisinde de aynı ticari defterlerin kullanılması ve ortak hesap yapılması (tek merkezden idare edilmesi), ortaklığın faaliyet konusunu sürdürebilmesi için yeterli sermayesi bulunmadığı hâlde alacaklıları ya da üçüncü kişileri zarara uğratmak niyetiyle bilinçli olarak faaliyet göstermeye devam edilmesi, şirket ortaklarının kendi kişisel malvarlıkları ile şirketin malvarlığı özdeş-tekmiş gibi hareket etmeleri, şirketlerin ya da ortağın üçüncü kişileri aldatacak şekilde kendi kişilikleri ile tüzel kişiliğin aynı olduğu izlenimini vermeleri, bu kapsamda birbirlerinin tanıtımlarını yapmaları, aynı tüzel kişilikmiş gibi anlaşılacak benzer isimleri ve logoları kullanmaları, yani dışarıya karşı tek bir tüzel kişilikmiş gibi intiba yaratmaları, şirketlerin aynı konuda faaliyet göstermeleri ve (tek başına bu hususa dayanılmamak koşuluyla) hâkim ortaklarının ya da yöneticilerinin aynı kişiler olması, tüzel kişilik kavramının arkasına sığınılacak şekilde art niyetli davranışlarla zararlandırıcı faaliyetlerde bulunulması, işlemlerin diğer tarafınca sözleşmelerin kiminle yapıldığı dahi anlaşılamayacak şekilde karışıklığa yol açılması, şirketin kendi çıkarları gözetilmeksizin yürütülmesi veya yalnızca ve bilinçli olarak açıkça hâkim ortak korunacak şekilde diğerleri zarara uğrayacak şekilde işlemler yapılması hâlleri gösterilebilir.
Öğretide tüzel kişilik perdesinin; düz perdeyi kaldırarak sorumlu kılma, ters yönden perdeyi kaldırarak sorumlu kılma, borçlunun perdenin kaldırılmasını talep etmesi, çapraz olarak perdeyi kaldırma olarak tabir edilen dört farklı biçimde ortaya çıkabileceği belirtilmiştir. İlkinde doğrudan perde kaldırılarak arkadaki kişi ya da ana ortaklık sorumlu tutulmaktadır. İkincisinde ise; ana ortaklığın borcu ya da yükümlülüğü için yavru ortağın ya da pay sahibinin sorumlu tutulması anlaşılmaktadır. Öğretide şüphe ile yaklaşılması gerektiği belirtilen üçüncü türde ise borçlu ya da yükümlü kişi perdenin arkasına sığınmak yerine bizzat kendisi perdenin kaldırılmasını talep etmektedir.
Tüzel kişi ile ortakların alanlarının, organizasyon ve malvarlıklarının birbirine karışması, ortağın kendi fiil ve işlemleriyle üçüncü kişilere karşı sanki tüzel kişilik ile kendisi arasında bir ayrım yokmuşçasına işlemler yapması ya da ortağın kendi malvarlığı ile şirketin malvarlığı birmiş gibi davranması, yetersiz sermaye ile faaliyete devam edilmesi özellikle şirket tüzel kişiliğinin bilinçli (kötü niyetli) olarak üçüncü kişileri zarara uğratması hâllerinde perdenin aralanması gerektiğinden bahsedilmiş idi. Tüzel kişilik perdesinin çapraz olarak kaldırılması genellikle kardeş şirketler arasında söz konusu olduğundan, esas (ana) şirket ile bağlı şirket ve ortaklar arasındaki karmaşık ilişkiler zinciri net bir şekilde ortaya konulmalıdır.
Bu noktada bu şirketlerin ekonomik anlamda bağımsız şirket vasfında olup olmadığının araştırılması büyük önem taşımaktadır. Çünkü kardeş şirketler arasında perdenin kaldırılması teorisine başvurabilmek için tek bir iktisadi işletmenin yürütüldüğü farklı faaliyetler için birbirinden bağımsız tüzel kişiliklerin kurulmuş olması gerekmektedir. Hukuken iki farklı tüzel kişilik gibi görünen şirketler aslında özdeştir, alacaklılardan mal kaçırmak ya da sorumluluktan kurtulmak amacıyla kötü niyetli olarak iki farklı tüzel kişilik gibi kurulmuş iseler de bunların üretim, pazarlama ve ihracat faaliyetleri birbirini tamamlayıcı nitelikte olup, şirketler aslında tek ve aynı iktisadi işletmeye vücut vermektedir (Öztek/Memiş, s:209).
Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinde çoğu zaman perdenin tarafları arasındaki güçlü organik bağa ve yapılan muvazaalı işlemlere rastlanılmaktadır. Bu kavramlar bazen aynı olayda karşımıza çıkabilir; ancak sadece birinin oluşması diğerini engellemeyecektir. Bir hukuki işlemin her iki tarafının da irade ile beyanı arasında bilerek uygunsuzluk yaratması durumu muvazaanın şartları her olayda gerçekleşmeyebilir. Sorumluluğun genişletilebilmesi için yine içtihatlarla geliştirilmiş olan organik bağ kavramının da tartışılması gerekmektedir. Zira, organik bağ kavramı da kaynağı TMK’nın 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağından almaktadır. Organik bağ, iki tüzel kişi (veya bunların ortakları arasındaki ilişki) olarak nitelendirilebilir. Organik bağ, perdenin saklanmasına göre daha geniş bir anlamı ifade eder; bu bağın varlığı tanıkla bile ispat edilebilir. Organik bağ, tek başına tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasını sağlayacak güçte değildir. Şirketlerin kuruluş tarihlerinin aynı olması, hissedarların aynı soyadını taşımaları organik bağın varlığını göstermez. Şirketlerin aynı kişi tarafından yönetilmesi, aynı ortaklara sahip olması ya da benzer iş kolunda faaliyet göstermeleri somut olayın niteliğine göre başka delillerle desteklendiğinde organik bağın varlığı için yeterli ise de; bu husus tek başına tüzel kişilik perdesinin kaldırılması için yeterli değildir. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması ve alacağın perdenin arkasındakinden de istenebilmesi için sırf alacaklıdan mal kaçırmak ve onu zarara uğratmak amacıyla kötü niyetli işlemler yapıldığının da somut verilerle ispatlanması gerekmektedir. Organik bağ şirketlerin adreslerinin, faaliyet alanlarının, ortaklarının veya temsilcilerinin aynı olmasından ve aradaki hukuki ilişkiden tespit edilebilir. Tüzel kişiliğin kaldırılmasında her iki şirketin faaliyet alanı, ortaklık yapısı, ortakları gibi konularda öyle büyük ve derin bir kesişme vardır ki; bu şirketlerle iş yapan kişiler nezdinde tek bir şirketle iş yapılıyor algısı oluşmaktadır. Örneğin; üçüncü kişiler nezdinde uyandırılan bu algı neticesinde, ticaret yaparken güçlü bir yapıya sahip görüntüsü oluşturularak, şirketlerden birinin borca batırılması ya da içinin boşaltılıp iş alanının diğerine kaydırılması işlemleri tipik bir hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilebilir.
Somut olay bakımından yukarıdaki açıklamalar dikkate alındığında tüzel kişilik perdesinin ters olarak kaldırılması koşullarının oluştuğu iddiasıyla açılan davada davacı yan davalı şirketlerin yapımını üstlendiği inşaat alanına dava dışı taşeron aracılığıyla klima ve havalandırma sistemleri satıp teslim ettiğini, davalılardan … ‘in de çek keşide ederek verdiğini, çekin icra takibine konu edildiğinde anılan kişinin borca batık olduğunun çekin tahsil kabiliyetinin bulunmadığının tespitiyle davalı şirketlerin aktifini artıracak işlemleri kendi adına, pasif yük altına sokacak borçlandırıcı işlemleri de yine anılan davalı şirketler aracılığıyla gerçekleştirildiği iddia edilmiş ise de anılan davalının halen davalı şirketlerde ortaklık ilişkisinin bulunduğu iddia edilmemiştir.
Borç doğurucu işlem tarihinden önce ortaklık ilişkisinin bulunduğu hisse devir işlemlerinin gerçekleştirildiği, davaya konu malın satıldığı tarih itibariyle davalı çek keşidecisinin davalı şirketlerle ortaklık ilişkisi bulunmadığı, organik bağı bulunduğu akrabalık ilişkisinin bulunduğu borçlulardan kurtulmak amacı ile kendi adına hareket ederek borçların tasfiyesini imkansız kılma gayretinde olduğu iddia edilmiş ancak davalı şirketlerin ortaklık yapısı davalı keşidecinin davalı şirketlerde borçlandırıcı işlemin yapıldığı tarih itibariyle ortak olduğu iddia edilmemiştir. “Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması Teorisi”nin belirli ve sınırlı durumlarda sakınılarak kullanılması gereken bir yol olduğu ve somut uyuşmazlık bakımından davalı gerçek kişi ile davalı şirketlerin zaman zaman müşterek iş yapması aynı sektörde faaliyetine devam etmesi, asıl borçlunun borçlarını ödeyemez durumda olması nedeniyle akrabalık ve geçmişte ortaklık ilişkisi bulunan davalı şirketlerin asıl borçlu ile arasında ilişki bulunmasının tüzel kişilik perdesinin ters olarak aralanması koşullarının oluştuğundan bahsedilemez.
Davacı yanın iddiaları yukarıda açıklanan tüzel kişilik perdesinin kaldırılması hallerinden hiç birisine uymadığı anlaşılmaktadır. Davacı satıcıya davalı çek keşidecisi ile sözleşmenin tarafı olmayan davalı şirketlerin birlikte güven vermesi nedeniyle sözleşmenin kurulduğu da iddia edilmediğine sözleşmenin asıl tarafının dava dışı taşeron … ile kurulduğu mal bedeline karşılık da davalı … ‘in çek keşide ettiği, artık hukuki bakımdan mevcut olan duruma göre davalı şirketlerin farklı tüzel kişiliklere sahip olduğu yolundaki savunmaların hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunun değerlendirilemeyeceği, bu itibarla asıl borçlu davalının davacı şirkete olan borcundan dolayı diğer davalı şirketlerin sorumlu tutulamayacağı anlaşılmakla sonuç olarak davacı vekilinin diğer istinaf sebeplerinin reddi ile istinaf isteminin mahkemenin gerekçesine yönelik olarak kabulüne, HMK’nın 353/1-b-2.maddesine göre, yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığından, mahkemenin gerekçesi yönünden hata edildiğinden “gerekçe düzeltilerek ve değiştirilerek yeniden esas hakkında” karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM :Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KISMEN KABULÜ ile;
2-Ankara 14. Asliye Ticaret Mahkemesi 2016/725 Esas, 2017/770 Karar ve 13/11/2017 Tarihli kararının HMK 353/1-b-2 maddesi gereğince DÜZELTİLEREK YENİDEN ESAS HAKKINDA KARAR VERİLMESİNE,
3-a-Davanın REDDİNE,
b-Harçlar Kanunu gereğince alınması gerekli 31,40 TL maktu karar ve ilam harcının, peşin alınan 170,78 TL den mahsubu ile fazladan alınan 139,38 TL nin isteği halinde davacıya iadesine,
c- Davalılar … … …. kendisini vekille temsil ettirdiğinden hüküm tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre red edilen miktar üzerinden hesap edilip takdir edilen 1980,00- TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine,
d-Davacı tarafından yapılan yargılma giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,
e-HMK’nun 333 ve GAT’nin 5. Maddesi gereğince Kullanılmayan gider avansının kalan kısmının hüküm kesinleştiğinde yatırana iadesine,
İstinaf aşamasında yapılan harç masraf yönünden
4-İstinaf kanun yoluna başvuran davacı tarafından yatırılan istinaf karar harcının talep halinde ve karar kesinleştiğinde yatırana yana iadesine,
5-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından, karşı taraf lehine vekalet ücretine hükmedilmesine yer olmadığına,
6-Davacı tarafından yapılan istinaf yargılama giderinin kendi üzerinde bırakılmasına, HMK’nun 333.maddesi gereğince gider avansından kalanının karar kesinleştiğinde yatırana iadesine,
7-Kararın tebliğinin ilk derece mahkemesince yapılmasına,
HMK’nin 353/1-b-2.maddesi uyarınca yapılan inceleme sonucunda HMK’nin 362/1-a maddesi gereğince kesin olmak üzere,05/07/2022 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
……

NOT: BU BELGE ELEKTRONİK İMZA İLE İMZALANMIŞ OLUP, AYRICA FİZİKİ OLARAK İMZALANMAYACAKTIR.
“5070 sayılı Kanun m. 5 ve 6098 sayılı TBK m. 15. uyarınca elektronik imza ile oluşturulan belgeler elle atılan fiziki imza ile aynı sonucu doğurur.”