Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi 2023/587 E. 2023/647 K. 03.05.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21.Hukuk Dairesi 2023/587 Esas 2023/647 Karar
T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
21.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2023/587
KARAR NO : 2023/647

TÜRK MİLLETİ ADINA
KARAR

İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ : ANKARA 9. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 14/11/2022
NUMARASI : 2017/758 Esas 2022/703 Karar
DAVACILAR :
VEKİLLERİ :
DAVALILAR :
VEKİLİ
DAVA : Muris Muvaazası Nedeni İle Şirket Ve Kooperatif Pay Devirlerinin İptali Ve Davacılar Adına Tescili
DAVA TARİHİ : 08/11/2017
KARAR TARİHİ : 03/05/2023
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 03/05/2023

Taraflar arasındaki muris muvazaası nedeniyle şirket ve kooperatif hisselerinin iptali ve tescili istemine ilişkin davanın yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın usulden reddine yönelik olarak verilen hükme karşı davalılar vekilince süresinde istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacıların miras bırakanı …’nın 10/09/2017 tarihinde öldüğünü, ölümü sonrası geride mirasçı olarak ilk eşi …’ün çocukları olan davacılar …’nin çocukları davacılar … ve son eşi … ile çocukları … ve …’nın kaldığını, davalı … …’nın erkek kardeşi olup, dava dilekçesinde isimleri geçen …, … ile davalı …’ın babası, … ise davalı …’ın eşi olup, ölen …’ın davacıları miras paylarından yoksun bırakmak amacı ile son eşi olan …’dan olma oğlu …’ya danışıklı olarak taşınmaz ve kooperatif hisselerini devrettiğini, bu danışıklı işlemlerin gerçekleşmesi esnasında davalı …’ın da vekalet ilişkisi içerisinde yer aldığını, bu ilişkiler ağı içerisinde davaya konu şirket ve kooperatif hisselerinin miras bırakan tarafından davacıları miras haklarından yoksun bırakmak için danışıklı olarak yapıldığını, bu nedenlerle şirket hisse devirlerinin iptali ile davacılar adına tesciline karar verilmesi talep ve dava etmiştir.
CEVAP
Davalılar …… A.Ş. ve … vekili cevap dilekçesined özetle; açılan davayı kabul etmediklerini, davalı …’nin tüm bu işlemlere katılımının vekil olmaktan kaynaklandığını, işlemlerin yapıldığı tarih esas alındığında taleplerin zaman aşımına uğradığını, iptali istenen şirket ve kooperatife ait payların … adına kayıtlı olmasına rağmen bu kişiye karşı dava açılmadığını, Ticaret Mahkemelerinin görevli olmayıp, Asliye Hukuk Mahkemelerinin görevli olduğunu, davaya konu şirket hisse bedelleri dikkate alındığında eksik harç yatırılarak dava açıldığının anlaşılacağını, hisse bedelleri belirlenip buna karşılık gelen eksik harcın tamamlanması gerektiğini, tüm hisse devirlerinin 2010 yılında gerçekleştiğini, miras bırakanın davacıları miras paylarından yoksun bırakmak amacı ile bu işlemleri yapmadığını, bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalı … şirketi vekili cevap dilekçesinde özetle; açılan davayı kabul etmediklerini, davaya konu hisse devirlerinin 04/10/2010 yılında yapıldığını, bu payların ölüm tarihinde ölen kişinin terekesine dahil olmadığını, yapılan işlemlerde davacıların miras haklarından yoksun bırakmak gibi bir niyet olmadığını, bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Mahkemece; Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2014/11204 Esas 2015/ 14214 Karar sayılı, Yargıtay11. Hukuk Dairelerinin2016/3771/Esas 2016/5972 Karar sayılı kararları ile İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesinin 2017/542 Esas 2018/164 Karar sayılı kararlarında da belirtildiği gibi; davacıların murisleri …’nın davacılardan mal kaçırmak amacıyla danışıklı işlem yapmak sureti ile adına kayıtlı şirket ve kooperatif hisselerini devir ettiği, danışıklı olarak devir edilen şirket ve kooperatif hisselerinin davacıların miras payları oranında iptali ile adlarına tescil edilmesi amacıyla bu davayı açtıkları, somut olayda hisse devirlerinin yapılış şekillerine ilişkin TTK’dan kaynaklanan bir ihlalin varlığının ileri sürülmediği, davadaki talebin devirlerin davacıları miras haklarından yoksun bırakmaya yönelik ve muvazaalı olduğu iddiasına dayandığı, muris muvazaasının 5271 sayılı TMK’nın 576. maddesine göre açılacak dava ile tartışılması gerektiği, bu uyuşmazlığın TTK ‘nın 4. maddesi kapsamındaki ticari dava niteliğinde olmadığı, bu nedenle uyuşmazlığın Ticaret Mahkemelerinin görev alanında olmayıp, Asliye Hukuk Mahkemelerinin görev alanında bulundukları anlaşılmakla HMK m.114/1-c, 115/2 uyarınca göreve ilişkin dava şartı eksikliği nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davalılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; ilk derece mahkemesinin kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu,
Görevli mahkemenin asliye ticaret mahkemeleri olduğunu, kabul anlamına gelmemekle birlikte huzurdaki davanın şirket hisselerinin muvazaalı devrine ilişkin olup, şirket hisselerinin devri usulü Türk Ticaret Kanunu ile düzenlendiğini, kaldı ki; şirket hisselerinin devrinin müvekkili davalılar ve dahi murisin ticari işletmesi ile ilgili olup, tarafların ticari işletmesini ilgilendiren işler de yine ticari iş sayılmakla birlikte görevli mahkemenin de yine asliye ticaret mahkemeleri olduğu izahtan vareste bulunduğunu, bu nedenlerle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak talepleri doğrultusunda karar verilmesini istemiştir.
Davacılar vekili istinaf başvuru dilekçesine karşı vermiş olduğu cevap dilekçesinde özetle; ilk derece mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olduğunu, davalıların istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesini ve ayrıca ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep etmiştir.
HUKUKİ NİTELENDİRME, DELİLLERİN VE İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Dava; muris muvazaası nedeniyle şirket ve kooperatif hisselerinin iptali ve tescili istemine ilişkindir.
Görev kamu düzenine ilişkin olup yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden nazara alınması gerekir.
6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesinde mutlak ticari davalar belirtilmiş, aynı yasanın 5/(1) bendinde de aksine hüküm bulunmadıkça dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın asliye ticaret mahkemesi tüm ticari davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevli olduğu, 5/(3) bendinde asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişkinin görev ilişkisi olduğu ve bu durumda göreve ilişkin usul hükümlerinin uygulanacağı şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.02.2016 tarih ve 2014/17-2389 Esas 2016/129 Sayılı ilamında; “….Dava, Borçlar Kanunu’nun 19. maddesi gereğince muvazaa nedenine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalı şirketin müvekkili şirketten almış olduğu mallar karşılığı verdiği çekin karşılıksız çıkması nedeniyle takibe geçtiklerini, takip sırasında davalı şirket yetkilisi …’ın şirket adına kayıtlı olan … plaka sayılı aracı babası diğer davalı …’a noter satış işlemi ile devrettiğinin anlaşıldığı, yapılan işlemin muvazaalı olarak müvekkilinin alacağının tahsilini engellemeye yönelik olduğunu belirterek işlemin iptali ve işlem bedeli olarak noter satış senedinde gösterilen 18.500,00.-TL alacağın davalılardan tahsilini talep etmiş, mahkemece dava konusu uyuşmazlığa bakma görevinin Asliye Ticaret Mahkemesi’ne ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Borçlar Kanunu’nun 19. maddesi gereğince muvazaa nedenine dayalı tasarrufun iptali istemli davada görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi mi, Asliye Ticaret Mahkemesi mi olduğu noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümünde ele alınması gereken muvazaa kavramı, tasarrufun iptali davası ve göreve ilişkin yasal düzenlemelere yönelik açıklamalara yer verilmesinde yarar görülmektedir.
818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 18. maddesi; (6098 sayılı TBK m. 19) “Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır.
Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz” hükmü ile genel muvazaa düzenlenmiştir.
Türk Hukuku’nda doktrin ve uygulama açısından geniş bir yere sahip olan bu kurum, çeşitli şekillerde tanımlanmaktadır. Bir tanım yapmak gerekirse muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan görünüşte yaptıkları hukuki işlemin hiç hüküm doğurmaması ya da görünüşteki işlemin arkasına gizleyip gerçek iradelerine uygun olarak gerçekleştirdikleri işlemin hükümlerini doğurması yönünde anlaşmalarıdır (OĞUZMAN M. Kemal / ÖZ Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 6098 Sayılı Yeni Türk Borçlar Kanunu’na Göre Güncellenmiş 9. Bası, İstanbul 2011, s. 136; TEKİNAY S. Sulhi / AKMAN Sermet / BURCUOĞLU Haluk / ALTOP Atilla, Borçlar Hukuku, Cilt I, İstanbul 1985, s. 547-548). Uygulamada ise 1953 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında, açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri halde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hali olarak tanımlanmıştır (YİBK., 07.10.1953 tarih, 8/7 sayılı).
Muvazaa mutlak muvazaa ve nisbi muvazaa olarak ikiye ayrılmakta olup muvazaalı bir hukuki işlemden sözedilebilmesi a) Tarafların iradeleri ile beyanları arasında bilerek yaratılmış bir uygunsuzluk, b) Muvazaa anlaşması c) Üçüncü kişileri aldatma (muvazaa) kastı unsurlarını taşımasına bağlanmaktadır.
İcra ve İflas Kanunu’nun 277. ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası ise; kesin veya geçici aciz vesikasına sahip alacaklının, kanunda öngörülen sebeplere dayanarak, iptal edilebilir olduğunu iddia ettiği tasarrufi işlem hiç yapılmamış gibi, sadece kendisi açısından ve aciz vesikasına bağlanmış alacağıyla fer’ileri nispetinde, bu işleme konu mal, hak ya da alacağın, alacaklının icra takip sahasına sokulmasını amaçlayan ve alacaklının, borçlu ile lehine tasarrufi işlemin yapıldığı üçüncü kişiye karşı açtığı, 5 yıllık hak düşürücü süreye tabi olan şahsi nitelikte, bir eda davasıdır (MUŞUL Timuçin, İcra ve İflas Hukuku, 2. Baskı, İstanbul 2005, s.1168).
İİK’nın 277. maddesi anlamında iptal edilebilen tasarruflar, sadece malvarlığındaki bir hakka doğrudan etki yaparak, o hakkı başkasına nakleden veya sınırlayan, külfet yükleyen veya değiştiren veya sona erdiren hukuki işlemler olarak tanımlanan tasarruf işlemlerinden ibaret bulunmadığı gibi, tasarruf işlemlerinin ancak bir bölüm olarak dahil olduğu hukuki bir sonuç doğurmak üzere yapılan irade beyanları olarak tanımlanan hukuki işlemlerden de ibaret değildir. Bu madde gereğince borçlunun iptale tabi tasarrufları – kaynak yasanın Almanca metninde gösterildiği gibi – hukuki işlem kavramından daha geniş olan, onu da içeren ve kendisine hukuk düzenince hukuki sonuç bağlanmış olan hukuki fiillerdir.
Borçlunun iptal edilebilecek tasarrufları, alacaklılarından mal kaçırılmasına yönelik olarak yapılan ivazsız veya aciz halinde yapılan ve maddi hukuk bakımından geçerli olan tasarruflar ile alacaklılarına zarar verme kastıyla yapılan tasarruflardır. Başka bir anlatımla İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde sözü edilen iptal davaları borçlu tarafından geçerli olarak yapılmış tasarrufların alacaklı davacı yönünden hükümsüz kılınması için açılır, geçersiz olan tasarruflara karşı tasarrufun iptali davası açılamaz.
İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarında amaç, borçlunun haciz ya da iflasından önce yaptığı ve aslında geçerli olan bazı tasarrufların geçersiz ya da “iyiniyet kurallarına aykırılık” nedeniyle alacaklıya karşı sonuçsuz kalmasını ve dolayısıyla o mal üzerinden cebri icraya devamla alacağın tahsilini sağlamaktır. Davacı, iptal davası sabit olduğu takdirde, tasarruf konusu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını almak yetkisini elde eder ve tasarruf konusu taşınmaz ise, davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan o taşınmazın haciz ve satışını isteyebilir. Bu yasal nedenle iptal davası, alacaklıya alacağını tahsil olanağını sağlayan, nisbi nitelikte yasadan doğan bir dava olup; tasarrufa konu malların aynı ile ilgili değildir.
İptal davası ile muvazaa davasını karşılaştırdığımızda, ilk bakışta iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik olduğu düşünülebilmektedir. Nitekim her iki durumda da borçlunun malvarlığı değerlerini alacaklıların takip imkânının dışına çıkarmak amacıyla bir takım devirler yaptığı, alacaklılarında açmış olduğu davalar yoluyla bu malvarlığı değerlerini takip imkânları dahiline çekmeyi amaçladıkları söylenebilir. Ancak her iki dava gerek nitelik ve koşulları gerekse de sonuçları bakımından birbirinden farklıdırlar.
“İptal davası” borçlu tarafından geçerli olarak yapılan tasarruf işlemlerinin – davacı bakımından – hükümsüz olduğunu tespit ettirmek için açıldığı halde, “muvazaa davası”nda, borçlunun yaptığı tasarruf işleminin gerçekte hiç yapılmamış olduğunun tespiti istenir. Yani yapılan işlemin geçersizliği ileri sürülür. Ayrıca, iptal davası şahsi bir dava olup, İİK m. 284’te belirtilen sürede açılması gerekli olmasına karşın; muvazaa davası ayni bir dava olduğundan, muvazaa kanıtlanırsa dava konusu mal, borçlunun malvarlığından hiç çıkmamış hale gelir. Buna ilaveten muvazaa iddiasının zamanaşımına bağlı olmadan ileri sürülebileceği belirtilmelidir. Diğer bir fark da İptal davasında aciz hali (kesin ya da geçici aciz vesikası) aranmasına karşın muvazaa davasında ise borçlunun aciz halinde olması aranmamaktadır.
Yukarıda da belirtildiği gibi kural olarak iptal davasına konu edilen tasarruflar, muvazaalı akitlerden farklı olarak hukuken geçerlidir. Başka bir ifade ile muvazaalı akitlerde, görülen akit değil tarafların gerçek iradelerine uygun bulunan akit tarafları bağlayıcı olduğu halde, İcra ve İflas Kanununun 277. ve bunu izleyen maddelerinde düzenlenen tasarruflar özel hukuk ilişkisi açısından geçerliliğini korumaktadır. Bu nedenle, alacaklının gerçek alacak ve ferilerine yetecek miktardaki tasarrufun iptaline, bunun dışında kalan kısmı geçerliliğini koruyacağından, olduğu gibi bırakılmasına karar verilmesi gerekmektedir. Kanun koyucu bu özelliği gözeterek “iptal davasının sübutu halinde davaya konu teşkil eden mal üzerinde icra koğuşturması yapılabileceğini, davanın konusu taşınmaz mal olduğu takdirde ise, İİK m. 283 gereğince 3. şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmeksizin taşınmazın haciz ve satışının istenebileceğini” öngörmüştür.
Görüldüğü gibi “iptal davası” ile “muvazaa davası” farklı niteliklere sahiptirler ve doğurdukları sonuçlar da farklıdır. Bu farklılıklara karşın özellikle belirtmekte fayda olan husus “hem iptal davasında hükümsüzlüğü istenilen tasarrufi işlemde hem de muvazaa davasında geçersizliği istenilen muvazaalı işlemde borçlu ya da hak sahibi ile 3. kişi arasındaki işlem hedeflenmekte olup alacaklı ile borçlu arasındaki hukuki işlem konu edilmemektedir”.
Doktrinde muvazaalı işlemin iptali için iptal davası açılıp açılamayacağı tartışmalı olmakla birlikte uygulamada Yargıtay, alacaklının takibine maruz kalan borçlunun borcu ödememek için muvazaalı olarak malvarlığını elinden çıkardığını iddia ederek üçüncü kişiye karşı TBK m. 19 (818 sayılı BK m. 18) hükmüne dayalı olarak dava açılabileceğini, muvazaalı işlemin ispatı halinde mahkemece İİK m. 283/I kıyasen uygulanarak, tapunun iptali ile borçlunun adına tesciline gerek olmadan davacı alacaklının alacağını alabilmesine imkan sağlayacak şekilde davaya konu taşınmazın haciz veya satışını isteyebilmesi yönünde karar verilmesi gerektiği yönünde değerlendirme yapmaktadır (YHGK., 03.05.2000, 2000/4-823 Esas, 2000/851 Karar).
Yapılan açıklamalardan sonra somut olayda görevli mahkeme hususunda uyuşmazlık bulunduğu dikkate alınarak bu davalarda görevi düzenleyen Kanuni düzenlemelerin de ele alınması gerekmektedir.
Gerçekten hem “muvazaa davasında” hem de “tasarrufun iptali” davasında görevli mahkemeye ilişkin özel bir düzenlemeye yer verilmemiş olup genel kurallara göre görevli mahkemenin belirlenmesi gerekmektedir. 6100 sayılı HMK’nin 2. maddesinin 1. fıkrası gereğince malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir. Yine 2. maddenin 2. fıkrası uyarınca HMK’da ve diğer kanunlarda aksine düzenleme bulunmadıkça, asliye hukuk mahkemesi diğer dava ve işler bakımından da görevlidir.
Göreve ilişkin bu genel düzenlemeler yanında bazı kanunlarda belirli kişiler arasında çıkan uyuşmazlıklara veya belli bir çeşit uyuşmazlıklara bakmak üzere kurulmuş özel olarak görevli mahkemeler de belirlenmiştir. Bu anlamda uyuşmazlıkla ilgili olması bakımından 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5. maddesinde ticari davalar ve ticari nitelikteki çekişmesiz işlerin Ticaret Mahkemesi’nin görev alanına girdiği düzenlenmiştir.
Ticari davalar TTK’nın 4/1 maddesinde tanımlanmıştır. Bu maddeye göre, her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işleri ve tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın Türk Medenî Kanunu’nun, rehin karşılığında ödünç verme işi ile uğraşanlar hakkındaki 962 ilâ 969. maddelerinde, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun malvarlığının veya işletmenin devralınması ile işletmelerin birleşmesi ve şekil değiştirmesi hakkındaki 202 ve 203, rekabet yasağına ilişkin 444 ve 447, yayın sözleşmesine dair 487 ilâ 501, kredi mektubu ve kredi emrini düzenleyen 515 ilâ 519, komisyon sözleşmesine ilişkin 532 ilâ 545, ticari temsilciler, ticari vekiller ve diğer tacir yardımcıları için öngörülmüş bulunan 547 ilâ 554, havale hakkındaki 555 ilâ 560, saklama sözleşmelerini düzenleyen 561 ilâ 580 inci maddelerinde; fikrî mülkiyet hukukuna dair mevzuatta; borsa, sergi, panayır ve pazarlar ile antrepo ve ticarete özgü diğer yerlere ilişkin özel hükümlerde ve bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para verme işlerine ilişkin düzenlemelerde öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ticari dava sayılır. Bu maddeye göre bir davanın ticari dava sayılabilmesi için tarafların her ikisinin tacir olması ve uyuşmazlığın her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğması veya ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi olması veyahut da açılan davanın maddede altı bent halinde sayılan davalardan olması gerekir. Taraflardan biri tacir değilse veya tacir olmasına rağmen uyuşmazlığın ticari işletmeyle ilgisi yoksa ticari davanın varlığından söz edilemez.
Ticari davalar, mutlak ticari davalar, nispi ticari davalar ve yalnızca bir ticari işletmeyle ilgili olmasına rağmen ticari nitelikte kabul edilen davalar olmak üzere üç gruba ayrılır.
Mutlak ticari davalar, tarafların tacir olup olmadığına ve işin bir ticari işletmeyi ilgilendirip ilgilendirmediğine bakılmaksızın ticari sayılan davalardır. Mutlak ticari davalar, TTK’nın 4/1. maddesinde bentler halinde sayılmıştır. Bunların yanında Kooperatifler Kanunu (m.99), İcra İflas Kanunu (m.154), Finansal Kiralama Kanunu (m.31), Ticari İşletme Rehni Kanunu (m.22) gibi bazı özel kanunlarda belirlenmiş ticari davalar da bulunmaktadır.
Bu guruptaki davaların ticari dava sayılabilmesi için taraflarının tacir olması veya ticari işletmeleriyle ilgili olması gibi şartlar aranmaz. TTK’nın 4/1. bendinde sınırlı olarak sayılan davalar arasında yer alması veya özel kanunlarda ticari dava olarak nitelendirilmesi yeterlidir. Bu davalar kanun gereği ticari dava sayılan davalardır.
Nispi ticari davalar, her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili olması halinde ticari nitelikte sayılan davalardır. TTK’nın 4/1. maddesine göre, her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan ve iki tarafı da tacir olan hukuk davaları ticari dava sayılır. Bu hükme göre bir davanın ticari dava sayılabilmesi için, hem iki tarafın ticari işletmesini ilgilendirmesi hem de iki tarafın tacir olması gereklidir. Bu şartlar birlikte bulunmadıkça, uyuşmazlık konusunun ticari iş niteliğinde olması veya ticari iş karinesi sebebiyle diğer taraf için de ticari iş sayılması davanın ticari dava olması için yeterli değildir. Ticari iş karinesinin düzenlendiği TTK’nın 19/2. maddesi uyarınca, taraflardan biri için ticari iş sayılan bir işin diğeri için de ticari iş sayılması, davanın niteliğini ticari hale getirmez. TTK, kanun gereği ticari dava sayılan davalar haricinde, ticari davayı ticari iş esasına göre değil, ticari işletme esasına göre belirlemiştir. Hal böyle olunca, işin ticari nitelikte olması davayı ticari dava haline getirmez.
Üçüncü grup ticari davalar, yalnızca bir tarafın ticari işletmesini ilgilendiren havale, vedia ve fikri haklara ilişkin davalardır. Yukarıda açıklandığı üzere bir davanın ticari dava sayılması için kural olarak ya mutlak ticari davalar arasında yer alması ya da her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili bulunması gerekirken havale, vedia ve fikri haklara ilişkin davaların ticari nitelikte sayılması için yalnızca bir yanın ticari işletmesiyle ilgili olması TTK’da yeterli görülmüştür.
6335 sayılı Türk Ticaret Kanunu İle Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü Ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2. maddesi ile değişik TTK’nın 5/1. maddesinde, aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın, asliye ticaret mahkemesinin tüm ticarî davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevli olduğu belirtilmiştir. Buna göre, asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki hukuki ilişki, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’ndan ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 6335 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki halinden farklı olarak iş bölümü ilişkisi değil görev ilişkisidir. Bu nedenle, asliye ticaret mahkemesinin bakması gereken davalarda, asliye hukuk mahkemesi görevli sayılamaz. Göreve ilişkin düzenlemeler, 6100 sayılı Hukuk Muhakemesi Kanunu’nun 1. maddesi uyarınca kamu düzenine ilişkin olup mahkemelerce ve temyiz incelemesi aşamasında Yargıtayca re’sen dikkate alınır. Bu kuralın tek istisnası, 6335 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değişik 6102 sayılı TTK’nın 5/4. maddesinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, yargı çevresinde ayrı bir asliye ticaret mahkemesi bulunmayan yerlerde, asliye hukuk mahkemelerine açılan davalarda görev kuralına dayanılmamış olması görevsizlik kararı verilmesini gerektirmez.
Asıl olan bir davanın genel mahkemelerde görülmesidir. Yani bir özel mahkemede bakılacağına dair özel bir kanun hükmü bulunmayan her dava genel mahkemelerde görülür. Özel mahkemeler istisnai niteliktedir. Bu anlamda davanın özel mahkemenin (ticaret mahkemesi) görevine girip girmediğinin bu kanun düzenlemesine göre belirlenmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlığın çözümü bakımından somut olayda davanın tarafları, konusu ve davacının talebinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Davacı şirket, davalı şirkete satmış olduğu malların bedelini alamaması nedeni ile tahsili için takip yapmış, bu takip sırasında davalı şirketin diğer davalı gerçek kişiye yapmış olduğu araç satışının muvazaalı olduğunu iddia ederek alacağını teminini sağlamak için TBK’nın 19. maddesi gereğince ve İİK’nin 283. maddesinin kıyasen uygulanması suretiyle iptali istemli eldeki davayı açmıştır. Davada alacaklı ve borçlu olan şirketler arasında ticari bir alım satım ilişkisi bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak davaya konu edilen taraflar arasındaki bu alım satım ilişkisi değil, davalı şirket ile diğer davalı 3. kişi arasındaki muvazaalı olduğu ve iptali istenilen işlemdir.
Özellikle vurgulandığı gibi tasarrufun iptali davasında ya da somut olayda olduğu gibi TBK’nın 19. maddesi gereğince ve İİK’nın kıyasen uygulanması istemli olarak açılan davalarda alacaklı ile borçlu taraflar arasındaki ticari nitelikteki alım satım ya da banka alacağını oluşturan ticari ya da genel kredi sözleşmeleri görevin belirlenmesinde dikkate alınamayacaktır. Ne tasarrufun iptali davası, ne de TBK m. 19 gereğince İİK’nun 283. Maddesinin kıyasen uygulanması istemli muvazaa davası TTK’nın 4. maddesinde belirtilen mutlak ya da nispi ticari dava niteliğine haiz olmadığından 6100 sayılı HMK’nun 2. maddesi gereğince genel görevli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görev alanında kalmaktadır….” denilmek suretiyle direnme kararı bozulmuştur.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2016/3771 Esas 2016/5972 Karar sayılı ilamında; “… davacı vekili, davacıların murisi …’in 04/08/2014 tarihinde vefat ettiğini, murisin …’deki hisselerini davalıya devrettiğini, müvekkillerinin murisinin hisselerini satmak için hiçbir nedeninin bulunmadığını, söz konusu hisse devirlerinin sırf müvekkillerinin mirastan mahrum bırakılması amacıyla gerçekleştirildiğini ileri sürerek, muvazaa, gabin ve vekaletin kötüye kullanılması nedenleriyle hisse devirlerinin iptalini ve şirket hisselerinin miras payları oranında müvekkilleri adına tesciline karar verilmesini, bu istemlerinin kabul görmemesi halinde ise, tenkise karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olduğunu, yetkili mahkemenin ise Büyükçekmece mahkemeleri olduğunu, davanın zamanaşımına uğradığını, muvazaa iddiası ve diğer iddiaların gerçekleri yansıtmadığını ileri sürerek, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; Türk Medeni Kanunu’nun 576. maddesinde miras bırakanın tasarruflarının iptaline veya tenkisine ilişkin taleplerin miras bırakanın son yerleşim yeri mahkemelerinde görüleceğinin belirtildiği, murisin nüfus kayıt örneğine göre son yerleşim yeri adresinin Esenyurt/İstanbul olduğu, bu nedenle uyuşmazlığa Bakırköy Asliye Ticaret Mahkemesi’nin bakması gerektiği gerekçesiyle, yetkisizlik kararı verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
Dava, muris muvazaasına dayalı hisse devrinin iptali ve mümkün olmadığı takdirde tenkis istemine ilişkindir. 6102 sayılı TTK’nın 4. maddesinde ticari davalar sayılmış olup, 5271 sayılı TMK’nın 576. maddesi hükümlerine göre açılacak davalar, TTK’nın 4. maddesi kapsamındaki ticari dava niteliğinde olmadığından, davanın görülüp sonuçlandırılmasının Ticaret Mahkemesinin görevine girmediği açıktır. Bu itibarla, mahkemece Asliye Hukuk Mahkemelerinin görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, öncelikle görev hususu incelenmeksizin yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmadığından…” denilmekle bozulmasına karar verilmiştir.
Somut olaya gelince; davacı yanca, muris …’nın son eşi olan …’dan olma oğlu davalı …’ya danışıklı olarak dava konusu kooperatif ve şirket hisselerini devrettiğinden şirket ve kooperatif hisse devirlerinin muris muvazaası nedeniyle iptali ile mirasçılar adına ve miras payları oranında tescili iddiasına dayalı olarak işbu dava açılmış, ilk derece mahkemesince de açılan davada asliye hukuk mahkemesi görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı verilmiş olup, ilk derece mahkemesinin gerekçesinde de belirtildiği üzere 6102 Sayılı TTK’nun 4.maddesinde ticari davalar sayılmış olup, TMK’nun 576.maddesinde belirtilen miras bırakanın tasarruflarının iptaline yönelik olarak açılan davalar veya TBK’nun 19.maddesi kapsamında muvazaaya dayalı olarak açılan davalar TTK’nun 4.maddesi kapsamındaki ticari dava niteliğinde olmadığından işbu açılan davada asliye hukuk mahkemesi görevli olmakla, ilk derece mahkemesi kararı usul ve yasaya uygundur.
Öte yandan, davacı yanca istinaf başvurusuna karşı verilen cevap dilekçesi ile ihtiyati tedbir talep edilmiş ise de, ihtiyati tedbirin görevli asliye hukuk mahkemesince değerlendirilmesi gerekmekle davacı yanın buna yönelik talebinin bu aşamada değerlendirilmesine yer olmadığına,
Tüm bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin davanın görevsizlik nedeniyle usulden reddi yönündeki kararında herhangi bir isabetsizlik görülmediğinden davalılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermek gerekmiş ve takdiren aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda Açıklanan Nedenlerle;
1-Davalılar vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/(1)-b.1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-İhtiyati tedbir isteminin görevli asliye hukuk mahkemesince değerlendirilmesi gerekmekle davacı yanın ihtiyati tedbire yönelik talebinin bu aşamada değerlendirilmesine yer olmadığına,
3-Davalılardan alınması gerekli olan 179,90 TL harçtan peşin alınan 161,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 18,50 TL harcın davalılardan alınarak hazineye gelir kaydına,
4-Davalılarca yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
5-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından taraflar yararına vekalet ücreti taktirine yer olmadığına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu HMK’nın 353/(1)-a.maddesi gereğince kesin olmak üzere, tarafların yokluğunda dosya üzerinden oy birliği ile karar verildi.03/05/2023

Başkan- Üye – Üye Zabıt Katibi
Bu belge 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu hükümlerine göre UYAP sistemi üzerinden elektronik imza ile imzalanmıştır.