Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C.Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21.Hukuk Dairesi 2023/1581 Esas 2023/1821 Karar
0T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
21.HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO : 2023/1581
KARAR NO : 2023/1821
TÜRK MİLLETİ ADINA
KARAR
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ : ANKARA 6. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 14/10/2021
NUMARASI : 2021/243 Esas 2021/724 Karar
DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALI :
DAVA TARİHİ : 14/04/2021
KARAR TARİHİ : 21/12/2023
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 03/01/2024
Taraflar arasındaki şirketin ihyası istemine ilişkin davanın yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükme karşı davacı vekili ve davalı temsilcisi tarafından süresinde istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Dairemizce davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, davalı temsilcisinin istinaf başvurusunun kısmen kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kabulüne dair verilen karara karşı davalı temsilcisi tarafından temyiz kanun yoluna başvurulması sonucunda Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin bozma ilamı ekinde Dairemize gönderilen dosyada açılan duruşmada gereği konuşulup düşünüldü.
DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili üniversitede temizlik hizmetleri işini üstlenen … Limited Şirketi’nin işçisinin vefat etmesi nedeniyle mirasçılarına müvekkili tarafından kıdem tazminatı ödendiğini, ödenen kıdem tazminatının rücuen tahsili için şirket aleyhine dava açıldığını, yürütülen yargılama sırasında şirketin ticaret sicilinden terkin edildiğinin bildirildiğini belirterek Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2021/78 Esas sayılı dosyasında açtıkları davada taraf teşkili için bu şirketin ihyasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP
Davalı temsilcisi cevap dilekçesinde özetle; ihyası istenen şirketin ticaret sicilinden usul ve yasaya uygun olarak terkin edildiğini, açılan davada yasadan doğan zorunlu hasım durumunda olduklarını bildirerek davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Mahkemece, eksik işlemler ile tasfiyenin sonuçlandırılması halinde usulüne uygun yapılmış bir tasfiyeden söz edilmesinin mümkün olmadığı, şirketin yeniden ihyası gerektiği, şirket hakkında açılmış dava bulunduğu, davalının yasal hasım olduğu, yargılama giderlerinden sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne, … Sanayi Ve Ticaret Limited Şirketi (Eski ünvanı … Limited Şirketi)’nin Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2021/78 Esas sayılı dosyasında yapılan yargılama ile sınırlı olmak üzere ihyasına karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davalı temsilcisi istinaf dilekçesinde özetle; mahkemece geçici 7/15. maddenin değerlendirilmediğini, hak düşürücü sürenin geçtiğini, şirketin sermayesini artırmadığından münfesih duruma geldiğini, yasal hükme uygun olarak re’sen terkin edildiğini, mahkemece dava dosyasıyla sınırlı ihya kararı verilmesine rağmen tasfiye memuru atanmadığını, şirketin aktif ticari hayata dönme gayesi bulunmadığını, yasadan doğan zorunlu hasım olduklarını, aleyhlerine yargılama giderlerine hükmedilemeyeceğini bildirerek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; mahkemece yargılama giderlerinin davalıdan tahsiline ve lehlerine vekalet ücretine hükmedilmediğini, şirketin tasfiyesinin usulüne uygun olarak yürütülmediğini belirterek ilk derece mahkemesi kararının yargılama giderleri ve vekalet ücreti yönünden kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.
HUKUKİ NİTELENDİRME, DELİLLERİN VE İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Dava; şirketin ihyası istemine ilişkindir.
Dairemizin 15/12/2022 tarih ve 2022/434 Esas 2022/1652 Karar sayılı kararıyla davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, davalı temsilcisinin istinaf başvurusunun kısmen kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kabulüne karar verilmiş, anılan karara karşı davalı temsilcisi tarafından temyiz yoluna başvurulması üzerine,
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 20/03/2023 tarih ve 2023/1415 Esas 2023/1686 Karar sayılı kararı ile;
“… 6102 sayılı Kanun’un geçici 7 nci maddesinin on beşinci fıkrasının son cümlesi uyarınca, ticaret sicilinden kaydı silinen şirket veya kooperatifin alacaklıları ile hukuki menfaatleri bulunanlar haklı sebeplere dayanarak silinme tarihinden itibaren beş yıl içinde mahkemeye başvurarak şirket veya kooperatifin ihyasını isteyebilirler. Düzenlenen beş yıllık süre, hak düşürücü süre niteliğinde olup terkin işlemlerinin Ticaret Sicil Müdürlüğü tarafından kanunda aranan nitelikte yapılmaması, eksik ya da hatalı işlemler sonucunda terkinin yapılması halinde bu durum hak düşürücü süreye etkili değildir. Somut olayda ihyası talep edilen şirket, 03.02.2015 tarihinde terkin edilmiş olup ihya davasının ise 6102 sayılı Kanun’un 7 nci maddesinin on beşinci fıkrasında düzenlenen beş yıllık hak düşürücü süreden sonra 14.04.2021 tarihinde açıldığı anlaşılmıştır. Davanın, hak düşürücü süreden sonra açılmış olması nedeniyle Kanunda düzenlenen ihya sebeplerinden hiçbirisinin dinlenme imkanı bulunmamakta olup davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmesi gerekirken Bölge Adliye Mahkemesince yanılgılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.” gerekçeleriyle bozulmuştur.
Bozma ilamı davacı vekili ile davalıya usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş, davacı vekili duruşmaya katılarak önceki kararda direnilmesini talep etmiş, davalı temsilcisi ise duruşmaya katılmamış, bozma ilamına karşı beyanda da bulunmamıştır.
Dairemizce önceki kararımızda direnilmesine oy birliği ile karar verilmiştir.
DİRENME GEREKÇESİ
6102 Sayılı TTK’nun geçici 7. maddesinin 15. fıkrası son cümlesi uyarınca, şirket alacaklıları ve hukuki menfaati bulunanlar haklı sebeplerle dayalı olarak silinme tarihinden itibaren 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak şirketin ihyasını isteyebilirler. Eldeki dava ihyası istenen şirketin sicilden re’sen terkin edildiği 03/02/2015 tarihinden itibaren 5 yıllık hak düşürücü süre dolduktan sonra 14/04/2021 tarihinde açılmıştır. Şu halde davanın açıldığı tarihte anılan madde uyarınca dava açma süresi dolmuş ise de, davalı Ticaret Sicil Müdürlüğü’nün TTK’nun Geçici 7. maddesinde yer alan prosedürü uygulamadan, şirketin son yetkilisine ihtar tebliğ edilmeden ihyası talep olunan şirkete bu maddeyi işlettiği, Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2021/78 Esas sayılı dosyasında yargılamanın devamı için taraf teşkilinin sağlanması gerektiği, davacının anılan dava dosyasında rücuen tazminat talep hakkının terkin tarihinden itibaren 5 yıllık sürenin dolmasından sonra doğduğu, rücuen tazminat talep hakkı doğmadan davacının rücuen tazminat davası ve bu kapsamda da ihya davası açmasının mümkün bulunmadığı, bu kapsamda açılacak rücuen tazminat davasının erken açılan dava niteliğinde olacağı, davacının ihyası talep olunan şirket aleyhine 23/02/2021 tarihinde rücuen tazminat davası açtığı, davacının rücuen tazminat hakkının doğduğu tarihten önce ticaret sicilinden terkin edilen şirketin ihyası için dava açmakta hukuki yararının bulunmayacağı, hukuki yararının doğduğu tarihte ise hak düşürücü sürenin dolduğundan bahsedilmesinin hukuka aykırı olacağı ortadadır. Öte yandan aksi düşünce davacının adil yargılanma hakkı ve Anayasa’nın 36. maddesine aykırı olacaktır.
Ankara Ticaret Sicil Müdürlüğü yazı cevabı, Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2021/78 Esas sayılı dosyanın Uyap’tan gelen sureti, ihyası istenen şirketin unvan değişikliğine ilişkin ticaret sicil ilanları, ihyası talep olunan şirketin terkinine dayanak ihtar, tebligat ve ilan suretleri dosya içerisinde yer almaktadır.
Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2021/78 Esas sayılı dosyası ile, davacı tarafından ihyası talep olunan şirket aleyhine 23/02/2021 tarihinde rücuen tazminat talebiyle dava açtığı görülmüştür.
Davacı yan … Sanayi Ve Ticaret Limited Şirketi (Eski ünvanı … Limited Şirketi)’nin dava dosyasıyla sınırlı olmak üzere ihyasına karar verilmesini talep etmiş, mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne karar verilmiştir.
İhyası talep olunan … Sanayi Ve Ticaret Limited Şirketi (Eski ünvanı … Limited Şirketi)’nin münfesih sayılmasına rağmen TTK’nun geçici 7. maddesi uyarınca kendisine yapılan ihtar ve ilan üzerine süresi içerisinde bildirimde bulunmadığından 03/02/2015 tarihinde ticaret sicilinden resen silindiği, ihtarnamede infisah sebebi olarak 14/02/2014 tarihine kadar şirketin sermayesini 10.000,00 TL’ye çıkarmaması olarak yer aldığı, anılan ihtarnamenin davalı şirketin adresine bila tebliğ olduğu, şirketin son yetkilisine çıkarılan tebligat bulunmadığı, ihtarın Türkiye Ticaret Sicil Gazetesinde ilan edildiği dosya içeriğiyle sabittir.
6102 sayılı TTK’nun geçici 7. maddesinde şirketlerin hangi şartlarda ve usullerde tasfiye ve ticaret sicilinden re’sen kayıtlarının silinmesinin düzenlendiği, aynı maddenin 4.fıkrasının “a” bendinde; kapsam dâhilindeki şirket ve kooperatiflerin ticaret sicilindeki kayıtlı son adreslerine ve sicil kayıtlarına göre şirket veya kooperatifi temsil ve ilzama yetkilendirilmiş kişilere bir ihtar yollanacağı, yapılacak ihtarın, ilan edilmek üzere Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi Müdürlüğüne aynı gün gönderileceği, ilanın, ihtarın ulaşmadığı durumlarda, ilan tarihinden itibaren otuzuncu günün akşamı itibarıyla, 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılmış tebligat yerine geçeceği, aynı maddenin 11.bendinde ise; dördüncü fıkra uyarınca yapılan ihtar ve ilana rağmen süresi içerisinde cevap vermeyen veya tasfiye memuru bildirmeyen veyahut durumunu kanuna uygun hale getirmeyen veya faaliyette bulunduğunu adres ve kanıtları ile birlikte bildirmeyen şirketin unvanının ticaret sicilinden re’sen silineceği düzenlenmiştir.
Somut uyuşmazlıkta şirketin 6102 sayılı TTK’nun geçici 7. maddesi kapsamında kaldığından bahisle davalı sicil müdürlüğünce ihtarname hazırlandığı ve ihtarnamenin Ticaret Sicil Gazetesi’nde yayınlandığı, ancak ihyası istenen şirket yetkilisine tebligat yapıldığına ilişkin herhangi bir bilgi belgenin veya tebligatın dosyaya sunulmadığı gibi dosyaya sunulan ihyası istenen şirkete çıkartılan tebligatın ise bila tebliğ iade edildiği anlaşılmaktadır. 6102 sayılı TTK’nun geçici 7. maddesinin 4/a bendi uyarınca terkin işlemi öncesinde yapılması öngörülen ihtarın öncelikle şirkete, şirketin yetkilisine tebliğ edilmeksizin doğrudan Ticaret Sicil Gazetesinde ilan suretiyle yapılan ihtar usule aykırıdır. Bu nedenle dava konusu ihyası istenen şirketin terkin işleminin hukuka uygun olmadığı açıktır.
Ticaret sicili müdürlüklerince; 559 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereğince sermaye artırımında bulunmayarak münfesih olan şirketlere yapılacak ihtarda; ortaklarından, yönetici veya denetçilerden ya da müdürlerinden tebliğ tarihinden itibaren iki ay içinde tasfiye memurunun bildirilmesi, aksi takdirde, bu madde hükümlerine göre ticaret sicili kayıtlarından unvanın silineceği, şirkete ait malvarlığının unvana ilişkin kaydın silindiği tarihten itibaren on yıl sonra Hazineye intikal edeceği ve bunun kesin olduğu açıkça yazılmalıdır.
Davalı Ticaret Sicil Müdürlüğünce ihyası istenen şirketin temsil ve ilzama yetkilendirilmiş kişilere ticaret sicilindeki adreslerine bu konuda ihtarat yapıldığına ilişkin tebligat bulunmamaktadır. Bu nedenle sicil işlemi hatalı olmakla birlikte 559 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile eklenen geçici 10. maddesi gözetildiğinde asgari sermaye şartını süresinde arttırmadığından münfesihlik durumu ortadan kalkmadığından tasfiye ile sınırlı olmak üzere ihya kararı verilebilir. Kaldı ki davacının talebi de dava dosyası ile sınırlı ihyaya yöneliktir.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 7/15. maddesi uyarınca sicilden sermaye artırımı yapmayarak münfesih duruma düşmesinden ötürü tasfiye işlemleri için de şirkete tasfiye memuru atanması gerekmektedir. Şirketin son yetkililerini gösterir Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi sureti dosya içerisinde yer almaktadır.
Hal böyle olunca mahkemece, davalı ticaret sicil müdürlüğünün 6102 sayılı TTK’nun geçici 7. maddesinde ve 559 sayılı KHK’da öngörülen usul ve şartlar gerçekleşmeden ihyası istenen şirketi ticaret sicilinden re’sen terkin ettiği, sicilden sermaye artırımı yapmayarak münfesih duruma düşmesinden ötürü tasfiye işlemleri için de şirkete tasfiye memuru atanması gerektiği, TTK’nun 547/2. maddesi gereğince ek tasfiye kararı ile ihya ve tasfiye işlemlerinin yapılması için ihyasına karar verilen şirkete tasfiye memuru atanmasına karar verilmesi gerekirken sınırlı ihya kararı verildiği halde şirkete tasfiye memuru atanmamasında isabet görülmemiştir.
Öte yandan, 6102 Sayılı TTK’nun geçici 7. maddesinin 15. fıkrası son cümlesi uyarınca, şirket alacaklıları ve hukuki menfaati bulunanlar haklı sebeplerle dayalı olarak silinme tarihinden itibaren 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak şirketin ihyasını isteyebilirler. Eldeki dava ihyası istenen şirketin sicilden re’sen terkin edildiği 03/02/2015 tarihinden itibaren 5 yıllık hak düşürücü süre dolduktan sonra 14/04/2021 tarihinde açılmıştır. Şu halde davanın açıldığı tarihte anılan madde uyarınca dava açma süresi dolmuş ise de, davalı Ticaret Sicil Müdürlüğü’nün TTK’nun Geçici 7. maddesinde yer alan prosedürü uygulamadan, şirketin son yetkilisine ihtar tebliğ edilmeden ihyası talep olunan şirkete bu maddeyi işlettiği, Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2021/78 Esas sayılı dosyasında yargılamanın devamı için taraf teşkilinin sağlanması gerektiği, davacının anılan dava dosyasında rücuen tazminat talep hakkının terkin tarihinden itibaren 5 yıllık sürenin dolmasından sonra doğduğu, rücuen tazminat talep hakkı doğmadan davacının rücuen tazminat davası ve bu kapsamda da ihya davası açmasının mümkün bulunmadığı, bu kapsamda açılacak rücuen tazminat davasının erken açılan dava niteliğinde olacağı, davacının ihyası talep olunan şirket aleyhine 23/02/2021 tarihinde rücuen tazminat davası açtığı, davacının rücuen tazminat hakkının doğduğu tarihten önce ticaret sicilinden terkin edilen şirketin ihyası için dava açmakta hukuki yararının bulunmayacağı, hukuki yararının doğduğu tarihte ise hak düşürücü sürenin dolduğundan bahsedilmesinin hukuka aykırı olacağı ortadadır.
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28/09/2021 tarih 2017/11-3184 Esas 2021/1107 Karar sayılı emsal ilamında ” … Öte yandan şirketin geçici 7. madde kapsamında hukuka uygun olarak terkin edilmesi durumunda, sonlandırılması gereken hukukî ihtilaflar nedeniyle aynı maddenin 15. fıkrasında belirtilen imkândan yararlanılarak terkin edilen şirketin taraf sıfatını yeniden kazanmasına yönelik ihyası da mümkündür. Ancak böyle bir durumda verilecek olan ihya kararı, hukuka aykırı terkin işleminden farklı olarak TTK’nın 547. maddesi anlamında bir ek tasfiye niteliğinde olacaktır. Zira böyle bir durumda, şirketin sona erme nedeni ortadan kalkmamakta, ortaya çıkan hukukî ihtilafın neticelendirilmesi amacıyla şirketin ihyası talep edilmektedir. Bu durumda verilecek olan ihya kararı da bu tür ihtilafın sonlandırılması çerçevesinde ifa edilecek ek tasfiye işlemleri ile sınırlı olacak, ek tasfiye sürecine ilişkin olarak TTK’nın 547. maddesi uygulama alanı bulacaktır.
Bu aşamada ek tasfiyeye ilişkin olarak değinilmesi gereken TTK’nın 547. maddesi; “(1)Tasfiyenin kapanmasından sonra ek tasfiye işlemlerinin yapılmasının zorunlu olduğu anlaşılırsa, son tasfiye memurları, yönetim kurulu üyeleri, pay sahipleri veya alacaklılar, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden, bu ek işlemler sonuçlandırılıncaya kadar, şirketin yeniden tescilini isteyebilirler. (2) Mahkeme istemin yerinde olduğuna kanaat getirirse, şirketin ek tasfiye için yeniden tesciline karar verir ve bu işlemlerini yapmaları için son tasfiye memurlarını veya yeni bir veya birkaç kişiyi tasfiye memuru olarak atayarak tescil ve ilan ettirir.” hükmünü içermektedir. Buna göre ek tasfiye, şirketin tasfiyesinin tamamlanıp kapanarak şirketin ticaret sicilinden terkini sonrası başkaca tasfiye tedbirlerinin alınmasının zorunlu olduğunun anlaşılması hâlinde başvurulabilecek bir tedbirdir (Pulaşlı Hasan; Şirketler Hukuku Şerhi, Cilt II, Ankara 2011, s. 1814). Şirket ticaret sicilinden terkin edildikten sonra tasfiye işlemlerinin eksik yahut kanuna aykırı yapıldığının anlaşılması, şirkete ait tasfiye aşamasında değerlendirilmemiş mal varlığı değerlerinin bulunması, organlara karşı sorumluluk davası açılması, şirkete karşı açılmış dava veya icra takibinin bulunması gibi şirketin hukuken temsilinin gerektiği durumlarda ek tasfiyeye gidilebilmesi mümkündür. Ek tasfiye nedenleri Kanun’da da sınırlı sayıda belirlenmediğinden yukarıda belirtilenler yanında somut hakka dayanan tüm talepler, şirketin ek tasfiye sürecine girmesi bakımından geçerlidir (Erdoğan, Rumeysa; Anonim Şirketlerde Ek Tasfiye, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Sayı 43, 2020, s. 115-144, s. 115, 122).
Ek tasfiyede amaç; yapılması gereken bazı tasfiye işlemleri yapılmaksızın tasfiyesi kapatılan ve ticaret sicilinden terkin olunan şirketin, anılan eksik ve yapılması zorunlu tasfiye işlemlerinin yerine getirilmesi için tekrar tasfiye aşamasına döndürülmesidir. Niteliği itibariyle geçici bir önlem olan ek tasfiye, yapılması ihmal edilen tasfiye işlemlerinin tamamlanmasına kadar devam edecek olup bu durum TTK’nın 547.maddesinde de açıkça ifade edilmiştir (Tekinalp, Ünal: Sermaye Ortaklıklarının Yeni Hukuku, 4. Bası, İstanbul 2015, s. 207, 208). Bu anlamda ek tasfiye, tasfiyenin gerçek anlamda tamamlanmasına hizmet etmekle şirketin önceki tasfiye işlemlerinin devamıdır. Her ne kadar anonim şirketlere ilişkin düzenlemeler arasında yer alsa da bu kural, tüm sermaye şirketleri ve kooperatiflerde de uygulama alanı bulur. Ayrıca anonim şirketlere ilişkin tasfiye usulü ve tasfiyede şirket organlarının yetkisine ilişkin hükümlerin limited şirketlere de uygulanacağına dair TTK’nın 643. maddesi uyarınca 547. madde düzenlemesi limited şirketlerde de uygulama alanı bulacaktır.
Bu aşamada uyuşmazlıkla ilgili olarak terkin edilmiş olan bir şirketin bir davada taraf olarak yer alabilmesi bağlamında ek tasfiyenin rolü üzerinde de durulması ayrıca önem arz eden bir diğer husus olarak karşımızca çıkmaktadır. Yukarıda bahsi geçen kurallar gereğince herhangi bir ticaret şirketinin davada taraf olabilmesi, taraf ve dava ehliyetinin varlığına bağlıdır. Bahsedilen ehliyetler ise hukuken var olan bir tüzel kişiliği gerektirmektedir. Oysaki ticaret sicilinden terkin edilen bir şirketin tüzel kişiliği, terkin işlemiyle birlikte sona erecektir (TTK m. 545). Buradan hareketle tasfiyesi tamamlanmış veya tamamlanmamış, bir şekilde sicilden terkin edilmiş bir şirket ile ilgili veya onun aleyhinde bu gibi ihtiyacın doğması hâlinde şirket hakkında TTK’nın 547. maddesi çerçevesinde ek tasfiye prosedürünün tamamlanması gerekir. Bu tür bir ihtiyaçla ek tasfiye aşamasına döndürülerek ihya edilen şirketin ek tasfiyesi, açılan dava ile ortaya çıkan hukukî ihtilafın giderilmesi amacıyla sınırlı olacaktır.
Ek tasfiye için TTK’nın 547. maddesine dayalı olarak açılan ve uygulamada “ihya” davası olarak adlandırılan davada mahkemece, talep kabul edilerek dava konusu şirketin ek tasfiye işlemleri için ihyasına karar verilmesi durumunda aynı maddenin 2. fıkrası uyarınca, taraflarca talep edilmese dahi, tasfiye memuru atanarak tescil ve ilanına karar verilmelidir. Dolayısıyla geçici 7. madde kapsamında hukuka uygun olarak terkin edilen şirketin ihyasına ilişkin talebin kabul edilmesi hâlinde verilecek olan karar, sonradan ortaya çıkan hukukî ihtilafın çözümü amacıyla sınırlı olarak şirketin TTK’nın 547. maddesi anlamında ek tasfiye kapsamına alınması niteliğinde olduğundan mahkemece, ek tasfiye için tasfiye memuru tayin edilmelidir. Zira bu şirket geçici 7. madde kapsamında herhalde ticaret sicilinden terkin edilmesi gereken bir şirket olduğundan tayin edilecek tasfiye memuru tarafından neticede şirketin ticaret sicilinden terkini işlemi de yapılacaktır.
Sonuç olarak yukarıda değinilen tüm bu düzenlemeler ışığında; geçici 7. madde kapsamında ticaret sicil müdürlüğünce münfesih sayılarak re’sen terkin edilen bir şirketin aynı maddenin 15. fıkrası kapsamında ihyasına yönelik olarak açılan davada, gerçekleştirilen re’sen terkin işleminin hukuka aykırılığının tespiti hâlinde verilecek ihya kararı, niteliği gereği terkin işleminin iptaline ilişkin olması nedeniyle TTK’nın 547. maddesinde düzenlenen ek tasfiye kapsamına girmeyeceğinden, ihya kararı yanında şirkete tasfiye memuru atanması gerekmez. Ancak geçici 7. madde kapsamında hukuka uygun şekilde gerçekleştirilen re’sen terkin işlemi sonrasında ortaya çıkan hukukî ihtilafların çözümü ve sonlandırılması amacıyla şirketin ihyasının gerektiği bir durumda geçici 7. maddenin 15. fıkrasına dayalı olarak açılan ihya davasında, terkin edilen şirketle ilgili oluşan ihtilafın çözümüyle sınırlı olarak verilecek olan ihya kararı, niteliği itibariyle ek tasfiye kapsamında verilen bir karar olduğundan TTK’nın 547/2. maddesi uyarınca ihya kararıyla birlikte ek tasfiye işlemlerini yürütmesi için tasfiye memuru atanması zorunludur.” denilmiştir.
Anılan ilamdan da anlaşılacağı üzere şirket ticaret sicilinden terkin edildikten sonra, terkin işlemi usul ve yasaya uygun olarak gerçekleştirilmiş olsa dahi, şirketin hukuken temsilinin gerektiği durumlarda ek tasfiyeye gidilebilecektir. Burada amaç, şirketin yeniden canlandırılarak ticari hayata döndürülmesi değil, şirketin eksik ve yapılması zorunlu tasfiye işlemlerinin yerine getirilmesi için tekrar tasfiye aşamasına döndürülmesidir. Ek tasfiye, şirketin önceki tasfiye işlemlerinin devamıdır. Terkin işleminin TTK’nun geçici 7. maddesine uygun olarak gerçekleştirilmiş olması şirketin ek tasfiyesine ilişkin TTK’nun 547. maddesinin uygulanmasına engel değildir. TTK’nun 547. maddesinde ise ek tasfiye için herhangi bir hak düşürücü süre düzenlenmemiştir.
Öte yandan Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasındaki “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” ve AİHS’nin 6. Maddesinin ” Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan… bir mahkeme tarafından … görülmesini isteme hakkına sahiptir.” hükümleri ile bunları yorumlayan AİHM ile Anayasa Mahkemesi kararları da gözetilmelidir. Mahkemeye erişim hakkı olarak da nitelendirilen bu hak karar alma ve icra edilmesini istemi hakkını da kapsayan bir süreçtir.
Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri de mahkemeye erişim hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (AİHM Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40).
Yargı kararlarının uygulanması “mahkemeye erişim hakkı” kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre, yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir; ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını, taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hale getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hallerinde, “mahkemeye erişim hakkı” da anlamını yitirir (Anayasa Mahkemesi Başvuru No: 2012/144, 2/10/2013, § 28).
AİHM “Karar” kavramına ilişkin olarak; 6. maddenin amaçlarına uygunluk açısından, tarafsız ve bağımsız bir mahkemenin olması gereklidir. Ayrıca, bu mahkemenin “kararı” bu maddenin anlamı çerçevesinde alması gerekir. Benthem-Hollanda davasında (23 Ekim 1985 tarihli karar, Seri A No. 97, s. 17, paragraf 40), AİHM bir mahkemenin özelliği olarak karar verme yetkisinin önemini vurgulamıştır:
[…] karar verme yetkisi, sözleşme bağlamında “mahkeme” kavramının özünde
bulunur (bkz. Sramek davası, 22 Ekim 1984 tarihli karar, Seri A No. 84, s. 17, paragraf 36). Albert ve Le Compte-Belçika davasının kararında (10 Şubat 1983, Seri A No. 58, s.16, paragraf 29), AİHM karar verme yetkisinin kapsamını belirlemiş ve mahkemenin başvuruculara aşağıdakileri sağlaması gerektiğini belirtmiştir.
[…] “mahkeme hakkından” yararlanılması (bkz. yukarıdaki Golder davasının
kararı, Seri A No. 18, s. 18, paragraf 36) ve gerek esasa gerekse hukuka ilişkin meselelerde uyuşmazlık konusunun bir mahkeme tarafından karara bağlanması (bkz. yukarıdaki König davasının kararı, Seri A No. 27, s. 34, paragraf 98’in tamamı).
Dolayısıyla “mahkeme”nin en azından esasa ve hukuka ilişkin meseleleri incelemeye ve çözümlemeye yetkili olması gerekir.
Nihayet, “karar” kavramı bir uyuşmazlığın bir mahkeme tarafından kesin olarak sonuçlandırılmasını varsayar (Eckle- Almanya davası, Temmuz 1982, Seri A No. 51, s. 25, paragraf 77, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarından Örnekler, Gilles Dutertre; Avrupa Konseyi Yayınları, Eylül 2007).
Mahkeme hakkı ayrıca mahkeme kararını uygulatma hakkıdır. Mahkemeye “erişim hakkı”, “mahkeme hakkının” yalnızca bir boyutudur. Hornsby- Yunanistan davasının kararında (19 Mart 1997, Reports of Judgments and Decisions 1997-II, s. 510-511, paragraf 40), AİHM 6. maddenin sadece medeni hukukla ilgili konularda mahkemede dava açabilme hakkıyla ilgili olmadığını belirtmiştir. Bir hükmün ya da kararın uygulanmasını sağlama “hakkı” da 6. maddenin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu kararda AİHM şuna hükmetmiştir:
Mahkeme, yerleşik içtihadı uyarınca, 6. maddenin 1. fıkrasının (madde 6-1)
herkesin medeni hak ve yükümlülüklerine ilişkin bir iddiasının bir mahkeme ya da yargı merciinde görülmesi hakkını güvence altına aldığını vurgular; bu şekilde “mahkeme hakkı” kapsanmış olur, oysa bu hakkın içinde erişim hakkı, yani medeni hukukla ilgili konularda mahkemelerde dava açma hakkı, bunun sadece tek bir boyutudur (bkz. Philis-Yunanistan davası, 27 Ağustos 1991 tarihli karar, Seri A No. 209, s. 20, paragraf 59). Ancak, bir Sözleşmeci Devlet’in iç hukuk sistemi nihai, bağlayıcı bir kararın taraflardan birinin aleyhinde olacak şekilde uygulanmadan kalmasına izin verirse, bu hak aldatıcı olmaktan öteye
gitmez. 6. maddenin 1. fıkrasının (madde 6-1) davacılara tanınan usule ilişkin hakları ayrıntılı biçimde tanımladıktan sonra -davanın adil, aleni ve hızlı bir şekilde görülmesi- yargı kararlarının uygulanmasını koruma kapsamına almaması düşünülemez; 6. maddenin yalnızca mahkemeye erişim ve davaların yürütülmesi hakkıyla ilgili olarak görülmesi, Sözleşmeci Devletler’in Sözleşme’yi onayladıklarında uymayı yüklendikleri hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacak durumlara yol açabilir (bkz. gerekli değişiklerle, GolderBirleşik Krallık davası, 21 Şubat 1975 tarihli karar, Seri A No. 18, s. 16-18, paragraf 34-36). Hangi mahkeme tarafından verilmiş olursa olsun verilen kararın infazı 6. madde uyarınca “dava” sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak görülmelidir; dahası, Mahkeme bu ilkeyi yargılamanın uzun (1. BÖLÜM: AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ) sürmesine ilişkin davalarda zaten kabul etmiştir (bkz. en son, Di Pede-İtalya ve Zappia-İtalya davası, 26 Eylül 1996 tarihli karar, Reports of Judgments and Decisions 1996-IV, s. 1383-1384, paragraf 20-24, ve s. 1410-1411, sırasıyla paragraf 16-20).
Mahkemeye erişim hakkı AİMHM ve Anayasa mahkemesi kararlarında belirtildiği üzere mutlak bir hak değildir ve kısıtlanabilir.
“Mahkemeye erişim hakkının” AİHM tarafından mutlak bir hak olarak görülmediğine açıklık getirilmelidir. AİHM’nin gözlemine göre (Golder kararı, s. 18-19, paragraf 38): Mahkeme, Komisyon’un ve Hükümet’in terditli beyanında sunulan görüşlerini
kabul ederek, mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı kanaatine varmıştır. Zira bu hak Sözleşme’de yer alan (bkz. madde 13, madde 14, madde 17 ve AİHS 6. Madde – Adil yargılanma hakkı madde 25) bir hak olmasına karşın, sözcüğün dar anlamı ile tanımına yer verilmediğinden, her hakkın içeriğini belirleyen sınırlar dışında, zımni kısıtlama getirilmesine imkân sağlamaktadır.
Bu “zımni kısıtlamalarla” ile ilgili olarak, AİHM Ashingdane-Birleşik Krallık
davasının kararında (28 Mayıs 1985, Seri A No. 93, s. 24-25, Paragraf 57) şu değerlendirmede bulunmuştur:
[…] mahkemelere erişim hakkı […] kısıtlamalara tabi olabilir; bunlara zımnen izin verilir, zira erişim hakkı “kendi doğası itibarıyla Devlet tarafından bir düzenleme yapılmasını gerektirir. Bu düzenleme zaman ve yer açısından toplumun ve bireylerin gereksinimlerine ve kaynaklarına göre değişiklik gösterebilir” ( Golder davasının kararı, s. 19, paragraf 38, örnek gösterilen “Belçika’da Eğitim Dili” davası, 23 Temmuz 1968 tarihli karar, Seri A No. 6, s. 32, paragraf 5). Böyle bir düzenlemenin getirilmesinde, Sözleşmeci Devletler belli bir takdir yetkisinden faydalanabilir. Sözleşme’nin gereklerine uyulmasına ilişkin nihai karar yetkisi Mahkeme’nin elinde bulunsa bile, ulusal makamların bu alandaki en iyi politikanın hangisi olacağına dair değerlendirmelerinin yerine başka bir değerlendirme getirmek Mahkeme’nin görevleri arasında yer almaz (bkz. gerekli değişiklerle, Klass ve Diğerleri davası, 6 Eylül 1978 tarihli karar, Seri A, No. 28, s. 23, paragraf 49). Yine de, uygulanan sınırlamaların hakkın özünü zedeleyecek derecede kısıtlama getirmemesi ya da bireye bırakılan erişimi bu denli azaltmaması gerekir (bkz. yukarıdaki Golder ve “Belçika’da Eğitim Dili” davalarının kararları a.g.e. ve yine yukarıdaki Winterwerp davası, Seri A No. 33, s. 24 ve 29, paragraf 60 ve 75). Ayrıca, meşru bir amaca yönelik olmadığı ve kullanılan yöntem ile ulaşılması hedeflenen amaç arasında makul bir orantısallık ilişkisi bulunmadığı takdirde kısıtlama, 6. Madde’nin 1. fıkrasına (madde 6-1) uygun olmayacaktır. (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarından Örnekler, Gilles Dutertre; Avrupa Konseyi Yayınları, Eylül 2007
sayfa 223-224)
Dava hakkı açılacak davalarda karar alma ve alınan kararın icra edilme hakkını kapsamaktadır. Şirketin ihya edilmemesi halinde terkin edilen şirket aleyhine açılan davada dava pasif husumet yokluğundan reddedilecektir. Bu durum ise davacının o davada adil yargılanma hakkı ve davacı olabilme hakkının ihlali ve neticesinde de mahkemeye erişim hakkının ihlali sonucunu doğuracaktır. Geçici 7. madde ile getirilen kısıtlama hakkın özünü zedeleyecek derecede kısıtlama getirmiş ve davacıya bırakılan erişimi ortadan kaldırmıştır. Ayrıca, geçici 7. madde ile getirilen hükmün mahkemeye erişim hakkı bulunan taraf yönünden kullanılan yöntem ile ulaşılması hedeflenen amaç arasında makul bir orantısallık yaratmadığı da açıktır.
Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında, TTK’nun geçici 7/15. maddesinde düzenlenen 5 yıllık hak düşürücü sürenin somut olayda uygulanması mümkün görülmemiştir.
Davacı vekilinin istinaf itirazı lehine yargılama gideri ve vekalet ücretine hükmedilmesine yöneliktir. Yukarıda açıklandığı üzere, şirket yetkilisine ihtar tebliğ edilmeden ihyası talep olunan şirketi usulsüz terkin ile dava açılmasına sebebiyet veren davalıdır. Bu durumda mahkemece, usulsüz terkin ile dava açılmasına sebebiyet veren davalının yargılama giderlerinden ve vekalet ücretinden sorumlu tutulması gerekirken davalının yasal hasım olduğu, yargılama giderleri ve vekalet ücretinden sorumlu olmadığı gerekçesi yazıldıktan sonra hüküm kısmında bu hususta olumlu veya olumsuz bir hüküm kurulmamasında isabet görülmemiştir.
Tüm bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin davanın kabulüne karar verilmesinde kısmen isabet görülmediğinden davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, davalı temsilcisinin istinaf başvurusunun kısmen kabulüne, sair istinaf itirazlarının reddine, ilk derece mahkemesi kararının yargılama giderleri ve tasfiye memuru atanması yönünden kaldırılmasına, davanın kabulüne, … Sanayi Ve Ticaret Limited Şirketi (Eski ünvanı … Limited Şirketi)’nin Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2021/78 Esas sayılı dosyasında yapılan yargılama ile sınırlı olmak üzere ihyasına, şirkete tasfiye memuru atanmasına, karar kesinleştiğinde tescil ve ilanına karar vermek gerekmiş ve takdiren aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda Açıklanan Nedenlerle;
A)Dairemizin 15/12/2022 gün ve 2022/434 Esas 2022/1652 Karar sayılı kararında DİRENİLMESİNE,
B)1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜNE, davalı vekilinin istinaf başvurusunun KISMEN KABULÜNE,
2-Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 14/10/2021 tarih ve 2021/243 Esas 2021/724 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/(1).b-2 maddesi uyarınca, yargılama giderleri ve tasfiye memuru atanması yönünden KALDIRILMASINA, davalı vekilinin sair istinaf itirazlarının reddine,
C)1-Davanın KABULÜNE,
2-Ankara Ticaret Sicil Müdürlüğünün … sicil sırasında kayıtlı iken terkin edilen davaya konu … Şirketi (Eski ünvanı … Limited Şirketi)’nin Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2021/78 Esas sayılı dosyasında yapılan yargılamayla sınırlı olmak üzere ihyasına,
3-Ek tasfiyeyi sağlamak üzere şirketin son yönetim kurulu başkanı …’in şirkete tasfiye memuru olarak atanmasına, tasfiye memuruna ücret verilmesine yer olmadığına,
4-Keyfiyetin 6102 Sayılı TTK’nın 547/2. maddesi gereğince tescil ve ilanına,
5-Alınması gereken 80,70 TL harcın davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına,
6-Davacının posta ve tebligat gideri olarak yaptığı 101,00 TL yargılama giderlerinin davalıdan tahsil edilerek davacıya verilmesine,
7-Davacının vekille temsil olunduğu anlaşıldığından karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT hükümleri uyarınca takdiren 9.200,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
8-HMK’nun 333. maddesi gereğince gider avansının kullanılmayan kısmının karar kesinleştiğinde davacıya iadesine,
D)1-Davalı tarafından yatırılan 80,70 TL istinaf karar harcının karar kesinleştiğinde ve talep halinde davalıya iadesine,
2-Davacı harçtan muaf olup, harç yatırmadığından bu hususta karar verilmesine yer olmadığına,
3-Davalı tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin davadaki haklılık durumu gözetilerek davalı üzerinde bırakılmasına,
4-Davacı tarafından istinaf aşamasında posta ve tebligat gideri olarak yapılan 130,00 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
5-Bozma ilamı sonrasında Dairemizce duruşma açılmış ise de Dairemizce önceki kararımızda direnilmesine karar verilmekle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Dair, davacı vekilinin yüzüne karşı, davalının yokluğunda HMK’nın 361. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içerisinde Yargıtay’da temyiz kanun yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 19/12/2023
Başkan – Üye – Üye – Zabıt Katibi –
Bu belge 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu hükümlerine göre UYAP sistemi üzerinden elektronik imza ile imzalanmıştır.