Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21.Hukuk Dairesi 2023/1360 Esas 2023/1458 Karar
T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
21.HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO : 2023/1360
KARAR NO : 2023/1458
TÜRK MİLLETİ ADINA
KARAR
BAŞKAN : … …
ÜYE : … …
ÜYE : … …
KATİP : … …
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ : ANKARA 8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 22/01/2019
NUMARASI : 2018/338 Esas 2019/27 Karar
DAVACI
DAVALILAR
VEKİLİ
DAVA : Tespit ve Tescil
DAVA TARİHİ : 02/05/2018
KARAR TARİHİ : 24/10/2023
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 24/10/2023
Taraflar arasındaki inanç sözleşmesine dayalı olarak anonim şirket ortaklığının tespiti ve şirket hissesinin davacı adına tescili istemine tespit istemine ilişkin davanın yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükme karşı davacı vekilince süresinde istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
DAVA
Davacı dava dilekçesinde özetle; davalı şirketin 1988 yılında kurulmuş bir aile şirketi olduğunu, şirketin babalarının isteği doğrultusunda gelirlerini birleştirerek babası ve kendisi tarafından kurulduğunu, ancak diğer kardeşlerinin de maddi zorluk yaşamamaları açısından şirkete dahil ettiklerini ve şirket hisselerini resmiyette kardeşi adına tescil ettirdiklerini, kendisinin ve babasının Almanya’da olmaları münasebetiyle şirketin resmi işlerinin gecikmemesi amacıyla davalı kardeşlerine olan inanç ve güveni nedeniyle şirket hisselerini kardeşlerinin adına tescil ettirdiklerini, şirketin kuruluşu ve gelişme aşamasında maddi desteğini sürdürdüğünü, karşılığında kardeşleri ile davalı şirket bünyesinde yer alan diğer şirketler adına kayıtlı gayrimenkullerin ve tüm varlıklarının % 20 hissesinin adına yapılması konusunda sözlü inanca dayalı sözleşme akdettiklerini, şirketin kuruluşundan beri gerek maddi olarak gerekse şirket işlerinin takibi suretiyle yapmış olduğu işlere karşılık olmak üzere 2017 yılında Türkiye’ye gelerek 1988 yılında kurmuş oldukları aile şirketi ve bünyesindeki grup şirketlerin % 20 hissesinin adına tescilinin yapılması talebini kabul etmemeleri üzerine 24/07/2017 tarihli ihtarname gönderildiğini, ancak cevaptan devrin gerçekleşmeyeceğinin anlaşıldığını, bu nedenle davalı şirket ile daha sonrada bu şirketin bünyesinde kurulan “… San. Ve Tic. A.Ş.” ile “…. Ve Tic. A.Ş.” ünvanlı şirketlerin % 20 hisse ortağı olduğunun tespiti ile bu şirketlerin sahibi olduğu tüm menkul, gayrimenkul malları, hisseleri banka mevduatları, alacakları ve bankalarda mevcut bulunan tüm mal varlığına karşılık % 20 hissesinin adına yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP
Davalılar vekili cevap dilekçesinde özetle; uzun yıllar yurt dışında yaşayan ve çalışan davacının iddia ettiği gibi davalı şirketin gerek kuruluşunda gerek faaliyetinde ve varlığında şimdiye kadar ortaklığı, katkısı veya çalışmasının olmadığını, Yargıtay kararları uyarınca inanç sözleşmesinin yazılı delille kanıtlanması gerektiğini, davanın zamanaşımına uğradığını, müvekkillerinin şirketi geliştirmek ve büyütmek için çok çalıştıklarını, şirket kurucularının davalılar olduğunu, kuruluşundan beri aile şirketi olarak çalıştıklarını, 818 sayılı BK ve 125 ve 6098 sayılı TBK’nın 146. maddeleri uyarınca inanç sözleşmesinden kaynaklı davalarda zamanaşımı süresinin 10 yıl olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Mahkemece; davanın inanç sözleşmesine dayalı açıldığı, varlığı iddia olunan sözleşme ilişkisinin devamı süresinde zamanaşımının işleyemeyeceği dikkate alınarak davalılar vekilinin zamanaşımı itirazının yerinde olmadığı, davacı ile davalı şirket ortaklar olan diğer davalıların kardeş oldukları, davacının davalı şirketi 1988 yılında babası ile birlikte kendisinin kurduğu, bugünki hale gelmesinde maddi manevi destekte bulunduğu, ancak kendisinin ve babasının Almanya’da ikamet etmesi sebebiyle şirketin resmi işlerinin gecikmemesinin temini amacıyla şirket hisselerini davalı kardeşleri adına tescil ettirdiklerini iddia ederek davalı şirket ile davalı şirket bünyesinde yer alan diğer şirketler adına kayıtlı gayrimenkullerin ve tüm mal varlıklarının % 20 hissesinin adına tescilini talep ettiği, davacı ile davalıların davalı şirket hisse devri konusunda inançlı bir şekilde hareket ettiklerine dair yazılı bir delil sunulamadığı, davacının inançlı işleme dayalı olarak hareket ettiği iddiasının olağan hayat tecrübeleri dikkate alındığında TMK’nın 2. maddesi bağdaşmadığı, TMK’nın 6. maddesi gereğince kural olarak herkesin iddiasını ispat etmekle yükümlü olup davalıların davacı ile aralarındaki ortaklık ilişkisini reddettiğine göre ortaklık ilişkisinin ancak kesin delille ispatlanması gerektiği, davacı tarafça ileri sürülen inançlı işlemin temel kanıtı olarak da bir belge sunulmadığı, Yargıtay uygulamalarına göre de inanç anlaşması ancak yazılı delille ispatlanabileceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davacı istinaf dilekçesinde özetle; kendisinin ve davalılar … ile …’in babası olan …’in 1972 yılında kendisinin de 1980 yılında Almanya’ya gittiğini, Almanya’da çalışarak elde ettikleri gelirler ile Muş’ta oturan davalılar … ve …’e davalı aile şirketini ailenini maddi açıdan refaha kavuşması için kurduğunu, davalı şirket kurulduktan sonra maddi ve manevi desteklerini devam ettirdiklerini, aralarında yazılı bir sözleşme düzenlemediklerini, bir nevi gizli ortak olarak şirketin % 20 hisse ortağı olarak kabul edildiğini, şirket kâr elde etmeye başladıktan sonra kâr payının bir bölümünü adına para yatırıldığını, Türkiye’de bulunduğu zamanlarda şirkette aktif görev aldığını, tüm çalışanların kendisini şirket ortağı olarak bildiklerini, başka şirketlerin de bu şirket bünyesinde kurulduğunu, Türkiye’ye kesin dönüş yaptıktan sonra hissesinin resmiyete dökülmesini istediğini, ancak davalıların kötü niyetli davrandıklarını, mahkemeye sunduğu dekontun içerisinde “kâr payı ödemesi olduğuna veya inançlı işleme delalet eden bir açıklamaya yer verilmediğinden” bahisle banka dekontunu yazılı delil olarak kabul edilmediğini, bunun yerinde olmadığını, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2010/3490 Esas 2010/710 Karar, 2011/10863 Esas 2011/2307 Karar ile Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 2013/15792 Esas 2014/2932 Karar sayılı ilamlarda belirtildiği üzere davasını yazılı delil ile kanıtlayamayan davacıya yemin hakkının hatırlatılması gerektiğini, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 25/01/1994 Tarih ve 1993/9907 Esas 1994/503 Karar sayılı ilamında kardeş olan taraflar arasındaki adi ortaklığın varlığının tanık delilleriyle kanıtlanabileceğine değinildiği, ilk derece mahkemesinin esasa ilişkin olayları hiç birini incelemeden tanığını dinlemeden davalıları yemine davet edilmeden eksik araştırma ve inceleme ile davanın reddine karar verilmesi yerinde olmadığını, ayrıca dava konusu ilk kurulduğu andaki davalıların gelir durumunun da incelenmemesinin yerinde olmadığını, bu nedenlerle ve sair sebeplerle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
Davalılar vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; uzun yıllar yurt dışında yaşayan davacının iddia ettiği gibi şirketin gerek kuruluşunda gerek faaliyetinde ve varlığında şimdiye kadar herhangi bir ortaklığa katkısı ve çalışmasının söz konusu olmadığını, davacının emsal olarak gösterdiği Yargıtay kararlarının olayla ilgisinin olmadığını, müvekkillerinin ağabeyleri olan davacıya karşı hürmetlerinin her zaman olduğunu ve kendisine maddi ve manevi katkıda bulunduklarını, ilk derece mahkemesi kararının hukuka uygun olduğundan onanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
HUKUKİ NİTELENDİRME, DELİLLERİN VE İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Dava, inanç sözleşmesine dayalı olarak şirket ortaklığının tespiti ve şirket hissesinin davacı adına tescili istemine ilişkindir.
Dairemizin 30/09/2020 gün ve 2019/732 esas 2020/888 karar sayılı kararı ile “..davacı taraf sözlü inançlı sözleşmeye dayılı olarak davalı anonim şirketin ve bu şirketin bünyesinde kurulan “… San. Ve Tic. A.Ş.” ile “…. Ve Tic. A.Ş.” ünvanlı şirketlerin % 20 hisse oranında ortağı olduğunun tespiti ile bu şirketlerin sahibi olduğu tüm menkul ve gayrimenkul malların % 20 hissesinin adına yapılmasına karar verilmesini istemiştir. Taşınmazlar ve anonim şirketin çıplak payın alacağın temliki hükümleri gereğince yazılı sözleşme ile devri mümkün olduğundan devri iddia edenin iddiasını tanık ile ispat etmesi mümkün değildir. Davacı taraf bu konuda yazılı delil veya yazılı delil başlangıcı sunamamıştır. Dava dilekçesinde de açıkça yemin deliline dayanmadığından mahkemenin davacı tarafa yemini hatırlatması gerekmez (Yargıtay İçtihadi Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 03/03/2017 tarih ve 2015/2 Esas 2017/1 Karar). Bu durumda ilk derece mahkemesinin sonuç olarak ispatlanmayan davanın reddi kararında bir isabetsizlik görülmediği” gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı tarafça temyiz edilmesi üzerine; Yargıtay 11 HD’ince 22/02/2023 gün ve 2021/6335 esas 2023/1038 karar sayılı ilamı ile ;
” 1.İlk Derece Mahkemesince inanç sözleşmesinin yazılı delil ile ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilinin istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesince, somut olaya alacağın temliki hükümlerinin uygulanması gerektiği; ancak bu ilişkinin yazılı delil ile ispatlanamadığı, sonucu itibarıyla İlk Derece Mahkemesi kararının doğru olduğu gerekçesiyle davacının istinaf başvurusu esastan reddedilmiştir.
2.6100 sayılı Kanun’un 353 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin ikinci alt bendi, Bölge Adliye Mahkemesince, yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında karar verileceği hükmünü haizdir. Ayrıca Bölge Adliye Mahkemelerinin, aynı Kanun’un 370 inci maddesinin ikinci fıkrasında belirtildiği şekilde İlk Derece Mahkemelerince verilen kararlarda hatalı olduğu belirlenen hususları düzeltme yetkileri bulunmamakla anılan hükümler doğrultusunda Bölge Adliye Mahkemesince, davalı tarafın istinaf başvurusunda ileri sürdüğü hususlar hakkında aynı Kanun’un 353 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin ikinci alt bendi uyarınca değerlendirme yapılması halinde, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılıp yeniden esas hakkında hüküm kurulması gerekirken, davacı tarafın istinaf başvurusunun kabul edilip İlk Derece Mahkemesince verilen karar kaldırılmaksızın yargılama giderlerine ilişkin bendin düzeltilerek karar tesisi doğru olmadığı” gerekçesiyle bozulmuştur.
Davanın açılış tarihi ve bozmanını usule ilişkin olması gözetildiğinde makul sürede yargılanma hakkının gereği olarak bozma ilamın uyularak yargılamaya yeniden başlanılmıştır.
Bozma ilamı esasa ilişkin olmayıp değişik gerekçe olduğuna ilişkindir.
Sicil özeti ve ekindeki Ticaret Sicil Gazetelerinden davalı şirketin davalı şahıslar tarafından kurularak 05/03/1996 tarihinde tescil ve ilan edildiği, 15.000.000,00 TL sermayeli davalı şirketin faal olduğu, ortaklarının davalılar … ve … olduğu, davalılar … ve …’in 23/02/2021 tarihine kadar münferiden temsile yetkili olarak seçildiği,
Davacının dava dilekçesinde tanık, bilirkişi, keşif vs. her türlü yasal delile dayandığı, ancak yemin deliline açıkça dayanmadığı, 19/07/2018 tarihli ön duruşmanın 2 ara kararında taraflara dava dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirilebilmesi amacıyla gereken açıklamaları, var ise tanık isimlerini ve hangi konuda tanık dinletmek istediklerini bildirmeleri için 2 haftalık kesin süre verildiği, davacı vekilinin tanıklarını bildirmediği, … şirketi tarafından davacıya 2011 yılında para gönderdiğini ve çektiğine ilişkin döviz mevduat hesap defterini sunduğu, ancak bu paraların gönderilme nedenini belirten bir şerh ve belge sunulmadığı görülmüştür.
Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden davacının sözlü inanç sözleşmesine dayalı olarak davalı şirkete ortak olduğunun tespiti ve şirketin % 20 hissesinin adına tescili istemiyle işbu davayı açtığı, davalı tarafın cevap dilekçesinde davacının iddiasını yazıl delil ile kanıtlaması gerektiğini öne sürdüğü, davalı şirketin ortaklarının davalılar … ve … olduğu, davalılar … ve …’in 23/02/2021 tarihine kadar münferiden temsile yetkili olarak seçildiği, davacının sunduğu mevduat tevdiat hesap defterinden davalı şirketin davacıya 2011 yılında 8 kez para havale edildiği, ancak paranın havale nedenine ilişkin şerhin mevcut olmadığı, sunulan tahsilat makbuzunda da havaleye ilişkin bir şerhin mevcut olmadığı, davacı … ve davalı şahısların kardeş olduğu, davacının davalı şahıslarla davalı şirketin hissesinin devri konusunda inançlı bir işlem yapıldığında dair yazılı bir delil veya davalı şahısların elinden çıkmış delil başlangıcı bir belge sunmadığı, davacı vekilinin dava dilekçesinde açıkça yemin deliline dayanmadığı, ilk derece mahkemesinin ön inceleme duruşmasında taraflara tanıklarını bildirmesi için verilen kesin süreye rağmen davacı tarafın tanıklarını bildirmediği, ilk derece mahkemesince ispatlanamayan davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
İnanç sözleşmesi inananla inanılan arasında yapılan onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme şartlarını içeren borçlandırıcı bir muamele olduğu, taşınmazların devri ile ilgili inanç sözleşmesinin vargının kesin delil ile ispatının mümkün olduğu, inanç sözleşmesinin 05/02/1947 tarih ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak yazılı delille kanıtlanabileceği, bu yazılı delilin tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olması gerektiği, bir yazılı delil bulunmasa da taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebileceği, yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK’nın 188. maddesi ) yemin (HMK’nın 225 ve devam eden maddeleri) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklı olduğu, davacının yemin deliline dayanması halinde hakimin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09/12/2015 tarih ve 2014/14-516 Esas 2015/2838 Karar sayılı kararı da bu doğrultuda olduğu).
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 12/11/2019 tarih ve 2018/1486 Esas 2019/7096 Karar sayılı emsal ilamında “Somut uyuşmazlığa uygulanması gereken 6762 sayılı TTK’nın “Hisse Senetlerinin Devri” başlıklı 415 ve 416. maddelerinde hamile ve nama yazılı hisse senetlerinin ne şekilde devredileceği düzenlenmiş olup, her iki halde de hisse devrinin noterden yapılması gerektiği, bunun sıhhat şartı olduğuna dair bir koşul belirtilmediği, TTK’nın 415. maddesi uyarınca hamile yazılı senetler, elden teslim ile devredilir ve bu işlemle pay devri yapılmış olur. Nama yazılı pay senetleri ise, ciro ve teslim ile devredilir, devir şirkete karşı pay defterine kayıtla hüküm ifade eder. Anonim ortaklığın çıplak paylarının devri konusunda TTK bünyesinde bir hüküm bulunmamaktadır. Payın devredilebilirliği ilkesi uyarınca, çıplak payın da senede bağlanmış paylar gibi serbestçe devredilebileceği hususunda görüş birliği mevcuttur. Ancak payın serbestçe devredilebilirliğine getirilen kanuni ve iradi sınırlamalar kuşkusuz çıplak pay için de geçerlidir. Çıplak payın devri genel hükümler doğrultusunda yapılır. Uygulanacak hükümler payın bedelinin tamamen ödenmiş olup olmadığı hususuna göre değişir. Bedelinin tamamı ödenmiş çıplak payın devri genel hüküm niteliğindeki alacağın temliki hükümlerine göre gerçekleşir. Alacağın temliki tasarrufi bir işlem olduğu için, bununla çıplak pay devralana geçer. Şekil olarak bedeli tam ödenmiş çıplak payın devri, payın devredildiğini içeren yazılı bir temlik beyanının devralana verilmesi ile söz konusu olur. Anonim ortaklık payı bünyesinde çeşitli alacak hakları bulundurmaktadır. İşbu alacak haklarının devredilmesi eğer pay senede bağlanmamışsa, ancak BK’da düzenlenen alacağın temliki vasıtasıyla gerçekleşebilir. Alacağın temliki de yazılı şekilde yapılır. Bedeli hiç ödenmemiş veya kısmen ödenmiş çıplak payın devrinin hukuki niteliği bedelinin tamamı ödenmiş çıplak payın devrinden faklıdır. Zira, bedelinin tamamı ödenmiş pay tali yükümleri bir yana bırakacak olursak, pay sahibi açısından herhangi bir malvarlıksal borç içermediğinden sahip olduğu alacak hakkı niteliğindeki haklarından ötürü devri alacağın temliki hükümlerine göre gerçekleşecektir. Oysa, bedeli tam olarak ödenmemiş pay için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Çünkü bedeli tam ödenmemiş pay, pay sahibi dışından malvarlıksal borç niteliğindeki taahhüt edilen pay bedelinin ödenmesi borcunu içerir. Anonim ortaklıklarda pay sahibinin asli borcu, taahhüt ettiği payların karşılığını oluşturan edimin ifasıdır. Bu kural hem nakdi hem de ayni sermaye taahhüdü için geçerlidir. Pay sahiplerinin taahhüt ettikleri payların karşılığını oluşturan edimi ifa etme borçları, ortaklık dışında da bir alacak hakkı teşkil eder. Bu durumda, karşılığı tamamen ödenmemiş bir payın devri devralan kişi açısından bir borç yüklenmesi niteliğine sahip olacağından ötürü devir işleminin borcun üstlenilmesi hükümleri uyarınca, yani bir iç üstlenme sözleşmesi ve alacaklı konumundaki anonim ortaklığın onayı alınmak sureti ile yapılması gereklidir. İç üstlenme sözleşmesinin tabi olduğu şekil şartı hakkında hiç bir hüküm öngörülmemiştir. Bu nedenle, hukukumuzda hakim olan şekil serbestisi ilkesi uyarınca tarafların söz konusu nakil sözleşmesini herhangi bir özel şekle bağlı olmaksızın sözlü, yazılı veya resmi şekilde yapabilme hususunda serbest oldukları düşünülebilir. Ancak pay, sadece kendisine bağlanan borçların değil aynı zamanda hakların da kaynağını teşkil eder. Alacak haklarının devrinin alacağın devri hükümlerine tabi kılındığı düşünülecek olursa, taahhüt edilen payın karşılığını ödeme borcunun yanında, ortaklık haklarını da içeren bedeli tam ödenmemiş payın devri işleminin de yazılı şekilde yapılması zorunluluğu söz konusudur. Dolayısıyla bedeli tam olarak ödenmemiş çıplak payın devri yazılı bir devir beyanı ile birlikte anonim ortaklığın onayının alınması ile gerçekleşir. Anonim ortaklık adına devir işlemine onay vermeye eğer ana sözleşmede farklı bir düzenleme bulunmuyorsa yönetim kurulu yetkilidir (Sevi, Ali Murat, Anonim Ortaklıkta Payın Devri , Ankara 2012, 294 vd.). Bu durum karşısında mahkemece, TTK’nın 415 ve 416. maddeleri ile yukarıdaki ilkeler gereğince davacının talebi değerlendirilerek öncelikle, devredildiği iddia edilen hisselerin senede bağlanıp bağlanmadığı, çıplak pay olup olmadığı araştırılarak, senede bağlanmamış ve çıplak pay niteliğinde ise, çıplak payın alacağın temliki hükümleri gereğince yazılı sözleşme ile devri mümkün olduğundan devri iddia edenin iddiasını tanık ile ispat etmesinin mümkün olmadığı, senede bağlanmış ise, hisse senetlerinin devri, devir beyanı ve payın teslimi ile gerçekleştiğinden maddi vakıa olan bu hususun tanıkla ispatının mümkün olacağı nazara alınarak sonucuna göre tanık dinletme talebinin de değerlendirilmesi gerektiği” gereğine değinilmiştir.
Somut olayda, davacı taraf sözlü inançlı sözleşmeye dayalı olarak davalı anonim şirketin ve bu şirketin bünyesinde kurulan “… San. Ve Tic. A.Ş.” ile “…. Ve Tic. A.Ş.” ünvanlı şirketlerin % 20 hisse oranında ortağı olduğunun tespiti ile bu şirketlerin sahibi olduğu tüm menkul ve gayrimenkul malların % 20 hissesinin adına yapılmasına karar verilmesini istemiştir. Taşınmazlar ve anonim şirketin çıplak payın alacağın temliki hükümleri gereğince yazılı sözleşme ile devri mümkün olduğundan devri iddia edenin iddiasını tanık ile ispat etmesi mümkün değildir. Davacı taraf bu konuda yazılı delil veya yazılı delil başlangıcı sunamamıştır. … şirketi tarafından davacıya 2011 yılında para gönderdiği ve çektiğine ilişkin döviz mevduat hesap defteri sunulmuş ise de bu paraların gönderilme nedenini belirten bir şerh ve belge sunulmadığı, davacının sunduğu mevduat tevdiat hesap defterinden davalı şirketin davacıya 2011 yılında 8 kez para havale edildiği anlaşılmış ise de ancak paranın havale nedenine ilişkin şerhin mevcut olmadığı, sunulan tahsilat makbuzunda da havaleye ilişkin bir şerhin mevcut olmadığı, bu suretle gönderilen paraların ortaklık kapsamında olduğunun davacı tarafça ispatlanamadığı, bu aşamada dava dilekçesinde de açıkça yemin deliline dayanmadığından davacı tarafa yemini hatırlatması gerekmediğinden (Yargıtay İçtihadi Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 03/03/2017 tarih ve 2015/2 Esas 2017/1 Karar). ilk derece mahkemesinin gerekçe yönünden kaldırılarak açıklanan gerekçelerle davanın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuş olup, istinaf incelemesi sırasında açılan duruşma bozma ilamı gereği olduğundan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 04/03/2021 tarih ve 2021/2-96 Esas 2021/205 Karar sayılı emsal içtihadı gözetilerek taraflar yararına vekalet ücretine hükmedilmemiştir.
HÜKÜM: Yukarıda Açıklanan Nedenlerle;
A)1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun gerekçe yönünden KABULÜNE,
2- Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 22/01/2019 gün 2018/338 Esas 2019/27 karar sayılı kararının gerekçe yönünden KALDIRILMASINA,
B)1- Davanın REDDİNE,
2-492 sayılı Harçlar kanunun gereğince alınması gereken 54,40 TL harçtan peşin alınan 35,90 TL’nin mahsubu ile kalan 18,50 TL karar ve ilam harcının davacıdan tahsili ile Hazineye irat kaydına,
3-Davacının yapmış olduğu yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4-İstinafa davacının başvurduğu ve aleyhe hüküm verme yasağı gözetilerek kendisini vekil ile temsil ettiren davalılar yararına AAÜT gereğince takdir ve tespit edilen 2.725,00 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalılara ödenmesine
5-Taraflarca yatırılan gider avansından kullanılmayan kısmın karar kesinleştiğinde ilgilisine iadesine,
C) 1- Davacıdan alınması gereken 269,85 TL maktu istinaf harçtan peşin alınan 44,40 TL harcın mahsubuyla bakiye 225,45 TL harcın davacıdan tahsil edilerek hazineye irat kaydına,
2- Davacı tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin davadaki haklılık payı gözetilerek davacı üzerinde bırakılmasına,
3- Bozma ilamı sonrasında Dairemizce açılan duruşma nedeniyle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı HMK’nın 361. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içerisinde Yargıtay’da temyiz kanun yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 24/10/2023
Başkan – … Üye – … Üye – … Kâtip – …
… … … …
Bu belge 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu hükümlerine göre UYAP sistemi üzerinden elektronik imza ile imzalanmıştır.