Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi 2022/409 E. 2023/231 K. 23.02.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21.Hukuk Dairesi 2022/409 Esas 2023/231 Karar
T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
21.HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2022/409
KARAR NO : 2023/231

TÜRK MİLLETİ ADINA
KARAR

İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ : ANKARA 12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 08/12/2021
NUMARASI : 2020/466 Esas 2021/923 Karar
DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALI
VEKİLİ :
DAVA : Şirket Yöneticisinin Azli
DAVA TARİHİ : 06/10/2020
KARAR TARİHİ : 23/02/2023
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 15/03/2023

Taraflar arasındaki şirket yöneticisinin azli istemine ilişkin davanın yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükme karşı davalı vekilince süresinde istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalının tek müdür sıfatıyla dava dışı …. Şti.’nin yöneticisi olduğunu, şirketin kuruluşundan bu yana mevzuatın kendisine yüklediği görevleri yerine getirmediğini, genel kurul toplantıları için çağrı yapmadığını, şirket finansal tablolarının, yıllık faaliyet raporunun düzenlenmesi, genel kurul toplantısının hazırlanması, genel kurula şirketin iş hesap ve bilançolarını açıklama, ortaklara hesap verme gibi yasadan doğan yükümlülüklerini bu yöndeki ısrarlı taleplerine rağmen yerine getirmediğini, basiretli şekilde davranma yükümlülüğünü ihlal ettiğini, davalının zamanında başvuru yapmamak ve/veya gerekli harç ve giderleri ödememek suretiyle şirkete ait birçok maden ruhsatı sahasının terk edilmiş sayılmasına neden olduğunu, ayrıca müdür tarafından zamanında yapılmayan ödemeler nedeniyle şirkete önemli miktarda idari cezalar kesildiğini, şirket müdürünün bu şekilde kasti ve ihmale dayalı davranışlarıyla şirketi önemli ölçüde zarara uğrattığını, davalının şirketle aynı alanda faaliyet gösteren …. Şti. isimli şirketlerin de ortağı/yöneticisi olup şirketin rekabet oluşturan faaliyetleriyle açıkça TTK’nun 626/2. maddesini ihlal ettiğini, şirketin %90 oranında hissesine sahip olan müvekkilinin şirketi idare ve temsil yetkisinin bulunmadığını, davalı tarafından şirketin kurulduğu yıldan bu yana genel kurul toplantısı için çağrıda bulunulmadığından Hindistan taabiyetinde bulunan müvekkilinin şirketin kurulduğu 2014 yılından bu yana ülkeye gelmediğini, dolayısıyla hiçbir toplantı kararına veya şirketin faaliyetine iştirak etmediğini, şirketin tüm ticari defter ve kayıtları davalının elinde bulunduğundan şirket defterlerini inceleme olanaklarının bulunmadığını, TTK’nun 412. maddesi gereği genel kurulun toplantıya çağrılması hususunda açılan davanın Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2020/180 Esas 2020/340 Karar sayılı kararıyla müvekkili ortağın şirkette azınlık paya sahip olmadığından reddedildiğini belirterek davalının elinde bulundurduğu …. Şti’indeki yönetim hakkını ve yetkilerinin TTK 630 vd. maddeleri uyarınca kaldırılmasına karar verilmesini dava ve talep etmiştir.
CEVAP
Davalı vekili süresinden sonra verdiği cevap dilekçesinde özetle; davacıya ait payların dava dışı Vikram isimli şahıs tarafından fiilen yönetildiğini, anılan kişinin davacıya ait hisselerin müvekkiline devrini sağlayacağını taahhüt ettiğini, bu taahhütün yerine getirilmediğini, genel kurulun müdürün kusuru nedeniyle toplanamaması halinde somut bir zararın doğmuş olması gerektiğini, şirketin pasif olduğunu, faaliyetini sürdürmediğini, genel kurul yapılmasında hukuki ve fiil bir fayda bulunmadığını, 2020 yılı Ocak ayı içerisinde genel kurul çağrısı yapılması talebiyle davacı vekilinin gündem önerilerini müvekkiline ilettiğini, pandemi süreci nedeniyle o tarih itibarıyla genel kurulun toplanamadığını, ilerleyen süreçte toplantı hazırlıklarına başlandığını, davacının sahip olduğu hisse miktarı itibarıyla azlık statüsünde olmadığını, genel kurul çağrı talebinde bulunma hakkına sahip değilse de müvekkilinin iyi niyetli olarak bu talebi dikkate aldığını, genel kurul toplantısı hazırlıklarına başlandıktan sonra davacının gündem önerilerindeki müdürün azli, atanması, ortaklıktan çıkarma davası açılması gibi öneriler karşısında müvekkilinin haksız bir şekilde müdürlükten azledilerek ortaklıktan da çıkartılacağını, ortaklık haklarının kötüye kullanılacağını anlayınca savcılık soruşturma sonuna kadar genel kurul çağrısında bulunmama yönünde bir tasarrufta bulunduğunu, müvekkilinin özen yükümlülüğüne aykırı davranarak şirketi zarara uğrattığı iddiasının doğru olmadığını, şirketin bir kısım mali yükümlülüklerini yerine getirmemesinin sebebinin mali imkanların kuruluştan itibaren yetersiz olmasından kaynaklandığını, müdüre borçlanma yetkisi verilmediğini, şirket müdürünün kendi hesabından şirkete kaynak yaratacağı veya basiretli ve özenli davranmasına rağmen şirket kaynaklarının yetersizliği nedeniyle doğan sonuçlardan sorumlu tutulabileceği anlamına gelmeyeceğini, müvekkilinin azli yönünden haklı sebep bulunmadığını, terkin edilen ruhsatların arama ruhsatı olduğunu, arama ruhsatının sağladığı maden arama hakkına dayanılarak yürütülen faaliyetler sonucu işletme faaliyetlerine başlanamaması halinde arama ruhsatının terkin ettirilmemesinin mutat bir uygulama olduğunu, müvekkilinin basiretli davranarak işletme aşamasına geçme imkanı olmayan ruhsatların terkinini sağlayarak şirketi mali yükümlülüklerden kurtardığını, müvekkilinin rekabet yasağını ihlal etmediğini, iddiaya konu şirket ile tarafların ortak olduğu şirketin fiili faaliyet alanlarının farklı olduğunu bildirerek davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Mahkemece, yargılama aşamasında alınan bilirkişi raporu ışığında, sahaların terk edilmesi, mevcut sahaların terk aşamasına düşürülmesi ve şirketi zarara uğratma konularında yapılan incelemede, arama ruhsatlı terk edilen 8 sahadan 3 tanesi için zorunlu nedenlerle terk talep edildiği ve terk taleplerinin … tarafından da uygun bulunarak kabul edildiği, terk gerekçelerinin sahalardan 2’sinin sit alanı olması ve birisinin ÇED raporu alınamaması olduğu, bu sahaların terk edilmesinde şirket müdürünün alacağı bir önlem ve ihmali bulunmadığı, terk edilen sahalardan hiçbirinin herhangi bir devir görmediği, şirket müdürünün bu sahaları kendi şirketlerine aktarmasının söz konusu olmadığı, terk edilen 5 saha için ön arama ruhsatı döneminde yapılan sondaj çalışmalarının dışında hiç ek çalışma yapılmadığı, sadece jeolojik etüdlere dayanarak sahanın blok veriminin düşük olacağı beklentisiyle terk talep edildiği, işletme ruhsatı talebi için ek çalışmalar yapılmadan terk talebinde bulunulmasının bilirkişilerce uygun olarak değerlendirilmediği, gerekli araştırmalar yapılmadan mali sorunların şirket bünyesinde ortaklara aktarıp bir çözüm yolu bulunmadan doğrudan ruhsatların terk edilmesinin işin doğasına aykırı olduğununun bildirildiği, davalının terk edilen sahaların verimli olmayan alanlar olduğu ve bunun için fazlaca masraf yapılmasına gerek olmadığı savunmasını kanıtlar delil ve raporları dosyaya sunmadığı, mevcut iki sahadan Antalya ili Korkuteli ilçesindeki sahanın işletme faaliyetine geçilebilmesi için gerekli belgelerin, mülkiyet izni, ÇED, işyeri açma ve çalışma ruhsatı gibi süresi içinde verilmemiş olması nedeniyle idari para cezası ve ruhsatın iptalinin gündeme gelmiş olmasının sorumluluğunun şirket müdüründe olduğu, bu sorumluluğun gereğini yerine getirmediği için şirket müdürünün görevinde ihmali olduğu, tüm sahaların terk edilmesinde alınan yönetim kurulu kararlarında şirket müdürü olan davalı ve davacının el yazısı ile yazılmış isimleri ve imzaları bulunmakla birlikte, Hindistan uyruklu davacının 29/01/2020 tarihinde İstanbul’dan yurda giriş yaptığı ve 05/02/2020 tarihinde İstanbul’dan çıkış yaptığının toplanan delillerden anlaşıldığı, davacının yönetim kurulu kararlarının alındığı yıllarda Türkiye’de olmadığı, davacının yönetim kurulu kararlarındaki imzaların kendisine ait olmadığını bildirdiği, diğer saha olan Mersin ili Erdemli ilçesindeki sahanın 2021 yılı ruhsat bedelinin yatırılmadığı, faizli ruhsat bedeli yatırılmaması durumunda ruhsatın iptalinin gündeme geleceği, idari para cezası ve ruhsatın iptalinin gündeme gelmiş olmasının sorumluluğunun şirket müdüründe olduğu, sorumluluğun gereğini yerine getirmediği için şirket müdürünün görevinde ihmali olduğunun anlaşıldığı, TTK’nun 617. maddesiyle her yıl olağan genel kurul toplantısı yapılmasının zorunlu hale getirildiği, genel kurulu toplantıya çağırma yetkisinin ise müdürlere verildiği, şirket ortaklarının genel kurulu doğrudan toplantıya çağırma yetkisinin bulunmadığı, ortakların bu haklarını ancak müdür aracılığıyla müdürün çağrıya rağmen toplantı yapmaması halinde ise mahkemeden bu hususta karar alarak kullanabileceği, davacının bu yöndeki talebinin TTK’nun 411. madde düzenlemesinden azınlığın yararlanabileceği çoğunluğun bu davayı açma yetkisi bulunmadığı gerekçesiyle mahkemece reddedildiği, davacının en temel hakkı olan genel kurula katılma, görüş açıklama ve oy kullanma haklarından yaralanamadığı, bu hakkın esas sözleşmeyle dahi kısıtlanamayan haklardan olduğu, TTK’nun 616. maddesinde genel kurulun devredilemez yetkilerinin sayıldığı, bu yetkilerin şirketin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi ve pay sahipliğinden kaynaklanan hakların kullanılabilmesi için büyük öneme sahip olduğu, müdürlerin atanması ve değiştirilmesi, esas sözleşmenin değiştirilmesi, yıl sonu finansal tablolarının onaylanması, kar payı hakkında karar verilmesi ve şirketin feshi gibi yetkiler olduğu ve dava konusu şirkette genel kurul yapılmadığından bu yetkilerin fiilen kullanılmasının önüne geçildiğinin anlaşıldığı, genel kurul toplantılarının hazırlanması ve yürütülmesinin şirket müdürünün devredilemez yetkileri arasında olduğu, müdürlerin görevleri yerine getirirken gerekli olan tüm özeni göstermekle yükümlü bulunduğu, müdürün özen yükümlülüğünü ağır bir şekilde ihlal etmesinin azli için haklı sebep sayılacağı, azlık pay sahiplerinin mahkemeye müracaatla genel kurulun toplantıya çağrılmasını talep edebilecek olmalarının uzun yıllardır toplantı çağrısında bulunmayan davalı müdürün bu konudaki sorumluluğunu ve ağır kusurunu ortadan kaldırmayacağı, ortakların şirket yönetiminden bilgi alma haklarının sürekli ihlali halinde de aynı durumun söz konusu olduğu, davacının özellikle genel kurulun toplanması talebinin davalı tarafından yerine getirilmemesi ve bunun sebebi olarak öncelikle pandemi olarak belirtilip, sonrasında çoğunluğa sahip davacı ortağın kendisini müdürlükten uzaklaştırabileceği fikri ile yerine getirmediği beyanı karşısında toplam iki ortaklı olan şirketin genel kurulunun pandemi koşullarında dahi kolaylıkla gerekli önlemler alınarak yapılabileceği dikkate alınarak ağır bir kusurlu davranış olarak kabul edildiği, davalının müdür olarak çalıştığı dönemde şirketin varlık toplamının ve sermayesinin azaldığı, 2019 yılı hariç gelirinin olmadığı, şirketin 5 yıllık süre zarfının tamamında zarar ettiği, genel kurul toplantılarının yapılmadığı, müdürün bilgi verme yükümlülüğüne uymadığı, bu haliyle şirket müdürünün özen yükümlülüğünü ihlal ettiği, azil koşullarının oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulüne, davalının şirket müdürlüğünden azline karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; müvekkilinin şirketin kuruluşundan geçerli olmak üzere 20 yıl süreyle münferit yetkili şirket müdürü olduğunu, Hindistan uyruklu dava dışı … isimli kişinin maden sektöründe yatırım faaliyetlerinde bulunmak amacıyla madencilikle ilgili hem teknik donanıma sahip hem de mevzuata hakim olan müvekkil ve babası ile irtibata geçtiğini, birkaç farklı şirket bünyesinde ortaklık ilişkisi kurarak bu şirketlerin yönetimini müvekkili ve babasına bırakıltığını, yakın döneme gelindiğinde ise tarafların yollarını ayırma kararı aldığını, müvekkil ve babasının bir kısım şirketlerdeki ortaklık paylarını belirli bir bedel karşılığında …’a devretmesi, ayrıca … şirket paylarının da müvekkiline devredilmesi hususunda anlaştıklarını, müvekkilinin ve babasının usulüne uygun bir şekilde ibra edilmeleri ve mevcut ortaklıkların sonlandırılmasının mali sonuçları hakkında anlaşma sağlanmasına müteakip, anlaşmadan doğan tüm yükümlülüklerini yerine getirdiklerini, hisse devirlerini gerçekleştirdiklerini, müvekkilinin 2.000.000,00 TL’yi aşan alacaklarının henüz ödenmediğini, bu alacağın ödenmesinden kaçınmak için birçok asılsız iddia ve taleplerle şikayet ve dava yoluna başvurulduğunu, … şirketi bünyesinde kurulan ortaklık ilişkisi olup bu şirketin resmi ortaklarının taraflar olduğunu, her ne kadar ortaklık payı davacıya aitse de ona ait payların fiili yönetiminin kendisinin yakını olan dava dışı … tarafından gerçekleştirildiğini, … şirket paylarının müvekkiline devrinin pay sahibi olan davacı değil, dava dışı … tarafından taahhüt edilerek teminat altına alındığını, sermaye borcunun dava dışı … tarafından ödendiğini, şirket ihtiyaçları için şirket hesabına yapılan ödemelerin dava dışı … tarafından gerçekleştirildiğini, şirketin dava dışı …’ın talimatları doğrultusunda yönetildiğini, davacının Türkiye’ye hiç gelmemiş olup bu durumun davacıya ait payların dava dışı … tarafından fiilen yönetildiğini açıkça gösterdiğini, bilirkişi kurulu raporunun hukuka aykırı olduğunu, raporda incelemenin dava konusu uyuşmazlıkla ilgili alanda uzman olmayan kişilerce gerçekleştirildiğini, değerlendirmelerin denetime elverişli olmadığını, inceleme sonucunun alanında uzman olan kayyumlarca tanzim edilen raporla birçok noktada çeliştiğini, itirazlarının kabul edilmediğini, eksik tahkikatlar tamamlanmadan ve rapordaki çelişkiler giderilmeden rapor doğrultusunda hüküm kurulmasının isabetsiz olduğunu, sektörel incelemeyi gerçekleştiren bilirkişinin uzmanlık alanın mermer madeni olmadığı ve çalışmalarının metal madenleri konusunda yoğunlaştığını, bu halin inceleme sonucuna doğrudan etki ettiğini, mermer madeninin kendisine has özellikleri gözetilmediğinden bilirkişi tarafından yapılan değerlendirmenin isabetsiz olduğunu, teknik değerlendirmenin mermer madeni alanında uzman ve jeoloji mühendisi kişilere yaptırtılması gerektiğini, bir kısım arama ruhsatının terk edilmesi yönünden ön arama ruhsatı döneminde yapılan sondaj çalışmalarının dışında hiç ek çalışma yapılmadığı, sadece jeolojik etüdlere dayanılarak sahanın blok veriminin düşük olacağının düşünüldüğü açıklamasıyla ek çalışma yapılmamasının uygun olmadığının değerlendirilmesinin isabetsiz olduğunu, mermer madeni bakımından sektörel uygulamaya uygun bir şekilde, yeterli araştırma yapıldığını, Erdemli Mersin’deki sahada ön arama ruhsatı dönemindeki sondaj çalışmaları ile gerekli tespit işlemlerinin tamamlandığını, mermer madeni yönünden sektörel uygulama kapsamında sondaj çalışmalarının yeterli olduğunu gösterdiğini, ek çalışmaların neler olabileceği, hangi çalışmaların eksik bırakıldığı gösterilmediğinden rapordaki değerlendirmenin denetime elverişli olmadığını, bilirkişi kurulu raporunda, bir kısım maden arama ruhsatının ek çalışma yapılmaksızın terk edilmesi nedeniyle müvekkilin sorumluluğunun gündeme getirildiğini, kayyum heyeti faaliyet raporunda, anılan arama ruhsatı terkleriyle ilgili olarak mühendislik değerlendirmesi yönünden ekonomik bulunmamasından kaynaklandığı, müvekkilinin şirket müdürlüğü yetkisi kapsamında olduğu, terk edilen sahalara ilişkin olarak terk işlemlerinin gerekçeye dayalı olarak müvekkilinin şirket müdürlüğü yetkisi kapsamında olduğunun değerlendirildiğini, çelişkiler giderilmeksizin bilirkişi heyet raporuna itibarla hüküm kurulması isabetsiz olduğunu, rapordaki mali değerlendirmelerin de kayyum heyeti faaliyet raporunda yer alan mali müşavir tarafından yapılan değerlendirmelerle çeliştiğini, bu çelişkiler giderilmeden rapora karşı itirazımızın reddiyle hüküm kurulmasının yerinde olmadığını, müspet değerlerin tespit ve değerlendirilmesi sırasında, yaklaşık 30 milyon Türk Lirası değerinde rezerve sahip olan Erdemli/Mersin’deki sahanın ihmal edilmesi olduğunu, kayyum heyeti faaliyet raporunda gözetilen şirketin tüm zamanlardaki harcama, borç ve sermayesini kat kat aşan bu değerin dikkate alınmamasının isabetsiz olduğunu, kayyum heyeti faaliyet raporunda mevzuattaki dayanaklarıyla birlikte, anılan değerin gözetilmesi gereğinin ortaya konulduğunu, bilirkişi kurulu raporunda anılan değerin hiç dikkate alınmadığını, bunun gerekçesinin açıklanmadığını, soyut bir şekilde şirket varlıklarının azaldığı değerlendirmesine yer verilmesinin incelemenin objektifliğini zedelediği gibi denetime elverişliliğini de ortadan kaldırdığını, dava dışı ilgili şirketin yönetim organı tek kişiden oluştuğunu, müvekkilinin her türlü yönetimsel karar ve faaliyetle ilgili olarak telefon ve elektronik posta vasıtasıyla diğer şirket ortağını bilgilendirdiğini, onunla ortak karar aldığını, müvekkilinin yeterli çabayı göstermediğinden bahsedilemeyeceğini, şirketin mali yetersizliğinden dolayı ruhsatların işletmeye dönüşümünün tamamlanamaması ve buna bağlı olarak da mal üretimi/satışı yapamamasının şirketin gelir elde etmesine imkan vermediğini, soyut değerlendirmelerle yapılan bilirkişi incelemesinin denetime elverişli olmadığını, ön arama ve arama aşamasında bulunan ruhsatlara ilişkin sektörel faaliyetlerin sürdürülebilmesi için gerekli ihtiyaçlar, enflasyon ve döviz kurundaki fahiş artışlar, müvekkilinin kendi hesabından şirkete aktardığı bir kısım mali kaynak, sermaye ve mali olanak yetersizliği dolayısıyla şirketin faaliyet alanı itibariyle gelir sağlayabilecek işletme iş ve işlemlerinin gerçekleştirme aşamasına geçilememesi gibi hususlar gözetilmeksizin gerçekleştirilen mali incelemenin eksik kaldığını, anılan eksiklikler tamamlanmaksızın rapor doğrultusunda hüküm kurulmasının isabetsiz olduğunu, teknik raporların varlığı dikkate alınmaksızın hüküm tesis edilmesinin eksik tahkikata sebebiyet verdiğini, terk edilen sahaların verimsizliğini gösteren teknik ölçüm ve tespit raporlarının, … tarafından dosyaya gönderilen terk tutanakları ekinde mevcut bulunduğunu, dosyada mevcut olan belgeler dikkate alınmaksızın bu belgelerin mevcut olmadığından bahisle hüküm kurulmasının eksik tahkikata sebebiyet verdiğini, bilirkişilere yetki verilerek sahada inceleme yapılması, gerekli görüldüğü takdirde numune alınıp incelenerek sahanın verimliliği hususunun değerlendirilmesi gerekirken bu hususların gözetilmediğini, … şirketi hisselerinin müvekkiline devredilmesinin taahhüt edildiğini, bu taahhüdün temini amacıyla müvekkili lehine 100.000,00 Usd tutarlı bir senet düzenlendiğini, müvekkilinin protokolden doğan yükümlülüklerini yerini getirdiğini, müvekkiline karşı taahhüt edilen edimlerin ise yerine getirilmediğini, teminat bedelinin ödenmediğini, müvekkiline karşı olan borçların ödenmesinden kaçınmak için birçok haksız başvuruda bulunulduğunu, davacının ilk kez vekili aracılığıyla 2020 yılı ocak ayı içerisinde genel kurul çağrısı yapılması talebi ile gündem önerilerini müvekkile tebliğ ettiğini, pandemi süreci sebebiyle o tarih itibariyle genel kurulun toplanmasının mümkün olmadığını, pandemi dolayısıyla uygulanan tedbirlerin esnetilmesiyle toplantı hazırlıklarına başlandığını, müvekkilinin davacının gündem önerileri karşısında haksız bir şekilde kendisinin müdürlükten azledilip ortaklıktan da çıkartılacağı, davacının da katılımıyla işlenen suç niteliğindeki fiillerin örtbas edileceği, bu suretle ortaklık haklarının kötüye kullanılacağını anladığını, ceza soruşturması sonuçlanıncaya kadar genel kurul çağrısında bulunmama yönünde bir tasarrufta bulunduğunu, genel kurulun fiziken toplanmadığını ancak telekonferans veya e-posta yoluyla müvekkilinin bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirdiğini, ihtiyaç doğduğunda sirküler (elden dolaştırma) şeklinde genel kurul kararı alındığını, … şirketinin fiilen pasif bir teşekkül olması nedeniyle şirket genel kurulunun fiziken toplanamadığını, kanun koyucu genel kurulun toplanmaması bakımından doğrudan bir yaptırım öngörmemiş olup buna bağlı olarak müdürün sorumluluğundan bahsedilebilmesi için hem genel kurulun müdürün kusuru nedeniyle toplanamaması hem de genel kurulun toplanamaması dolayısıyla somut bir zararın doğmuş olması gerektiğini, e-posta örneklerinden de anlaşıldığı üzere, müvekkilinin bilgi verme yükümlülüğünü yerine getirdiğini, ihtiyaç halinde elden dolaştırma suretiyle genel kurul kararı tesis edilebildiğini, genel kurulun fiziken toplanamamasında müvekkilinin kusuru bulunmadığını, genel kurulun fiziken toplanamamasına bağlı olarak somut bir zarar meydana gelmediğini, şirketin yaklaşık 30 milyon TL değerinde rezerve sahip bir maden sahası bulunduğunu, … şirketinin gerek sermayesi, gerekse de diğer ayni ve nakdi kaynaklarıyla anılan maden sahasını işletmeye elverişli olmadığını, sermaye ve şirketin diğer kaynaklarının yetersizliğinin anılan sahanın faaliyete geçirilmemesine değil, aynı zamanda davaya konu olan bir kısım ruhsat bedel ve cezasının ödenememesine de sebebiyet verdiğini, şirket müdürünün şirket kaynaklarını, basiretli ve özenli bir şekilde yönetmekle yükümlü olduğunu, basiretli ve özenli davranmasına rağmen şirket kaynaklarının yetersizliği nedeniyle doğan sonuçlardan sorumlu tutulabileceği anlamına gelmeyeceği, bugüne kadar huzur hakkı veya ücret dahi almaksızın ve kendi hesabına en ufak bir fayda sağlamaksızın şirket imkanları dahilinde basiretli ve özenli bir yönetim sergilediğini, müvekkilin azli bakımından herhangi bir haklı sebep bulunmadığını, diğer ortağın şirket maliyesiyle ilgili bilgisi olduğu halde, ek bir kaynak sağlamak yerine, mevcut kaynaklarla yönetimin sürdürülmesi ve bir kısım ruhsatın iptal edilmesiyle şirketin mali yükten kurtarılması yönünde talimat verdiğinin açıkça görüldüğünü, şirkete ait bir kısım arama ruhsatının terk edilmesinin hukuka, tekniğe ve sektörel uygulamaya uygun olup anılan terk işlemlerinin, şirketin zararına değil faydasına sonuç doğurduğunu, müvekkilinin bizzat bedeni ve zihni çalışmasıyla şirkete ait ve arama ruhsatlı 10 maden sahasından birinde yaklaşık 30 milyon TL değere sahip bir rezerv bularak faaliyete geçirilebilir düzeye getirmesinin mühendislik başarısı olduğunu, müvekkilnin müdürlük görevinin gerektirdiği özen doğrultusunda ruhsatların durumu, ihtiyaçları, verimliliği ile ilgili bilgilendirmeleri yaptığını, karşılıklı anlaşma ile terk işlemlerini gerçekleştirdiğini, maden arama ruhsatlarının terk edilmesinin davacının bilgisi ve rızası dahilinde olduğunu, şirketin zararına değil, faydasına bulunduğunu, terk edilen ruhsatların maden arama ruhsatı olduğunu, arama faaliyetinin belirli bir süre içerisinde işletmeye çevrilmek suretiyle olumlu veya terk edilmek suretiyle olumsuz olarak sonuçlandırılması gerektiğini, aksi halde ruhsat sahibinin idari yaptırımlarla karşılaşacağını, işletmeye elverişli olmadığı anlaşılan maden arama ruhsatlarının terk edilmesiyle şirketin idari yaptırımlara mahkum edilmesinin engellendiğini, bir kısım arama ruhsatının terkinin hayatın ve sektörel uygulamanın olağan akışına uygun olduğunu bildirerek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
HUKUKİ NİTELENDİRME, DELİLLERİN VE İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Dava; limited şirket müdürünün haklı nedenle azli istemine ilişkindir.
6100 Sayılı HMK’nın 355.maddesi gereğince, istinaf incelemesinin istinafa gelen tarafın sıfatı ile istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı hususu gözetilerek ilk derece mahkemesinin taraflar arasındaki ihtilafta görevli mahkeme oluşu ve eldeki davada kesin yetki kuralına da aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla işin esasına girilerek yapılan incelemede;
Mali müşavir ve maden mühendisinden oluşan temsil kayyım heyetinin 31/08/2021, 30/09/2021, 01/11/2021, 01/12/2021 ve 03/01/2022 tarihli heyet raporları, davacı tarafından davalıya gönderilen ihtarname suretleri,…. Şti. ile …. Şti.’ne ilişkin ticaret sicil gazeteleri, davalı tarafından davacıya gönderilen ihtarname suretleri, davalı ile dava dışı … arasında akdedilen protokol sureti, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı müzekkere cevapları, yargılama aşamasında mali müşavir, maden mühendisi ve hesap uzmanı bilirkişi heyetinden alınan bilirkişi raporu dosya içerisinde yer almaktadır.
…. Şirketi’nin ticaret sicil kayıtlarından, şirketin davacı ve davalı olmak üzere iki ortaklı olduğu, 100.000,00 TL şirket sermayesinin 90.000,00 TL’sinin davacıya, 10.000,00 TL’sinin davalıya ait olduğu, davacının şirkette %90, davalının ise %10 oranında hisseye sahip bulunduğu, davalının anılan şirkette, şirketin kuruluş tarihi olan 2014 yılından itibaren ilk 20 yıl için münferiden temsil ve ilzam yetkisi bulunduğu, şirket kuruluş ve ana sözleşmesinin 23/06/2014 tarihli Türkiye Ticaret Sicil Gazetesinde ilan edildiği anlaşılmıştır.
Yargılama aşamasında dava dilekçesindeki ihtiyati tedbir talebi ilk derece mahkemesince 06/10/2020 tarihli ara karar ile reddedilmiş olup, davacı vekilinin ara karara karşı istinaf başvurusu üzerine Dairemizin 21/01/2021 tarih ve 2021/46 Esas 2021/107 Karar sayılı kararı ile şirketin 6 yıllık ticaret sicil kayıtları, ana sözleşmesi, genel kurul toplantı tutanakları incelenerek ihtiyati tedbir talebi hakkında karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak dosya mahkemesine gönderilmiştir.
Mahkemece 02/09/2021 tarihli ara kararla, davalı şirket yetkilisinin temsil yetkisinin kaldırılması ve şirkete temsil kayyımı atanmasına yönelik ihtiyati tedbir kararına itiraz reddedilmiş, anılan ara karara karşı davalı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Dairemizin 2021/1624 Esas 2021/1534 Karar sayılı kararı ile davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine hükmedilmiştir.
İlk derece mahkemesince 21/10/2021 tarihli ara kararla, 27/09/2021 tarihli mahkeme ara kararıyla şirket genel kurulunun temsil kayyımları tarafından yapılmasına karar verilmiş ise de, bu ara karardan dönülerek temsil kayyımlarının görevinin şirketi dışa karşı temsil etmek olduğu hatırlatılarak genel kurul toplantısına çağrı kararının yönetimsel etkileri içinde bulundurması, bu yönde şirket müdürünün yetkisi kaldırılmadığından temsil kayyımının bu konuda karar alma yetkisinin bulunmadığının kendilerine bildirilmesine karar verilmiştir. Anılan ara karara karşı davacı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, Dairemizin 2021/1865 Esas 2021/1537 Karar sayılı kararı ile davacı vekilinin istinaf başvurusunun usulden reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından davalıya gönderilen 28/02/2020 tarihli ihtarname ile 2018 yılı hesap dönemine ilişkin olağan genel kurul toplantısı için çağrıda bulunulması istenilmiş, 08/07/2020 tarihli ihtarname ile ise, 2014, 2015, 2016, 2017, 2018 ve 2019 yılları için genel kurul çağrısı yapılmadığı belirtilerek bu yıllar için genel kurul çağrısı yapılması istenilmiştir.
Davalı tarafından davacıya gönderilen 07/08/2020 tarihli cevabi ihtarname ile covid nedeniyle genel kurulu toplantıya çağırma imkanı bulunmadığı, gelinen aşamada kısıtlamaların kalktığı, genel kurul toplantı hazırlıklarına başlandığı bildirilmiştir.
…. Şti. ile …. Şti.’ne davalının kurucu müdür olduğu dosya içeriğiyle sabittir.
Davalı ile dava dışı … arasında akdedilen 08/08/2019 tarihli protokolde, davacının dava dışı …. Şirketi’ndeki hisselerinin dava dışı … tarafından davalıya devri taahhüt edilmiştir.
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığına yazılan müzekkereye verilen 29/01/2021 tarihli cevapta, Antalya, Muğla ilinde bulunan 3 adet ruhsatın ruhsat sahibinin talebi üzerine terk edildiği, Antalya’daki bir adet ruhsatın iptal durumunda olduğu, henüz iptal işlemlerinin tamamlanmadığı, Mersin ilindeki ruhsatın, ruhsat bedelleri halen yatırılabilir durumda olduğu, ruhsatın yürürlükte bulunduğu belirtilmiş, 07/04/2021 tarihli cevapta da Antalya’daki sahaya ilişkin terk talebinin, sahanın sit alanı olması nedeniyle kabul edildiği, Muğla’daki sahaya ilişkin herhangi bir idari para cezası uygulanmadığı, ruhsat sahibinin sahayı terk ettiği bildirilmiştir.
Temsil kayyım heyeti tarafından hazırlanan 31/08/2021 tarihli raporda dava dışı …. Şirketi’nin ortaklar pay defteri, genel kurul toplantı ve müzakere karar defteriyle şirkete ait bütün evrakların heyete teslimi hususunda davalıya müzekkere yazılması gerektiği belirtilmiş, 30/09/2021 tarihli raporda vergi beyannameleri ve bildirimlerin yasal süre içerisinde verildiği, şirket kamu borçlarının yeniden yapılandırıldığı, noter tasdikleri nedeniyle varlıkları bilinen şirkete ait 2016, 2017 ve 2018 yıllarında tutulmuş olan yevmiye defterleri, defteri kebir, envanter, ortaklar pay defteri, genel kurul toplantı ve müzakere defterinin rapor tarihi itibarıyla heyetlerine henüz teslim edilmediği, terk edilen sahalara ilişkin terk işlemlerinin gerekçeye dayalı olarak davalının şirket müdürlüğü yetkisi kapsamında olduğunun değerlendirildiği tespit edilmiştir.
Anılan heyet tarafından hazırlanan 01/11/2021 ve 01/11/2022 tarihli raporlarda vergi beyannameleri ve bildirimlerin yasal süre içerisinde verildiği, şirket kamu borçlarının yeniden yapılandırıldığı, noter tasdikleri nedeniyle varlıkları bilinen şirkete ait 2016, 2017 ve 2018 yıllarında tutulmuş olan yevmiye defterleri, defteri kebir, envanter, ortaklar pay defteri, genel kurul toplantı ve müzakere defterinin rapor tarihi itibarıyla heyetlerine henüz teslim edilmediği belirtilmiş, karar tarihinden sonra ibraz edilen 03/01/2022 tarihli raporda ise, noter tasdikleri nedeniyle varlıkları bilinen şirkete ait 2016, 2017 ve 2018 yıllarında tutulmuş olan yevmiye defterleri, defteri kebir, envanter, ortaklar pay defteri, genel kurul toplantı ve müzakere defterinin rapor tarihi itibarıyla heyetlerine henüz teslim edilmediği, Mersin/Erdemli’deki sahayla ilgili gsm ruhsatı, ÇED olumlu belgesi vs. Hizmetler için en uygun teklif veren … … Ltd. Şti ile sözleşme yapıldığı belirtilmiştir.
Yargılama aşamasında alınan bilirkişi raporunda, terk edilen 8 sahadan 3 tanesi için zorunlu nedenlerle terk talep edildiği, terk taleplerinin … tarafından da uygun bulunarak kabul edildiği, terk gerekçelerinin sahalardan ikisinin sit alanı olması, birisinin ÇED raporunun alınamaması olduğu, bu sahaların terk edilmesinde şirket müdürünün alacağı bir önlem ve ihmali bulunmadığı, terk edilen sahalardan hiçbirinin herhangi bir devir görmediği, şirket müdürünün bu sahaları kendi şirketlerine aktarmasının söz konusu olmadığı, geriye kalan ve terk edilen 5 saha için ön arama ruhsatı döneminde yapılan sondaj çalışmalarının dışında hiç ek çalışma yapılmadığı, sadece jeolojik etütlere dayanarak sahanın blok veriminin düşük olacağı beklentisiyle terk talep edildiği, işletme ruhsatı talebi için ek çalışmalar yapılmadan terk talebinde bulunulmasının uygun olarak değerlendirilmediği, davalı vekilinin şirketin daha fazla zarar görmemesi amacıyla sahaların terkini istemesinin de yerinde bulunmadığı, işletme ruhsatı aşamasına geçilmesinden ek maliyetler gerektiği görüşünün doğru olmadığı, işletme amacıyla arama ruhsatı alınan sahalarda herhangi bir girişme bulunmadan terk talebinde bulunmanın işin doğasına aykırı olduğu, borçlanma yetkisi olmayan müdürün, yönetim kurulunu toplantıya çağırıp durumu değerlendirmesi ve kaynak bulunamaması halinde sahaların terk edilmesi gerektiği, Antalya Korkuteli ilçesindeki maden sahasının işletme faaliyetine geçilebilmesi için gerekli belgelerin mülkiyet izni, ÇED, iş yeri açma ve çalışma ruhsatı gibi süresi içinde verilmemiş olması nedeniyle idari para cezası ve ruhsatın iptalinin gündeme gelmiş olmasının sorumluluğunun şirket müdüründe olduğu, bu sorumluluğun gereğini yerine getirmediği için şirket müdürünün görevinde ihmali olduğunun değerlendirildiği, tüm sahaların terk edilmesinde alınan yönetim kurulu kararlarında şirket müdürü olan davalı ve davacının el yazısıyla yazılmış isimleri ve imzaları bulunduğu, dosyada yer alan yazıda Hindistan uyruklu davacının 29/01/2020 tarihinde İstanbul’dan yurda giriş yaptığı ve 05/02/2020 tarihinde İstanbul’dan çıkış yaptığının anlaşıldığı, bu bilgiye göre davanın yönetim kurulunun kararlarının alındığı yıllarda Türkiye’de olmadığının ortaya çıktığı, imzaların sahteliği hususunun heyetin uzmanlık alanında olmadığı, Mersin Erdemli ilçesindeki sahanın ruhsat bedelinin yatırılmadığı, yatırılması için 30/06/2021 tarihine kadar günlük gecikme faizi olarak yatırılma hakkının bulunduğu, faizli ruhsat bedelinin yatırılmaması durumunda ruhsatın iptalinin gündeme geleceği, idari para cezası ve ruhsatın iptalinin gündeme gelmiş olmasının sorumluluğunun şirket müdüründe olduğu, bu sorumluluğun gereğini yerine getirmediği için şirket müdürünün görevinde ihmali bulunduğu, davalı vekilinin iddia ettiği gibi şirketin finans sıkıntısı içinde olduğu ve sözleşmenin müdüre borçlanma yetkisi vermediği hususunun doğru olduğu, ancak bu konuda müdürün herhangi bir çabasına da rastlanmadığı, şirket müdürünün şirketi zarara uğrattığı, şirketin varlık toplamının önemli derecede azaldığı, şirketin tasfiyesi halinde nakde dönüşecek varlığının bulunmadığı, şirket borçlarının önemli derecede ödendiği, şirket sermayesinin azaldığı, şirketin 2019 yılı hariç gelirinin olmadığı, şirketin 5 yıllık süre zarfının tamamında zarar ettiği, şirket genel kurul toplantılarının yapılmadığı, şirket müdürünün özen yükümlülüğünü ihlal ettiği, şirket müdürünün bilgi verme yükümlülüğüne uymadığı, davalı müdürün kanuna aykırı işlemleri nedeniyle şirketin daha fazla zarar etmesini önlemek üzere kayyım atanması, davalının şirketin yönetim ve temsil yetkilerinin kaldırılması gerektiği yönünde kanaat bildirilmiştir.
Davacı yan, davalı ile birlikte ortak oldukları limited şirketin münferit yetkili müdürü olan davalının şirket genel kurul toplantılarını yapmadığını, şirket ile rekabet yasağına aykırı davrandığını, şirketi zarara uğrattığını, haklı sebeple limited şirket müdürünün azli koşulunun oluştuğunu iddia etmiş, davalı yan ise pandemi koşulları nedeniyle genel kurul toplantısının yapılamadığını, genel kurul toplantısı çalışmalarına başlandığında davacının bildirdiği genel kurul gündem maddeleri karşısında haksız olarak müdürlük görevinin sona erdirileceği, şirket ortaklığından çıkarılmasına ilişkin karar alınacağı düşüncesiyle ceza soruşturması sonuna kadar şirket genel kurulunu toplantıya çağırmadığını, şirketin pasif olduğunu, maden sahalarına ilişkin arama ruhsatlarının, şirkete herhangi bir getirisi bulunmayacağının tespit edilmesi üzerine terk edildiğini, davacı hisselerini Türkiye’de yöneten dava dışı kişinin, davacının şirketteki hisselerini kendisine devretmeyi taahhüt ettiğini, taahhüt gereğinin yerine getirilmediğini, azil için haklı sebep koşulunun oluşmadığını savunmuştur. Mahkemece yapılan yargılama sonunda yukarıda özetlenen gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Taraflar arasında …. Şirketi’nin %90 hissesinin davacıya, %10 hissesinin ise davalıya ait olduğu, davalının şirketin kuruluş tarihi olan 2014 yılından itibaren ilk 20 yıl için şirketi münferiden temsile yetkili bulunduğu hususlarında herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık, limited şirket müdürü olan davalının şirket müdürlüğünden azline ilişkin haklı sebep koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediği hususlarından kaynaklanmaktadır.
Davalı vekilinin istinaf itirazı incelendiğinde; 6102 sayılı TTK’nun 630/2. maddesi uyarınca her ortak, haklı nedenlerin varlığı halinde limited şirket yöneticilerinin yönetim hakkının ve temsil yetkilerinin kaldırılmasını mahkemeden talep edebilir. Anılan maddenin sonraki fıkrasında ise; yöneticinin, özen ve bağlılık yükümü ile diğer kanunlardan ve şirket sözleşmesinden doğan yükümlülüklerini ağır bir şekilde ihlal etmesinin veya şirketin iyi yönetimi için gerekli yeteneği kaybetmesinin haklı sebep olarak kabul olunacağı düzenlenmiştir. Bu durumda, davacının, öncelikle şirket müdürünün azlini gerektiren haklı sebeplerin varlığını ispat etmesi gerekmektedir (Emsal Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 25/06/2018 tarih 2016/13526 Esas 2018/4741 Karar sayılı ilamı).
Yapılan açıklamadan anlaşılacağı üzere somut uyuşmazlıkta ispat yükü davacı üzerinde olup, davacı davalı şirket müdürünün azlini gerektiren haklı sebeplerin varlığını usulüne uygun delillerle ispatlamakla yükümlüdür.
Davacı yan davalı şirket müdürünün özen yükümlülüğünü ihlal ettiği, şirketi zarara uğrattığı, rekabet yasağına aykırı davrandığı, şirket genel kurulunu kuruluştan itibaren toplantıya çağırmadığı iddiasıyla davalının şirket müdürlüğünden azlini talep etmiştir.
Dava dışı …. Şirketi 2014 yılında kurulmuştur. Dosya içerisinde yer alan Ankara Valiliğinin 12/11/2020 tarihli yazısı karşısında davacının şirketin kurulduğu tarihten sonra 2014 yılından 2020 yılı ocak ayına kadar Türkiye’de bulunmadığı sabittir.
Taraf vekillerinin beyanlarından ve ticaret sicil gazetesi suretlerinden …. Şirketi’nin kuruluş tarihinden sonra hiçbir genel kurul toplantısının yapılmadığı anlaşılmıştır. Davacı tarafından davalı müdüre gönderilen ihtarnamelere rağmen davalı müdür şirket genel kurul toplantı çağrısını yapmadığını, kendisinin ortaklıktan çıkarılıp, müdürlükten azlinin ceza soruşturması bitene kadar engellemek istediğini açıkça beyan etmiştir.
TTK’nun 617. maddesi uyarınca, şirketin her yıl olağan genel kurul toplantısı yapması zorunludur. Genel kurulu toplantıya çağırma yetkisi ise şirket müdüründedir. Şirket ortaklarının genel kurulu doğrudan toplantıya çağırma yetkisi bulunmamaktadır. Şirket ortakları ancak şirket müdürüne genel kurulu toplantıya çağrı için ihtarname göndererek, bu ihtarnameye rağmen müdürün genel kurulu toplantıya çağırmaması halinde mahkemeden bu hususta alacağı karar üzerine genel kurulu toplantıya çağırabilecektir.
Davacı yan dava dışı şirkette %90 hisse sahibidir. Genel kurulu toplantıya çağırma yetkisi verilmesi talebiyle açtığı dava Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2020/180 Esas 2020/266 Karar sayılı kararıyla TTK’nun 411. maddesi kapsamında genel kurulu toplantıya çağırma yetkisi talebiyle açılacak davanın azınlık tarafından açılabileceği, davacının ise azınlığın yararlanabileceği bu davayı açma yetkisi bulunmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir.
Genel kurula katılma, görüş açıklama ve oy kullanma haklarından yararlanma hakkı esas sözleşmeyle dahi kısıtlanamayan haklardandır. Davacı ise, dava dışı şirketin genel kurul toplantıları yapılmadığından bu hakları kullanamamıştır.
Şirketin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi ve pay sahipliğinden kaynaklanan hakların kullanılabilmesi için genel kurul toplantısı büyük öneme sahiptir. Dava konusu şirkette ise genel kurul toplantıları yapılmadığından bu yetkilerin fiilen kullanılmasının önüne geçilmiştir. Genel kurul toplantılarının hazırlanması ve yürütülmesi şirket müdürünün devredilemez yetkileri arasındadır. Müdürler görevlerini yerine getirirken gerekli olan tüm özeni göstermekle yükümlüdür. Azlık pay sahiplerinin mahkemeye müracaatla genel kurulun toplantıya çağrılmasını talep edebilecek olmalarının uzun yıllardır toplantı çağrısında bulunmayan davalı müdürün bu konudaki sorumluluğunu ve ağır kusurunu ortadan kaldırmayacaktır. Ortakların şirket yönetiminden bilgi alma haklarının sürekli ihlali halinde de aynı durum söz konusu olacaktır. Davacının özellikle genel kurulun toplanması talebinin davalı tarafından yerine getirilmemesi ve bunun sebebini önce pandemi olarak belirtip, sonrasında çoğunluğa sahip davacı ortağın kendisini müdürlükten uzaklaştırabileceği, şirket ortaklığından çıkarılma kararı alınabileceği fikri ile yerine getirmediğine ilişkin davalı vekili beyanı karşısında toplam iki ortaklı olan şirketin genel kurulunun pandemi koşullarında dahi kolaylıkla gerekli önlemler alınarak yapılabilecek olması karşısında ağır kusurlu davranış olarak kabul edilecektir.
Yargılama aşamasında alınan bilirkişi raporunda da, davalının müdür olarak çalıştığı dönemde, şirketin varlık toplamı ve sermayesinin azaldığı, 2019 yılı hariç gelirinin olmadığı, şirketin 5 yıllık süre zarfının tamamında zarar ettiği, davalı müdürün TTK’ya aykırı işlemler yaptığı, şirketin yönetim ve temsil yetkilerinin kaldırılması gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir. Alınan rapor ayrıntılı, denetime ve hüküm kurmaya elverişli niteliktedir. Anılan rapor ile kayyım heyeti raporlarının çeliştiğine yönelik davalı vekilinin istinaf itirazı yerinde değildir.
Dava tarihinden sonra davacı vekilinin ihtiyati tedbir talebi üzerine dava dışı şirkete atanan temsil kayyım heyeti tarafından raporlar düzenlenmiş, anılan raporlarda karar tarihinden sonra dahi davalı şirket müdürünün, şirketin hiçbir ticari defter ve kaydını temsil kayyım heyetine teslim etmediği açıkça belirtilmiştir.
Hal böyle olunca, mahkemece davalı şirket müdürünün genel kurul toplantılarını yapmadığı, müdürün bilgi verme yükümlülüğüne uymadığı, davalının müdür olarak çalıştığı dönemde, şirketin varlık toplamı ve sermayesinin azaldığı, 2019 yılı hariç gelirinin olmadığı, şirketin 5 yıllık süre zarfının tamamında zarar ettiği, davalı şirket müdürünün özen yükümlülüğünü ihlal ettiği, davalı limited şirket müdürünün şirket müdürlüğünden azli için haklı sebebin oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.
Tüm bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin davanın kabulü yönündeki kararında herhangi bir isabetsizlik görülmediğinden davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermek gerekmiş ve takdiren aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/(1)-b.1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-Davalıdan alınması gerekli olan 179,90 TL harçtan peşin alınan 80,70 TL harcın mahsubu ile bakiye 99,20 TL harcın davalıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
3-Davalı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
4-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından davacı yararına vekalet ücreti taktirine yer olmadığına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içerisinde Yargıtay’da temyiz kanun yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 23/02/2023

Başkan – Üye – Üye – Zabıt Katibi –

Bu belge 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu hükümlerine göre UYAP sistemi üzerinden elektronik imza ile imzalanmıştır.