Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi 2022/1171 E. 2022/1771 K. 28.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21.Hukuk Dairesi 2022/1171 Esas 2022/1771 Karar
T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
21.HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2022/1171
KARAR NO : 2022/1771

TÜRK MİLLETİ ADINA
KARAR

İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ : ANKARAASLİYE 12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 06/04/2022
NUMARASI :2021/603 Esas 2022/240 Karar
DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALI :
DAVA : Şirketin İhyası
DAVA TARİHİ : 13/10/2021
KARAR TARİHİ : 28/12/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 28/12/2022

Taraflar arasındaki şirketin ihyasına ilişkin davanın yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükme karşı davalı vekilince süresinde istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili ile …. Şti. arasındaki hizmet sözleşmesi kapsamında, adı geçen şirket bünyesinde işçi olarak çalışan …’in emekli olması sebebiyle işçi alacaklarının ödenmesi amacıyla müvekkili idareye başvurduğunu , müvekkili tarafından adı geçen işçiye 85.126,71-TL ödeme yapıldığını, ancak bu zararın hizmeti üstlenen şirket tarafından giderilmesi gerektiği halde giderilmediğini , müvekkili tarafından yapılan ödemenin sorumlu olan şirketlerden rücuen tahsili amacıyla Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2021/607 esas sayılı dosyasında dava açıldığını, yargılama sırasında adı geçen şirketin yeni ünvanının …. Şti. olduğu ve ticaret sicilinden terkin edildiğinin anlaşıldığını, mahkemece taraf teşkilliğinin sağlanması için adı geçen şirketin ihyası yönünden karar almak için kendilerine süre verildiğini iddia ederek adı geçen şirketin ihyasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; müdürlüklerinden 180993 sicil numarası ile kayıtlı bulunan…. Şti.’nin unvanını 30.10.2003 tarihinde yapılan tescil ile birlikte …. Şti. olarak değiştirdiği, daha sonra 07.06.2004 tarihinde yapılan tescilde şirket unvanını …. Şti. Olarak değiştirdiğini, TTK’nın geçici 10. maddesi kapsamında şirket sermayesini 10.000,00-tl’ye çıkarmadığı için geçici 7. maddesinin b bendinde ”bu kanunun yürürlük tarihinden önce veya 01.07.2015 tarihine kadar münfesih olan limited şirketler” kapsamında geçici 7. maddedeki usule uygun olarak resen terkin edildiğini, yine şirketin geçici 7. maddesindeki prosedüre uygun olarak kapatıldığını, davaların, alacakların, borçların müdürlükleri tarafından bilinmesinin mümkün olmadığını, dava açılmasına sebebiyet vermediklerini bildirerek öncelikle davanın 5 yıllık süre de açılmadığından süre yönünden reddini, aksi halde ek tasfiye verilecek olması halinde tasfiye memuru atanmasını, müdürlüklerinin açılan bu davada yasal hasım olduğundan tarafları aleyhine vekalet ücreti ve yargılama giderlerine hükmedilmemesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Mahkemece; ihyası istenen…Şti.’nin (yeni unvanı …. Şti.)nin Geçici 7. madde uyarınca sicilden terkin edildiği, terkin sebebinin sermaye artırımına ilişkin olduğu, haklarında dava veya takipleri olanlar için 5 yıllık sürenin işlemeyeceği, dava konusunun silinmeden önceye ilişkin olduğu, silinme sebebi dikkate alınarak tasfiye memurunun atanması gerektiği, davalı ticaret sicil müdürlüğünün yasal hasım olup sicilden resen silinen şirket hakkında dava olup olmadığını, alacak veya borcu olup olmadığı, mal varlığı olup olmadığını bilebilecek durumda olmadığından yargılama gideri ve davacı vekalet ücretinden sorumlu tutulamayacağı gerekçeleriyle …. Şti nin ihyasına, tasfiye memuru olarak silinmeden önceki temsilci … tasfiye memuru olarak atanmasına, kararın bir örneğinin tasfiye memuruna tebliğine, karar kesinleştiğinde Ankara Ticaret Sicil Müdürlüğünde tescil ve ilanına karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; davanın kabulüne karar verilmesine rağmen müvekkili lehine vekalet ücretine hükmedilmemesi ve yargılama giderinin müvekkili üzerinde bırakılmasının hukuka aykırı olduğunu bildirerek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasını istemiştir.
HUKUKİ NİTELENDİRME, DELİLLERİN VE İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Dava; sicilden kaydı silinen (eski unvanı…. Şti.) …. Şti. Nin TTK nun geçici 7. maddesi uyarınca ihyası isteğine ilişkindir.
6100 Sayılı HMK’nın 355.maddesi gereğince, istinaf incelemesinin istinafa gelen tarafın sıfatı ile istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı hususu gözetilerek ilk derece mahkemesinin taraflar arasındaki ihtilafta görevli mahkeme oluşu ve eldeki davada kesin yetki kuralına da aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla işin esasına girilerek yapılan incelemede;
Dosyada mevcut ticaret sicil kayıtlarının incelenmesinde; ihyası istenen şirketin … sicil numarası ile Ticaret Sicil Müdürlüğünde tescil edildiği, sermayelerini TTK’da belirlenen asgari tutarlara yükseltmedikleri tespit edilip TTK geçici 7. maddesi uyarınca müdürlük tarafından kendilerine yapılan ihtara rağmen geçici 10. maddede belirlenen sürede sermayesini asgari tutara yükseltmediğinden, şirketin ticaret sicilinden resen silindiğinin tescil edildiği ve Ticaret Sicil Gazetesi’nin 06/02/2015 tarih ve …sayısında ilan edildiği görülmüştür.
Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2021/607 esas sayılı dosyasının incelenmesinde; davacı… tarafından davalılar…. Şti. Ve diğerleri aleyhine 06/08/2021 tarihinde bünyelerinde çalıştırdıkları işçi …’e 01/07/2020 tarihinde emekliliği nedeniyle ödenen işçilik alacakları ve tazminatlarının rücuan tazmini istemiyle dava açıldığı, mahkemece 22/09/2021 tarihli kararıyla davacı vekiline…Şti.’nin (yeni unvanı …. Şti.) ihyası için dava açmak üzere süre verildiği görülmüştür.

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun geçici 7.maddesi gereğince; 01/07/2015 tarihine kadar sayılan halleri tespit edilen ya da bildirilen anonim ve limited şirketler ile kooperatiflerin tasfiyeleri, ilgili kanunlardaki tasfiye usulüne uyulmaksızın bu madde uyarınca yapılacak olup anonim ve limited şirketler 559 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname gereğince sermayelerini öngörülen tutara çıkarmamış bulunmaları, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun yürürlük tarihinden önce veya 01/07/2015 tarihine kadar münfesih olmaları, Türk Ticaret Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önce tasfiye işlemlerine başlanmış olmakla birlikte genel kurulun toplanamaması nedeniyle ara bilançoların ve kati bilançonun genel kurala tevdi edilemediği için ticaret sicilinden terkin edilememeleri sebepleriyle re’sen terkin edilebilecektir. Ticaret Sicil Müdürlüklerince kapsam dahilideki şirketlere bir ihtar gönderilecek olup bu şirketler tasfiye memuru bildirmeleri halinde maddede gösterilecek usulde tasfiye edilecek olup, ihtara rağmen tasfiye memuru bildirilmediği taktirde şirketlerin unvanı ise ticaret sicilden re’sen silineceği, ancak şirketin devam eden davasının bulunması halinde bu madde hükmünün uygulanmayacağı gibi sicilden kaydı silinen şirket alacaklıları ile hukuki menfaati bulunanlar haklı sebeplere dayanarak silinme tarihinden itibaren 5 yıl içinde mahkemeye başvurarak şirket veya kooperatifin ihyasını talep edebilecektir.
Somut olaya gelince, davalı …, ihyası istenen…. Şti.(yeni unvanı …. Şti.) sermayesini 24/06/1995 tarihli ve 559 sayılı Türk Ticaret Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname gereğince sermayesinin anılan Kanun Hükmünde Kararname ile öngörülen tutarlara çıkarmamış olması nedeniyle 07/10/2013 tarih … sayılı ve 07/07/2014 tarih … sayılı Türkiye Ticaret Sicil Gazetesinde yayınlanan ilamlar ile 6552 sayılı kanunun 134. Maddesi ile 6102 sayılı kanunun Geçici 10. Maddesinde belirlenen sürede sermayesini asgari tutara yükseltmediği gerekçesiyle ihyası istenen şirketin 03/02/2015 tarihinde kaydının ticaret sicilinden re’sen silindiğinin tescil edildiği ve Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinin 06/02/2015 tarihli …sayısında ilan edildiği, davacı tarafından rücuan alacak istemiyle Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde 06/08/2021 tarihinde 2021/607 Esas sayılı davanın açıldığı anlaşılmıştır.
6102 sayılı TTK’nın Geçici 7.maddesinin 4 fıkrasında; “Kapsam dâhilindeki şirket ve kooperatiflerin ticaret sicilindeki kayıtlı son adreslerine ve sicil kayıtlarına göre şirket veya kooperatifi temsil ve ilzama yetkilendirilmiş kişilere bir ihtar yollanır. Yapılacak ihtar, ilan edilmek üzere Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi Müdürlüğüne aynı gün gönderilir. İlan, ihtarın ulaşmadığı durumlarda, ilan tarihinden itibaren otuzuncu günün akşamı itibarıyla, 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılmış tebligat yerine geçer. Ayrıca anılan ilan, bildirici niteliği haiz olarak ilgili ticaret ve sanayi odası veya ticaret, sanayi ya da deniz ticaret odasının internet sitesinde aynen yayımlanır.
Ticaret sicili müdürlüklerince; 559 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereğince sermaye artırımında bulunmayarak münfesih olan şirketlere yapılacak ihtarda; ortaklarından, yönetici veya denetçilerden ya da müdürlerinden tebliğ tarihinden itibaren iki ay içinde tasfiye memurunun bildirilmesi, aksi takdirde, bu madde hükümlerine göre ticaret sicili kayıtlarından unvanın silineceği, şirkete ait malvarlığının unvana ilişkin kaydın silindiği tarihten itibaren on yıl sonra Hazineye intikal edeceği ve bunun kesin olduğu açıkça yazılacağı” hükmü yer almaktadır.
Davalı … ihyası istenen şirketin temsil ve ilzama yetkilendirilmiş kişilere ticaret sicilindeki adreslerine bu konuda ihtarat yapıldığına ilişkin tebligat bulunmamaktadır. Bu nedenle sicil işlemi hatalı olmakla birlikte 559 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile eklenen geçici 10. maddesi gözetildiğinde asgari sermaye şartını süresinde arttırmadığından münfesihlik durumu ortadan kalkmadığından tasfiye ile sınırlı olmak üzere ihya kararı verilebilir. Kaldı ki davacının talebi de dava dosyası ile sınırlı ihyaya yöneliktir.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 7/15. maddesi uyarınca sicilden sermaye artırımı yapmayarak münfesih duruma düşmesinden ötürü tasfiye işlemleri için de şirkete tasfiye memuru atanması gerekmektedir. Şirketin son yetkililerini gösterir Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi sureti dosya içerisinde yer almaktadır.
Hal böyle olunca mahkemece, davalı ticaret sicil müdürlüğünün 6102 sayılı TTK’nun geçici 7. maddesinde ve 559 sayılı KHK’da öngörülen usul ve şartlar gerçekleşmeden ihyası istenen şirketi ticaret sicilinden re’sen terkin ettiği, sicilden sermaye artırımı yapmayarak münfesih duruma düşmesinden ötürü tasfiye işlemleri için de şirkete tasfiye memuru atanması gerektiği, TTK’nun 547/2. maddesi gereğince ek tasfiye kararı ile ihya ve tasfiye işlemlerinin yapılması için ihyasına karar verilen şirkete tasfiye memuru atanmasına karar verilmesi gerekirken sınırlı ihya kararı verildiği halde şirkete tasfiye memuru atanmamasında isabet görülmemiştir.
Öte yandan, 6102 Sayılı TTK’nun geçici 7. maddesinin 15. fıkrası son cümlesi uyarınca, şirket alacaklıları ve hukuki menfaati bulunanlar haklı sebeplerle dayalı olarak silinme tarihinden itibaren 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak şirketin ihyasını isteyebilirler. Eldeki dava ihyası istenen şirketin sicilden re’sen terkin edildiği 03/02/2015 tarihinden itibaren 5 yıllık hak düşürücü süre dolduktan sonra 01/07/2020 tarihinde açılmıştır. Şu halde davanın açıldığı tarihte anılan madde uyarınca dava açma süresi dolmuş ise de, davalı …’nün TTK’nun Geçici 7. maddesinde yer alan prosedürü uygulamadan, şirketin son yetkilisine ihtar tebliğ edilmeden ihyası talep olunan şirkete bu maddeyi işlettiği, Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2021/607 Esas sayılı dosyasında yargılamanın devamı için taraf teşkilinin sağlanması gerektiği, davacının anılan dava dosyasında rücuen tazminat talep hakkının terkin tarihinden itibaren 5 yıllık sürenin dolmasından sonra doğduğu, rücuen tazminat talep hakkı doğmadan davacının rücuen tazminat davası ve bu kapsamda da ihya davası açmasının mümkün bulunmadığı, bu kapsamda açılacak rücuen tazminat davasının erken açılan dava niteliğinde olacağı, davacının ihyası talep olunan şirket aleyhine 01/07/2020 tarihinde rücuen tazminat davası açtığı, davacının rücuen tazminat hakkının doğduğu tarihten önce ticaret sicilinden terkin edilen şirketin ihyası için dava açmakta hukuki yararının bulunmayacağı, hukuki yararının doğduğu tarihte ise hak düşürücü sürenin dolduğundan bahsedilmesinin hukuka aykırı olacağı ortadadır.
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28/09/2021 tarih 2017/11-3184 Esas 2021/1107 Karar sayılı emsal ilamında ” … Öte yandan şirketin geçici 7. madde kapsamında hukuka uygun olarak terkin edilmesi durumunda, sonlandırılması gereken hukukî ihtilaflar nedeniyle aynı maddenin 15. fıkrasında belirtilen imkândan yararlanılarak terkin edilen şirketin taraf sıfatını yeniden kazanmasına yönelik ihyası da mümkündür. Ancak böyle bir durumda verilecek olan ihya kararı, hukuka aykırı terkin işleminden farklı olarak TTK’nın 547. maddesi anlamında bir ek tasfiye niteliğinde olacaktır. Zira böyle bir durumda, şirketin sona erme nedeni ortadan kalkmamakta, ortaya çıkan hukukî ihtilafın neticelendirilmesi amacıyla şirketin ihyası talep edilmektedir. Bu durumda verilecek olan ihya kararı da bu tür ihtilafın sonlandırılması çerçevesinde ifa edilecek ek tasfiye işlemleri ile sınırlı olacak, ek tasfiye sürecine ilişkin olarak TTK’nın 547. maddesi uygulama alanı bulacaktır.
Bu aşamada ek tasfiyeye ilişkin olarak değinilmesi gereken TTK’nın 547. maddesi; “(1)Tasfiyenin kapanmasından sonra ek tasfiye işlemlerinin yapılmasının zorunlu olduğu anlaşılırsa, son tasfiye memurları, yönetim kurulu üyeleri, pay sahipleri veya alacaklılar, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden, bu ek işlemler sonuçlandırılıncaya kadar, şirketin yeniden tescilini isteyebilirler. (2) Mahkeme istemin yerinde olduğuna kanaat getirirse, şirketin ek tasfiye için yeniden tesciline karar verir ve bu işlemlerini yapmaları için son tasfiye memurlarını veya yeni bir veya birkaç kişiyi tasfiye memuru olarak atayarak tescil ve ilan ettirir.” hükmünü içermektedir. Buna göre ek tasfiye, şirketin tasfiyesinin tamamlanıp kapanarak şirketin ticaret sicilinden terkini sonrası başkaca tasfiye tedbirlerinin alınmasının zorunlu olduğunun anlaşılması hâlinde başvurulabilecek bir tedbirdir (Pulaşlı Hasan; Şirketler Hukuku Şerhi, Cilt II, Ankara 2011, s. 1814). Şirket ticaret sicilinden terkin edildikten sonra tasfiye işlemlerinin eksik yahut kanuna aykırı yapıldığının anlaşılması, şirkete ait tasfiye aşamasında değerlendirilmemiş mal varlığı değerlerinin bulunması, organlara karşı sorumluluk davası açılması, şirkete karşı açılmış dava veya icra takibinin bulunması gibi şirketin hukuken temsilinin gerektiği durumlarda ek tasfiyeye gidilebilmesi mümkündür. Ek tasfiye nedenleri Kanun’da da sınırlı sayıda belirlenmediğinden yukarıda belirtilenler yanında somut hakka dayanan tüm talepler, şirketin ek tasfiye sürecine girmesi bakımından geçerlidir (Erdoğan, Rumeysa; Anonim Şirketlerde Ek Tasfiye, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Sayı 43, 2020, s. 115-144, s. 115, 122).
Ek tasfiyede amaç; yapılması gereken bazı tasfiye işlemleri yapılmaksızın tasfiyesi kapatılan ve ticaret sicilinden terkin olunan şirketin, anılan eksik ve yapılması zorunlu tasfiye işlemlerinin yerine getirilmesi için tekrar tasfiye aşamasına döndürülmesidir. Niteliği itibariyle geçici bir önlem olan ek tasfiye, yapılması ihmal edilen tasfiye işlemlerinin tamamlanmasına kadar devam edecek olup bu durum TTK’nın 547.maddesinde de açıkça ifade edilmiştir (Tekinalp, Ünal: Sermaye Ortaklıklarının Yeni Hukuku, 4. Bası, İstanbul 2015, s. 207, 208). Bu anlamda ek tasfiye, tasfiyenin gerçek anlamda tamamlanmasına hizmet etmekle şirketin önceki tasfiye işlemlerinin devamıdır. Her ne kadar anonim şirketlere ilişkin düzenlemeler arasında yer alsa da bu kural, tüm sermaye şirketleri ve kooperatiflerde de uygulama alanı bulur. Ayrıca anonim şirketlere ilişkin tasfiye usulü ve tasfiyede şirket organlarının yetkisine ilişkin hükümlerin limited şirketlere de uygulanacağına dair TTK’nın 643. maddesi uyarınca 547. madde düzenlemesi limited şirketlerde de uygulama alanı bulacaktır.
Bu aşamada uyuşmazlıkla ilgili olarak terkin edilmiş olan bir şirketin bir davada taraf olarak yer alabilmesi bağlamında ek tasfiyenin rolü üzerinde de durulması ayrıca önem arz eden bir diğer husus olarak karşımızca çıkmaktadır. Yukarıda bahsi geçen kurallar gereğince herhangi bir ticaret şirketinin davada taraf olabilmesi, taraf ve dava ehliyetinin varlığına bağlıdır. Bahsedilen ehliyetler ise hukuken var olan bir tüzel kişiliği gerektirmektedir. Oysaki ticaret sicilinden terkin edilen bir şirketin tüzel kişiliği, terkin işlemiyle birlikte sona erecektir (TTK m. 545). Buradan hareketle tasfiyesi tamamlanmış veya tamamlanmamış, bir şekilde sicilden terkin edilmiş bir şirket ile ilgili veya onun aleyhinde bu gibi ihtiyacın doğması hâlinde şirket hakkında TTK’nın 547. maddesi çerçevesinde ek tasfiye prosedürünün tamamlanması gerekir. Bu tür bir ihtiyaçla ek tasfiye aşamasına döndürülerek ihya edilen şirketin ek tasfiyesi, açılan dava ile ortaya çıkan hukukî ihtilafın giderilmesi amacıyla sınırlı olacaktır.
Ek tasfiye için TTK’nın 547. maddesine dayalı olarak açılan ve uygulamada “ihya” davası olarak adlandırılan davada mahkemece, talep kabul edilerek dava konusu şirketin ek tasfiye işlemleri için ihyasına karar verilmesi durumunda aynı maddenin 2. fıkrası uyarınca, taraflarca talep edilmese dahi, tasfiye memuru atanarak tescil ve ilanına karar verilmelidir. Dolayısıyla geçici 7. madde kapsamında hukuka uygun olarak terkin edilen şirketin ihyasına ilişkin talebin kabul edilmesi hâlinde verilecek olan karar, sonradan ortaya çıkan hukukî ihtilafın çözümü amacıyla sınırlı olarak şirketin TTK’nın 547. maddesi anlamında ek tasfiye kapsamına alınması niteliğinde olduğundan mahkemece, ek tasfiye için tasfiye memuru tayin edilmelidir. Zira bu şirket geçici 7. madde kapsamında herhalde ticaret sicilinden terkin edilmesi gereken bir şirket olduğundan tayin edilecek tasfiye memuru tarafından neticede şirketin ticaret sicilinden terkini işlemi de yapılacaktır.
Sonuç olarak yukarıda değinilen tüm bu düzenlemeler ışığında; geçici 7. madde kapsamında … münfesih sayılarak re’sen terkin edilen bir şirketin aynı maddenin 15. fıkrası kapsamında ihyasına yönelik olarak açılan davada, gerçekleştirilen re’sen terkin işleminin hukuka aykırılığının tespiti hâlinde verilecek ihya kararı, niteliği gereği terkin işleminin iptaline ilişkin olması nedeniyle TTK’nın 547. maddesinde düzenlenen ek tasfiye kapsamına girmeyeceğinden, ihya kararı yanında şirkete tasfiye memuru atanması gerekmez. Ancak geçici 7. madde kapsamında hukuka uygun şekilde gerçekleştirilen re’sen terkin işlemi sonrasında ortaya çıkan hukukî ihtilafların çözümü ve sonlandırılması amacıyla şirketin ihyasının gerektiği bir durumda geçici 7. maddenin 15. fıkrasına dayalı olarak açılan ihya davasında, terkin edilen şirketle ilgili oluşan ihtilafın çözümüyle sınırlı olarak verilecek olan ihya kararı, niteliği itibariyle ek tasfiye kapsamında verilen bir karar olduğundan TTK’nın 547/2. maddesi uyarınca ihya kararıyla birlikte ek tasfiye işlemlerini yürütmesi için tasfiye memuru atanması zorunludur.” denilmiştir.
Anılan ilamdan da anlaşılacağı üzere şirket ticaret sicilinden terkin edildikten sonra, terkin işlemi usul ve yasaya uygun olarak gerçekleştirilmiş olsa dahi, şirketin hukuken temsilinin gerektiği durumlarda ek tasfiyeye gidilebilecektir. Burada amaç, şirketin yeniden canlandırılarak ticari hayata döndürülmesi değil, şirketin eksik ve yapılması zorunlu tasfiye işlemlerinin yerine getirilmesi için tekrar tasfiye aşamasına döndürülmesidir. Ek tasfiye, şirketin önceki tasfiye işlemlerinin devamıdır. Terkin işleminin TTK’nun geçici 7. maddesine uygun olarak gerçekleştirilmiş olması şirketin ek tasfiyesine ilişkin TTK’nun 547. maddesinin uygulanmasına engel değildir. TTK’nun 547. maddesinde ise ek tasfiye için herhangi bir hak düşürücü süre düzenlenmemiştir.
Bu nedenle sicilden sermaye artırımı yapmayarak münfesih duruma düşmesinden ötürü tasfiye işlemleri için de şirkete tasfiye memuru atanması gerektiği dikkate alınarak TTK’nun 547/2. maddesi gereğince ek tasfiye kararı ile ihya ve tasfiye işlemlerinin yapılması için mahkemece ihyasına karar verilen şirkete tasfiye memuru atanmasına karar verilmesi de usul ve yasaya uygundur.
Öte yandan Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasındaki “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” ve AİHS’nin 6. Maddesinin ” Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan… bir mahkeme tarafından … görülmesini isteme hakkına sahiptir.” hükümleri ile bunları yorumlayan AİHM ile Anayasa Mahkemesi kararları da gözetilmelidir. Mahkemeye erişim hakkı olarak da nitelendirilen bu hak karar alma ve icra edilmesini istemi hakkını da kapsayan bir süreçtir.
Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri de mahkemeye erişim hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (AİHM Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40).
Yargı kararlarının uygulanması “mahkemeye erişim hakkı” kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre, yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir; ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını, taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hale getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hallerinde, “mahkemeye erişim hakkı” da anlamını yitirir (Anayasa Mahkemesi Başvuru No: 2012/144, 2/10/2013, § 28).
AİHM “Karar” kavramına ilişkin olarak; 6. maddenin amaçlarına uygunluk açısından, tarafsız ve bağımsız bir mahkemenin olması gereklidir. Ayrıca, bu mahkemenin “kararı” bu maddenin anlamı çerçevesinde alması gerekir. Benthem-Hollanda davasında (23 Ekim 1985 tarihli karar, Seri A No. 97, s. 17, paragraf 40), AİHM bir mahkemenin özelliği olarak karar verme yetkisinin önemini vurgulamıştır:
[…] karar verme yetkisi, sözleşme bağlamında “mahkeme” kavramının özünde
bulunur (bkz. Sramek davası, 22 Ekim 1984 tarihli karar, Seri A No. 84, s. 17, paragraf 36). Albert ve Le Compte-Belçika davasının kararında (10 Şubat 1983, Seri A No. 58, s.16, paragraf 29), AİHM karar verme yetkisinin kapsamını belirlemiş ve mahkemenin başvuruculara aşağıdakileri sağlaması gerektiğini belirtmiştir.
[…] “mahkeme hakkından” yararlanılması (bkz. yukarıdaki Golder davasının
kararı, Seri A No. 18, s. 18, paragraf 36) ve gerek esasa gerekse hukuka ilişkin meselelerde uyuşmazlık konusunun bir mahkeme tarafından karara bağlanması (bkz. yukarıdaki König davasının kararı, Seri A No. 27, s. 34, paragraf 98’in tamamı).
Dolayısıyla “mahkeme”nin en azından esasa ve hukuka ilişkin meseleleri incelemeye ve çözümlemeye yetkili olması gerekir.
Nihayet, “karar” kavramı bir uyuşmazlığın bir mahkeme tarafından kesin olarak sonuçlandırılmasını varsayar (Eckle- Almanya davası, Temmuz 1982, Seri A No. 51, s. 25, paragraf 77, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarından Örnekler, Gilles Dutertre; Avrupa Konseyi Yayınları, Eylül 2007).

Mahkeme hakkı ayrıca mahkeme kararını uygulatma hakkıdır. Mahkemeye “erişim hakkı”, “mahkeme hakkının” yalnızca bir boyutudur. Hornsby- Yunanistan davasının kararında (19 Mart 1997, Reports of Judgments and Decisions 1997-II, s. 510-511, paragraf 40), AİHM 6. maddenin sadece medeni hukukla ilgili konularda mahkemede dava açabilme hakkıyla ilgili olmadığını belirtmiştir. Bir hükmün ya da kararın uygulanmasını sağlama “hakkı” da 6. maddenin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu kararda AİHM şuna hükmetmiştir:
Mahkeme, yerleşik içtihadı uyarınca, 6. maddenin 1. fıkrasının (madde 6-1)
herkesin medeni hak ve yükümlülüklerine ilişkin bir iddiasının bir mahkeme ya da yargı merciinde görülmesi hakkını güvence altına aldığını vurgular; bu şekilde “mahkeme hakkı” kapsanmış olur, oysa bu hakkın içinde erişim hakkı, yani medeni hukukla ilgili konularda mahkemelerde dava açma hakkı, bunun sadece tek bir boyutudur (bkz. Philis-Yunanistan davası, 27 Ağustos 1991 tarihli karar, Seri A No. 209, s. 20, paragraf 59). Ancak, bir Sözleşmeci Devlet’in iç hukuk sistemi nihai, bağlayıcı bir kararın taraflardan birinin aleyhinde olacak şekilde uygulanmadan kalmasına izin verirse, bu hak aldatıcı olmaktan öteye
gitmez. 6. maddenin 1. fıkrasının (madde 6-1) davacılara tanınan usule ilişkin hakları ayrıntılı biçimde tanımladıktan sonra -davanın adil, aleni ve hızlı bir şekilde görülmesi- yargı kararlarının uygulanmasını koruma kapsamına almaması düşünülemez; 6. maddenin yalnızca mahkemeye erişim ve davaların yürütülmesi hakkıyla ilgili olarak görülmesi, Sözleşmeci Devletler’in Sözleşme’yi onayladıklarında uymayı yüklendikleri hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacak durumlara yol açabilir (bkz. gerekli değişiklerle, GolderBirleşik Krallık davası, 21 Şubat 1975 tarihli karar, Seri A No. 18, s. 16-18, paragraf 34-36). Hangi mahkeme tarafından verilmiş olursa olsun verilen kararın infazı 6. madde uyarınca “dava” sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak görülmelidir; dahası, Mahkeme bu ilkeyi yargılamanın uzun (1. BÖLÜM: AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ) sürmesine ilişkin davalarda zaten kabul etmiştir (bkz. en son, Di Pede-İtalya ve Zappia-İtalya davası, 26 Eylül 1996 tarihli karar, Reports of Judgments and Decisions 1996-IV, s. 1383-1384, paragraf 20-24, ve s. 1410-1411, sırasıyla paragraf 16-20).

Mahkemeye erişim hakkı AİMHM ve Anayasa mahkemesi kararlarında belirtildiği üzere mutlak bir hak değildir ve kısıtlanabilir.

“Mahkemeye erişim hakkının” AİHM tarafından mutlak bir hak olarak görülmediğine açıklık getirilmelidir. AİHM’nin gözlemine göre (Golder kararı, s. 18-19, paragraf 38): Mahkeme, Komisyon’un ve Hükümet’in terditli beyanında sunulan görüşlerini
kabul ederek, mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı kanaatine varmıştır. Zira bu hak Sözleşme’de yer alan (bkz. madde 13, madde 14, madde 17 ve AİHS 6. Madde – Adil yargılanma hakkı madde 25) bir hak olmasına karşın, sözcüğün dar anlamı ile tanımına yer verilmediğinden, her hakkın içeriğini belirleyen sınırlar dışında, zımni kısıtlama getirilmesine imkân sağlamaktadır.
Bu “zımni kısıtlamalarla” ile ilgili olarak, AİHM Ashingdane-Birleşik Krallık
davasının kararında (28 Mayıs 1985, Seri A No. 93, s. 24-25, Paragraf 57) şu değerlendirmede bulunmuştur:
[…] mahkemelere erişim hakkı […] kısıtlamalara tabi olabilir; bunlara zımnen izin verilir, zira erişim hakkı “kendi doğası itibarıyla Devlet tarafından bir düzenleme yapılmasını gerektirir. Bu düzenleme zaman ve yer açısından toplumun ve bireylerin gereksinimlerine ve kaynaklarına göre değişiklik gösterebilir” ( Golder davasının kararı, s. 19, paragraf 38, örnek gösterilen “Belçika’da Eğitim Dili” davası, 23 Temmuz 1968 tarihli karar, Seri A No. 6, s. 32, paragraf 5). Böyle bir düzenlemenin getirilmesinde, Sözleşmeci Devletler belli bir takdir yetkisinden faydalanabilir. Sözleşme’nin gereklerine uyulmasına ilişkin nihai karar yetkisi Mahkeme’nin elinde bulunsa bile, ulusal makamların bu alandaki en iyi politikanın hangisi olacağına dair değerlendirmelerinin yerine başka bir değerlendirme getirmek Mahkeme’nin görevleri arasında yer almaz (bkz. gerekli değişiklerle, Klass ve Diğerleri davası, 6 Eylül 1978 tarihli karar, Seri A, No. 28, s. 23, paragraf 49). Yine de, uygulanan sınırlamaların hakkın özünü zedeleyecek derecede kısıtlama getirmemesi ya da bireye bırakılan erişimi bu denli azaltmaması gerekir (bkz. yukarıdaki Golder ve “Belçika’da Eğitim Dili” davalarının kararları a.g.e. ve yine yukarıdaki Winterwerp davası, Seri A No. 33, s. 24 ve 29, paragraf 60 ve 75). Ayrıca, meşru bir amaca yönelik olmadığı ve kullanılan yöntem ile ulaşılması hedeflenen amaç arasında makul bir orantısallık ilişkisi bulunmadığı takdirde kısıtlama, 6. Madde’nin 1. fıkrasına (madde 6-1) uygun olmayacaktır. (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarından Örnekler, Gilles Dutertre; Avrupa Konseyi Yayınları, Eylül 2007
sayfa 223-224)
Dava hakkı açılacak davalarda karar alma ve alınan kararın icra edilme hakkını kapsamaktadır. Şirketin ihya edilmemesi halinde terkin edilen şirket aleyhine açılan davada dava pasif husumet yokluğundan reddedilecektir. Bu durum ise davacının o davada adil yargılanma hakkı ve davacı olabilme hakkının ihlali ve neticesinde de mahkemeye erişim hakkının ihlali sonucunu doğuracaktır. Geçici 7. madde ile getirilen kısıtlama hakkın özünü zedeleyecek derecede kısıtlama getirmiş ve davacıya bırakılan erişimi ortadan kaldırmıştır. Ayrıca, geçici 7. madde ile getirilen hükmün mahkemeye erişim hakkı bulunan taraf yönünden kullanılan yöntem ile ulaşılması hedeflenen amaç arasında makul bir orantısallık yaratmadığı da açıktır.

Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında, TTK’nun geçici 7/15. maddesinde düzenlenen 5 yıllık hak düşürücü sürenin somut olayda uygulanması mümkün görülmemiştir.
Davacı vekilinin istinaf itirazı lehine yargılama gideri ve vekalet ücretine hükmedilmesine yöneliktir. Yukarıda açıklandığı üzere, şirket yetkilisine ihtar tebliğ edilmeden ihyası talep olunan şirketi usulsüz terkin ile dava açılmasına sebebiyet veren davalıdır. Bu durumda mahkemece, usulsüz terkin ile dava açılmasına sebebiyet veren davalının yargılama giderlerinden ve vekalet ücretinden sorumlu tutulması gerekirken davalının yasal hasım olduğu, yargılama giderleri ve vekalet ücretinden sorumlu olmadığı; şeklindeki hatalı gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kamu düzeni gözetilerek kabulü ile duruşma açılmasına gerek görülmeksizin HMK’nın 353/1-b-2. Maddesi gereği kaldırılarak dava konusu …. Şti.’nin (yeni unvanı …. Şti.) derdest Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2021/607 Esas sayılı dava dosyası ile sınırlı olmak üzere TTK’nın 547/2. maddesi gereği ek tasfiye amacıyla ihyasına ve şirketin son temsilcisi olan …’in tasfiye memuru olarak atanmasına dair davanın esası hakkında yeniden aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda Açıklanan Nedenlerle;
A)1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun kamu düzeni gözetilerek kabulü ile Ankara 12. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 06/04/2022 tarih ve 2021/603Esas 2022/240 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/(1).b-2 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA,
2-Davanın KABULÜNE,
… … sicil numarasına kayıtlı olup ticaret sicil müdürlüğünden terkin edilen …. Şti.’nin (yeni unvanı …. Şti.) Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2021/607 esas sayılı dosyasıyla sınırlı olmak üzere İHYASINA, Ticaret Siciline yeniden tescil ve ilan edilmesine,
3-6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 547/2.maddesi gereğince şirketin İhya işlemlerinin yapılması için …. Şti. (yeni unvanı …. Şti.)’nin silinmeden önceki temsilcisi (T.C….)…’in tasfiye memuru olarak tayin, tescil ve ilanına, tasfiye memuruna ücret takdirine yer olmadığına, tasfiye memuru değişikliği de dahil olmak üzere tüm işlemlerinin ilk derece mahkemesince yerine getirilmesine,
4- Alınması gereken 80,70 TL maktu karar harcının davalıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
6-Davacının posta ve tebligat masrafı olarak yaptığı 280,75 TL yargılama giderinin davalıdan tahsil edilerek davacıya verilmesine,
7-Davacının vekille temsil edildiği anlaşıldığından karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT hükümleri gözetilerek 9.200,00 TL vekalet ücretinin davalıdan tahsil edilerek davacıya verilmesine,
8-HMK’nun 333. maddesi gereğince gider avansının kullanılmayan kısmının karar kesinleştiğinde davacıya iadesine,
C)1-Davacı harçtan muaf olup, harç yatırmadığından bu hususta karar verilmesine yer olmadığına,
2-Davacı tarafından istinaf aşamasında posta ve tebligat gideri olarak yapılan 102,00 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
3-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından davacı yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içerisinde Yargıtay’da temyiz kanun yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 28/12/2022

Başkan Üye – Üye – Zabıt Katibi

Bu belge 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu hükümlerine göre UYAP sistemi üzerinden elektronik imza ile imzalanmıştır.