Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi 2021/2009 E. 2022/1719 K. 22.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21.Hukuk Dairesi 2021/2009 Esas 2022/1719 Karar
T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
21.HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2021/2009
KARAR NO : 2022/1719

TÜRK MİLLETİ ADINA
KARAR

İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ : ANKARA 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 15/09/2021
NUMARASI : 2020/318 Esas 2021/553 Karar
DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLİ :
DAVA : Genel Kurul Kararının İptali
DAVA TARİHİ : 05/04/2019
KARAR TARİHİ : 22/12/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 22/12/2022

Taraflar arasındaki genel kurul kararının iptali istemine ilişkin davanın yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükme karşı davalı vekili süresinde istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı şirketin iki ortaklı bir anonim şirket olduğunu, davalı şirkette müvekkilinin % 25, dava dışı …’in ise % 75 paya sahip olduğunu, müvekkilinin davalı şirketin yönetim kurulu başkanı iken müvekkilinden habersiz 01/03/2018 tarihinde yapılan tamamen sahte olağanüstü genel kurul toplantısında müvekkilinin azledildiğini, sahte olarak yapılan genel kurul sebebiyle şirketin feshi için Ankara 12. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2018/978 Esas sayılı dosyası ile şirketin feshi davası açıldığını, eldeki davada ise 05/03/2019 tarihli Olağanüstü Genel Kurul toplantısında şirket sermayesinin 2.000.000,00 TL’den 35.000.000,00 TL’ye çıkarıldığını, alınan karara müvekkilinin karşı oy kullanıp muhalefetini tutanağa yazdırdığını, arttırılan 33.000.000,00 TL’nin 8.250.000,00 TL’sinin müvekkili tarafından 20/03/2019 tarihine kadar nakden ödenmesine karar verildiğini, alınan kararın kanun hükümlerine aykırı olduğunu, TTK’nın 344. madde hükmüne göre arttırılan sermayenin % 25’inin genel kurul kararının ticaret siciline tescilden önce peşin, kalanın ise tescili izleyen 24 ay içinde ödeneceğini, oysa ki davaya konu genel kurul kararında müvekkiline 15 gün gibi kısa bir süre verildiğini, kararın iyi niyet kurallarıyla da bağdaşmadığını, müvekkilin söz konusu arttırma payını ödeyecek gücünün bulunmadığını, bu durumun çoğunluk tarafından bilindiğini, bu kararın müvekkilini şirketten atılma tehlikesine sürüklediğini, öte yandan davalı şirketin iştigal konusunu gerçekleştirebilmesi için para ve paraya hemen çevrilebilir değerleri ve iç kaynaklarının fazlasıyla yeterli olduğunu, sermaye artışı gerekli ise bunun iç kaynaklardan sağlanabileceğini, davalı şirketin bitirdiği inşaatlardaki gayrimenkullerin satımı sonucu gerekli sermayeye kolaylıkla kavuşacağını, şirkete ait yapımı bitmiş gayrimenkullerin mevcut değerleri toplamının 125.995.000,00 TL olduğunu, sermaye artırımına neden gerek duyulduğunun ortaklara izah edilmediğini belirterek 05/03/2019 tarihli olağanüstü genel kurul kararının iptaline ve yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; şirketin sermaye artırım kararı almasının zorunlu sebeplerden kaynaklandığını, şirketin sermayesinin 2.000.000,00 TL olup yaptığı projenin maliyetinin ise 70.000.000,00 TL civarında olduğunu, şirketin işi bitirmek için dış kaynaklardan borçlanma yoluna gittiğini, 2018 yılı şirketin kısa vadeli toplam borcunun 52.300.169,00 TL olduğunu, projenin henüz tamamlanamadığını, eksik kalan işlerin tamamlanması için gerekli nakit ihtiyacını karşılayamadığını, davacının iddia ettiği konut satışlarının çoğunun malzemeye veya taşeronlara yapılan satışlar olduğunu, satışların durması ile birlikte şirketin nakit akışının sıkıntıya girdiğini, şirket aleyhine bir çok dava ve icra takibi başlatıldığını, bunun yanı sıra vadesi gelmiş 1.379.207,00 TL SGK ve vergi borcu bulunduğunu, davacı muvafakat etmediğinden kredi de çekilemediğini, kısa vadeli borçların ödenmesi için son çare olarak sermaye artırımına gidildiğini, sermaye artışı neticesinde şirketin 55.162.556,00 TL olan borcunun (alacaklı ortak …’in sermayeyi alacağına mahsup etmesi sonucu) 29.000.000,00 TL’ye gerileyeceğini, ayrıca toplam 8.250.000,00 TL şirkete nakit girişi olacağını, davacının genel kurulda ileri sürmediği itiraz sebeplerini işbu davada ileri süremeyeceğini, şirketin nakit parası veya hemen nakde çevrilecek mal varlığı bulunmadığını, gayrimenkullerin çoğunun tamamlanmamış olduğunu, davacının sunduğu gayrimenkul değerleme raporunun gerçeği yansıtmadığını, sermaye artırımı sırasında davacının sermaye taahhüdü altına girmediğini, bu nedenle hakkında ıskat hükümlerinin uygulanmayacağını, nakit sermaye artışında sermayenin en az 1/4’ünün şirket adına açılan banka hesabına yatırılması gerektiğini, davacının bu bedeli yatırmadığından genel kurul kararının tescil edilemediğini ve dava konusu kararın yürürlüğe girmediğini, davacının davayı açmakta hukuki yararı olmadığını, davaya konu genel kurul kararı yürürlüğe girmediği için 08/05/2019 tarihli ikinci bir Olağanüstü Genel Kurul toplantısı yapıldığını, yapılan toplantıda yeniden sermaye artışı kararı alındığını belirterek davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Mahkemece; somut olayla nakdi sermaye artışına ilişkin genel kurul kararında; artırılan sermaye payının rüçhan hakkı kapsamında davacı tarafından taahhüt edilen kısmının ödenmesi için öngörülen süre yasal düzenlemeye aykırı olduğu gibi, 24.05.2021 tarihli bilirkişi ek raporunda saptandığı üzere 31.12.2018 tarihli bilançoda gösterilen yıl sonu karından yedek akçeler ayrıldıktan sonra kalan tutarın ortaklara kar payı olarak dağıtılmadığı, dağıtılmayan bu tutarın yasal olarak sermayeye eklenmesi gerektiği, bu tutar sermayeye dönüştürülmeden nakdi sermaye taahhüdü yoluyla sermaye artışına gidilemeyeceği, aksi davranışın TTK 462/3 maddesine aykırı olduğu, nakdi sermaye artışının gerekçesinin gösterilmediği, bilirkişi marifetiyle yapılan incelemede sermaye artırımını gerektiren hallerden hiçbirinin tespit edilemediği, davalı şirketin faaliyet konusu olan inşaat taahhüt işleri kapsamındaki gayrimenkullerin değer kaybına uğradığı, ve ekonomik olarak davalı şirketin sıkıntı yaşadığı iddiasının nesnel ve sayısal verilerle örtüşmediği, davalı şirketin …’e borçlandırıldığı 26.801.005 TL’nin kaynağının ne olduğunun finansal tablolarda gösterilmediği, yapılan incelemede … tarafından şirketi borç olarak verilen paralara ilişkin adatlandırılan ve KDV’ye tabi tutularak vergilendirilmesi yapılan bir fatura işlemine rastlanmadığı, bu tutarın şirkete borç olarak verildiğine ilişkin banka kaydı sunulmadığı anlaşılmış olup davaya konu sermaye artışının kanun, iyi niyet ve ana sözleşme hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmakla davanın kabulüne, davalı şirketin 05/03/2019 tarihli Olağanüstü Genel kurul Toplantısında alınan sermaye artışına ilişkin kararın iptaline karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davalı istinaf dilekçesinde özetle; dosya kapsamındaki alınan 14.12.2020 tarihli ilk bilirkişi raporunu tanzim eden bilirkişi … olduğunu, bilirkişinin akademik unvanı, kamu ekonomisi ve kamu maliyesi olup asli uzmanlık alanı kamu hizmetleri, harcamaları ve finansman kaynakları ile kamu gelirleri, bütçe sistemleri ve maliye politikalarının incelendiğini, eksik incelemeye dayalı ve gerekçesiz bilirkişi raporuna itiraz edilerek pek çok temel hatayı da içeren bilirkişi raporunda aleyhe olan hiçbir husus tarafımızca kabul edilmediğini, dosyanın yeni bir bilirkişi heyetine tevdii gerekirken; takip eden duruşmada yerel mahkeme tarafından dosyanın ek rapora gönderilmesine karar verildiğini, ne var ki, uzmanlık alanı bu dosyayla ilgili olmamasına karşın kamu maliyecisi olan … heyette korunmuş; yanına (tek sayıda heyet belirlenmeyerek) … eklendiğini, bu defa heyete yeni eklenen bilirkişi de adalet meslek yüksek okulunda ticaret hukukçusu olmasına karşın, asli uzmanlık alanı sigorta hukuku olduğunu, Söz konusu iki kişilik heyet tarafından hazırlanan 24.05.2021 tarihli bilirkişi ek raporunda ise; 14.12.2020 tarihli bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi ve ekinde sunulan uzman görüşüne yönelik 4 husus üzerinde durulmuş ve ne yazık ki dosya kapsamında hazırlanan mezkûr bilirkişi raporunun “şahsileştirildiği” kanaatine varılmış olup tamamı eksik incelemeye dayalı, gerekçesiz, hatalı ve denetime elverişsiz 24.05.2021 tarihli ek rapor hazırlanmış ve bu rapor da yerel mahkeme tarafından hükme esas alındığını, 14.12.2020 tarihli bilirkişi raporunda bilirkişi tarafından “kar=fon” şeklinde yapılan temel hataya ilişkin olarak sunulan uzman görüşünde, kar nedir? yedek akçe nedir? fon nedir? fon türleri nelerdir? sermaye artırımında kullanılabilecek iç kaynaklar hangileridir? mevzuatın bilançoya konulmasına ve sermayeye eklenmesine izin verdiği/zorunlu kıldığı fonlar nelerdir? soruları ve cevapları açıkça ve detaylı bir şekilde ifade edildiğini, bilirkişinin ifade ettiği şekilde dağıtılmayan karın fona dönüştüğünü ve bu fonun da sermayeye eklenmesine izin veren mevzuatı belirtmesi gerektiğini, maalesef dağıtılmayan karın kendiliğinden fona dönüştüğü önermesinin yasal, doktrinel, içtihadi ya da muhasebe ve vergi tekniği yönünden herhangi bir açıklaması / hukuki dayanağının olmadığı, hukuki ve pratik hiçbir dayanağı olmayan bu soyut söylemin, belki bilirkişilerin akdemiysen olmasından kaynaklı “kendilerine ait doktrinel bir sav” olarak ifade edilebileceği bir an için düşünülse dahi, bu dahi gerekçelendiril(e)memişken yerel mahkeme tarafından mezkur rapora dayanılarak karar verilmesi de açıkça hukuka aykırılık teşkil ettiğini, müvekkil şirketten banka kaydı hiçbir aşamada istenmemiş, dolayısıyla şirket banka kayıtları da bilirkişiye verilmediğini, bu sebeple bilirkişinin elinde hiç olmayan banka kayıtları üzerinden şirketin dava dışı ortağa borcu karşılamaya yeter miktarda banka kaydı bulunmadığı açıklamasını yapması -iyi niyetli bir yaklaşımla- raporun özensiz bir şekilde hazırlandığını ortaya koyduğunu, hükme esas alınan bilirkişi ek raporundaki bir diğer ilginç husus ise, “şirketin …e borçlandırılma sebebi tespit edilememiştir” ifadesi olduğunu, sermaye artırımı kapsamında afakî iyiniyet kurallarına uyulup uyulmadığının incelenmesi kapsamında davacının tüm itirazlarını eksiksiz inceleyen bilirkişi heyetinin; sermaye artırımı konusundaki iyiniyet kurallarına aykırılık değerlendirilmesi içerisinde nazara alınması mecburiyet arz eden önceki tarihli rapora yaptığımız itirazlarımız da görmezden gelinmiş ve yerel mahkeme kararında bu husus tartışılmamış ve hatta gerekçeli kararının savunma kısmında dahi buna yer verilmediğini, bu tespit de nesnel, ölçülebilir, değerlendirilebilir ve üzerinde müzakere edilebilir olmadığı gibi yargı denetimine de açık olmayıp soyut, genel ve nihayetinde hatalı olduğunu, buna karşın nakit sermaye ihtiyacına ilişkin tespitin yargı kararına esas alınabilmesi için finansal veriler ve muhasebe teknikleriyle ortaya konulması hususu gereklilikten öte bir zorunluluğu olmadığını, salt bilançodaki “kâr/zarar durumuna bakılarak” sermaye ihtiyacının ve ödeme zamanlamasının anlaşılmasının mümkün olmadığı, bilirkişi raporlarındaki, sermaye ihtiyacına ilişkin görüşlerin hiç bir finansal dayanağının bulunmadığını – öncelikli olarak müvekkil şirket’in telafisi mümkün olmayan sonuçlarla karşılaşmaması için icranın geri bırakılması kararı verilmesini e. 2020/318, k. 2021/553 sayılı ve 15.09.2021 tarihli usule ve hukuka aykırı kararın istinaf incelemesi neticesinde kaldırılmasına, sayın mahkeme aksi kanaatte ise yeniden yargılama yapmak üzere yerel mahkemesine iadesine, her halükarda haksız ve mesnetsiz olarak açılan davanın reddine, yargılama giderleri ve vekâlet ücretinin karşı tarafa tahmiline karar verilmesini talep etmiştir.
HUKUKİ NİTELENDİRME, DELİLLERİN VE İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Dava; 05/03/2019 tarihli Olağanüstü Genel Kurul Kararının iptali istemine ilişkindir.
6100 Sayılı HMK’nın 355.maddesi gereğince, istinaf incelemesinin istinafa gelen tarafın sıfatı ile istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı hususu gözetilerek ilk derece mahkemesinin taraflar arasındaki ihtilafta görevli mahkeme oluşu ve eldeki davada kesin yetki kuralına da aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla işin esasına girilerek yapılan incelemede;
Davalı şirkete ait ticaret sicil müdürlüğü kayıtları,şirket ana sözleşmesi ,tapu kayıtları,uzman görüşü,hazirun cetveli ve toplantı tutanakları dosya içinde mevcuttur.
Ticaret Sicil Müdürlüğünden gelen 22/05/2019 tarihli cevap ve ekinden; davalı şirkette davacının 500.000,00 TL / 2.000.000,00 TL bedelli 20.000 / 80.000 pay, dava dışı …’in ise 1.500.000,00 TL / 2.000.000,00 TL bedelli 60.000 /80.000 pay ile ortak olduğu, şirketin faal olduğu,
Davaya konu 05/03/2019 tarihli Olağanüstü Genel Kurul Toplantısında; sermayeyi teşkil eden tüm payların toplantıya iştirak ettiği, toplantını tek gündem maddesinin sermaye artışı olduğu, toplantı tutanağının 4. maddeden oluştuğu, sermaye artışının 3 no’lu maddede görüşüldüğü ve karara bağlandığı, diğer maddelerin icrai nitelikte olmadığı, 3 no’lu karar ile 2.000.000,00 TL olan şirket sermayesinin 35.000.000,00 TL’ye çıkarılmasına ve artırılan 33.000.000,00 TL’nin 24.750.000,00 TL’sinin …’in şirketten olan alacağından karşılanmasına, 8.250.000,00 TL’nin tamamının davacı … tarafından nakden 20/03/2019 tarihine kadar ödenmesine 60.000 adet pay sahibinin olumlu oyu, 20.000 adet pay sahibinin olumsuz oyu ile (% 25 olumsuz oy, % 75 olumlu oy) genel kurulda oy çokluğu ile karar verildiği, davacının karara karşı oy kullanıp muhalefetini tutanağa yazdırdığı,
Ticaret Sicil Müdürlüğünce, 05/03/2019 tarihli Olağanüstü Genel Kurul Kararının 22/05/2019 tarihinde tescil edilmek suretiyle ilan edildiğinin bildirildiği görülmüştür.
Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden davacı … ve dava dışı …’in davalı şirketin ortakları olduğu, 05/03/2019 tarihli 1. Olağanüstü Genel Kurul Kararı ile davalı şirketin sermayesinin artırıldığı, davacının karşı oy kullanıp muhalefet şerhi yazdırdığı, davacının toplantıyı izleyen 3 aylık süre içerisinde 05/04/2019 tarihinde davaya konu olağanüstü genel kurul kararının iptali istemiyle işbu davayı açtığı anlaşılmaktadır.
TTK’nun 445. maddesi ” (1)446 ncı maddede belirtilen kişiler, kanun veya esas sözleşme hükümlerine ve özellikle dürüstlük kuralına aykırı olan genel kurul kararları aleyhine, karar tarihinden itibaren üç ay içinde, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinde iptal davası açabilirler.” Anılan yasanın 446. maddesi “(1) a) Toplantıda hazır bulunup da karara olumsuz oy veren ve bu muhalefetini tutanağa geçirten, b)Toplantıda hazır bulunsun veya bulunmasın, olumsuz oy kullanmış olsun ya da olmasın; çağrının usulüne göre yapılmadığını, gündemin gereği gibi ilan edilmediğini, genel kurula katılma yetkisi bulunmayan kişilerin veya temsilcilerinin toplantıya katılıp oy kullandıklarını, genel kurula katılmasına ve oy kullanmasına haksız olarak izin verilmediğini ve yukarıda sayılan aykırılıkların genel kurul kararının alınmasında etkili olduğunu ileri süren pay sahipleri, c)Yönetim kurulu, d)Kararların yerine getirilmesi, kişisel sorumluluğuna sebep olacaksa yönetim kurulu üyelerinden her biri, iptal davası açabilir.”, 447. maddesi ise “(1) Genel kurulun, özellikle; a)Pay sahibinin, genel kurula katılma, asgari oy, dava ve kanundan kaynaklanan vazgeçilemez nitelikteki haklarını sınırlandıran veya ortadan kaldıran, b)Pay sahibinin bilgi alma, inceleme ve denetleme haklarını, kanunen izin verilen ölçü dışında sınırlandıran, c)Anonim şirketin temel yapısını bozan veya sermayenin korunması hükümlerine aykırı olan,kararları batıldır.”, 418. maddesi “(1)Genel kurullar, bu Kanunda veya esas sözleşmede, aksine daha ağır nisap öngörülmüş bulunan hâller hariç, sermayenin en az dörtte birini karşılayan payların sahiplerinin veya temsilcilerinin varlığıyla toplanır. Bu nisabın toplantı süresince korunması şarttır. İlk toplantıda anılan nisaba ulaşılamadığı takdirde, ikinci toplantının yapılabilmesi için nisap aranmaz. (2)Kararlar toplantıda hazır bulunan oyların çoğunluğu ile verilir.” hükümlerini içermektedir.
Yargılama aşamasında alınan 14/12/2020 tarihli bilirkişi raporu incelendiğinde; Sermaye artırımına esas alınan 31.12.2018 tarihli bilançoya göre şirketin yasal yedekleri ayrılmamış haliyle 860.640,10 TL iç kaynağı bulunduğu; bu durumda mevzuatın bilançoya konulmasına ve sermayeye eklenmesine izin verdiği fonların şirkette olduğunun görüldüğü, TTK 462/3 maddesi hükmü gereğince bu kaynak öncelikle sermayeye dönüştürülmeden sermaye artırımı yapılmasının yasanın emredici hükmüne uygun olmadığı, 31.12.2018 tarihli bilançodaki kar/zarar durumuna bakıldığında şirketin nakit sermaye ihtiyacı içinde bulunduğuna, özellikle de acil bir nakdi sermaye gereksinimine ihtiyaç duyulduğuna dair bir görünümü olmadığı, TTK”nın 462/3. Maddesi çerçevesinde konu değerlendirildiğinde, söz konusu maddenin gerekçesinde yer alan “Üçüncü fıkranın birinci cümlesi pay sahiplerinin korunması amacıyla konulmuş, istisnası bulunmayan, başka bir deyişle hiçbir sebeple bertaraf edilemeyecek olan emredici bir kural olduğunu, uygulamada, bazı şirketlerin, bilânçoda sermayeye eklenebilecek bir fon mevcutken veya böyle bir fonun hesaplanıp bilânçoya konulması yolu açıkken, önce nakdi sermaye artırımı yaparak ve çoğu kez bunun miktarını yüksek tutarak, artırıma bazı pay sahiplerinin katılamamalarından diğer bir grup paysahibine yarar sağladıkları görülmektedir. ” şeklindeki duruma uyar vaziyette bazı pay sahiplerine zarar verme amacı taşıyabilecek nitelikte olduğu, TTK 344. Maddesi yönüyle değerlendirme yapılmasını gerektirecek bir durum olmadığı belirtilmiştir.
Yargılama aşamasında alınan 24/05/2021 tarihli bilirkişi raporu incelendiğinde; Sermaye artırımını gerektiren şartların varlığı dava dosyasındaki bilgi, belge ve delillerden tespit edilemediğini, 27.04.2018 tarihinden sonra davalı şirket’in şirket kanuni temsilcisi …’e 26.801.005,02-TL borçlandırılma sebebi tespit edilememiş, belgesine rastlanılamadığını, söz konusu borca ilişkin muhasebe kayıtlarında faiz tahakkuku da görülmediğini, buna göre; sermaye artırımında …’in davalı şirketten alacaklarından mahsubu yoluyla sermaye taahhüdü kabul edilirken, diğer ortak …’ın nakdi sermaye koyma zorunluluğu getirilmesinin gerekçesi de tespit edilememiştir. Kaldı ki, sermaye artışının şirketin banka kredi borçları, SGK borçları, vergi borçları, ticari borçları nedeniyle zorunlu olduğunun iddia edildiği ancak sermaye artış kararında …’in davalı şirketten alacaklarından mahsubu yoluyla sermaye taahhüdü kabul edildiği yani arttırılan sermayenin önemli bir bölümünün sermaye artırımına gerekçe yapılan borçların ödenmesinde kullanılmayacağı nazara alındığında sermaye artırımı kararının şirketin menfaatine uygun da olmadığı kanaatine varıldığını, esasen menfaat hususunun irdelenmesi ötesinde, öncelikle mevcut dağıtılmayan kar var iken sermaye artırımı yapılmayacağı kanunun emredici hükmüdür. Olayda yıl sonu karı dağıtılmadan sermaye artırımı yapılması kanuni dayanaktan yoksun ve usulsüz olduğundan, arılan değerlendirme uyarınca; mevcut dosyadaki bilgi, belge ve deliller kapsamında sermaye artırımını gerektiren finansal ve mali nedenlerin tespit edilemediği belirtilmiştir.
Davacı yan, davalı şirketin 05.03.2019 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında alınan sermaye arttırımına ilişkin genel kurul kararı ile davalı şirketin iştigal konusunu gerçekleştirebilmesi için para ve paraya hemen çevrilebilir değerleri ve iç kaynaklarının fazlasıyla yeterli olduğunu, sermaye artışı gerekli ise bunun iç kaynaklardan sağlanabileceğini, öyle ki davalı şirketin bitirdiği inşaatlardaki gayrimenkullerin satımı sonucu gerekli sermayeye kolaylıkla kavuşacağını iddia etmiş, davalı yan ise davanın reddini savunmuştur. Mahkemece yapılan yargılama sonunda yukarıda özetlenen şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir.
Taraflar arasında davacının davalı şirket ortağı olduğu, davalı şirketin 05/03/2009 tarihli genel kurul toplantısında sermaye artırım kararı alındığı hususlarında herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık, davalı şirketin anılan genel kurul toplantısında alınan sermaye artırım kararının kanun,iyiniyet ve ana sözleşme hükümlerine aykırı olup olmadığı, yasaya aykırı şekilde davacının şirketteki pay oranının düşürülüp düşürülmediği,şirket iç kaynaklarının davalı şirketin iştigal konusunu gerçekleştirmesine yeterli olup olmadığı hususlarından kaynaklanmaktadır.
Davalı vekilinin istinaf itirazları incelendiğinde; mahkemece yapılan yargılama sonunda davalı şirketin 05/03/2009 tarihli genel kurulunda alınan sermaye artırım kararının iptaline hükmedilmiştir. Karar gerekçesi ise, artırılan sermaye payının rüçhan hakkı kapsamında davacı tarafından taahhüt edilen kısmının ödenmesi için öngörülen süre yasal düzenlemeye aykırı olduğu 31.12.2018 tarihli bilançoda gösterilen yıl sonu karından yedek akçeler ayrıldıktan sonra kalan tutarın ortaklara kar payı olarak dağıtılmadığı, dağıtılmayan bu tutarın yasal olarak sermayeye eklenmesi gerektiği, bu tutar sermayeye dönüştürülmeden nakdi sermaye taahhüdü yoluyla sermaye artışına gidilemeyeceği, aksi davranışın TTK 462/3 maddesine aykırı olduğu, nakdi sermaye artışının gerekçesinin gösterilmediği, bilirkişi marifetiyle yapılan incelemede sermaye artırımını gerektiren hallerden hiçbirinin tespit edilemediği, davalı şirketin faaliyet konusu olan inşaat taahhüt işleri kapsamındaki gayrimenkullerin değer kaybına uğradığı ve ekonomik olarak davalı şirketin sıkıntı yaşadığı iddiasının nesnel ve sayısal verilerle örtüşmediği, davalı şirketin …’e borçlandırıldığı 26.801.005 TL’nin kaynağının ne olduğunun finansal tablolarda gösterilmediği, yapılan incelemede … tarafından şirketi borç olarak verilen paralara ilişkin bir fatura işlemine rastlanmadığı, bu tutarın şirkete borç olarak verildiğine ilişkin banka kaydı sunulmadığına ilişkindir.
Davalı şirketin 05.03.2019 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında alınan 3 no’lu karar ile 2.000.000,00 TL olan şirket sermayesinin 35.000.000,00 TL’ye çıkarılmasına ve artırılan 33.000.000,00 TL’nin 24.750.000,00 TL’sinin …’in şirketten olan alacağından karşılanmasına, 8.250.000,00 TL’nin tamamının davacı … tarafından nakden 20/03/2019 tarihine kadar ödenmesine dair karardan sonra davalı şirketin 08.05.2019 tarihli 2019 yılı 2.olağanüstü genel kurul toplantısında davacı ortağın sermaye borcunu 20.03.2019 tarihine kadar tamamlamaması üzerine şirket yönetim kurulunun TTK 461.maddesi uyarınca 21.03.2019 tarih 2019/4 sayılı Yönetim Kurulu kararı ile ortaklara ödenmeyen sermaye için rüçhan hakkını kullanmaya davet ilan kararı alındığı ve Ticaret Sicil Gazetesinde 29.03.2019 tarih 9798 sayısı ile ilan edildiği, ortaklardan …’ın rüçhana davet ilanına rağmen bu hakkını kullanmasına yönelik bir başvurusunun olmadığı sermaye taahhüdünde de bulunmadığı,ortaklardan …’in davacının ödemediği 8.250.000,00 TL’ye tekabül eden 8.250 payının satın alındığı bedelin 1/4 ‘ü olan 2.062.500 TL’sinin derhal geri kalan 6.187,500 TL’sinin 60 gün içerisinde ödenmesine oy birliği ile karar verildiği anılan toplantıya davacının katılmadığı anlaşılmıştır.
TTK.’nun 462.maddesinin 1.fıkrası ile ” Esas sözleşme veya genel kurul kararıyla ayrılmış ve belirli bir amaca özgülenmemiş yedek akçeler ile kanuni yedek akçelerin serbestçe kullanılabilen kısımları ve mevzuatın bilançoya konulmasına ve sermayeye eklenmesine izin verdiği fonlar sermayeye dönüştürülerek sermaye iç kaynaklardan artırılabilir.
(2) Sermayenin artırılan kısmını, iç kaynaklardan karşılayan tutarın şirket bünyesinde gerçekten varolduğu, onaylanmış yıllık bilanço ve yönetim kurulunun vereceği açık ve yazılı bir beyanla doğrulanır. Bilanço tarihinin üzerinden altı aydan fazla zaman geçmiş olduğu takdirde, yeni bir bilanço çıkarılması ve bunun yönetim kurulu tarafından onaylanmış olması şarttır.
(3) Bilançoda sermayeye eklenmesine mevzuatın izin verdiği fonların bulunması hâlinde, bu fonlar sermayeye dönüştürülmeden, sermaye taahhüt edilmesi yoluyla sermaye artırılamaz. Hem bu fonların sermayeye dönüştürülmesi hem de aynı zamanda ve aynı oranda sermayenin taahhüt edilmesi yoluyla sermaye artırılabilir. Artırım genel kurul veya yönetim kurulu kararının ve esas sözleşmenin ilgili maddelerinin değişik şeklinin tescili ile kesinleşir. Tescil ile o anda mevcut pay sahipleri mevcut paylarının sermayeye oranına göre bedelsiz payları kendiliğinden iktisap ederler. Bedelsiz paylar üzerindeki hak kaldırılamaz ve sınırlandırılamaz; bu haktan vazgeçilemez.”hükmü uyarınca iç kaynaklardan sermaye artırımı halinde çıkarılan ödemesiz payların, mevcut paylarının esas sermayeye oranına göre mevcut pay sahiplerine ait olacağı, bu hakkın ana sözleşme hükmü ve genel kurul kararıyla sınırlandırılamayacağı, kaldırılamayacağı ve bu haktan vazgeçilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Pay sahipleri ödemesiz pay alma haklarından iptidaen vazgeçemezler. Sürekli vazgeçmeyi öngören ana sözleşme hükmü ile iptidaen veya sürekli vazgeçmeye ilişkin genel kurul kararı batıl olur, buna karşılık ödemesiz pay alma hakkını bir defalık ihlal eden genel kurul kararı ise iptal edilebilir bir karardır (Moroğlu E., Anonim Ortaklıkta Genel Kurul Kararlarının Hükümsüzlüğü, İstanbul 2017, s:163)
Doktrinde, TK m. 462/3’te kullanılan “fon” kelimesinin kapsamının ne olduğu, bu bakımdan TK m. 462/1’de iç kaynaklardan sermaye artırımında kullanılabileceği düzenlenen tüm kalemlerin anılan sözcüğün kapsamına dahil bulunup bulunmadığı hususunda öğretide fikir birliği yoktur.
Birinci görüşe göre YK m. 462/1’de sayılan tüm kalemler, TK m. 462/3’teki “fon” sözcüğünün kapsamına girer. Dolayısıyla sermaye taahhüdü yolula sermaye artırımı yapılırken de (duruma göre öncelikle veya eş zamanlı olarak) bunların tamamının yahut TK m. 462/3-c.2 çerçevesinde belirlenecek olan kısmının iç kaynaklardan sermaye artırımı yoluyla sermayeye dönüştürülmesi gerekir.
İkinci görüş ise TK m. 462/3’teki “fon” sözcüğünden yalnızca “mevzuatın bilançoya konulmasına ve sermayeye eklenmesine izin verdiği fonların” anlaşılabileceği yönündedir. Bu nedenle anılan görüş uyarınca sermaye taahhüdü yoluyla sermaye artırımı yapılabilmesi için TK m. 462/1’de iç kaynaklardan sermaye artırımında kullanılabilecek diğer kalemler olarak gösterilen “esas sözleşme veya genel kurul kararıyla ayrılmış ve belirli bir amaca özgülenmemiş yedek akçeler” ile “kanuni yedek akçelerin serbestçe kullanılabilen kısımları”nın TK m. 462/3-c.1-2 çerçevesinde iç kaynaklardan sermaye artırımı suretiyle sermayeye dönüştürülmesi zorunluluğu yoktur. Söz konusu zorunluluk, yalnızca “mevzuatın bilançoya konulmasına ve sermayeye eklenmesine izin verdiği fonlar” bakımından mevcuttur.
Birinci görüş taraftarlarından olup görüşün en detaylı gerekçelendirmesini yaptığı söylenebilecek olan Tekinalp, TK m. 462/1’de iç kaynaklardan sermaye artırımında kullanılabilecek kalemlerin “esas sözleşme veya genel kurul kararıyla ayrılmış ve belirli bir amaca özgülenmemiş yedek akçeler”, “kanuni yedek akçelerin serbestçe kullanılabilen kısımları” ve “mevzuatın bilançoya konulmasına ve sermayeye eklenmesine izin verdiği fonlar” şeklinde ayrı ayrı ifade edilmiş olmasına rağmen hükmün dönüştürme zorunluluğu sadece fonlara inhisar ettirilerek yorumlanmaması gerektiğini; “fon”un kavramsal anlamda “yedek akçe”den farklı olduğunda şüphe bulunmadığını; ancak TK m, 462/3’te geçen “fon” bir çatı kelime olduğundan hem yeniden değerleme fonları gibi bilanço kalemlerini hem de dağıtılmamış kâr yedeklerini ve kanuni yedek akçelerin sermayenin veya çıkarılmış sermayenin yarısını aşan ve bu sebeple serbestçe kullanılabilen kısmını içerdiğini; çünkü bu iki iç kaynak kaleminin de “özvarlık” diye adlandırılan çatı kavramın kapsamında ve aynı malvarlığından kaynaklanan artı değerler olduğunu; bu yorumun bir diğer desteğini ise TK m. 520/2’nin oluşturduğunu; anılan düzenlemede de fon sözcüğünün yedek akçe ile aynı hükme tabi tutulduğunu; fon kelimesinin sadece vergi kanunlarının fonlarını içerecek şekilde dar yorumlanmasının TK m. 462/3’ün öngörülme amacına aykırı olduğunu; anılan amacın kelimelerle bağlı olacak şekilde dar bir şekilcilik anlayışı ile bağdaşmayacağını; vergi kanunlarının sermayeye eklenmesine izin verdiği, özkaynağa dahil bazı pasif kalemlerin adında “fon” sözcüğünün bile olmadığını; onun için bu kelimeye katı ve sınırlayıcı bir anlam verilemeyeceğini; TK m. 462/3’ün yorumuna hukuk metodolojisinin ilkelerinin hâkim olmasının gerektiğini; TK m. 462/3’te “fon” kelimesinin kullanılmasının sebebinin “fon”un
bir TK kavramı olmayıp fonların vergi kanunlarında düzenlenmesi olduğunu; dağıtılmamış kârların TK m, 462/3’te doğal olarak ve hükmün amacı gereği mündemiç bulunduğunu; zaten TB’nin 25.01.2013 tarih ve 548 sayılı genelgesinin de aynı anlayış üzerine oturtulduğunu ifade etmektedir.
Yine birinci görüşü benimseyen Moroğlu ise TK m. 462/3’te sermayeye dönüştürülmesi gereken iç kaynak olarak sadece “fonlardan” söz edilmesinin yeterli olmadığını; iç kaynaklardan sermaye artırımında kullanılabilecek olan yedek akçelerin yalnızca yeniden değerleme artış fonu yahut maliyet artış fonu gibi fonlardan ibaret olmayıp belirli bir amaca özgülenmemiş serbest yedek akçeler ile kanuni yedek akçelerin serbestçe kullanılabilen kısmının, önceki yıldan aktarılan kârın, dağıtılmasına karar verilmemiş son yıl kârının ve açık yedek akçelerin de iç kaynaklardan sermaye artırımında kullanılabileceğini; bu anılan iç kaynakları da kapsamamasının (-TK m. 462/1’deki yedek akçeler de sermayeye dönüştürülmeden artırıma izin verilmesinin) sermaye taahhüdü yoluyla sermaye artırımı yasağını büyük ölçüde etkisiz bir hâle getireceğini; bu nedenle TK m. 462/3’te yer alan “fonlar” sözcüğünün, belirli bir amaca özgülenmemiş, sermaye artırımında kullanılabilir diğer iç kaynakları da kapsadığının kabul edilmesinin gerektiğini belirtmektedir?
İkinci görüşü kabul eden yazarlara gelindiğinde, ilk olarak TK m. 462/3’teki düzenlemenin sadece “fonlar” ile sınırlandırılmasının ve benzer bir korumaya ihtiyaç duyulan diğer bazı iç kaynakların (örneğin belirli bir süre önce ayrılan ve henüz dağıtılmayan kârların) hükmün uygulanma alanıma dahil edilmemesinin yerinde olmadığını belirten Kendigelen zikredilebilir?
Bu görüşteki yazarlardan bir diğeri Teoman’dır. Yazar her ne kadar öğretide TK m. 462/3-c.1’de sözü edilen “fonlar”ın kapsamına “ismi fon olmasa bile bu nitelikte olan” serbest yedek akçeler ile dağıtılmamış kârların da dahil olduğu ileri sürülmüşse de bu görüşe katılmak olanağı bulunmadığını; zira sermaye artırımında kullanılabilecek iç kaynakların say’ıldığı TK m. 462/1’de i) esas sözleşme veya genel kurul kararıyla ayrılmış ve belirli bir amaca özgülenmemiş yedek akçelerin, bu anlamda dağıtılmamış kârların, ii) kanuni yedek akçelerin serbestçe kullanılabilen kısımlarının ve iii) özellikle mali mevzuatın bilançoya konulmasına ve sermayeye eklenmesine izin verdiği fonların sermayeye dönüştürülebilecek iç kaynaklar olarak sayıldığını; hükmün ilk fıkrasında böyle bir belirlemeye gidilmişken ve “fonlar” açıkça ayrı bir kalem olarak gösterilmişken TK m. 462/3-c.1’de sözü edilen fonların ayrı bir anlamının bulunduğu ve bunların kapsamına serbest yedeklerin de (bu anlamda dağıtılmamış kârların da) gireceği sonucuna varılmasının mümkün olmadığını; dahası hükmün gerekçesinin de bunu desteklediğini; en yalın söyleyişle esas sözleşme veya genel kurul kararıyla ayrılmış ve belirli bir amaca özgülenmemiş yedek akçeler (bu anlamda dağıtılmamış kârlar) ile kanuni “yedek akçelerin serbestçe kullanılabilen kısımlarının TK m. 462/3-c. 1’de ifade edilen “fonlar”ın kapsamına girmediğini; bu nedenle “serbest yedek akçelerin” varlığı hâlinde sermaye taahhüdü yoluyla artırım yapılabilmesi için öncelikle bunların sermayeye eklenmesinin gerekmediğini; anılan “zorunluluğun sadece “mali mevzuatın bilançoya konulmasına ve sermayeye eklenmesine izin verdiği fonlar” bakımından söz konusu olduğunu ifade etmektedir.
Sorunu değerlendiren bu görüşteki bir diğer yazar olan Aydın ise TK m. 462/3’te sermaye taahhüdü yoluyla sermaye artırımı yapılabilmesi için ön şart kapsamında sermayeye dönüştürülmesi gereken iç kaynak olarak TK m. 462/1’de sayılanlar arasından yalnızca “mevzuatın bilançoya köonulmasına ve sermayeye eklenmesine izin verdiği fonlar”dan söz edildiğini; bu bakımdan TK m. 462/1 de TK m. 462/3’teki iki açık hüküm birlikte okunduğunda iç kaynaklardan sermaye artırımında sadece bilançoda sermayeye eklenmesine mevzuatın İzin verdiği fonların eritilmesinin şart olduğu, yoksa TKm. 462/1’de zikredilen ve iç kaynaklardan sermaye artırımında kullanılmasına olanak tanınan diğer iki malvarlığı değerinin de sermayeye eklenmesi gerekmediği sonucuna varılacağını; sonucun doğal olarak pay sahiplerinin menfaati bakımından aynı oranda önem taşıdığı söylenebilecek diğer iki malvarlığı değerinin (esas sözleşme veya genel kurul kararıyla ayrılmış ve belirli bir amaca özgülenmemiş yedek akçeler ile kanuni yedek akçelerin serbestçe kullanılabilen kısımlarının) bu tabloda neden dışarıda bırakıldığı sorusunu beraberinde getirdiğini; TK m. 462/3’teki “fon” kelimesinin TK m. 462/1’i kapsar şekilde yorumlanması görüşünün beraberinde pek çok başkaca sorunu davet ettiğini; bir kere kanun koyucunun daha aynı madde içerisinde yer alan iki fıkrada birbirinden Jafız itibarıyla apayrı hükümler sevk etmesine aslında aynı şeyi ifade etmeye çalıştığını söylemek hiç tatmin edici olmadığı gibi TK m. 462/3’e aykırılığın yaptırımının “butlan” kabul edilmesi olasılığında bu belirsizliğin sağlıksız sonuçlara neden olacağını; zira bu varsayımda kesin hükümsüzlüğü doğuran vakıanın ne olduğu konusunda bir belirsizlik bulunmasının daha baştan hukuk güvenliği yönünden ne denli hatalı bir hükümle karşı karşıya olunduğunu göstermek bakımından yeterli olduğunu; kaldı ki, ortaklığın malvarlığı birinci görüşün bakış açısı ile incelendiğinde esas sözleşme veya genel kurul kararıyla belirli bir amaca özgülenmiş yedek akçeler de yine her zaman bir başka esas sözleşme değişikliği veya genel kurul kararıyla çözülebileceğine göre, bu yedek akçelerin neden çözülerek iç kaynak olarak kullanılması zorunluluğuna dahil edilemeyeceğini de açıklamanın güç olduğunu; sorunun bu kadarla da bitmediğini; esas sermaye – ortaklık malvarlığı denklemi bağlamında değerlendirildiğinde ‘TK m. 462/3’ün pay sahibini korumaktan ziyade gereksiz bir sınırlandırmayla zarara uğrattığının dahi iddia edilebileceğini; TK m. 462/1’deki tüm iç kaynakların TK m. 462 /3’teki ön şart kapsamına dahil edilmesinin ortaklığın mali yapısına gereksiz bir müdahale teşkil ettiğini ve hatta bazı koşullar altında ortaklığı deyim yerinde ise sürekli bıçak sırtında bir durumda bıraktığını; zira TK m. 376 uygulamasından kaynaklanabilecek sakıncaların yanısıra ortaklığın ilkin pay sahiplerine kâr payı olarak dağıtması mümkün tüm malvarlığı değerlerini iç kaynaklardan sermaye artırımında tüketmesi gerektiğinin ve ancak bu işlem tamamlandıktan sonra veya bu işlemle birlikte sermaye taahhüdü yoluyla sermaye artırımı yapılabileceği görüşünün ortaklığın mali yapısına haksız ve gereksiz bir müdahale oluşturmaktan başka bir anlama gelmediğini belirtmektedir.
Dr. İsmail Cem SOYKAN, TK m. 462/3’teki “fon” sözcüğünden yalnızca “mevzuatın bilançoya konulmasına ve sermayeye eklenmesine izin verdiği fonlar” anlaşılabilir. Dolayısıyla sermaye taahhüdü yoluyla sermaye artırımı yapılabilmesi için TK m. 462/1’de iç kaynaklardan sermaye artırımında ” kullanılabilecek diğer kalemler olarak gösterilen “esas sözleşme veya genel ” kurul kararıyla ayrılmış ve belirli bir amaca özgülenmemiş yedek akçeler” ile “kanuni yedek akçelerin serbestçe kullanılabilen kısımları”nan TK m. 462/3- c.1-2 bağlamında iç kaynaklardan sermaye artırımı suretiyle sermayeye dönüştürülmesi zorunluluğu yoktur. Anılan zorunluluk, sadece “mevzuatın bilançoya konulmasına ve sermayeye eklenmesine izin verdiği fonlar” için mevcuttur. Hâl böyle olunca, “mevzuatın bilançoya konulmasına ve sermayeye eklenmesine izin verdiği fonlar” dışındaki herhangi bir iç kaynak “TK m. 462/3-c.1-2 kapsamında iç kaynaklardan sermaye artırımı suretiyle sermayeye dönüştürülmeden alınan bir sermaye taahhüdü yoluyla
‘ sermaye artırımı kararı da “kanuna (-TK m. 462/3’e) aykırı” değildir ve sırf bu nedenle” batıl veya iptal edilebilir bir karar da olmaz. (İsmail Cem Soykan; Türk Ticaret Kanuna Göre Anonim Ortaklıklarda Sermaye Taahhüdü Yoluyla Sermaye Artırımı, s:176-183)
Dava konusu genel kurulda sermaye artırımına ilişkin alınan karara gelindiğinde, ilk derece mahkemesince yapılan yargılama sırasında alınan bilirkişi kurulu raporları ile davalı şirketin 31.12.2018 tarihli bilançoya göre yasal yedeklerinin ayrılmamış haliyle 860.640,10TL iç kaynağının bulunduğu sermayesinin iç kaynaklar ile artırılmasının mümkün olduğu,sermaye artırımında diğer şirket ortağı …’in davalı şirketten alacaklarından mahsubu yoluyla sermaye taahhüdü kabul edilirken, davacının nakdi sermaye koymasının kararlaştırıldığı ve davacıya 15 gün süre verilmesinin gerekçesinin belirtilmediği,sermaye artışının kredi borçları,SGK ve vergi borçları ile şirketin diğer ticari borçları nedeniyle zorunlu olduğu davalı tarafça iddia edilmiş ise de, davalı şirketin mali durumunun iyi olduğu ve sermaye artışı için somut veri bulunmadığı kaldı ki sermaye artış kararında şirket ortağı …’in davalı şirketten alacaklarından mahsubu yoluyla sermaye taahhüdünde bulunması, şirket borçlarının ödenmesi için kullanılamayacağı,mevcut dağıtılmayan kar varken sermaye artırımının yapılamayacağı anlaşılmış olup,alınan raporlar dosya içeriğine uygun, ayrıntılı ve denetime elverişlidir.Bu durumda dava konusu genel kurulda alınan karar ile davalı şirkette sermaye taahhüdü yolu ile artırıma gidilmesi TTK’nun 462/3 maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Anılan yasaya aykırı hal gözetilerek ve şirketin inşaatları bitirerek artık yapım işini masraf yapmayacağı imalatı yapılan taşınmazların şahsı ile gelir elde edileceği gözetildiğinde sermaye artırımı güncel ekonomik sebeplere dayanmaktadır. İlk derece mahkemesince sermaye artırımına ilişkin olarak dava konusu olağan genel kurulda alınan 3 nolu kararın iptalinde isabetsizlik görülmemiştir.
Davalı vekilinin davacının yönetim kurulu başkanı olduğu dönemde 27.10.2017 ve 06.12.2017 tarihli 2017 yılı 2.ve 3.olağanüstü genel kurul toplantılarında şirketin sermayesinin artırılmasına dair alınan kararlara davacının muhalefetinin olmadığı,davacının yönetim kurulundan ayrılmasından sonra dava konusu sermaye artırımına ilişkin genel kurul kararının iptalini istemesinin iyiniyet kurallarına aykırı olduğu, belirtmiş ise de, sermaye artırımının 462/3 emredici hükme aykırı olduğundan; davalının bu yöndeki istinaf nedenlerine itibar edilmemiştir.
Tüm bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin davanın kabulü yönündeki kararında herhangi bir isabetsizlik görülmediğinden davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermek gerekmiş ve takdiren aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda Açıklanan Nedenlerle;
1-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/(1)-b.1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-Davalıdan alınması gerekli olan 80,70 TL istinaf karar ilam harcından peşin alınan 59,30 TL harcın mahsubu ile bakiye 21,40 TL harcın davalıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
3-Davalı tarafça yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
4-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından davacı yararına vekalet ücreti taktirine yer olmadığına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içerisinde Yargıtay’da temyiz kanun yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar verildi .22/12/2022

Başkan- … Üye – … Üye – … Zabıt Katibi -…
… … … …

Bu belge 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu hükümlerine göre UYAP sistemi üzerinden elektronik imza ile imzalanmıştır.