Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi 2021/1607 E. 2023/526 K. 06.04.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21.Hukuk Dairesi 2021/1607 Esas 2023/526 Karar
T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
21.HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO : 2021/1607
KARAR NO : 2023/526
TÜRK MİLLETİ ADINA
KARAR

İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ : ANKARA 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 07/04/2021
NUMARASI : 2018/470 Esas 2021/213 Karar
DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALILAR :
VEKİLİ :
DAVA : Tazminat
DAVA TARİHİ : 13/06/2018
KARAR TARİHİ : 06/04/2023
KARAR YAZIM TARİHİ : 27/04/2023
Taraflar arasındaki tazminat istemine ilişkin davanın yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükme karşı taraf vekillerince süresinde istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin dava dışı … A.Ş.’nin ortağı olduğunu, davalıların ise anılan şirketin yönetim kurulu üyesi olduklarını, davalılar … ile …’ın şirketi münferiden temsile yetkili kılındıklarını, yönetim kurulu üyelerinin şirketi basiretli bir tacirden beklenen özen dahilinde yönetmediklerini, şirkete ait taşınmazın davalılar tarafından diğer şirketlere devredilerek zarara sebebiyet verildiğini, doğrudan şirket ortaklarına ve şirket ortaklarının ortağı ve yöneticisi bulunduğu şirketlere yapılan toplu ve ani satışların şüphe doğurduğunu, bu kadar taşınmazın hangi bedelle satıldığı, bedelin nasıl değerlendirildiği, neden satış ihtiyacı duyulduğuna ilişkin kuvvetli şüphe oluştuğunu, şirketin dava dışı başka bir şirketteki hisselerinin devri nedeniyle de zarar oluştuğunu belirterek müvekkilinin hissedarı olduğu dava dışı … AŞ’nin davalı yönetim kurulu üyelerinin ağır kusurlu davranışları nedeniyle uğradığı zararın tespiti, bu zararın şimdilik 20.000,00TL’sinin davalılardan ticari faiziyle birlikte tahsil edilerek dava dışı … A.Ş.’nin …. AŞ.’ne ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP
Davalılar vekili cevap dilekçesinde özetle; dava dilekçesine dayanılan maddi olguların yönetim kurulu üyelerinin yönetsel faaliyetlerinden kaynaklanan bir kısım tasarruflar olduğunu, şirketin doğrudan zararın söz konusu olduğu durumlarda oluştuğu öne sürülen zararın şirket tarafından açılacak olan davayla talep edilmesinin mümkün bulunduğunu, dolaylı zararların ise zarar gören paydaş tarafından dava açılarak istenebileceğini, davada şirketin doğrudan uğradığı zararların talep edildiğini, bu zararların ise ancak şirket tarafından talep edilebileceğini, yönetim kurulu üyelerinin faaliyetlerinden ötürü ibra edildiklerini belirterek davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Mahkemece, yargılama aşamasında alınan bilirkişi raporuyla davalıların eylemleri nedeniyle davacının ortağı olduğu şirketin zararının 5.954.424,20 TL olduğunun tespit edildiği, davalıların bu zarardan sorumlu oldukları, davacının talebinin 20.000,00 TL olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, 20.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsili ile dava dışı … A.Ş.’ye ödenmesine karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; alınan bilirkişi raporlarında somut olarak davalılarca şirket mal varlığına ilişkin satış ve devirlerin, satışı ve devri yapılan taşınmazların rayiç bedellerinin oldukça altında olduğu, ve bu nedenle şirketin zarara uğradığının tespit edildiğini, itirazlarının bir kısmının karşılanmadığını, gerçek zararın eksik hesaplandığını, şirkete ait gayri menkullerin satışı işleminin zarar boyutu incelenirken şirketin davaya konu taşınmazlara benzer taşınmazlarını ortaklar dışındaki üçüncü şahıslara sattığı bedellerin emsal olarak alınarak zarar miktarının hesaplanması gerektiğini, eksik inceleme yapıldığını, belirsiz alacak davası niteliğindeki davada hüküm verilmeden önce bedelin artırılması hususunda müvekkiline süre verilmesi gerekirken süre verilmediğini belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.
Davalılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; davanın başlangıcında sorumluluğu doğuran iddiaların çeşitli nedenlere dayandırıldığını, davanın devamı sırasında şirkete ait taşınmaz mal satışından kaynaklı zarara indirgendiğini, mahkemece bu doğrultuda hüküm kurulduğunu, taşınmazın satıldığı tarihteki satış bedeli yönünden oluşmuş bir şirket zararının söz konusu olmadığını, inşaatın satış tarihindeki seviyesi ve hukuki durumu itibariyle rayiç bedelin altında bir taşınmaz satışının olmadığını, avans niteliğindeki bir tahsilattan hareketle bir zarar oluştuğunu kabul etmek ve zarar hesabı yapmanın tazminat hukuku yönünden mümkün olmadığını, şirketin üstlenmiş olduğu inşaat projelerinin 100.000,00 TL tutarında sermayeye sahip bir şirket tarafından yerine getirilmesi olanağının bulunmadığını, sermaye yetersizliğinden ötürü davacı dışındaki ortaklar ve şirketi temsil ve ilzama yetkili müdürlerin, şirketin giderleri için ödemelerde bulunmak zorunda kaldıklarını, davacının şirketin ne ödeme zamanı gelmiş dönemsel ödemelerine ne de bunun dışındaki borçlarına katkıda bulunmadığını, yapımı süren inşaatın tüm finansman ihtiyaçlarının ortaklar tarafından karşılandığını, inşaatın kat irtifakının kurulması aşamasından sonra asıl ana kalem harcamalarının ortaya çıktığını, çok daha fazla finansmana ihtiyaç duyulduğunu, finansman ihtiyacını karşılamak üzere dava dışı başka bir şirket ile 40 adet bağımsız bölümün satışı konusunda anlaşma yapıldığını, arsa bedeli üzerinden ve avans niteliğinde olmak üzere toplam 1.734.075,80 TL tutarında finansman sağlandığını, geri kalan bedelin ise inşaatın tam ve eksiksiz tamamlanması, yapı kullanma izin belgesinin alınması, bu şekilde inşaatın gerçek maliyetlerinin belirlenmesi sonrasında belirlenecek emsal bedel üzerinden tahsili mümkün bir bedel olduğunu, davacının öne sürdüğü 1.734.075,80 TL tutarındaki satış bedelinin avans olarak tahsil edilen bir bedel niteliğinde bulunduğunu, satışın yapıldığı koşullar itibariyle belirlenebilir bir emsal değerden ve muaccel olmuş bir borçtan söz edilemeyeceğini, o tarih itibariyle bir zarar hesaplaması yapılmasının da olanaksız olduğunu, eksik incelemeyle karar verildiğini, bilirkişi kurulu tarafından şirket kayıtları esas alınarak yapılan hesaplamalarda 30/11/2016 tarihindeki rayiç satış değeri olan 7.689.000,00 TL ile 30/11/2016 tarihi arsa beyan değeri olan 1.734.075,80 TL tutarı arasındaki farkın 5.954.924,20 TL olarak tespit edildiğini, bu tutardan 30/11/2016 tarihi itibariyle şirketin yasal defterlerinde kayıtlı olan borç tutarları düşülerek 4.115.356,00 TL rakamına ulaşıldığını, bu tutar zarar kalemi olarak kabul edilerek şirket yöneticileri tarafından şirkete ödenmesi gerektiği görüşüne yer verildiğini, bilirkişi kurulunun bu görüşüne karşılık raporda zarardan mahsubu gerektiği belirtilen borçların ve taşınmaz satın alınırken arsa sahibine ödenen bedelin dava dışı şirketin zararından mahsup edilemeyeceğinin mahkemece kabul edildiğini, satışa konu şirket mülkünün satış tarihindeki değerine etki eden tüm unsurlar dikkate alınmaksızın zarar hesaplaması yapılması olanağı bulunmadığını, bilirkişi tarafından yapılan rayiç değer tespiti içerisinde arsa bedeli ve buna ek olarak arsa üzerinde yapımı süren inşaatın bedelinin mevcut olduğunu, inşaatın %20 seviyesinde bulunduğunu, yüklenicinin ifa ettiği imalat bedeli için hak ediş yapmamış ve faturada kesmemiş olduğu için gerçek imalat bedelinin şirketin yasal defterlerinde kayıtlı olmadığını, şirket kayıtlarında yer alan 638.368,20 TL bedelden daha fazla olacağını, yüklenicinin yapmış olduğu imalatın gerçek bedelinin tespiti ve mahsubunun dikkate alınması gerektiğini, ortakların şirket yasal defterlerinde olan kayıtlı alacaklarının istenebilir olup olmadığının tartışma konusu yapılamayacağını, aksi görüşün hayatın olağan akışına aykırı olacağını, 30/11/2016 tarihi itibariyle şirket hesaplarında yer alan belediye arsa emlak beyan değeri olarak bahsedilen 1.734.075,80 TL’nin şirketin avans hükmündeki tahsilatları olduğunu, hiçbir sonuç hesabının avans tutarı üzerinden hesaplanamayacağını, tüm bedel üzerinden hesaplama yapılması gerektiğini, şirketin yasal defterlerine bakılarak 30/11/2016 tarihi itibariyle bir hesaplama yapıldığında, inşaat projesinin gerçek maliyetlerinin çıkartılarak ve emsal bedel üzerinden yapılması, ortakların inşaat projesinin finansmanı için aynı tarihte 431 ortaklara borçlar hesabında yer alan 4.258.411,77 TL’nin de dikkate alınması gerektiğini, bu durumunda şirket kayıtlarına göre yapılan hesaplama sonucu ortaklardan müvekkilleri … ve …’ın 5.954.924,20 TL şirketten alacaklı olduğunun görüleceğini bildirerek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
HUKUKİ NİTELENDİRME, DELİLLERİN VE İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Dava; 6102 sayılı TTK’nun 553 vd. maddeleri uyarınca anonim şirket yönetim kurulu üyelerinin şirketi zararı uğrattıklarının tespiti, belirlenecek olan miktarın tazmini istemine ilişkindir.
6100 Sayılı HMK’nın 355.maddesi gereğince, istinaf incelemesinin istinafa gelen tarafın sıfatı ile istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı hususu gözetilerek ilk derece mahkemesinin taraflar arasındaki ihtilafta görevli mahkeme oluşu ve eldeki davada kesin yetki kuralına da aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla işin esasına girilerek yapılan incelemede;
Davacı yan davalıların dava dışı … A.Ş.’nin yönetim kurulu üyesi olduğunu, şirketi zarara uğrattıklarını iddia etmiş, davalı yan ise davanın reddini savunmuştur. Mahkemece yapılan yargılama sonunda bilirkişi raporu hükme esas alınmak suretiyle yukarıda özetlenen gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davacı vekilinin istinaf itirazı kapsamında öncelikle incelenmesi gereken uyuşmazlık, işbu davanın belirsiz alacak davası mı yoksa kısmi dava mı olduğu, dava belirsiz alacak davası ise, HMK’nun 107/2. maddesine aykırı işlem yapılıp yapılmadığı hususlarından kaynaklanmaktadır.
Davacı yan dava dilekçesinde anonim şirket yönetim kurulu üyesi olan davalıların dava dışı … AŞ’ni zarara uğrattığını, zarar miktarının tespiti gerektiğini belirterek şimdilik 20.000,00 TL’nin ticari faiziyle birlikte davalılardan tahsili ile dava dışı şirkete ödenmesini talep etmiştir.
Mahkemece yapılan yargılama sonunda bilirkişi raporu hükme esas alınmak ve taleple bağlı kalınmak suretiyle 20.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalılardan müteselsilen alınarak dava dışı … AŞ’ne verilmesine karar verilmiştir.
Davacı vekili açılan davanın belirsiz alacak davası olduğunu, mahkemece talebin tam ve kesin olarak belirlenmesi yönünde taraflarına HMK’nun 107/2. maddesinde düzenlenen iki haftalık kesin sürenin verilmediği iddiası ile istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
İstinaf itirazı kapsamında tartışılması gereken husus açılan işbu tazminat davasının belirsiz alacak davası mı yoksa kısmi dava mı olduğudur.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
HMK’nun 107. maddesi, yargılama aşamasında 28/07/2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 7. maddesi ile 2. fıkrası değiştirilip 3. Fıkrası yürürlükten kaldırıldıktan sonra; “(1)Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2)Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.
(3)(Mülga:22/07/2020-7251/7 md.)
şeklinde düzenlenmiştir.
Hükümet tasarısında yer almayan HMK’nun 107. maddesinin değişik 2. fıkrası, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Anılan hükmün pratik sonucu özellikle tazminat davalarında görülecek, dava tarihinde hesap güçlüğü ya da zarar verici durumun gelişmekte olması dolayısıyla zararının miktarını tespit edemeyen davacı, davasını küçük bir tutarla açarak, daha sonra zarar tutarını belirlemek mümkün hâle gelince, ıslah yoluna başvurmadan talebini arttırabilecektir (Kuru, Baki/Budak, Ali Cem: Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Getirdiği Başlıca Yenilikler, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 85, Sayı 2011/5, s. 13).
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde; “Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukuki korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hâllerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklının yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahip olduğu, hak arama özgürlüğünün (Anayasa’nın 36., İHAS’nin 6. maddeleri) özünde varolan bu seçeneklerin yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamayacağı, esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru bulunduğu, başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kriterler kabul edilmiştir.
Bu kıstaslar, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin; davacının kendisinden beklenememesi, bunun olanaksız olması, açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.
Dava konusu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kriteri ile açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması kriterini birlikte değerlendirip sonuca gidilmesi gerekir.
Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Esas olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır. Sadece alacak miktarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da miktarın tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır.
Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde elindeki delillerle mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir, ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz.
Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Alacağın hangi hâllerde belirsiz, hangi hâllerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından, belirsiz alacak davasına ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirleme yapılması gereklidir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18/05/2022 tarih ve 2022/11-397 Esas 2022/701 Karar sayılı ilamı).
Belirsiz alacak davası niteliği gereği istisnai bir dava türü olmakla davasını belirsiz alacak davası olarak açan kişi bunu açıkça dilekçesinde belirtmelidir.
Kısmi davaya gelindiğinde, alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya ise kısmî dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Başka bir anlatımla bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen alacağın bir kesimi için açılan davaya “kısmi dava” denir.
Kısmi dava başlıklı HMK’nun 109. maddesi; ‘Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir. Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz. Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hali dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.” hükmünü içermektedir.
11/04/2015 tarihli ve 29323 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6644 sayılı Yargıtay Kanunu İle Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 4. maddesi ile ikinci fıkra yürürlükten kaldırılmıştır.
Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu anlaşılıyor ve istem bölümünde “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” şeklinde bir ifadeye yer verilmiş ise bu husus, davanın kısmi dava olarak kabulü için yeterli sayılmaktadır (Emsal Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 01/03/2023 tarih ve 2021/(15)6-192 Esas 2023/157 Karar, 22/11/2022 tarih ve 2021/9-660 Esas 2022/1574 Karar, 07/07/2021 tarih ve 2021/(22)9-485 Esas 2021/971 Karar, 02/03/2016 tarih ve 2014/15-439 Esas 2016/207 Karar, 14/01/2020 tarih ve 2016/(7)22-1107 Esas 2020/16 Karar, 28/06/2022 tarih ve 2021/9-774 Esas 2022/1053 Karar sayılı ilamları).
Yukarıda yapılan açıklamalar ve yasal hükümler karşısında somut olaya gelindiğinde, davacı yan dava dilekçesinde zarar miktarının mahkeme tarafından tespit edilmesi gerektiğini açıkça belirttiğinden davanın kısmi dava değil, belirsiz alacak davası olarak açıldığının, ileri sürülen maddi vakıaların zarar doğurup doğurmadıkları, zararın tutarının belirlenmesinin objektif olarak imkansız olduğu gözetildiğinde belirsiz alacak davası olarak açılmasının HMK’nun 107/2. Maddesine uygun olduğunun kabulü gerekir.
Mahkemece yapılan yargılama sırasında bilirkişi raporu alınıp, taraf vekillerine tebliğ edilip, taraf vekillerinin bilirkişi raporuna karşı itiraz etmeleri üzerine 24/02/2021 tarihli celsede taraf vekillerinin yeniden rapor alınması talepleri reddedilerek taraf vekillerinin tahkikatın tümüne ilişkin esas hakkında beyanda bulunmak için süre talep etmeleri üzerine taraf vekillerine tahkikatın tümüne ilişkin esas hakkında beyanda bulunmak üzere iki haftalık süre verilmiş, bir sonraki celse olan 07/04/2021 tarihli celsede de tahkikat tamamlanarak sözlü yargılamaya geçilmek suretiyle davanın kabulüne ilişkin hüküm kurulmuştur.
Hal böyle olunca, mahkemece davanın belirsiz alacak davası olduğu, HMK’nun 107/2. maddesinin somut olayda uygulanması gerektiği gözetilerek tahkikat sona ermeden davacı yana iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilmesi için iki haftalık kesin süre verilmesi gerekirken bu husus gözetilmeden tahkikat tamamlanarak hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir.
Tüm bu nedenlerle davacı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, dosyanın HMK’nun 107/2. maddesi gözetilerek yargılama yapılıp, hüküm kurulmak üzere mahkemesine gönderilmesine, kararın kaldırma gerekçesi gözetilerek davacı vekilinin sair istinaf itirazları ile davalılar vekilinin istinaf itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM : Yukarıda Açıklanan Nedenlerle;
1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KISMEN KABULÜ ile
Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 07/04/2021 tarih 2018/470 Esas 2021/213 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/(1)-a.6. maddesi gereğince KALDIRILMASINA, kararın kaldırma gerekçesi gözetilerek davacı vekilinin sair istinaf itirazları ile davalılar vekilinin istinaf itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına
2-Davanın yeniden görülmesi için dosyanın karar veren ilk derece mahkemesine geri gönderilmesine,
3-Davacı tarafından yatırılan 59,30 TL istinaf karar harcının talep halinde davacıya iadesine,
4-Davalılar tarafından yatırılan 341,55 TL istinaf karar harcının talep halinde davalılara iadesine,
5-Tarafların istinaf aşamasında yaptığı yargılama giderinin ilk derece mahkemesince yapılacak yargılamada değerlendirilmesine,
6-İstinaf aşamasında duruşma yapılmadığından davacı yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 353(1)-a.6 maddesi uyarınca uyarınca kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 06/04/2023
Başkan – Üye – Üye Zabıt Katibi –

Bu belge 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu hükümlerine göre UYAP sistemi üzerinden elektronik imza ile imzalanmıştır.