Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi 2020/730 E. 2023/818 K. 31.05.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21.Hukuk Dairesi 2020/730 Esas 2023/818 Karar
T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
21.HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2020/730
KARAR NO : 2023/818

TÜRK MİLLETİ ADINA
KARAR

İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ : … ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ :29/01/2020
NUMARASI : 2019/793 Esas 2020/74 Karar
DAVACI :
VEKİLLERİ
DAVALILAR :
DAVA : Yargılamanın yenilenmesi
DAVA TARİHİ : 24/12/2019
KARAR TARİHİ : 31/05/2023
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 31/05/2023

Taraflar arasındaki yargılamanın yenilenmesine ilişkin davanın yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükme karşı davacı vekilince süresinde istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; ilk derece mahkemesinin 2014/126 esas sayılı dosyasında şirket feshi ile müvekkilinin şirketteki müdürlüğünün ve hisselerinin geçmişe yönelik olarak iptali için dava ikame edildiğini, yapılan yargılama neticesinde 2014/126 e 2015/379 k sayılı ilamı ile davalarının müvekkilinin şirket ortağı ve müdürü olarak atanırken basiretli bir tacir gibi hareket etmesi gerektiği, bu açıdan şirket ortaklığının ve müdürlük görevinin geçmişe etkili olarak iptalinin hukuka uygun olmadığından bahisle davanın kısmen kabulüne karar verilerek şirketin feshedildiğini, müvekkilinin haklı beyanları dikkate alınmadan, usul ve yasaya aykırı bu karara karşı temyize başvurduklarını, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2015/13981 Esas, 2017/2153 Karar sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verildiğini, buna müteakip karar düzeltme talebinde bulunduklarını, bu taleplerinin de Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2017/3725 E., 2019/3062 K. kararıyla reddedildiğini, müvekkili …’nın her ne kadar resmiyette davalı şirketin müdürü olarak gözüküyor olsa da şirketin gerçekte fiilen sahibi ve kurucusunun … olduğunu, aradaki muvazaanın nedeninin ise, müvekkilinin abisi …’in üniversiteden beri yakın arkadaşı olan …’ın zor günler geçiriyor olması ve yakın arkadaşı olan müvekkilinin abisinden yardım istemesi ile başlayan muvazaa süreci olduğunu, …’ın …’de bulunan … Ltd. Şti. (daha sonra isim değişikliği ile …. Şti. olan) fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezinin sahibi ve işleteni iken, 2010 yılının Nisan ayında müvekkilin abisi …’i arayarak; şirketin bulunduğu taşınmazın maliki olan …’la kiralama sözleşmesi yaptığını “…” adresinde fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezi olarak faaliyet göstermeye başladığını, daha sonra taşınmazın sahibi …’a gizli ortaklık teklifinde bulunduğunu ,bu kişinin gayrimenkullerini ipotek ettirip bankadan kredi çekmesi neticesinde oğlu …’ı … şirketinin müdürü tayin ettiğini, …’ın şirket adına gereksiz çek ve senetler düzenlediğini, kendisini şirketten atıp şirketi ele geçirmek istediklerini ve kliniğin ruhsatını kurtarmak için acil olarak güvenebileceği iki doktora ruhsatı devretmesi gerektiğini söylediğini, yani … … şirketinin kuruluşunun tek gayesinin, …’a ait olan … uygunluk belgesi ruhsatı’nın … … şirketine devrini sağlayıp, alacaklılar tarafından yapılacak işlemlerden söz konusu ruhsatı kurtarmak olduğunu, bu nedenle …’ın müvekkilinin abisine görünürde yeni bir şirket kurmak için yardım talebinde bulunduğunu, müvekkilinin …’nın sadece resmiyette hisse sahibi olmuş ise de; şirketi fiilen işleten, personel alımı yapan kasaya dahi bakanın … olduğunu, ticaret sicil gazetesinde her ne kadar müvekkili ve abisi on yıl için müdür olarak atanmış olsa da, müvekkilin gerçekte şirket müdürü olmadığını, bu yönde rızasının dahi olmadığını, TTK’da limited şirket müdürlerinin görevleri arasında sayılan hiçbir işlemi gerçekleştirmediğini, ancak mahkememizin bu konuya ilişkin hiçbir tanık dinlemeyip eksik araştırma ve inceleme sonucu müvekkilinin ve üniversitede okuyan genç çocuklarının hayatının alt üst olmasına sebebiyet verecek usul ve yasaya aykırı kararı verdiğini, davalı şirketin alacaklılardan mal kaçırmak gayesiyle muvaazalı olarak kurulduğunu, mahkemece eksik bilirkişi raporu ile karar verildiğini, bilirkişinin şirketler hukuku alanında uzman olmadığı gibi … Üniversitesinde doktora öğrencisi olduğunu, böylesine spesifik bir konuda akademik uzmanlık gerektircek bir dava konusu olaya bilirkişilik yapmasının hakkaniyete ve hukuka uygun olmadığını, müvekkilinin tacir değil, diş hekimi olduğunu, mahkememiz kararında müvekkilinin tacir olması nedeniyle TTK kapsamında basiretli olması gerektiğinden bahisle hüküm kurulmuşsa da müvekkilin tacir olmayıp diş hekimi olduğunu belirterek olayın başından beri müvekkilinin davalı şirketi yönetmeye ve tacir olmaya yönelik hiçbir irade göstermemesine rağmen , bu doğrultuda karar verilmiş olmasının ve usulüne uygun bilirkişi raporu düzenlenmemesi açıkça kanuna, usule ve Yargıtay içtihatlarına aykırı olduğunu iddia ederek yargılamanın iadesine karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP
Davalılar cevap dilekçesi sunmadığı gibi duruşmaya da katılmamışlardır.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Mahkemece; davacı vekilinin yargılamanın yenilenmesine ilişkin verilen dava dilekçesinde belirtilen hususların mahkememizin önceki kararında belirtilen ve tartışılan aynı hususlara ilişkin olduğu, yine HMK’nın 375.maddesinde öngörülen sebeplerden hiçbirine uygun olmadığı, bu kapsamda yargılamanın yenilenmesi koşullarının gerçekleşmediği gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; müvekkili …’nın her ne kadar resmiyette davalı şirketin müdürü olarak gözüküyor olsa da şirketin gerçekte fiilen sahibi ve kurucusunun … olduğunu, aradaki muvazaanın nedeninin ise, müvekkilinin abisi …’in üniversiteden beri yakın arkadaşı olan …’ın zor günler geçiriyor olması ve yakın arkadaşı olan müvekkilinin abisinden yardım istemesi ile başlayan muvazaa süreci olduğunu, …’ın …’de bulunan … Ltd. Şti. (daha sonra isim değişikliği ile …. Şti. olan) fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezinin sahibi ve işleteni iken, 2010 yılının Nisan ayında müvekkilin abisi …’i arayarak; şirketin bulunduğu taşınmazın maliki olan …’la kiralama sözleşmesi yaptığını “…” adresinde fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezi olarak faaliyet göstermeye başladığını, daha sonra taşınmazın sahibi …’a gizli ortaklık teklifinde bulunduğunu ,bu kişinin gayrimenkullerini ipotek ettirip bankadan kredi çekmesi neticesinde oğlu …’ı … şirketinin müdürü tayin ettiğini, …’ın şirket adına gereksiz çek ve senetler düzenlediğini, kendisini şirketten atıp şirketi ele geçirmek istediklerini ve kliniğin ruhsatını kurtarmak için acil olarak güvenebileceği iki doktora ruhsatı devretmesi gerektiğini söylediğini, yani … … şirketinin kuruluşunun tek gayesinin, …’a ait olan … uygunluk belgesi ruhsatı’nın … … şirketine devrini sağlayıp, alacaklılar tarafından yapılacak işlemlerden söz konusu ruhsatı kurtarmak olduğunu, bu nedenle …’ın müvekkilinin abisine görünürde yeni bir şirket kurmak için yardım talebinde bulunduğunu, müvekkilinin …’nın sadece resmiyette hisse sahibi olmuş ise de; şirketi fiilen işleten, personel alımı yapan kasaya dahi bakanın … olduğunu, ticaret sicil gazetesinde her ne kadar müvekkili ve abisi on yıl için müdür olarak atanmış olsa da, müvekkilin gerçekte şirket müdürü olmadığını, bu yönde rızasının dahi olmadığını, TTK’da limited şirket müdürlerinin görevleri arasında sayılan hiçbir işlemi gerçekleştirmediğini, ancak mahkememizin bu konuya ilişkin hiçbir tanık dinlemeyip eksik araştırma ve inceleme sonucu müvekkilinin ve üniversitede okuyan genç çocuklarının hayatının alt üst olmasına sebebiyet verecek usul ve yasaya aykırı kararı verdiğini, davalı şirketin alacaklılardan mal kaçırmak gayesiyle muvaazalı olarak kurulduğunu, mahkemece eksik bilirkişi raporu ile karar verildiğini, bilirkişinin şirketler hukuku alanında uzman olmadığı gibi … Üniversitesinde doktora öğrencisi olduğunu, böylesine spesifik bir konuda akademik uzmanlık gerektircek bir dava konusu olaya bilirkişilik yapmasının hakkaniyete ve hukuka uygun olmadığını, müvekkilinin tacir değil, diş hekimi olduğunu, mahkememiz kararında müvekkilinin tacir olması nedeniyle TTK kapsamında basiretli olması gerektiğinden bahisle hüküm kurulmuşsa da müvekkilin tacir olmayıp diş hekimi olduğunu belirterek olayın başından beri müvekkilinin davalı şirketi yönetmeye ve tacir olmaya yönelik hiçbir irade göstermemesine rağmen , bu doğrultuda karar verilmiş olmasının ve usulüne uygun bilirkişi raporu düzenlenmemesi açıkça kanuna, usule ve Yargıtay içtihatlarına aykırı olduğunu bildirerek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasını istemiştir.
HUKUKİ NİTELENDİRME, DELİLLERİN VE İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Dava, yargılamanın yenilenmesi istemine ilişkindir.
6100 Sayılı HMK’nın 355.maddesi gereğince, istinaf incelemesinin istinafa gelen tarafın sıfatı ile istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı hususu gözetilerek ilk derece mahkemesinin taraflar arasındaki ihtilafta görevli mahkeme oluşu ve eldeki davada kesin yetki kuralına da aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla işin esasına girilerek yapılan incelemede;
Yargılamanın yenilenmesi, bazı ağır yargılama hatalarından ve noksanlarından dolayı, maddi anlamda kesin hükmün sona ermesini ve daha önce kesin hükme bağlanmış olan bir dava hakkında yeniden yargılama ve inceleme yapılmasını sağlayan olağanüstü bir kanun yoludur (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt V, s. 5165).
Belirtmek gerekir ki, karar kesinleşmiş olsa dahi bazı yargısal hatalar çok ağır olabilir, toplum vicdanını derin bir şekilde zedeleyebilir ve hukuk düzenine duyulan güveni ortadan kaldırabilir. Bu ağır ve kabulü zor hataların karar kesinleştikten sonra anlaşılması hâlinde dahi, kararı ayakta tutmaya çalışmak, kesinleşmenin amaçladığı hukuki güvenliği zedeleyecek, hukuk barışını bozacak, adalet hissine dokunacaktır. Yargılama sırasında meydana gelen hatalar ve eksiklikler çok ağır ise bu tür kararlara karşı olağanüstü kanun yolu olan yargılamanın iadesi (veya yargılamanın yenilenmesi ya da iade-i muhakeme) yolu kabul edilmiştir (Özekes, M.: Pekcanıtez Usûl Medeni Usûl Hukuku, Cilt III, İstanbul 2017, s. 2323, 2324).
Yargılamanın iadesi sebepleri, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 375. maddesinde (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun m. 445) sınırlı olarak sayılmıştır. Bunun dışındaki bir sebepten dolayı, yargılamanın iadesi yoluna gidilemez. Bir başka deyişle, maddede sayılan yargılamanın iadesi sebepleri kıyas yolu ile genişletilemez (Kuru, s. 5171).
6100 sayılı HMK’nın “Yargılamanın iadesi” başlıklı 374.maddesinde, yargılamanın iadesi kesin olarak verilen veya kesinleşmiş hükümlere karşı istenilebileceği düzenlenmiş olup, bir karar henüz kesinleşmemiş ise 6100 sayılı HMK’nın 375. maddesinde sayılan sebeplerden biri mevcut olsa bile, hüküm kesinleşmeden önce yargılamanın iadesi yoluna gidilmesi mümkün değildir.
6100 sayılı HMK’nın “Yargılamanın İadesi Sebepleri” başlıklı 375. maddesinde ise, yargılamanın iadesi sebepleri;
a) Mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması.
b) Davaya bakması yasak olan yahut hakkındaki ret talebi, merciince kesin olarak kabul edilen hâkimin karar vermiş veya karara katılmış bulunması.
c) Vekil veya temsilci olmayan kimselerin huzuruyla davanın görülmüş ve karara bağlanmış olması.
ç) Yargılama sırasında, aleyhine hüküm verilen tarafın elinde olmayan nedenlerle elde edilemeyen bir belgenin, kararın verilmesinden sonra ele geçirilmiş olması.
d) Karara esas alınan senedin sahteliğine karar verilmiş veya senedin sahte olduğunun mahkeme veya resmî makam önünde ikrar edilmiş olması.
e) İfadesi karara esas alınan tanığın, karardan sonra yalan tanıklık yaptığının sabit olması.
f) Bilirkişi veya tercümanın, hükme esas alınan husus hakkında kasten gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunun sabit olması.
g) Lehine karar verilen tarafın, karara esas alınan yemini yalan yere ettiğinin, ikrar veya yazılı delille sabit olması.
ğ) Karara esas alınan bir hükmün, kesinleşmiş başka bir hükümle ortadan kalkmış olması.
h) Lehine karar verilen tarafın, karara tesir eden hileli bir davranışta bulunmuş olması.
ı) Bir dava sonunda verilen hükmün kesinleşmesinden sonra tarafları, konusu ve sebebi aynı olan ikinci davada, öncekine aykırı bir hüküm verilmiş ve bu hükmün de kesinleşmiş olması.
i) Kararın, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması, olarak belirtilmiştir.
Somut olaya gelince davacı yanca, … Asliye Ticaret Mahkemesinin 03/06/2015 tarih ve 2014/126 Esas 2015/379 Karar sayılı kararı ile şirketin feshi ve davacının davalı şirkette bulunan hissedarlık ve müdürlük sıfatının geçmişe etkili olarak hissedar ve müdür olarak iptali istemiyle açılan davada davanın kısmen kabulüne karar verildiği, kararın davacı yanca temyizi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 17/04/2017 tarih 2015/13981 Esas 2017/2153 Karar sayılı kararı ile onandığı, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 17/04/2019 2017/3725 Esas 2019/3062 Karar sayılı kararı ile davacının karar düzeltme isteminin reddine karar verilerek kararın kesinleştiği anlaşılmaktadır. Davacı yanca, yapılan yargılamada alınan bilirkişi raporunun yetersiz olduğu, davacının tacir olmadığının gözetilmediği, yapılan işlemlerin muvazaalı olduğu ileri sürülerek yargılamanın iadesi talebinde bulunulmuş ise de, davacının yargılanmanın yenilenmesine ilişkin verilen dava dilekçesinde belirttiği hususların ilk derece mahkemesinin önceki kararında belirtilen ve tartışılan aynı hususlara ilişkin olduğu gibi, ileri sürülen sebeplerin HMK.nun 375.maddesinde düzenlenen sebeplerden de olmadığı anlaşılmakla ilk derece mahkemesince yazılı şekilde hüküm kurulmasında bir isabetsizlik görülmemiştir.
Tüm bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin yargılamanın iadesi talebinin reddi yönündeki kararında herhangi bir isabetsizlik görülmediğinden davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermek gerekmiş ve takdiren aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda Açıklanan Nedenlerle;
1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/(1)-b.1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-Alınması gerekli olan 179,90 TL harçtan peşin alınan 54,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 125,50 TL harcın davacıdan alınarak Hazineye gelir kaydına,
3-Davacı tarafça yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
4-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından taraflar yararına vekalet ücreti taktirine yer olmadığına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içerisinde Yargıtay’da temyiz kanun yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 31/05/2023

Başkan- Üye – Üye – Zabıt Katibi

Bu belge 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu hükümlerine göre UYAP sistemi üzerinden elektronik imza ile imzalanmıştır.