Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi 2022/1651 E. 2023/1011 K. 14.09.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ
Esas-Karar No: 2022/1651 – 2023/1011
T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
20.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2022/1651
KARAR NO : 2023/1011
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
K A R A R

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ANKARA 2. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 23/06/2022
NUMARASI : 2021/345 E. – 2022/217 K.

DAVACI :
VEKİLLERİ :
DAVALI :
VEKİLİ :

DAVANIN KONUSU : Marka Tescilinden Doğan Haklara Tecavüz ve Haksız Rekabetin Tespiti, Durdurulması, Ticaret Unvanından Terkin ve İlan ile İhtiyati Tedbir

Taraflar arasında görülen davada Ankara 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 23/06/2022 Tarih ve 2021/345 Esas – 2022/217 Karar sayılı kararın Dairemizce incelenmesi ihtiyati tedbir isteyen davacı tarafından istenmiş ve istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ: Davacı vekili, 2005/11000 sayılı “…” ibareli markanın sahibi olduğunu, 1972 yılından beri bu marka ve ticaret unvanına yatırım yaptığını, davalı şirketin … Ltd. Şti olan ticaret unvanını 2019 yılında … … Ltd. Şti. olarak değiştirdiğini, müvekkili ile davalı şirketin aynı alanda faaliyet gösterdiğini, söz konusu unvanın kullanımının müvekkili şirketin korunan haklarına ve unvanına müdahale ettiği gibi iltibas yoluyla haksız rekabet de yarattığını ileri sürerek, öncelikle müvekkilinin sınai mülkiyet hakkına tecavüz teşkil eden davalı şirket fiillerinin önlenmesi ve durdurulmasına, davalı şirketin iltibas ve haksız rekabet yaratan … ibaresini kullanmasının, davalı şirketin … ibareli mallar ile basılı ve görsel materyallerin kullanımının tedbiren durdurulmasına yönelik ihtiyati tedbir kararı verilmesine, markaya tecavüzün ve haksız rekabetin tespitine ve durdurulmasına, davalı şirket ticaret unvanından “…” ibaresinin silinmesine, bu hususun karar kesinleştikten sonra masrafı davalı şirketten karşılanmak üzere gerekçe özeti ve hüküm fıkrasının Türkiye’de yayın yapan ve ulusal düzeyde dolaşımı bulunan tirajı 100.000’in üzerinde bulunan bir gazetede bir defaya özgü olmak üzere ilanına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkilinin tescilli ticaret unvanını kullandığını, tarafların işletme konularının farklılık gösterdiğini, … ibaresini marka olarak kullanmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamından, davalı tarafın ticari sicil kayıtlarında yer alan faaliyetlerinin davacı tarafın ticari sicil kayıtlarında yer alan faaliyetler ile benzer olduğu, davacının ticaret unvanı ile davalının ticaret unvanı arasında iltibas tehlikesi oluşturacak derecede görsel, işitsel ve kavramsal benzerlik ve aralarında karıştırılma ihtimalinin bulunduğu, ancak davacıya ait ticaret unvanının tescil tarihi ile dava tarihi arasındaki 7 yıla yakın bir sürenin geçmiş olmasının sessiz kalma yoluyla hak kaybı oluşması için yeterli olduğu, dava konusu ticaret unvanının faaliyet alanlarındaki bir kısım faaliyetlerin, davacının 2005/11000 sayılı markasının kapsamındaki bir kısım hizmetler ile aynı/ aynı tür/ benzer/ilişkili olarak yer aldığı, davacıya ait 2005/11000 sayılı marka ile davalının ticaret unvanı arasında görsel, işitsel ve kavramsal benzerlik bulunduğu, dolayısıyla 2005/11000 sayılı markanın kapsamındaki benzerliği belirtilen hizmetler bakımından karıştırılma ihtimalinin bulunduğu, ancak davacının markasının tescil tarihi ile dava tarihi arasındaki 7 yıla yakın bir sürenin sessiz kalma yoluyla hak kaybı oluşması için yeterli olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde, bilirkişi raporu uyarınca davanın kabulünün gerektiğini, davalı şirketin … unvanını ilk kez Ekim 2019’da kullanmaya başladığını, sessiz kalma yoluyla hak kaybının söz konusu olmadığını ileri sürerek, öncelikle ihtiyati tedbir kararı verilmesini, yerel mahkemenin kararının istinaf incelemesi yapılarak kaldırılmasını ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.

GEREKÇE : Dava, marka tescilinden doğan haklara tecavüz ve haksız rekabetin tespiti, durdurulması, ticaret unvanından terkin ile ilan ile ihtiyati tedbir kararı verilmesi istemlerine ilişkindir.
İnceleme, 6100 sayılı HMK’nın 355. madde hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.
Mahkemece, bilirkişi incelemesi yaptırılmış, bilirkişi heyetince düzenlenen raporda davacı … İnşaat Ticaret ve Sanayi A.Ş.’nin ticaret sicil kayıt bilgilerinde yer alan iştigal alanları ile davalı … …. Şti.’nin ticaret sicil kayıt bilgilerinde yer alan iştigal alanları arasında benzer faaliyetlerin bulunduğu, tarafların ticaret unvanlarındaki “…” şeklindeki ek unsurun da aynı olduğu, böylece ticaret unvanları arasında görsel, işitsel ve kavramsal olarak ayniyet oluştuğu, “…” ibaresinin aynı zamanda davacı adına 2005/11000 nolu tescilli marka olduğu ve davalı şirketin “…” ibaresini taşıyan ticaret unvanı ile davacının “…” ibareli markası kapsamındaki hizmetleri sunduğu, bu şekilde davacıya ait marka ile davalının ticaret unvanı arasında da karıştırılma ihtimalinin bulunduğu hususları tespit edilmişse de, davalının ticaret unvanının tescili ile dava tarihi arasında 7 yıla yakın bir sürenin geçtiği belirtilmiş, sessiz kalma yoluyla hak kaybı oluştuğu gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Ancak, bilirkişi raporunda yapılan diğer tespitlerde bir isabetsizlik bulunmamakla birlikte, dosya arasında bulunan 28.10.2019 tarih ve 9939 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi örneğinden anlaşıldığı üzere davalı şirket “…” … olan ticaret unvanını 23.10.2019 tarihinde “…” … Limited Şirketi olarak değiştirmiştir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybına gerekçe gösterilen 7 yıllık süre ise 29 Nisan 2015 tarihli ve 8810 sayılı Ticaret Sicil Gazetesi örneğine göre davalı şirketin “…” … Şirketi olan ticaret unvanını 22.04.2015 günü “…” … olarak değiştirmesinin ardından, dava tarihine kadar geçen süredir. Oysa davalı şirket “…” asıl unsurlu ticaret unvanını 23.10.2019 tarihinde aldığına, davacı şirketin davalı tarafa Ankara 54. Noterliğinden 22.10.2021 tarih ve 37524 yevmiye nolu ihtarnameyi göndererek iltibas yaratan eylemlerini sonlandırmasını ve ticaret unvanından “…” ibaresini kaldırmasını talep ettiğine, 07.12.2021 tarihinde de eldeki davayı açtığına göre, mahkemenin bu konudaki gerekçesinin aksine, davacının sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğradığının kabulü mümkün değildir.
Bununla birlikte davalı taraf da, “…” ibaresinin markasal olarak kullanılmadığını savunmuştur.

Somut uyuşmazlığa uygulanması gereken 6769 sayılı Kanun’un 29/1-a maddesi uyarınca, marka sahibinin izni olmaksızın, markayı 7. maddede belirtilen biçimlerde kullanmak, marka hakkına tecavüz sayılır. Atıf yapılan maddenin 7/3. maddesi “Aşağıda belirtilen durumlar, işaretin ticaret alanında kullanılması hâlinde, ikinci fıkra hükmü uyarınca yasaklanabilir” hükmünü, anılan fıkranın (e) bendi ise “İşaretin ticaret unvanı ya da işletme adı olarak kullanılması.” hükmünü havidir. O halde SMK’nın 7/3. maddesine göre tescilli bir marka hakkı sahibinin, markasının ticaret unvanı veya işletme adı olarak kullanılmasını yasaklayabilmesi ve bu durumun SMK’nın 29/a maddesi uyarınca marka hakkına tecavüz sayılabilmesi için, bu kullanımın “ticaret alanında” gerçekleşmesi ve marka sahibinin izni olmadan, aynı Yasa’nın 7/2. maddesinde belirtilin fiillerin işlenmesi şarttır.
Ticaret unvanının temel işlevi, bir taciri diğer tacirlerden ayırt etmektir. Markanın temel işlevi ise malı ya da hizmeti ayırt etmesi, malın ya da hizmetin kaynağı ve kalitesi konusunda tüketiciye garanti vermesi olarak açıklanabilir. Markanın işletmenin sahibini, ürünün üreticisini, hizmetin sağlayıcısını gösterme işlevi, kural olarak yoktur.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.12.2007 tarihli 2007/11-965 E.- 2007/961 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere, marka da ticari unvan da ayırt edici işaretlerdir. Marka, bir teşebbüsün ürün ve hizmetlerini, rakiplerinkinden ayırmaya yönelik olup; ticari unvanı ise, tacirlerin ticari işletmesine ilişkin muamelelerinde, icrasında kullanmak zorunda olduğu ismidir. Her ikisi de ayırt edici işaret olarak kullanılmaları nedeniyle “ayırt edicilik” kapasitesine sahiptir. Bu nedenle, tescil sırasında bu ibarenin serbest olması, yani üçüncü şahsın ibare üzerinde hukuken ileri sürebileceği bir hakkının bulunmaması gerekir. Yine aynı kararda belirtildiği üzere, TTK’nın 41. maddesi gereğince davalı tüm ticari iş ve evraklarında ticari unvanı kullanmak ve tescil olunan ticaret unvanını ticari işletmenin giriş cephesine herkes tarafından kolayca görülebilecek bir yerine yazılması zorunluluğu vardır. O halde ticaret unvanının özellikle hizmet sınıfındaki ticarî faaliyetlerde kullanılması halinde, unvan sadece bir taciri diğer tacirlerden ayırmayacak, bundan başka mallar ve özellikle hizmetler için “ayırt edicilik” fonksiyonunu da yerine getirecektir.
Buradan da anlaşılacağı üzere, ticaret unvanı ile markanın işlevleri farklı ise de, bu işlev farkı kesin değildir. TTK’nın 18/1. hükmüne göre her tacir bir ticaret unvanı seçmek ve kullanmak zorundadır. TTK’nın 39/2. bendinde de unvanın işletmenin girişinde gösterilmesi zorunlu kılınmıştır. Ancak unvanın işletmenin görülebilecek bir yerine yazılacak olması, özellikle hizmet sunan işletmeler bakımından, ticaret unvanının marka fonksiyonlarını da ifa etmesi sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Ticaret unvanı hizmet sunan işletmelerde marka gibi kullanılmakta, bu nedenle de tüketici gözünde unvan ve markanın fonksiyonlarının karıştırılması ihtimali ciddi şekilde artmakta, hizmet alanında faaliyet gösteren işletmeler, tüketicilerle yakın ilişki içerisinde bulunduklarından, birçok halde unvan, tüketiciler gözünde marka olarak algılanmakta, bu da kaçınılmaz bir sonuç olarak marka hakkının ihlalini ortaya çıkarmaktadır.
Markaların Marka (NICE) Sınıflandırma Listesine göre ya mal ya da hizmet sınıflarında tescil edilebilmeleri mümkündür. Sadece mal üretimi alanında faaliyet gösteren, yani herhangi bir hizmet sınıfında faaliyeti bulunmayan bir tacirin, ticaret unvanını sadece işletmesinin tabelasında veya iş evrakında ve tescil edildiği şekliyle kullanmasının, tescilli bir marka hakkı sahibinin marka tescilinden kaynaklanan haklarını ihlal etmeyeceği düşünülebilir. Zira bu durumda ticaret unvanı üretilen mallar üzerinde kullanılmadığından, sadece bir taciri diğer tacirlerden ayırt etme fonksiyonunu yerine getirecek, üretilen malı diğer mallardan ayırt etmek, malın kaynağı veya kalitesi konusunda tüketiciye garanti vermek gibi bir fonksiyon ifa etmeyecektir.
Ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 04.05.2011 tarihli 2011/11-59 E.- 2011/271 K. sayılı kararında incelenen Yargıtay 11. HD.’nin 03.07.2009 tarihli 2007/12815 E.- 2009/8230 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere “Hizmet markalarının niteliği gereği sunuldukları hizmet üzerindeki kullanım şekli, ticaret markalarında olduğu gibi doğrudan ait olduğu mallar üzerine konulmak biçiminde değil ancak, hizmetin sunulduğu bina, araç, gereç, basılı evraklar vb. tanıtma vasıtalarıyla mümkündür. TTK`nun 41. maddesine göre de, ticaret unvanının işletmeyle ilgili senet ve sair evrak üzerinde kullanımıyla birlikte, işletmenin girişinde herkesin kolaylıkla görebileceği şekilde yazılı olması koşulu gözetildiğinde, her iki tür işaretin de işlevlerinin farklı olmasına karşın, yukarıda açıklandığı üzere ortak noktalarının “tanıtma işareti” niteliğinde olmaları, tecavüz halinde haksız rekabet hukukuna göre korunmaları …” söz konusudur.
O halde mal sınıfında tescilli markaların, aynı malı üreten bir tacirin ticaret unvanına karşı korunmaları ile hizmet sınıfında tescilli bir markanın, aynı hizmeti sunan bir tacirin ticaret unvanına karşı korunması arasında farklılıklar bulunmaktadır. Buna göre hizmet sektöründe faaliyet gösteren bir tacirin ticaret unvanını, işletmesinin tabelasında, fiyat listesinde, kataloglarında, reklam afişlerinde, ilanlarında, servis arabalarında, iş makinelerinde veya personel kıyafetlerinde kullanması, aynı hizmet sınıfında tescilli bir markası bulunan marka hakkı sahibinin markasal haklarını ihlal edecektir. Çünkü yukarıdaki bentte geçen Yargıtay kararında da belirtildiği üzere, hizmet markalarının kullanım alanları itibariyle soyut hizmet üzerinde gösterilmeleri mümkün değildir. Hizmet sektöründe ticaret unvanı birçok hallerde hizmetleri ayırt etme fonsiyonu üstlenmekte, unvanın esas fonksiyonu etkisini kaybetmektedir. Hizmet alanında belirli hizmetleri gösteren bir marka ile bunları gerçekleştiren firmanın ticaret unvanı arasındaki fark, ortalama bir tüketici tarafından zor algılanabilmektedir. Buna ilaveten hizmet sunan tacirlerin unvanlarının işletmenin görülebilecek bir yerine asılması zorunluluğu, ticaret unvanı ve markanın tüketici gözünde doğrudan ilişkilendirilmesine sebep olacaktır. Dolayısıyla ticaret unvanının tescil edildiği şekilde dahi olsa aynı yerlerde kullanılması halinde, unvan tıpkı marka gibi “ayırt etme”, “kaynak gösterme”, “garanti”, “reklam” işlevlerini yerine getirecek ve bu ortak işlevler sebebiyle tüketiciler gözünde marka ile karıştırılacaktır. Önemli olan ticaret unvanının, tescil edildiği biçimde dahi olsa kullanımının, tescilli marka ile ilişkilendirilme ihtimali dâhil karıştırılma ihtimaline sebebiyet vermesi (SMK m.7/2,b) veya tescilli markanın Türkiye’de ulaştığı tanınmışlığından haksız yarar elde etmesi veya itibarına zarar verecek yahut ayırt edici karakterini zedeleyecek nitelikte bulunmasıdır (SMK m.7/2,c).
SMK.’nın 7/3. maddesinde geçen “ticaret alanında kullanılması” tabirinden ne anlaşılması gerektiğinin tespitine gelince; Dairemizce “ticaret sırasında kullanım” kavramının geniş şekilde yorumlanması gerektiği düşünülmektedir. Buna göre “ticaret alanında kullanım”, “ekonomik kazanç elde etmek amacıyla gerçekleştirilen ticari işler sırasında kullanım” şeklinde ifade edilebilir. Dolayısıyla ticaret sırasında kullanım, markasal kullanımı da kapsayan, ancak daha ondan geniş bir kullanımdır.
Esasen gerekçede de ifade edildiği üzere, SMK m.7/3 hükmünün mehazı olan 2015/2436 sayılı Avrupa Birliği Marka Yönergesi’nin m.10/3-d hükmü de markanın ticaret unvanı ve işletme adı olarak kullanılmasının marka hakkı kapsamında bulunduğunu ifade etmiş, önsöz niteliğindeki genel gerekçesinin 19. paragrafında da markanın ticaret unvanı veya işletme adı olarak kullanılmasının önlenebileceğini, fakat bunun için anılan işaretlerin mal ve hizmetleri ayırt edici amaçla kullanılması gerektiğini bildirmiştir.
Yönerge doğrultusunda hazırlanan 2017/1001 sayılı Avrupa Birliği Marka Tüzüğü’nün 9/3-d hükmü de markanın ticaret unvanı ve işletme adı olarak kullanılmasının marka sahibi tarafından yasaklanabileceğini belirtmiştir. Önsöz niteliğindeki genel gerekçesinin 13. paragrafında da yasaklama yetkisinin markayla sunulan mal ve hizmetlerin, markayı içeren ticaret unvanı veya işletmeden kaynaklandığı şeklinde bir ilişkilendirme ve karışıklık doğması halinde kullanılabileceği açıklanmaktadır.
Mehaz düzenlemeler ve gerekçeleri uyarınca, ticaret unvanı ve işletme adı kullanımıyla marka arasında, mal ve hizmetlerin ticari kaynağına yönelik bir ilişkilendirme veya karıştırma ihtimali varsa, marka sahibi yasaklama yetkisini kullanabilecektir.
Açıklanan tüm bu tespitlerden çıkarılan sonuca göre; bir ticaret unvanının kullanılmasının, marka hakkına tecavüz teşkil etmesi için kullanımın ticaret sırasında olması, kullanım konusunda marka sahibinin izninin olmaması, kullanımın markanın tescil edildiği mallarla/hizmetlerle aynı veya benzer mallar/hizmetler için olması veya aynı, benzer veya farklı mal veya hizmetlerde olmasına bakılmaksızın, tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle markanın itibarından haksız bir yarar elde edecek veya itibarına zarar verecek veya ayırt edici karakterini zedeleyecek nitelikte olması ve kullanımın markanın işlevlerini, özellikle tüketicilere malların veya hizmetlerin kaynağını garanti etme yönündeki temel işlevini yerine getirmeye müsait olması gereklidir.
Davacı tarafça, haksız rekabetin tespiti ve durdurulması da talep edilmiş olup, TTK’nın somut olaya uygulanacak 54. maddesinin ikinci fıkrası rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralına diğer şekillerdeki aykırı davranışlar ile ticari uygulamalar haksız ve hukuka aykırı olduğunu hükmünü haizdir. TTK’nın 55. maddenin ilk fıkrasının (a) bendinin dördüncü alt bendinde “başkasının malları, iş ürünleri, faaliyetleri veya işleri ile karıştırılmaya yol açan önlemler almak” haksız rekabet halleri arasında sayılmıştır.

Yukarıda yapılan açıklamalar ve dosyada bulunan bilgi ve belgelere göre; davalının “…” ibaresini barındıran ticaret unvanı, davacının “…” ibareli markasının kapsamındaki hizmetlerle aynı/benzer hizmetlerde ve davacının “…” ibareli ticaret unvanıyla yürüttüğü faaliyetlerle benzer faaliyetlerde kullanılmaktadır. Bu haliyle ortalama yararlanıcı kitlesinin davalı tarafından sunulan hizmetlerin, davacı marka sahibi tarafından sunulduğu şeklinde, hizmetin kaynağına yönelik karışıklık yaşama ve tarafların ticari işletmeleri arasında bağlantı kurma ihtimali çok güçlüdür. Dolayısıyla davalının hizmetlerinin sunumunda ticari kaynağı gösterecek biçimde unvanını kullanması, davacıların marka hakkına tecavüz teşkil edecek ve aynı zamanda haksız rekabet oluşturacak niteliktedir. Bu itibarla mahkemece, davalı şirketin “…” ibaresini, davacı şirketin markasıyla aynı alanda ticaret unvanı olarak kullanmasının, davacının marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet oluşturduğunun tespitine ve önlenmesine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru bulunmamıştır.
HMK’nın 353/1-b-2. maddesine göre, yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmişse “düzelterek yeniden esas hakkında” duruşma yapılmadan karar verilmesi gerektiği düzenlendiğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile HMK’nın 353/1-b-2. maddesi uyarınca davanın kabulüne ilişkin aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
2-Davacı vekilinin Dairemizce ihtiyati tedbir kararı verilmesi yönündeki istemine gelince; 6100 sayılı HMK’nın 389. maddesi uyarınca, mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir. Aynı Kanun’un 390/3. maddesine göre de ihtiyati tedbir kararı verilebilmesi için tedbir talep eden tarafın, davanın esası yönünden kendisinin haklılığını yaklaşık olarak ispat etmesi gerekmektedir. Görüldüğü üzere HMK’da ihtiyati tedbir kararı verilebilmesi için haklılığın tereddütsüz şekilde ispatı şartı aranmamakta olup, yaklaşık olarak ispat yeterli bulunmuştur.
Somut uyuşmazlığa uygulanması gereken SMK’nın 159. maddesinde de, “Bu Kanun uyarınca dava açma hakkı olan kişiler, dava konusu kullanımın, ülke içinde kendi sınai mülkiyet haklarına tecavüz teşkil edecek şekilde gerçekleşmekte olduğunu veya gerçekleşmesi için ciddi ve etkin çalışmalar yapıldığını ispat etmek şartıyla, verilecek hükmün etkinliğini temin etmek üzere, ihtiyati tedbire karar verilmesini mahkemeden talep edebilir.” düzenlemesine yer verilmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, ihtiyati tedbirlerin özellikle davacının sınai mülkiyet hakkına tecavüz teşkil eden fiillerin önlenmesi ve durdurulmasını kapsaması gerektiği düzenlenmiş, maddenin son fıkrasında da bu Kanun’da hüküm bulunmayan hallerde 6100 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. Öte yandan, 6102 sayılı TTK.’nın 61/1. maddesi uyarınca, dava açma hakkını haiz bulunan kimsenin talebi üzerine mahkeme, mevcut durumun olduğu gibi korunmasına, 56 ncı maddenin birinci fıkrasının (b) ve (c) bentlerinde öngörüldüğü gibi haksız rekabet sonucu oluşan maddi durumun ortadan kaldırılmasına, haksız rekabetin önlenmesine ve yanlış veya yanıltıcı beyanların düzeltilmesine ve diğer tedbirlere, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ihtiyati tedbir hakkındaki hükümlerine göre karar verebilir. O halde, açıklanan hükümler çerçevesinde, bir sınai mülkiyet hakkına tecavüz teşkil edecek ya da haksız rekabete yol açacak şekilde kullanımda bulunulduğunu yaklaşık olarak ispat eden kişi, bu kullanımların engellenmesini ihtiyati tedbir yoluyla isteyebilecektir.
HMK’nın 353/1-b-2. maddesinde “Yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilipte yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında karar verilir.” hükmü dikkate alındığında, istinaf mahkemesi dosya kapsamına göre tedbir kararı verilmesi gerektiği görüşünde ise bu kararı kendisinin vermesi gerekmektedir. Yine istinaf mahkemesinin HMK’nın 354/2. maddesi gereğince, inceleme sırasında gereken hallerde ilk derece mahkemesini istinabe edebileceği, aynı Yasa’nın 360. maddesinde bu bölümde hüküm bulunmayan hallerde ilk derece mahkemesinde uygulanan yargılama usulünün Bölge Adliye Mahkemesinde de uygulanacağı kabul edilmiştir. HMK’nın 393/2. maddesinde de ihtiyati tedbir kararı veren mahkemenin yargı çevresinde bulunan veya tedbir konusu mal ya da hakkın bulunduğu yer icra dairesinden kararın uygulanmasını isteyebileceği gibi kıyas yolu ile bu konuda ilk derece mahkemesinin de kendi adına istinabe suretiyle bu işlemleri yapabileceği belirtilmiştir. Zira Bölge Adliye Mahkemelerinin yargı çevresi çok geniş olarak kararlaştırıldığından, tedbir konusu mal ya da hakkın bulunduğu yerde uygulanması, teminatın yatırılması, iadesi, daha kolay ve daha az emek ve masraf gerektirecektir. Teminatın iadesi konusunda tereddüt halinde ise teminatın gösterilmesi gerektiren sebebin ortadan kalkması halinde HMK’nın 89. maddesi gereğince ilgilinin talebi üzerine mahkemenin teminatın iadesine karar verebileceği kabul edildiğine göre, bu mahkeme kararı infaz eden teminatı alan ilk derece mahkemesi de olabilecektir.
Yukarıda (1) nolu bentte açıklandığı üzere davacının marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet iddialarının ispat edildiği, ihtiyati tedbir şartlarının oluştuğu ve davacı vekilinin bu aşamada Dairemizden ihtiyati tedbir kararı talep etmekte hukuki yararının bulunduğu anlaşıldığından, ihtiyati tedbir talebinin de kabulüne dair aşağıda gösterilen şekilde karar vermek gerekmiştir.

HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda belirtildiği üzere;
1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b-2 maddesi gereğince KABULÜ ile Ankara 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 23/06/2022 gün ve 2021/345 Esas – 2022/217 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,
2-Davanın KABULÜ ile; davalı şirketin ticaret unvanında “…” ibaresini kullanmak suretiyle davacının marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetinin tespitine ve durdurulmasına,
3-Davalı şirketin ticaret unvanından “…” ibaresinin silinmesine,
4-İlan talebinin kabulü ile kararın kesinleşmesine müteakip masrafı davalı şirketten alınmak kaydı ile hüküm özetinin Türkiye genelinde yayın yapan ulusal bir gazetede bir kez ilanına,
5-İhtiyati tedbir isteyen davacı vekilinin istinaf dilekçesinde talep ettiği İHTİYATİ TEDBİR TALEBİNİN 6100 sayılı HMK’nın 389-390 maddeleri ile 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 159. maddesi gereğince takdiren 100.000,00-TL (yüzbintürklirası) nakdi teminat veya aynı miktarda kesin ve süresiz banka teminat mektubu ilk derece mahkemesine ibrazı şartıyla KABULÜNE,
6-Hüküm kesinleşinceye kadar, taleple bağlı kalınarak, davalının marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet yaratan “…” ibaresini kullanmasının, davalı şirketin “…” ibareli mallar ile basılı ve görsel materyalleri kullanımının tedbiren durdurulmasına,
7-Teminat ilk derece mahkemesine yatırıldığında veya teminat mektubu sunulduğunda tedbir kararının uygulanması bakımından Ankara İcra Daireleri’nin veya tedbire konu ürünlerin bulunduğu yer icra dairelerinin görevli kılınmasına,
8-Harçlar Kanunu uyarınca alınması gereken 269,85-TL maktu karar ve ilam harcından peşin olarak alınan 59,30-TL harcın mahsubu ile bakiye 210,55-TL’nin davalıdan tahsili ile Hazineye irat kaydına,
9-Davacı kendisini vekille temsil ettirmiş olduğundan, karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT hükümlerine göre belirlenen 15.000,00-TL maktu vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
10-Davacı tarafından ilk derece mahkemesinde yapılan 2.300,00-TL bilirkişi ücreti, 216,00-TL tebligat ve posta masrafı ile istinaf aşamasında yapılan 75,50-TL tebligat masrafı, 220,70-TL istinaf kanun yoluna başvurma harcından oluşan toplam 2.812,20-TL yargılama giderine, 59,30-TL başvurma harcı, 59,30-TL peşin harç tutarı eklenerek oluşan toplam 2.930,80-TL’nin davalıdan alınarak bdavacıya verilmesine,
11-Davalı tarafından ilk derece ve istinaf aşamasında yargılama gideri yapılmadığından bu hususta karar verilmesine yer olmadığına,
12-Yatırılan ve kullanılmayan gider avansının, hükmün kesinleşmesini müteakip re’sen davacıya iadesine (HMK m.333),
13-Davacıdan peşin olarak alınan 80.70-TL maktu istinaf karar ve ilam harcının, karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
14-İstinaf aşamasında duruşma açılmadığından taraflar lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda oybirliği ile 14/09/2023 tarihinde, esas hakkında verilen karar yönünden HMK’nın 361. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay temyiz yolu açık olmak üzere, ihtiyati tedbir kararı yönünden HMK 362/1-f maddesi uyarınca KESİN olmak üzere karar verildi.

GEREKÇELİ KARARIN YAZILDIĞI TARİH: 01/10/2023

Başkan

Üye

Üye

Katip

Bu belge 5070 sayılı Yasa hükümlerine göre elektronik olarak imzalanmıştır.