Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi 2020/911 E. 2022/263 K. 03.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ

T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
20. HUKUK DAİRESİ


T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
K A R A R
….

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ANKARA 5. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK
MAHKEMESİ
TARİHİ : 04/03/2020
NUMARASI :…

DAVANIN KONUSU : YİDK Kararlarının İptali ve Marka Hükümsüzlüğü

Taraflar arasında görülen davada Ankara 5. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 04/03/2020 tarih ve 2019/32 E. – 2020/43 K. sayılı kararın Dairemizce incelenmesi davacı … davalılar … ile … tarafından istenmiş ve istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ : Davacı vekili, müvekkili Üniversitesinin 9 Temmuz 1997 tarihinde … kabul edilen 4281 sayılı Kanun ile kurulmuş bir vakıf … olduğunu, müvekkilinin … nezdinde birçok marka müracaatının bulunduğunu, markalarının önemli bir kısmının “…” ibaresini taşıdığını, davalı şirketin 2018/60185 sayılı “…” ibareli 16, 41 ve 43.sınıfta bulunan marka başvurusuna, müvekkilinin gerçek ve üstün hak sahipliği, önce kullanım, tescilli ve tescilsiz markalara benzerlik, kötü niyet ve haksız rekabet gerekçeleriyle itiraz ettiğini, söz konusu itirazın 16/07/2019 tarih 2019-M-5978 sayılı YİDK kararı ile reddine karar verildiğini, oysa “… …”, “… …”, “… … …” unvan ve markalarının müvekkili ile özdeşleştiğini ve maruf kılındığını, davalı markasının esaslı unsurunun “…” ibaresi olduğunu, davalının … ibaresini kullanmaya başladığı ilk andan itibaren bariz olarak kötü niyetli davrandığını, müvekkilinin … markası üzerinde üstün ve gerçek hak sahipliği konusunda birçok bilirkişi raporu ile kesinleşmiş mahkeme kararlarının bulunduğunu ileri sürerek … YİDK’nın 2019-M-5978 sayılı kararının iptaline, marka tescil edilmişse hükümsüzlüğü ile sicilden terkinine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı şirket vekili, müvekkilinin markalarını ciddi ve yoğun şekilde kullanarak markalarına ayırt edici nitelik kazandırdığını, “…” esas unsurlu birçok markasının ve bu markalara dayalı kazanılmış hakkının bulunduğunu, müvekkiline ait davaya konu marka bakımından esas unsurun “…” ibaresi olduğunu, müvekkiline ait marka ile davacı markalarının hitap ettiği kesimin bilinç düzeyinin yüksek bulunduğunu, bu nedenle de markalar arasında karıştırılma ihtimalinin bulunmadığını, “…” ibaresinin ayırt ediciliği düşük bir işaret olduğunu, kötüniyet iddiasının yerinde olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Davalı … vekili, müvekkili Kurum kararının usul ve yasaya uygun bulunduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamından, dava konusu marka başvurusunun kapsamındaki 16, 41 ve 43. sınıfta bulunan hizmetlerin, itiraza mesnet markalarda da aynen yer aldığı, bu hizmetler bakımından sınıfsal benzerliğin mevcut olduğu, davacı markalarının asıl ve ayırt edici unsurunun “…”, “… …” ve “… …” ibaresi tarafından temsil olunduğu, “…” ibaresinin 41. sınıf “… ve öğretim hizmetleri” için zayıf bir marka olarak değerlendirilebileceği, ancak davacının esas ve ayırt edici unsuru “…”, “… …” ve “… … …” ibareli olan markalarını uzun yıllardan bu yana yoğun ve yaygın biçimde kullandığı, bu nedenle “…” ibaresinin özellikle 41. sınıfta bulunan “… ve öğretim hizmetleri” bakımından kullanım yolu ile ayırt ediciliğinin davacı bakımından güçlendirildiği, davalı şirkete ait markanın ise “şekil+…” ibaresinden oluştuğu, “…” ibaresinin tescil edilmek istenen ürün ve hizmetleri doğrudan tanımlamadığı, somut ayırt ediciliğinin bulunduğu, markaların karşılaştırılmasında dikkate alınması gereken bir unsur olduğu değerlendirilse de, davalı başvurusunda şekil unsurunun kırmızı renk ile oluşturulduğu, “…” ibaresinin davacı tarafından “… ve öğretim hizmetleri” bakımından gerek salt kelime gerekse başkaca asli ya da tali unsurlar ile birlikte kırmızı motifin yer aldığı çeşitli şekillerde kullanılmış olmasının, davacının yüksek öğrenim faaliyetini “…” esas unsurun kullanım ile ayırt ediciliğinin güçlendirilmesi karşısında görsel, işitsel ve kavramsal olarak “…” ibaresinin iltibas tehlikesini bertaraf edemeyeceği, 41. sınıfta bulunan “… ve öğretim hizmetleri” bakımından davalı şirket markasını gören ilgili tüketici kesiminin, daha önce yararlandığı, kullanım yolu ile ayırt ediciliği yüksek, içinde “…” ibaresini barındıran davacı markaları ile tescilsiz kullanımları nedeni ile, bu ibarenin yukarıda belirtildiği şekli ile oluşturulan genel görünümü itibari ile davacıya ait markalardan biri olduğu, seri markalarından birini oluşturduğu yönünde yanılsamaya düşeceği, bir kısım tüketicinin iki ayrı işletme karşısında olduğunu algılasa bile, markaların kökeni bakımından işletmeler arasında ekonomik veya idari bir bağ bulunduğu hususunda yanılsamaya düşeceği, bu durumun davalı lehine haksız rekabet oluşturacağı, davacının özellikle kullanım yolu ile oluşturduğu markasal imajın haksız yere davalı şirkete aktarılması ihtimalini doğuracağı, dolayısıyla 41. sınıfta bulunan “… ve öğretim hizmetleri” bakımından, gerek 6769 sayılı SMK m.6/1 ve gerekse SMK m.6/3 hükümleri gereği, ilişkilendirilme ihtimali dahil karıştırılma ihtimalinin bulunduğu, diğer ürün ve hizmetler bakımından ise davacının “…” ibaresini 41/1. alt sınıftaki gibi yaygın ve kullanım yolu ile ayırt ediciliğini güçlendirdiği bir markasal kullanımının bulunmadığı, “…” ibaresinin bu ürün ve hizmetler bakımından başlangıçtaki ayırt edici gücünün zayıf olması, davalı şirkete ait markada bulunan “…” ibaresinin, bu ürün ve hizmetler bakımından iltibas tehlikesini bertaraf edecek nitelikte genel görünüm içinde konumlandığı anlaşıldığından, YİDK kararının iptali bakımından davacı tarafından ileri sürülen diğer iddiaların yerinde bulunmadığı, davalı şirketin “…” ibaresini içerir markalarından sadece 2004/44430 sayılı markasının 31/03/2006 tarihinde tescil edildiği, tescil edildiği tarihten itibaren 5 yıllık sürenin geçtiği gözetildiğinden, artık çekişme konusu olmadığı, davalı şirkete ait diğer markaların tescil tarihleri itibariyle eldeki davaya konu marka başvuru tarihine kadar en az 5 yıl süreli tescilli olmadığı, bu nedenle kazanılmış hak iddiasına mesnet alınamayacağı, 2004/44430 sayılı markasını oluşturan “…” ibareli asli unsurun korunarak eldeki davaya konu marka başvurusunun oluşturulduğunun da söylenemeyeceği, bu nedenle davalı şirketin müktesep hak iddiasının yerinde görülmediği, davacı vekili tarafından sunulan … kayıtları ve dosya arasına alınan ticari sicil kayıtlarına göre; … Şirketi’nin, … … … Anonim Şirketi’ne devredildiği, … … … Anonim Şirketi temsilcilerinden … ile …’nin, aynı zamanda dosyamız davalısı …nin de temsilcileri oldukları, bu nedenle aralarında organik bağ bulunduğu, Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 14/01/2020 tarih 2019/2209 Esas 2020/351 Karar ve 11/04/2018 tarih 2016/9432 Esas 2018/2605 Karar sayılı kararlarından anlaşılacağı üzere, … Şirketi’nin “…” ibaresini esas unsur olarak barındıran markasal kullanımının en başından itibaren kötüniyetli olduğu, dolayısıyla bu ibareyi esas unsur olarak barındıran eldeki davaya konu başvurunun sahibi davalı şirketin de kötüniyetli olduğu, markanın hükümsüzlüğü istemi bakımından, YİDK aşamasında ileri sürülmeyen maddi olguların değerlendirildirildiği, davacının eldeki davada iki ayrı talepte bulunduğu ve mahkemece her iki talep hakkında ayrı ayrı hüküm kurulduğu gözetildiğinde, vekalet ücreti ve yargılama giderleri bakımından bu husus gözetilmek suretiyle karar verildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 41. sınıfta bulunan “… ve öğretim hizmetleri” bakımından 2019-M-5978 sayılı YİDK kararının iptaline, fazlaya ilişkin istemin reddine, hükümsüzlük isteminin kabulü ile davalı şirkete ait 2018/60185 sayılı markanın hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar verilmiştir.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ : Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde, müvekkilince dava konusu başvuruya itiraz aşamasında da kötüniyet hususuna son derece geniş yer verildiğini ve delillerin sunulduğunu, kurum kararlarında da kötüniyet itirazının kabul edilmediğini, … tarafından mahkemeler kadar ayrıntılı delil araştırmasının yapılamaması hususunun, müvekkili aleyhine yorumlanmasının hatalı olduğunu, mahkemenin gerekçe kısmında açıkladığı üzere “…” ilkesi dolayısıyla YİDK kararının, gerek marka benzerliği ve iltibası gerekse de kötüniyet gerekçesiyle tüm sınıflar yönünden iptal edilmesinin gerektiğini, başvuru makasının sadece 41. sınıf “… hizmetleri” alanında değil, tüm tescil kapsamı için de (16/41/43) iltibas oluşturduğunu, zira müvekkilinin 16 ve 43. sınıflarda da tescilli markalarının ve tescilsiz kullanımlarının bulunduğunu, başvurusunun hükümsüz kılınacağını bilen davalının, tekrar kendi adına “…” ibareli marka başvurusu yapmayarak; organik ve idari ortaklığı/bağı olan davalı şirket adına “…”, “… …” ibareli marka başvuruları yapmaya başladığını ve böylelikle mahkeme kararlarını bertaraf etme girişiminde bulunduğunu ileri sürerek, yerel mahkemenin kararının istinaf incelemesi yapılarak kaldırılmasını ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
Davalı … vekili istinaf başvuru dilekçesinde, bir bütün olarak bıraktıkları genel izlenim itibariyle tarafların markaları arasında 6769 sayılı SMK’nın 6/1 maddesi anlamında benzerlik bulunmadığını, “…” ibaresinin zayıf olduğunu, kullanılan diğer ibarelerin başvuruya yeterli ayırt edicilik kattığını, 41. sınıf hizmetlerin tüketicilerinin de bilinçli olduklarını, davacının anılan ibareye SMK’nın 6/3. maddesi uyarınca kullanım yoluyla ayırt edicilik de kazandırmadığını ileri sürerek, yerel mahkemenin kararının istinaf incelemesi yapılarak kaldırılmasını ve davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalı … … … … A.Ş. vekili istinaf başvuru dilekçesinde, müvekkil şirketin başvurusunda ayırt edici unsurun “…” ibaresi olduğunu, “…” kelimesinin ayırt ediciliğinin son derece düşük bulunduğunu, bu nedenle markalar arasında karıştırılma riskinin bulunmadığını, davacının marka üzerinde gerçek hak sahibi olduğu iddialarının da çürütüldüğünü, davacının markalarının tanınmış marka olmadığının, bilirkişi raporunda da belirtildiğini, mahkemece müvekkili şirketin dava konusu markasındaki asıl unsurun “…” ibaresi olduğunu belirtmesinin kabul edilebilir olmadığını, müvekkil şirketin herhangi bir kötüniyeti mevcut olmayıp, bu hususun bilirkişi raporunda da “taraf markaları üzerinde karışıklık bulunmadığı, hal böyle olunca da müvekkili şirketin marka başvurusunda kötü niyetli olduğunun da söylenemeyeceği” belirtilmek suretiyle açıklandığını ileri sürerek, yerel mahkemenin kararının istinaf incelemesi yapılarak kaldırılmasını ve davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

GEREKÇE : 1- Dava, YİDK kararının iptali ve marka hükümsüzlüğü istemine ilişkindir.
İnceleme, 6100 sayılı HMK’nın 355. madde hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.
Dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla taraf vekillerinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen diğer istinaf itirazlarının reddine dair hüküm kurmak gerekmiştir.
2- Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacıya ait ve önceki tarihli ve “…” esas unsurlu markaların, davalının 2018/60185 sayılı “…” ibareli başvurusu yönünden, 6769 sayılı SMK’nın 6/1, 6/3 ve 6/9. maddesi uyarınca, gerçek ve üstün hak sahipliği, öncelikli kullanım, tescilli ve tescilsiz markalara benzerlik ve kötü niyet hükümleri çerçevesinde tescil engeli oluşturup oluşturmadığı ve sonucuna göre 2019-M-5978 sayılı YİDK kararının hukuka uygun bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle davalı başvurusunun davacı markaları ile iltibasa yol açması, tek başına kötü niyet ve hükümsüzlük nedeni oluşturmaz. … 27.06.2013 tarihli, C-320/12 sayılı kararında da belirtildiği gibi “başvuru sahibinin başvurusu yapılan markayla karıştırılması olası bir markanın yurt dışında üçüncü bir kişi tarafından kullanıldığını bilmesi veya bilmesi gerekliliği hususu, tek başına başvuru sahibinin, ilgili hüküm kapsamında kötü niyetle hareket ettiği sonucuna varılması için yeterli değildir.” Yine “inceleme konusu işaretlerin aynı olması, diğer faktörlerden hiçbirisi mevcut değilken, kötü niyetin varlığını ortaya çıkarmaz” (Adalet Divanı Genel Mahkemesi, 01.02.2012 tarihli, T-291/09 sayılı kararı). C-529/07 sayılı … kararında da “başvuru sahibinin, bir markanın aynısını veya benzerini, aynı veya benzer mal ve/veya hizmetlerde kullanılmakta olduğunu bildiği halde, o markayla karıştırılabilecek bir markayı tescil ettirmek istemesi ve söz konusu işaretin asıl sahibinin markayı kullanmasını önlemek amacıyla marka tescil ettirmesi” gibi unsurların, kötü niyetin varlığına karar vermeye yarayacak işaretler olduğu ifade edilmiştir. Yargıtay HGK.’nun 16.07.2008 gün ve 2008/11-501 E.-507 K. sayılı kararında da belirtildiği gibi Marka Hukukunda genel olarak kabul gören anlayışa göre, tescil yoluyla sağlanan marka korumasının amacına aykırı biçimde kötüye kullanılması yoluyla başkasının markasından haksız olarak yararlanmak veya gerçekte kullanılmayıp yedekleme, marka ticareti yapmak amacına ya da şantaja yönelik başvuru ve tesciller kötü niyetli olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla davalının başvurusunun davacı markalarıyla iltibas oluşturma ihtimalinin varlığının kabulü halinde dahi, ayrıca tescille sağlanan marka korumasının amacına aykırı biçimde kötüye kullanılması yoluyla başkasının markasından haksız olarak yararlanmak veya gerçekte kullanılmayıp yedekleme, marka ticareti yapmak amacına ya da şantaja yönelik başvuruda bulunduğunun da ispatı gerekir. Kötü niyetin varlığı her somut olayın özellikleri göz önüne alınarak belirlenmelidir. Yine Yargıtay HGK.’nun 21.09.2005 gün ve 2005/11-501 E.-507 K. sayılı kararında da belirtildiği gibi…. Kanunu hükümleri uyarınca iyiniyetin asıl, kötüniyetin istisna olması sebebiyle davalının kötüniyetli olduğunun delil ve gerekçelerinin gösterilmesi gerektiğinden davacı, davalının kötüniyeti bulunduğunu kanıtlamalı ve mahkemece de bunun delil ve gerekçesi gösterilmelidir.
İlk derece mahkemesinin davalı şirketin başvurusunun kötü niyetli olduğu konusundaki gerekçesine gelince; dosyaya sunulan bilgi ve belgeler incelendiğinde, dava dışı … … A.Ş.’nin 31.07.2019 tarihinde tescil edilen 01.07.2019 tarihli yönetim kurulu ve 04.07.2019 tarihli genel kurul kararına göre, aralarında birkaç başka şirketle birlikte, dava dışı … A.Ş.’ni de devraldığı, şirketi temsile …, … ve…’den oluşan üç kişilik yönetim kurulu üyelerinden herhangi ikisinin yetkili kılındığı, davalı … A.Ş.’nin ise 24.01.2017 tarihinde tescil edilen 20.01.2017 tarihli yönetim kurulu kararına göre de davalı şirketin beş kişilik yönetim kurulu üyelerinden …’ın yönetim kurulu başkanlığına, …’nin başkan yardımcılığına seçildiği ve …’ın şirketi münferiden temsile yetkili kılındığı anlaşılmaktadır.
İlk derece mahkemesince bu bilgilerden hareketle … Şirketi’nin, daha önce verilen yargı kararları ile “…” ibaresini esas unsur olarak barındıran markasal kullanımının en başından itibaren kötüniyetli olduğunun belirlendiği, anılan şirketin … … … Anonim Şirketi’ne devredildiği, … … … Anonim Şirketi’nin temsilcilerinden ,,,,, aynı zamanda dosyamız davalısı …nin de temsilcileri oldukları, bu nedenle aralarında organik bağ bulunduğu, dolayısıyla bu ibareyi esas unsur olarak barındıran eldeki davaya konu başvurunun sahibi davalı şirketin de kötüniyetli olduğu sonucuna varılmıştır.
Oysa Yargıtay 11. H.D.’nin 22.12.2021 tarih ve 2020/5447 E.- 2021/7321 K. sayılı ilamında da belirtildiği üzere, “temel hukuk kurallarının en önemlilerinden biri sözleşmelerin ve borç ilişkilerinin nisbiliği ilkesidir. Alacak hakkı ancak hukuki ilişkinin tarafları arasında ileri sürülebilir. Ticaret şirketlerinde ise sınırlı sorumluluk ilkesi, ortaklardan ayrı ve bağımsız malvarlığı oluşumunun sonucudur. Diğer bir ifadeyle tüzel kişilerin ve ortakların mal varlığı ve sorumlulukları birbirinden ayrılmaktadır. Ticaret şirketlerinde sınırlı sorumluluk ya da ayrı malvarlığı ilkesinin alacaklıların menfaatlerine zarar verecek şekilde kötüye kullanılması durumunda, alacaklıların hak ve menfaatlerini korumak için hukuk sistemlerinde hakkaniyet gereği “Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması Teorisi” geliştirilmiş ve tüzel kişiliğin arkasına sığınılarak durumu kötüye kullanan ortakları şirket borçlarından şahsen sorumlu tutma imkanı getirilmiştir. Teorinin uygulanmasının yasal dayanağı olarak dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağını düzenleyen MK’nın 2. maddesi kabul edilmektedir. Borç yükümlüsü olarak bir tüzel kişilik bulunmakta iken, şirketin ortaklarına ya da başka bir şirkete karşı borçtan dolayı yönelinemez. Ancak, tüzel kişiliğin kötüye kullanıldığı bazı istisnai hallerde tüzel kişilik perdesi aralanmak suretiyle, gerçek ya da tüzel kişi ortakların sorumluluğu cihetine gidilebilmektedir.
Uygulama ve doktrinde, tüzel kişi ile ortaklarının ya da birden fazla tüzel kişi şirketin birbirinden ayrı olan çalışma alanlarının ve malvarlıklarının birbirine karışması halinde ve ayrıca borçlu şirketin sermayesinin yetersiz kalması durumunda, yani istisnai hallerde tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinin uygulanmasının mümkün olabileceği kabul edilmektedir.
Belirtmek gerekirse bu teoriye ihtiyatlı yaklaşılmalı, teori ile kurallara istisna getirildiğinde mümkün olduğunca dar yorumlanmalı ve bu teorinin uygulanmasına ancak tüzel kişilik kavramının arkasına saklanılarak dürüstlük kuralına aykırı davranıldığı, kendisine tanınan hakkın kötüye kullanılarak üçüncü kişilerin zarara uğratıldığı, zarara yol açan tüzel kişinin sorumluluğuna hükmedebilmek için ise başka bir yasal nedene dayanılmasının mümkün olmadığı durumlarda başvurulmalıdır (ÇAMOĞLU, Ersin , ‘’ Ticaret Ortaklıkları Bağlamında Perdenin Kaldırılması Kuramı ve Yargıtay Uygulaması’’, Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi, C.32, .S.2, BATIDER, 2016, s.11-15 ).
Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması üç şekilde görülebilmektedir. İlki tüzel kişilik perdesinin düz kaldırılması, bu hal şirket borcundan dolayı şirket yönetici ve ortaklarına gidilme olanağı sağlamaktadır. İkincisi tüzel kişilik perdesinin ters kaldırılması, bu hal şirket yönetici veya ortağının borcundan dolayı şirket tüzel kişiliğine gidilmesini sağlamaktadır. Üçüncüsü ise tüzel kişilik perdesinin çapraz kaldırılması olup, bu hal ise hakim şirketler topluluğunda söz konusu olabilmektedir.
İkinci konu ise … Teorisidir. … kavramı; temelinde, dürüstlük, samimiyet kavramlarını barındıran hukuki, ekonomik, sosyal ve kültürel bir kavramdır. Hukuk, uyuşmazlıkların çözümünü zaman zaman kaynağını dürüstlük kuralından alan taraflar arasındaki … ilişkisinde bulmaktadır. … teorisi, tarafların menfaatleri arasında denge kurmayı amaçlar ve kaynağını dürüstlük kuralından alır. Kendine özgü mahiyet arz eden … sorumluluğu bir kişinin veya kuruluşun davranışlarıyla başkalarında yarattığı haklı beklentiler nedeniyle oluşan … ilişkisinden kaynaklanır. Temeli Alman Borçlar Kanunu’na dayanan bu teorinin, borçlar hukuku mevzuatımızda düzenlemesi bulunmamakla birlikte, gerek Türk hukukunda gerekse İsviçre hukukunda kendisine uygulama yeri bulan bu teori bir kimsenin kendi yarattığı dış görünüşün meydana getirdiği sonuçlara kendisinin katlanmasının gerekliliği, aksi yönde bir düşüncenin iyi niyet kurallarına aykırılık teşkil edeceğinin kabulüne dayanır. Bu kapsamda yorum sırasında … teorisinin uygulanması TMK’nın 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük ilkesinin gereğidir. Kanunun getirdiği güvenin korunmasına ilişkin hükümler yanında, tarafların sözlü veya yazılı davranışları bu … ortamını sağlayabilir. Sağlanan güvenin, … sorumluluğu kapsamında, hukuken korunması gerekir. … sorumluluğunda taraflar birbirlerinden bekledikleri güveni boşa çıkarmamalıdır. Bu itibarla … teorisi hukuki …, istikrar ve hakkaniyet düşüncesini esas alır. Hukukun bir amacı da kişilerin gerek birbirleriyle gerekse devletle olan ilişkilerinde … ve sürekliliği sağlamaktır. Yasa’ya aykırı sakat bir işlemin uzun bir süre sonra geri alınması adalet, hakkaniyet, kamu düzeni ve istikrar ilkelerine dolayısıyla hukuka aykırı olur. Topluma ve kişiye hizmetle yükümlü bir hukuk devleti kişiye haksızlık yapmamak ve kendisinin yararlandığı bir süreden kişiyi de yararlandırmak zorundadır. (HGK, T. 06.10.2020, S:2016/(21)10-1602 E, 2020/711 K).”
Somut olayda ise davalı … A.Ş. ile dava dışı … … A.Ş., birbirinden bağımsız tüzel kişilikleri olan, halen bu tüzel kişiliklerini muhafaza eden, iki ayrı şirkettir. Bu şirketler arasında birbirini devralma veya birinin diğerinin hakim ortağı olması gibi bir durum da bulunmamaktadır. Sadece kötü niyetli olduğu yargı kararları ile tespit edilen … A.Ş.’nin devralınmasından sonra seçilen … A.Ş.’nin üç kişilik yönetim kurulu üyesinden ikisinin, daha önceki bir tarihte davalı şirketin yönetim kurulu üyeliğine seçilen beş kişiden ikisi ile aynı kişi olması maddi olgusundan hareketle, davalı şirketle … A.Ş. arasında organik bağ bulunduğu sonucuna ulaşılmasının, yukarıda açıklanan tüzel kişilik perdesinin kaldırılması hallerinden hiç birisine uymadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla yazılı gerekçelerle mahkemece davalı şirketin başvurusunda kötü niyetli olduğunun kabul edilmesi, Dairemizce doğru görülmemiştir.
Tarafların markaları arasında iltibas ihtimalinin bulunup bulunmadığının tespiti konusunda ise somut uyuşmazlığa uygulanması gereken 6769 sayılı SMK’nın 6/1. maddesinde, tescil başvurusu yapılan bir markanın, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile aynılığı ya da benzerliği ve kapsadığı mal veya hizmetlerin aynılığı ya da benzerliği nedeniyle, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile halk tarafından ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali varsa itiraz üzerine başvurunun reddedileceği belirtilmiştir. Bu durumda önemli olan, halkın işaretler arasında herhangi bir şekilde herhangi bir nedenle bağlantı kurma ihtimali olup, buradaki “ihtimal” kelimesi özenle ve özellikle kullanılmış bir kelimedir ve şekil, ses, anlam, genel görünüm, çağrışım ile bir seri içinde bulunma izlenimi bu kapsamda değerlendirilmektedir (Yargıtay HGK, 15/11/2013 Tarih, 2013/11-202, 2013/1587).
Yapılan açıklamalar çerçevesinde somut uyuşmazlığa dönüldüğünde; davacının itirazlarına mesnet markaların asli unsuru “…” ibaresinden oluşmaktadır. …, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü anlamına gelmektedir. Bu haliyle, söz konusu kelimenin, tescili istenilen 41. sınıf hizmetler yönünden doğrudan tanımlayıcı bir niteliği bulunmamakla birlikte, ayırt edici gücünün zayıf olduğunun da kabulü gerekmektedir. Dava konusu başvuru ise “…” ibaresinden oluşmakta olup, 41. sınıf hizmetlerin ortalama yararlanıcısı olan kimseler gözetildiğinde, başvuru konusu ibarenin asli unsurunun da “…” ibaresinden oluştuğu sonucuna varılmalıdır. Dolayısıyla bir bütün olarak başvuru konusu ibare ile redde mesnet markalar karşılaştırıldığında, iltibas ihtimaline yol açacak nitelikte bir benzerlikten söz etmek mümkün değildir.
Sonuç olarak, her ne kadar başvuru konusu ibare ile redde mesnet markalar arasında kısmi bir anlamsal benzerlik bulunmakta ise de Yargıtay 11. HD’nin 25.05.2016 tarih, 2015/10945 E., 2016/5739 K. sayılı ilamında da kabul edildiği üzere 41. sınıf hizmetlerin kullanıcılarının dikkatli ve seçici kişilerden oluştuğu da gözetildiğinde, aralarında görsel ve işitsel benzerlik bulunmayan başvuru ile redde mesnet markalar arasında iltibas tehlikesinin bulunmadığı, başvuru konusu ibareye yapılan eklerle davacı markalarından yeterince ayırt ediciliğin sağlandığı, aksinin kabulü halinde 41. sınıf hizmetler yönünden ayırt ediciliği düşük “…” ibaresinin davacıların tekeline bırakılması gibi bir sonucun doğacağı, davacı tarafa ait markalarla başvuru konusu işaret arasında benzerlik bulunmadığından, somut olay bakımından davacı markalarının tanınmış olup olmadığının tartışılmasına gerek bulunmadığı anlaşıldığından, mahkemece 41. sınıf hizmetler yönünden, tarafların markaları arasında 6769 sayılı SMK’nın 6/1. maddesi anlamında bir benzerlik olmadığının kabul edilmesi gerekirken, yazılı şekilde 41. sınıfta bulunan “… ve öğretim hizmetleri” bakımından, taraf markalarının benzer olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, Dairemizce ilk derece mahkemesi kararının davalılar yararına kaldırılması gerekmiştir.
3- Davacı vekilinin istinaf itirazlarının incelenmesine gelince; davalının marka tescil başvurusu kapsamında yer alan 16 ve 43. sınıf ürün ve hizmetlerin de davacı markalarının kapsamındaki ürün ve hizmetlerle aynı türden olduğu anlaşılmaktadır. 16 ve 43. sınıf malların ve hizmetlerin tüketicilerinin ortalama bilinç düzeyinde olduğu nazara alındığında, yukarıdaki bentte 41. sınıf hizmetler için yapılan açıklamaların, bu sınıflar için geçerli olmayacağı, diğer bir deyişle “…” ibaresinin 16 ve 43. sınıf emtia yönünden zayıf kabul edilemeyeceği, sonuçta davalının marka tescil başvurusunda, anılan emtia yönünden asıl unsurlardan birisi olan “…” ibaresinin yer almasının, taraf markaları arasında iltibas ihtimaline yol açacağı anlaşılmaktadır. Yargıtay 11. H.D.’nin emsal uygulaması da bu yöndedir (Yargıtay 11. H.D.’nin 25.06.2019 gün ve 2018/3154 E.- 2019/4816 K., 16.12.2019 gün ve 2019/1607 E.- 2019/8217 K.). Dolayısıyla Dairemizce ilk derece mahkemesi kararının bu yönden de davacı yararına kaldırılması gerekmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 08.06.2016 gün ve E.2014/11-696, K.2016/778 sayılı kararı uyarınca, iltibas değerlendirmesinin hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel hukuki bilgi ile çözümlenmesinin mümkün olduğu bildirildiğinden, Dairemizce de bu konuda bilirkişi raporu alınmasına gerek görülmemiştir.
Bu durum karşısında mahkemece, yukarıda açıklanan gerekçelerle davanın 16 ve 43. sınıf mal ve hizmetler yönünden kısmen kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde 41. sınıfta bulunan “… ve öğretim hizmetleri” bakımından kısmen kabulüne karar verilmesi doğru değilse de, HMK.’nın 353/1-b-2. maddesine göre, yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmişse “düzelterek yeniden esas hakkında” duruşma yapılmadan karar verilmesi gerektiği düzenlendiğinden, Dairemizce davalılar vekilleri ve davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile HMK ‘nın 353/1-b-2. maddesi uyarınca aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir. Bu yeni kararın istinaf kararı olduğu ve istinaf karar tarihinde geçerli bulunan harç ve vekalet ücretine göre hüküm kurulması gerektiği ise tabiidir.

HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda belirtildiği üzere;
1-HMK’nın 353/1-b-1. maddesi gereğince, taraf vekillerinin yerinde görülmeyen diğer istinaf itirazlarının ESASTAN REDDİNE,
2-Taraf vekillerinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b-2 maddesi gereğince kabulü ile, Ankara 5. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 04/03/2020 gün ve 2019/32 E. – 2020/43 K. sayılı kararının KALDIRILMASINA;
3-YİDK kararının iptali isteminin KISMEN KABULÜ ile; 16.sınıfta bulunan “Kağıt, karton (mukavva); kağıt veya karton malzemeden mamul ambalajlama ve sarma malzemeleri, karton kutular; kağıttan yapılmış tek seferlik kullanıma mahsus ürünler (kırtasiye amaçlı ürünler hariç): kağıt havlular, tuvalet kağıtları, kağıt peçeteler. Plastik malzemeden mamul ambalajlama ve sarma malzemeleri. Matbaa ve ciltleme malzemeleri. Basılı yayınlar, basılı evrak: kitaplar, dergiler, gazeteler, faturalar, irsaliyeler, gelir makbuzları, takvimler, posterler, fotoğraflar, afişler, tablolar, çıkartmalar, pullar. Kırtasiye, büro, …-öğretim, yazım, çizim, resim ve sanatçılar için malzemeler (mobilyalar ve cihazlar hariç): kırtasiye tipi kağıt ürünler, yapıştırıcılar, kalemler, silgiler, kırtasiye tipi bantlar, el işi için karton, yazı kağıtları, kopyalama kağıtları, yazarkasa kağıt ruloları, çizim aletleri, kara tahtalar, resim boyaları. Büro makineleri. Badana ve boya işleri için fırçalar ve rulolar.” malları ile 43. sınıfta bulunan “Gündüz bakımı (kreş) hizmetleri.” hizmetleri bakımından 2019-M-5978 sayılı YİDK kararının İPTALİNE, fazlaya ilişkin istemin REDDİNE,
4-Hükümsüzlük isteminin KISMEN KABULÜ ile; davalı şirkete ait 2018/60185 sayılı markanın 16.sınıfta bulunan “Kağıt, karton (mukavva); kağıt veya karton malzemeden mamul ambalajlama ve sarma malzemeleri, karton kutular; kağıttan yapılmış tek seferlik kullanıma mahsus ürünler (kırtasiye amaçlı ürünler hariç): kağıt havlular, tuvalet kağıtları, kağıt peçeteler. Plastik malzemeden mamul ambalajlama ve sarma malzemeleri. Matbaa ve ciltleme malzemeleri. Basılı yayınlar, basılı evrak: kitaplar, dergiler, gazeteler, faturalar, irsaliyeler, gelir makbuzları, takvimler, posterler, fotoğraflar, afişler, tablolar, çıkartmalar, pullar. Kırtasiye, büro, …-öğretim, yazım, çizim, resim ve sanatçılar için malzemeler (mobilyalar ve cihazlar hariç): kırtasiye tipi kağıt ürünler, yapıştırıcılar, kalemler, silgiler, kırtasiye tipi bantlar, el işi için karton, yazı kağıtları, kopyalama kağıtları, yazarkasa kağıt ruloları, çizim aletleri, kara tahtalar, resim boyaları. Büro makineleri. Badana ve boya işleri için fırçalar ve rulolar.” malları ile 43. sınıfta bulunan “Gündüz bakımı (kreş) hizmetleri.” hizmetleri bakımından KISMEN HÜKÜMSÜZLÜĞÜNE ve SİCİLDEN TERKİNİNE, fazlaya ilişkin istemin REDDİNE,
5-Davacı taraf harçtan muaf olduğundan bu hususta karar verilmesine yer olmadığına,
6-Harçlar Kanunu’na göre alınması gereken 80,70 TL. maktu karar ve ilam harcının davalılardan tahsili ile Hazineye irat kaydına,
7-Davacı kendisini vekille temsil ettirmiş olduğundan, karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT hükümlerine göre belirlenen 7.375,00 TL maktu vekalet ücretinin davalılardan alınarak davacıya verilmesine,
8-Davalılar kendilerini vekille temsil ettirmiş olduklarından, karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT hükümlerine göre belirlenen 7.375,00 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine,
9-Davacı tarafından ilk derece mahkemesinde yapılan 1.800,00.TL bilirkişi ücreti, 273,00.TL tebligat ve posta masrafı ile istinaf aşamasında yapılan 72,50.TL tebligat ve posta masrafından oluşan toplam 2.145,50.TL’nin, davanın kabul ve ret oranına göre takdiren 1/3 kabul edilerek 715,16.TL ‘nin davalılardan alınarak davacıya verilmesine, bakiyesinin davacı üzerinde bırakılmasına,
11-Davalı … Kurumun tarafından istinaf aşamasında yapılan tebligat ve posta masrafından oluşan 84,21.TL yargılama giderinin, davanın kabul ret oranına göre takdiren 2/3 kabul edilerek 56,14.TL’nin davacıdan tahsili ile davalı kuruma verilmesine,
12-Davalı şirket tarafından ilk derece ve istinaf aşamasında yargılama gideri yapılmadığından bu hususta karar verilmesine yer olmadığına,
13-Yatırılan ve kullanılmayan gider avansının, hükmün kesinleşmesini müteakip re’sen taraflara iadesine (HMK m.333),
14-Davalılardan peşin olarak alınan 54,40’ar TL maktu istinaf karar ve ilam harcının, karar kesinleştiğinde ve talep halinde davalılara ayrı ayrı iadesine,
15-İstinaf aşamasında duruşma açılmadığından taraflar lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına dair,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda oybirliği ile 04/03/2022 tarihinde HMK 361. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi.

GEREKÇELİ KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 04/03/2022