Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi 2020/410 E. 2021/1612 K. 16.12.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ

T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
20.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2020/400
KARAR NO : 2021/1610
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
K A R A R

BAŞKAN : … …
ÜYE : … …
ÜYE : … …
KATİP : … …

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ANKARA 2. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK
MAHKEMESİ
TARİHİ : 05/12/2019
NUMARASI : 2018/66 E. – 2019/528 K.

ASIL DAVA BAKIMINDAN

DAVACI : .
.
VEKİLİ :.

DAVALI : .
VEKİLİ :.
DAVANIN KONUSU : Markaya Tecavüzün ve Haksız Rekabetin Tespiti,
Durdurulması ve Men’i

BİRLEŞEN ANKARA 4. FİKRİ VE SINAİ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİNİN 27.04.2018 TARİH 2018/152 ESAS 2018/153 KARAR SAYILI DOSYASI

DAVACI : .
VEKİLİ : .

DAVALI : .
VEKİLİ :.

DAVANIN KONUSU : Davalı Unvanının Terkini
Taraflar arasında görülen davada Ankara 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 05/12/2019 tarih ve 2018/66 E. – 2019/528 K. sayılı kararın Dairemizce incelenmesi asıl ve birleşen davada davacı tarafından istenmiş ve istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ: Asıl davada davacı vekili, müvekkili Şirketin 13.11.1996 tarihinden bu yana “…” ibareli marka, ticaret unvanı ve alan adının sahibi olduğunu, söz konusu ibarenin 13.11.1996 tarihinden itibaren tescilli ticaret unvanı, 1996-2008 döneminde tescilsiz ve 16.12.2008’den itibaren tescilli marka olarak kullanıldığını, bu kullanım sonucu 41. ve 42. sınıfta yer alan hizmetler yönünden anılan markanın tanınmış marka haline geldiğini, ibare üzerindeki üstün ve öncelikli hak sahibinin müvekkili olduğunu, davalı Derneğin amaç ve çalışma alanlarının da müvekkili markasının kapsamındaki hizmetlerle benzer bulunduğunu, söz konusu ibarenin davalı tarafından gasp edilmeye çalışıldığını, müvekkilinin davalının faaliyetlerine başladığı 2009 yılından 2015 yılına kadar faaliyetlerine yardımcı olduğunu, bu dönemde faaliyetlerin uyumlu ve sorunsuz bir şekilde yürütüldüğünü, 29.10.2016 tarihinde müvekkili Şirketin kurucusunun davalı dernek üyeliğinden istifa ettiğini, bundan sonra söz konusu markanın davalı tarafından kullanılmaması yönünde kendisine ihtarname gönderildiğini, buna rağmen davalının söz konusu markayı kullanmaya devam ettiğini, müvekkilinin kendisine ait markanın, davalı tarafından bir süre kullanılmasına izin verilmesinin artık bu markayı kullanmasına engel olamayacağı anlamına gelmediğini, müvekkilinin rızası olmamasına rağmen markanın davalı tarafından kullanılmasının marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet oluşturduğunu ileri sürerek, markaya tecavüzün ve haksız rekabetin tespitine, durdurulmasına, menine, web sitelerine erişimin engellenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Birleşen davada davacı vekili, asıl davadaki iddialarına dayalı olarak “…” ibaresinin davalının unvanından çıkarılmasına ve sicilden terkinine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Asıl ve birleşen davada davalı vekili, müvekkili Derneğin 12.01.2009 yılında kurulduğunu, davacı Şirketin kurucusu ………….’in müvekkilinin de kurucuları arasında yer aldığını, bir süre dernek yönetim kurulu başkanlığını da yapan …’in 29.10.2016 tarihinde dernekten istifa ettiğini, 2008/70940 sayılı markanın kurulduğu günden bu güne müvekkili tarafından aralıksız ve kesintisiz bir şekilde kullanıldığını, davacının kurucusu …’in dernek üyesi iken bu kullanımlara müsaade ettiğini ancak dernek üyeliğinden ayrıldıktan sonra yüzlerce kişinin emek ve çabası ile oluşan kolektif birikimi istismar etmeye yönelik olarak markanın kullanımına karşı çıktığını, davacı tarafından yapılan suç duyurusunun da kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile neticelendiğini, “…” ibaresinin müvekkilinin adının çekirdek kısmı ve tüzüğü gereği adının kısaltması olduğunu, bu kullanımın engellenmesinin mümkün olmadığını, davacının sessiz kalma yolu ile hak kaybına uğradığını, davacı markasını maruf hale getirenin müvekkili olduğunu savunarak, asıl ve birleşen davanın reddini istemiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: Mahkemece, “…” asıl unsurlu davacı adına tescilli olmasına rağmen davalının bu markayı davacının bilgisi dahilinde kullandığı, aynı zamanda davalının ticari bir işletme değil “toplumsal cinsiyet eşitliğini yaygınlaştırmak için projeler geliştirmek, uygulamak, sivil toplumun ve kadın örgütlerinin güçlenmesine yönelik çalışmalar yapmak, yayıncılık faaliyetleriyle de bu çalışmaları desteklemek” amaçlı bir dernek olduğu, bu nedenle davalının fiili kullanımının markaya tecavüz niteliğinde olmadığı, haksız rekabetin de gerçekleşmediği, davacı şirket kurucusu …’in davalı Derneğin kurucularından olup 12.01.2009 tarihinden itibaren davalının markasal kullanımından haberdar bulunduğu, bu hali ile artık markaya tecavüzün men ve ref’i ile maddi, manevi tazminat istemli bir dava açılmayacağı yolunda ciddi bir kanaat uyanması için gerekli olan makul sürenin geçtiği, buna göre bir an için, davalı eyleminin davacı marka hakkına tecavüz oluşturduğunun değerlendirilmesi halinde dahi, davacının davalı kullanımlarına MK’nın 2. maddesi anlamında makul bir süreyi aşacak şekilde sessiz kaldığı, davacının davalının markasal kullanımı için davacı şirket kurucusu …’in dernek üyesi olduğu süreyi yok sayma talebinin ulaşılan bu sonucu değiştirmeyeceği, bu koşullarda açılan iş bu davanın, sessiz kalmayla hak kaybına uğradığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili, “…” ibaresinin, 13.11.1996 tarihinden beri müvekkili Şirketin ticaret unvanı, 29.01.1999 tarihinden beri internet alan adı, 1996-2008 yılları arasında tescilsiz markası, 16.12.2008 tarihinden itibaren 2008/70940 sayılı tescilli markası olarak kullanıldığını, kadın hareketinin sembolü haline gelen bu ibarenin tanınmış marka olduğunu, müvekkili Şirketin tek ortağı olan …’in davalı Derneğin kurucu başkanı bulunduğunu, 2009-2016 yılları arasında müvekkili markasının davalı tarafından kullanılmasına izin verildiğini, bu iznin ortadan kalktığının 09.12.2016 tarihli ihtarname ile davalıya bildirildiğini, buna rağmen davalı Derneğin söz konusu ibareyi kullanmaya devam ettiğini, davalının izinsiz marka kullanımının, müvekkili markasının sulanmasına yol açtığını, söz konusu davalı kullanımlarının markaya tecavüz ve haksız rekabet oluşturduğunu, davalının dernek olmasının markaya tecavüz ve haksız rekabet eylemini hukuka uygun hale getirmeyeceğini, somut olayda sessiz kalma yoluyla hak kaybının da bulunmadığını, çünkü davalı kullanımının müvekkilinin izni ile gerçekleştiğini ve bu dönemde markaya tecavüzden söz edilemeyeceğini, markaya tecavüzün olmadığı durumda sessiz kalma yoluyla hak kaybının da olamayacağını, davalının kötü niyetli olduğunu, iltibas nedeniyle davalının dernek isminin de terkini koşullarının oluştuğunu, eksik inceleme ile karar verildiğini, ihtiyati tedbir taleplerinin bulunduğunu ileri sürerek, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, asıl ve birleşen davanın kabulüne, ihtiyati tedbir taleplerinin de kabulüne karar verilmesini istemiştir.

GEREKÇE: 1-Asıl dava markaya tecavüzün ve haksız rekabetin tespiti, durdurulması ve men’i istemlerine ilişkin olup, birleşen dava ise davalının unvanın terkini istemine ilişkindir.
İnceleme, 6100 sayılı HMK’nın 355. madde hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.
Yukarıda yapılan özetten de anlaşılacağı üzere ilk derece mahkemesince asıl davada, davalının “…” ibareli markayı davacının bilgisi dahilinde kullandığı, ayrıca davalının ticari bir işletme olmadığı, toplumsal cinsiyet eşitliğini yaygınlaştırmayı amaç edinen bir dernek olduğu, dolayısıyla davalı kullanımlarının markaya tecavüz oluşturmadığı, aksinin kabulü halinde ise davacının sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğradığı gerekçesiyle asıl davanın reddine karar verilmiş ise de yapılan değerlendirme dosya kapsamı ile uyumlu görülmemiştir. Gerçekten de davalının ticari bir işletme olmayıp, toplumsal cinsiyet eşitliğini amaç edinen bir dernek olmasının somut uyuşmazlık yönünden bir önemi bulunmamaktadır. Çünkü dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6769 sayılı SMK’nın 29. maddesinde marka hakkına tecavüz sayılan fiiller düzenlenmiş olup, bu kapsamda marka sahibinin izni olmaksızın markanın veya ayırt edilemeyecek kadar benzerinin kullanılması markaya tecavüz teşkil eder. Yasada, tecavüzde bulunan yönünden bir sınırlandırma yapılmadığından, anılan fiilleri işleyen gerçek veya tüzel kişilerin belirtilen nitelikteki eylemleri markaya tecavüz oluşturacaktır. Ayrıca, anılan maddede düzenlenen eylemlerde bulunan gerçek veya tüzel kişinin amacının da eylemin niteliğine bir etkisi olmayacaktır. Diğer bir deyişle markaya tecavüzün gerçekleşmesi için tecavüzde bulunanın bir ticari işletme olması zorunlu olmayıp, somut olayda olduğu gibi SMK’nın 29. maddesi kapsamındaki fiilleri işleyen bir derneğin de mütecaviz olarak kabulü mümkündür. Bu itibarla, ilk derece mahkemesinin, davalının ticari bir işletme olmayıp, toplumsal cinsiyet eşitliğini amaç edinen bir dernek olması nedeniyle eyleminin markaya tecavüz oluşturmayacağı yönündeki gerekçesi yerinde değildir.
İlk derece mahkemesinin bir diğer gerekçesi ise davalı kullanımlarının davacının bilgisi dahilinde gerçekleşmiş olması nedeniyle markaya tecavüzün bulunmadığı gerekçesidir. Dosya kapsamından; davacı Şirketin tek ortağı olan …’in 2009 yılında kurulan davalı Derneğin kurucu başkanı olduğu, 2015 yılına kadar da dernek başkanlığı görevini yürüttüğü, bu sürede markanın hem davacı hem de davalı tarafından birlikte kullanıldığı, davalı kullanımının davacı Şirketin rızası ile gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Buna göre, davacı marka sahibinin bilgisi ve izni dahilinde davalı tarafından söz konusu markanın kullanılması, davacının marka tescilinden doğan haklarına tecavüz ve haksız rekabet oluşturmayacaktır. Ancak, marka sahibi olan davacının markasının kullanılmasına rızasının kalktığı tarihten itibaren söz konusu markanın davalı tarafından kullanılmasının yasal bir dayanağı yoktur. Eş söyleyişle, davalının, marka sahibinin izni dahilinde markayı kullanması tecavüz oluşturmasa da bu iznin kalktığı tarihten itibaren gerçekleşen davalı kullanımı, markaya tecavüz ve haksız rekabet oluşturacaktır. Somut olayda da, davacı tarafından davalıya gönderilen 09.12.2016 tarihli ihtarname ile markasının kullanılmasına izin verilmediği bildirilmiş olup, davalı tarafça bu tarihten sonra da “…” ibaresinin markasal olarak kullanıldığı dosya kapsamı ile ispat edildiğinden, esasen markanın kullanıldığı davalının da kabulünde olduğundan, artık davalının belirtilen tarihten sonraki kullanımları markaya tecavüz ve haksız rekabet teşkil etmektedir.
İlk derece mahkemesince, bir an için markaya tecavüzün varlığının kabulü halinde de davacının sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğradığı kabul edilmiştir. Ancak, markaya tecavüz istemli bir davada sessiz kalma yoluyla hak kaybından bahsedebilmek için marka sahibinin, markasına tecavüz edildiğinden haberdar olmasından ya da haberdar olması gerektiği tarihten itibaren uzunca bir süre bu kullanıma karşı çıkmaması gerekmektedir. Yerleşik Yargıtay uygulamasında hak kaybı için kesin bir süre öngörülmemekle birlikte yaklaşık beş yıllık sürenin varlığı halinde hak kaybının gerçekleşeceği kabul edilmektedir. Nitekim dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan SMK’nın 25. maddesinde markanın hükümsüzlüğü düzenlenmiş ve maddenin 6. fıkrasında marka sahibinin, sonraki tarihli bir markanın kullanıldığını bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde bu duruma birbirini izleyen beş yıl boyunca sessiz kalmışsa, sonraki tarihli marka tescili kötü niyetli olmadıkça, markasını hükümsüzlük gerekçesi olarak ileri süremeyeceği hüküm altına alınmıştır. Oysa yukarıda açıklandığı üzere somut olayda, davalının 09.12.2016 tarihli davacı ihtarnamesine kadar gerçekleşen kullanımı, davacının izni dahilinde olduğundan ve markaya tecavüz teşkil etmediğinden, diğer bir deyişle davalının markaya tecavüz eylemini 09.12.2016 tarihinden sonraki eylemleri oluşturduğundan, bu tarih ile dava tarihi arasındaki yaklaşık bir yıl iki aylık sürede davacının sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğradığı söylenemez. O halde, ilk derece mahkemesinin bu yöndeki gerekçesi de yerinde değildir. Bu itibarla ilk derece mahkemesince, markaya tecavüzün ve haksız rekabetin tespiti, durdurulması ve önlenmesi istemli asıl davada, yukarıda açıklanan nedenlerle davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde yerinde olmayan gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, davacı vekilinin asıl davaya yönelik istinaf itirazları yerinde bulunmuştur.
Birleşen dava yönünden yapılan değerlendirmede ise; birleşen davanın konusu davalı derneğin unvanından “…” ibaresinin terkin edilmesidir. Davalı Derneğin unvanı “…” olup, 12.01.2009 tarihinde kurulmuştur. Davacı Şirketin tek ortağı olan …, davalı Derneğin de kurucuları arasında yer almaktadır. Buna göre, davalı Derneğin unvanı, davacının bilgisi dahilinde alındığından davalının “…” ibaresini unvanında kullanması haklı bir kullanımdır. Ayrıca bir defa markasının dernek unvanı olarak alınmasına rıza gösteren marka sahibinin artık bundan dönerek markasını oluşturan ibarenin, dernek unvanından terkinini istemesi mümkün görülmemiştir. Çünkü bu durum her şeyden önce iyi niyet kuralları bağdaşmaz. Gerçekten de markasının bir dernek unvanında kullanılmasına izin veren kişinin, aradan uzunca bir süre geçtikten ve dernek tarafından da bu unvan altında faaliyet gösterildikten sonra diğer dernek üyeleri ile yaşanan sorunlar üzerine dernek üyeliğinden istifa etmesi nedeniyle markasının dernek unvanından çıkarılmasını istemesi iyi niyetli bir yaklaşım olarak kabul edilemez. Kaldı ki 6769 sayılı SMK’nın 7/3-e maddesinde de işaretin ticaret unvanı ya da işletme adı olarak kullanılması halinde marka sahibinin bu kullanımı yasaklayabileceği hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla, birleşen davadaki unvan terkini talebi yerinde olmadığından, birleşen davanın reddine karar vermek gerekmiştir.
Öte yandan, bu durum asıl davada varılan sonuçla çelişki de oluşturmamaktadır. Zira asıl davada, davalının davacı adına tescilli markayı markasal olarak kullanması söz konusu olup, bu kullanımın davacının iznini gerektirdiği açıktır. Birleşen davada ise markasal kullanım olmayıp, yalnızca “…” ibaresinin dernek adında yer alması dava konusu edilmiştir. Bu itibarla, her iki davaya konu davacı markasının davalı tarafça kullanımının niteliği farklı olup, artık davacının, “…” ibaresinin davalı tarafından yalnızca dernek unvanı olarak kullanılmasına karşı çıkması mümkün değildir.
HMK.’nın 353/1-b-2. maddesine göre, yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmişse “düzelterek yeniden esas hakkında” duruşma yapılmadan karar verilmesi gerektiği düzenlendiğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile HMK ‘nın 353/1-b-2. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmiş ve asıl davanın kabulüne, birleşen davanın ise reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
2-Davacı tarafça asıl davadaki ihtiyati tedbir taleplerinin de kabulüne karar verilmesi istinaf dilekçesi ile talep edilmiştir. İstinaf incelemesi sırasında da ihtiyati tedbir istenmesi mümkün olduğundan, davacı vekilinin ihtiyati tedbir talebinin de değerlendirilmesi gerekmektedir.
6769 sayılı SMK’nın 159/1. maddesi “Bu Kanun uyarınca dava açma hakkı olan kişiler, dava konusu kullanımın, ülke içinde kendi sınai mülkiyet haklarına tecavüz teşkil edecek şekilde gerçekleşmekte olduğunu veya gerçekleşmesi için ciddi ve etkin çalışmalar yapıldığını ispat etmek şartıyla, verilecek hükmün etkinliğini temin etmek üzere, ihtiyati tedbire karar verilmesini mahkemeden talep edebilir.” şeklinde olup, maddenin son fıkrasına göre de ihtiyati tedbirlerle ilgili olarak bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde 6100 sayılı Kanun hükümleri uygulanacaktır. 6100 sayılı HMK’nın 389. maddesi uyarınca ise mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir. Aynı Kanun’un 390/3. maddesine göre de ihtiyati tedbir kararı verilebilmesi için tedbir talep eden tarafın, davanın esası yönünden kendisinin haklılığını yaklaşık olarak ispat etmesi gerekmektedir. Öte yandan, kural olarak davanın esasını çözümleyecek veya böyle bir sonuç doğuracak şekilde ihtiyati tedbir kararı verilmesi mümkün değil ise de somut uyuşmazlığa uygulanması gereken 6769 sayılı SMK’nın 159. maddesi, bu kuralın istisnasını oluşturmaktadır. O halde bu hükümler çerçevesinde, bir sınai mülkiyet hakkına tecavüz teşkil edecek şekilde kullanımda bulunulduğunu yaklaşık olarak ispat eden sınai mülkiyet hak sahibi, bu kullanımların engellenmesini ihtiyati tedbir yoluyla isteyebilecektir.
Asıl davaya konu somut olayda da, davacı adına tescilli markanın davalı tarafından markasal olarak kullanıldığı ve bu durumun marka hakkına tecavüz teşkil ettiği ispat edildiğinden, söz konusu ibarenin markasal kullanımın engellenmesi yönündeki davacı vekilinin ihtiyati tedbir talebi Dairemizce bu yönden kısmen yerinde görülmüş ve ihtiyati tedbir talebinin kısmen kabulüne karar verilmiş, dernek adının kullanılmasının önlenmesi yönündeki ihtiyati tedbir talebi ise yukarıda açıklanan nedenlerle yerinde görülmemiştir.

HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda belirtildiği üzere;
1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b-2 maddesi gereğince KABULÜ ile Ankara 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 05/12/2019 gün ve 2018/66 E. – 2019/528 K. sayılı kararının KALDIRILMASINA,
2-Asıl davanın KABULÜ ile davalının “…” ibaresini kullanmasının markaya tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğinin TESPİTİNE, bu eylemlerin DURDURULMASINA ve MENİNE,
3-Davalının “…” ibaresini elektronik ve fiziki ortamlarda kullanmasının DURDURULMASINA, “…” ibaresinin davalının facebook ve twitter adreslerinden, “………org”, “………l.com”, “………org” adlı web sitelerinden çıkartılmasına, bu ibarenin çıkartılmaması halinde bu sitelere erişimin engellenmesine,
4-Kararın kesinleşmesini müteakip hüküm özetinin, masrafları davalıdan alınmak suretiyle ulusal çapta yayın yapan tirajı en yüksek üç gazeteden birinde İLANINA,
5-Harçlar Kanunu’na göre alınması gereken 59,30 TL. maktu karar ve ilam harcından peşin olarak alınan 35,90 TL. harcın mahsubu ile bakiye 23,40 TL’nin davalıdan tahsili ile Hazineye irat kaydına,
6-Davacı kendisini vekille temsil ettirmiş olduğundan, karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT hükümlerine göre belirlenen 7.375,00 TL maktu vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
7-Davacı tarafından ilk derece yargılaması sırasında yapılan 2.750,00 TL bilirkişi ücreti, 230,50 TL tebligat ve posta masrafı ile istinaf aşamasında yapılan tebligat ve posta giderleri toplamı 78,20 TL olmak üzere toplam 3.058,70 TL yargılama giderine, 35,90.TL peşin harç ile 35,90 TL başvurma harcı tutarı eklenerek oluşan toplam 3.130,50 TL’nin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
8-Davalı tarafından ilk derece ve istinaf aşamasında yargılama gideri yapılmadığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına,
9-Yatırılan ve kullanılmayan gider avansının, hükmün kesinleşmesini müteakip re’sen davacıya iadesine (HMK m.333),
10-Asıl davadaki ihtiyati tedbir talebinin kısmen kabulü ile davacıya ait “…+şekil” ibareli markanın, davalı tarafından markasal biçimde elektronik ve fiziki ortamlarda kullanılmasının ihtiyati tedbir yoluyla durdurulmasına, bu ibarenin davalının dernek adında kullanmasının önlenmesi yönündeki ihtiyati tedbir talebinin ise reddine,
11-İhtiyati tedbir isteyenden takdiren 20.000.00 TL nakdi teminatın veya kayıtsız şartsız paraya çevrilebilir banka teminat mektubunun teminat olarak alınmasına,
12-İhtiyati tedbir kararının, tedbir isteyen tarafa tefhim veya tebliğinden itibaren bir hafta içinde talep edilmesi ve teminatın ilk derece mahkemesine yatırılması veya teminat mektubu olarak sunulması halinde, ihtiyati tedbir kararının infazı için Ankara Nöbetçi İcra Müdürlüğünün yetkili kılınmasına,
13-Birleşen davanın REDDİNE,
14-Harçlar Kanunu uyarınca alınması gereken 59,30 TL maktu karar ve ilam harcından, peşin olarak alınan 35,90 TL harcın mahsubu ile bakiye 23,40 TL karar ve ilam harcının davacıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
15-Davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden ve istinaf eden davacı aleyhine hüküm kurulamayacağından ilk derece mahkemesi karar tarihi itibariyle yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince hesap olunan takdiren 3.931,00 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
16-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
17-Davalı tarafından ilk derece ve istinaf aşamasında yapılan bir yargılama gideri bulunmadığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına,
18-Yatırılan ve kullanılmayan gider avansının, hükmün kesinleşmesini müteakip re’sen davacıya iadesine (HMK m.333),
19-Asıl dava yönünden davacıdan peşin olarak alınan 54,40 TL maktu istinaf karar ve ilam harcının, karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
20-Birleşen dava yönünden davacıdan alınması gereken 59,30 TL maktu istinaf karar ve ilam harcının davacıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
21-İstinaf aşamasında duruşma açılmadığından taraflar lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 16/12/2021 tarihinde asıl ve birleşen davanın esasına ilişkin verilen karar yönünden HMK 361. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde temyiz yolu açık olmak üzere, ihtiyati tedbir talebinin kısmen kabulüne ilişkin karar yönünden KESİN olmak üzere oy birliği ile karar verildi.

GEREKÇELİ KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 06/01/2022

Başkan

Üye

Üye

Katip