Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi 2020/1549 E. 2022/1346 K. 27.10.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ

T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
20.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2020/1549
KARAR NO : 2022/1346
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
K A R A R

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ANKARA 3. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK
MAHKEMESİ
TARİHİ : 27/10/2020
NUMARASI : 2019/408 E. – 2020/306 K.

DAVACILAR :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLİ :

DAVANIN KONUSU :Marka Hakkına Tecavüzün Tespiti, Önlenmesi, Durdurulması, Maddi ve Manevi Tazminat

Taraflar arasında görülen davada Ankara 3. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 27/10/2020 tarih ve 2019/408 Esas – 2020/306 Karar sayılı kararın Dairemizce incelenmesi davacılar vekili tarafından istenmiş ve istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :Davacılar vekili, müvekkili …’nin … numara ile 35, 36 ve 45. sınıflara giren mal ve hizmetlerde kullanılmak üzere tescilli “…+Şekil”, … numara ile 36. sınıfa giren hizmetlerde tescilli “…” ve … numara ile 36. sınıfa giren hizmetlerde tescilli “… …” ibareli markaların sahibi olduğunu, diğer müvekkili Şirketin ise bu markaların kullanım hakkını 16.05.2018 tarihinde lisans yoluyla devraldığını ve emlak sektöründe faaliyet gösterdiğini, davalının ise bu markalar üzerinde herhangi bir hakkı bulunmamasına rağmen markaları kullandığını, bu durumun müvekkilleri markalarına tecavüz teşkil ettiğini, davalı kullanımlarının Didim Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2019/26 D. İş sayılı dosyası ile tespit edildiğini, bu dosyaya sunulan bilirkişi raporunda da davalı kullanımlarının 6769 sayılı SMK’nın 29. maddesi kapsamında müvekkillerinin marka hakkına tecavüz teşkil ettiğinin açıklandığını ileri sürerek, markaya tecavüzün tespitine, durdurulmasına, önlenmesine, hükmün ilanına, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 1.000,00 TL maddi, 10.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 11.000,00 TL tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkilinin … emlakçılık işi ile iştigal ettiğini, iş yerinin tabelasında “… …” unvanını kullandığını, davacı tarafça iddia edildiği gibi “… …” şeklinde bir kullanımın söz konusu olmadığını, davacının “…” markasını kullanmadığını, 6769 sayılı SMK’nın ilgili hükümleri gereğince 5 yıllık ciddi biçimde kullanımın marka hakkına tecavüz davalarında def’i olarak ileri sürülebileceğini, davacının “… …” markasının Türkiye çapında tanınmış bilinen bir marka olmadığını, davacının Ankara’da hizmet verdiğini, Aydın ili ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını, maddi ve manevi zararın da söz konusu olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: Mahkemece, davalının gerek iş yeri tabelasındaki gerekse web sitesindeki markasal kullanımında “…” ibaresinin yer aldığı, bu ibarenin taraf markalarında ortak olmasının, markaları, görsel, duyusal ve anlamsal açılardan karıştırılma ihtimali doğuracak düzeyde benzer kılmadığı, zira davalının … kenarında yapılan bir emlakçılık, gayrimenkul komisyonculuğu hizmeti verdiği, davalı kullanımındaki “…” ibaresinin, marka hüviyetinde kullanıldığı kabul edilse dahi bu ibarenin Türkçe’de yerleşik anlamı nedeniyle emlakçılık ve gayrimenkul komisyonculuğu alanında kullanıldığında, tüketicide “… kenarında yapılan ve/veya … kenarında yerleşik hizmet verildiği” algısı doğuracağı, bu nedenle marka olarak tek başına ayırt edici niteliğinin çok düşük olduğu, herkes tarafından bilinen/kullanılan, ayırt edici niteliği zayıf ibarelerden oluşan markalarla iltibasın yapılacak küçük bir değişiklikle bertaraf edilebileceği, bu tür zayıf ibareleri marka olarak seçen kişilerin bunun sonuçlarına katlanmak, yani o tanıtma işaretinin bazı tedbirler alınmak ve ilaveler yapılmak suretiyle hafifçe değiştirilmiş şeklinin başkaları tarafından kullanılmasına tahammül etmek zorunda olduğuna dair yerleşmiş emsal yargı kararları ve de Google arama motorunda yapılan araştırma neticesinde gayrimenkul komisyonculuğu ve emlakçılık hizmetlerinde “…” ibaresinin herkes tarafından kullanılan ayırt ediciliği düşük bir kelime olması ve davalının markasal kullanımını oluşturan diğer unsurların da bir bütün olarak değerlendirilmesi karşısında, somut olayın bir marka hakkının ihlali sayılamayacağı, öte yandan davaya dayanak markaların dava tarihinden önce uyuşmazlık konusu olan “Gayrimenkul komisyonluğu, emlakçılık” sektöründe ciddi biçimde kullanıldığının ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacılar vekili, müvekkili markaları ile davalının markasal kullanımlarında esas unsurun “…” ibaresi olduğunu, … ibaresinin “gayrimenkul işleri ve komisyonculuğu hizmetleri” için soyut ve somut olarak ayırt ediciliğinin yüksek seviyede bulunduğunu, çünkü anılan hizmetlerle hiçbir bağlantısının bulunmadığını, … sektöründe … kelimesinin nitelik belirtmediğini, müvekkili markalarının “gayrimenkul işleri ve komisyonculuğu hizmetler” alanında tescilli olup, davalı kullanımının da aynı hizmetlerde gerçekleştiğini, dolayısıyla, karıştırılma ihtimalinin kabulü için gerekli olan mal ve hizmetler arasında ayniyet/benzerlik ve markalar arasında ayniyet/benzerlik şartlarının somut olayda sağlandığını, mahkeme gerekçesinin aksine müvekkili markalarının … sektöründe kullanıldığını ve bu kullanımın, dosya kapsamındaki delillerle de ispat edildiğini ileri sürerek, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasını ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.

GEREKÇE : Dava, marka hakkına tecavüzün tespiti, durdurulması, önlenmesi ile maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
İnceleme, 6100 sayılı HMK’nın 355. madde hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.
Somut uyuşmazlığa uygulanması gereken 6769 sayılı Kanun’un 29/1-a maddesi uyarınca, marka sahibinin izni olmaksızın, markayı 7’nci maddede belirtilen biçimlerde kullanmak, marka hakkına tecavüz sayılır. Atıf yapılan 7. maddenin 2/b maddesinde ise tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer mal veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk tarafından tescilli marka ile ilişkilendirilme ihtimali de dahil karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin kullanılması halinde marka sahibinin, bu fiillerin önlenmesini talep hakkının bulunduğu açıklanmıştır. Öte yandan aynı Kanun’un 29/2. maddesinde, 19 uncu maddenin ikinci fıkrası hükmünün, tecavüz davalarında def’i olarak ileri sürülebileceği, bu durumda kullanıma ilişkin beş yıllık sürenin belirlenmesinde dava tarihinin esas alınacağı hüküm altına alınmıştır. SMK’nın 19/2. maddesi ise “6 ncı maddenin birinci fıkrası kapsamında yapılan itirazlarda, itiraz gerekçesi markanın itiraza konu başvurunun başvuru veya rüçhan tarihinde Türkiye’de en az beş yıldır tescilli olması şartıyla, başvuru sahibinin talebi üzerine, itiraz sahibinden, itiraza konu başvurunun başvuru veya rüçhan tarihinden önceki beş yıllık süre içinde itiraz gerekçesi markasını itirazına dayanak gösterdiği mal veya hizmetler bakımından Türkiye’de ciddi biçimde kullanmakta olduğuna ya da kullanmamaya dair haklı sebepleri olduğuna ilişkin delil sunması talep edilir. İtiraz sahibi tarafından bu hususların ispatlanamaması durumunda itiraz reddedilir. İtiraz gerekçesi markanın, tescil kapsamındaki mal veya hizmetlerin sadece bir kısmı için kullanıldığının ispatlanması hâlinde itiraz, sadece kullanımı ispatlanan mal veya hizmetler esas alınarak incelenir.”
hükmünü havidir.
SMK’nın 7/2-b maddesinde, tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer mal veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk tarafından tescilli marka ile ilişkilendirilme ihtimali de dahil karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin kullanılması halinde marka sahibinin, bu fiillerin önlenmesini talep hakkının bulunduğu açıklanmıştır.Somut olaya uygulanması gereken 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 6/1. maddesi uyarınca, tescil için başvurusu yapılan marka, tescil edilmiş veya tescil için daha önce başvurusu yapılmış bir marka ile aynı veya benzer ise ve tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer ise, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış markanın halk tarafından karıştırılma ihtimali varsa ve bu karıştırılma ihtimali tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir marka ile ilişkili olduğu ihtimalini de kapsıyorsa tescil edilemez. Açıklanan hüküm çerçevesinde markalar arasında iltibasa yol açacak derecede bir benzerlik olup olmadığının tespitinde her iki markaya konu işaretin, ayırt edici ve baskın unsurları dikkate alınarak bütünü itibariyle görsel, işitsel ve anlamsal olarak bıraktıkları izlenimin esas alınması gerekmektedir. Burada öncelikle iltibas (karıştırılma) kavramı açıklanmalıdır. İltibas, iki ayrı marka karşısında bulunan kişilerin, bu markaların benzerliği sebebiyle sunulan mal veya hizmetlerin aynı işletmeye veya ekonomik olarak bağlantı içerisinde bulunan işletmelere ait olduğunu düşünmeleri veya düşünme ihtimalleridir. İltibas ihtimalinin değerlendirilmesinde ölçü, bu işin ilgilisi veya uzmanı değil, ortalama tüketicilerdir.
Yapılan açıklamalar çerçevesinde somut olaya dönüldüğünde; davacı …’ye ait olup diğer davacı Şirkete lisans verilen markaların asli unsurunu “…” ibaresi oluşturmaktadır. Davalının “… … …” şeklindeki kullanımında da asli unsur “…” ibaresidir. Zira, söz konusu kullanımdaki diğer ibareler tanımlayıcı nitelikte olup, ayırt ediciliğe bir katkıları bulunmamaktadır. Öte yandan, davalının söz konusu ibareyi kullandığı hizmetler de davacı taraf markaların kapsamında aynen yer almaktadır. Her ne kadar mahkemece “…” ibaresinin ayırt ediciliğinin zayıf olduğu kabul edilmiş ise de davalı kullanımının gerçekleştiği 36. sınıf hizmetlerde bu ibarenin tanımlayıcı veya tasvir edici bir niteliği olmadığından, bu değerlendirme doğru değildir. Diğer bir deyişle “…” ibaresi 36. sınıf hizmetler yönünden ayırt edici olup, davalının bu hizmetlerde söz konusu ibareyi asli unsur olarak markasal olarak kullanması karıştırılmaya yol açacak niteliktedir. Öte yandan, davalı adına tescilli … sayılı markanın bulunması da SMK’nın 155. maddesi karşısında davalının eylemini hukuka uygun hale getirmemektedir. Son olarak, her ne kadar mahkemece davacı markalarının kullanılmadığı gerekçesi ile de davanın reddine karar verilmiş ise de davacının … ve … sayılı markalarının tescil tarihlerinden itibaren dava tarihine kadar beş yıllık süre geçmediğinden, SMK’nın 29/2. maddesi kapsamındaki kullanmama definin de somut olayda uygulanma yeri bulunmamaktadır. Bu durumda, davalının davaya konu eylemlerinin, davacı tarafın marka tescilinden doğan haklarına tecavüz teşkil ettiğinin kabulü gerekirken aksi yöndeki mahkeme kararı yerinde görülmemiştir.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle markaya tecavüzün bulunmadığına ilişkin mahkeme kararının usul ve yasaya uygun bulunmadığının ve kaldırılması gerektiğinin tespitinden sonra çözülmesi gereken diğer bir sorun, istinaf incelemesini yapan Dairemizce, ilk derece mahkemesi kararı kaldırıldıktan sonra nasıl bir karar verileceği noktasında toplanmaktadır. HMK’nın 341. vd. maddelerinde bir kanun yolu olarak düzenlenen istinafın amacı, ilk derece mahkemesince verilen kararın denetlenmesi ve kararın yerinde görülmemesi halinde yeniden yargılama yapılarak hüküm kurulmasıdır. Burada, temyizden farklı olarak ilk derece mahkemesi kararı yalnızca hukuka uygunluk yönünden değil maddi yönden de denetlenmektedir. İlk derece mahkemesi kararı yerinde değilse kural olarak istinaf mahkemesinin, ilk derece mahkemesinin kararını kaldırması ve ilk derece mahkemesi yerine gerekirse yeniden yargılama da yaparak karar vermesi gerekir. Ancak, HMK’nın 353/1-a. maddesinde düzenlenen yargılamaya ilişkin bazı temel usul hatalarının bulunması halinde ise istinaf incelemesi sonunda yeniden karar verilmesi söz konusu olmayıp, kararın kaldırılarak dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda mahkemece, tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması hali de düzenlenmiştir. Gerçekten de ilk derece mahkemesince, taraflarca gösterilen delillerin hiç değerlendirilmeden karar verilmesi ve delillerin ilk defa istinaf aşamasında değerlendirilmesi halinde taraflar, maddi vakıa denetimi yönünden iki dereceli incelemeden mahrum kalacak ve adil yargılanma hakkının unsurlarından olan hukuki dinlenilme hakkı ihlal edilecektir. Somut olaya bu açıdan bakıldığında, davacının tazminat istemine ilişkin hiçbir delil toplanmamış ve değerlendirilmemiştir. Bu itibarla, yapılan açıklamalar çerçevesinde davacının maddi zarara ilişkin delilleri toplanmak suretiyle maddi zararının belirlenmesi, bu şekilde zararın belirlenememesi halinde TBK’nın 50. maddesi uyarınca maddi zararın hüküm altına alınması ve markaya tecavüz sabit olduğundan uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğinden ilk derece mahkemesi kararının kaldırılması ve dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesi gerekmiştir.

HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda belirtildiği üzere;
1-HMK’nın 353/1-a-6. maddesi gereğince davacılar vekilinin istinaf itirazlarının KABULÜ ile, Ankara 3. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 27/10/2020 tarih ve 2019/408 Esas – 2020/306 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,
2-Dosyanın, davanın yeniden görülmesi için mahkemesine İADESİNE,
3-Davacı tarafça yatırılan 54,40 TL maktu istinaf karar ve ilam harcının istek halinde davacılara iadesine,
5-İstinaf aşamasında duruşma açılmadığından taraflar lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
6-İstinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince yapılacak yargılamada değerlendirilmesine,
7-Kararın tebliği ve harç işlemlerinin yerel mahkeme tarafından yaptırılmasına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda oybirliği ile 27/10/2022 tarihinde HMK 353/1-a-6 maddesi uyarınca KESİN olmak üzere karar verildi.

GEREKÇELİ KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 25/11/2022

Başkan

Üye

Üye

Katip